ANLIMDAKI I$IK
DEVAMI
Ölümlü bir varlık olduğumu yeni anladım!.
Ölümün ve ölecek olmanın ne anlama geldiğini Vallahi yeni anladım.
Doktorun ağzından çıkan tümör kelimesi, gizli bir neşter gibi özümdeki en özdaman koparıvermiştü.
Bir kelime, sadece bir kelime bu damarın koparılma*sına yetmişti.,
Tümör!.
Oysa daha önceleri bu kelimeyi çok duymuş, çok işit-mistim. Son işittiğim kelimenin diğerlerinden tek farkı ise, bu kelimenin benle olan ügisi yani benim tümörüm oluşuy*du!. Tümörün ne olduğunu birçok insandan daha iyi bilen doktorlar bile hiç kuşkusuz ki bir hasta için bu keiimenin ne anlama geldiğini anlayamazlardı. Nitekim doktor deni*len Zekai, zoraki bir üzüntü ile bana bakmış ve sanki saa*tin kaç olduğunu bildiriyormuş gibi gayet rahat konuşmuş*tu.,
"Başmızdaki ağrının sebebi maalesef tümör!."
Elinin körü!.
Bunu söylemenin başka bir yolu, başka bir metodu yok muydu? Kılıcı başta kınında göstermek, sonra yavaş yavaş çıkarmak daha makul değil miydi? Gecenin karanlı*ğında ateş gibi parlayan bir kılıçla karşıma çıkmanın, karşı*ma dikili vermen in alemi neydi?
"Maalesef tümör!."
Evet, bu söz ile her şeyimi tutan bir şey kopuvermişti!. Bu söz ile en gizli ve en canlı olan bir damarım, yaşam dama kopuvermiş ve iç dünyamın tamamı korkunç bir deh*şetle doluvermiştü.
Peki neydi, neydi beni dehşete düşüren, neydi beni dehşetle dol*duran şey!.
Koparılan yaşam damarımın içinden ne çıkmıştı? Can mı, kan mı, irin mi, su mu, hava mı? Değildi, hiçbiri değildi!.
Kesilen ve koparılan yaşam damarımın içinden sade*ce bir-şey, tek bir şey çıkmıştı.,
Yokluk!.
Varlık damanmın içinden çıkan bu yokluk, bir anda içimi doldurmuş, bir anda beni dehşete düşürmüştü!. Kendimi bildim bileli bende bulunan bu yokluk korkusu, içim*de taşıdığım yokluk duygusunun dev bir baraj ile zapdedil-miş şekliymiş meğer!. Ve bir söz, tek bir söz ile dev baraj yıkılmış ve bu yokluk duygu*su, çılgın bir sel gibi her şeyi kaplayıvermişti!.
Bu yaşıma kadar "Ölüm, ölüm" derken kastettiğim küçücük bohça, bir kelime darbesiyle açılmış ve bu küçü*cük bohçadaki gizli anlam, bütün bir kainatı dolduruvermişti!.
Konak'taki saat kulesine gelmişim!.
Saat üçbuçuğu gösteriyordu. Durmuş olmalıydı. Saat durmuştu, durmuştu ama zaman durmuyordu. Ve her ge*çen zaman.beni ölüme yaklaştırıyordu. Bunu daha yeni farketmiştim,
Ne tuhaf değil mi?
Şimdiye kadar yüzlerce ay, binlerce gün yaşayan ben, yaşadığım her anın beni ölüme yaklaştırdığını daha yeni farketmiştim!.
Oysa, oysa bir denizde yüzüyor gibiydik!.
Aldığımız her nefesle bir kulaç atıyor, attığımız her kulaçla kıyıya, yani toprağa, yani kabire daha bir yaklaşıyorduk!.
Birçok insan kıyıyı görmeden, kıyıyı görmek isteme*den kıyıya tosluyor, kendini bir anda kıyıda, kendini bir anda kabirde buluyordu!.
Benimse durumum farklıydı!.
Doktor denilen gözcümüz, hiç beklemediğim bir anda kuiağima eğilmiş ve hiç beklemediğim bir haberi çığırmaya başlamıştı.,
Kıyı gözüktü, kıyı gözüktü!.
Ha dilin tutulaydı!.
Ha kıyıyı görmez ve göstermez olaydın!. Geceyarısı..
Büyük Efes otelindeyim. İçki içmek istemiş ve hangi meyhaneye gideceğimi düşünmüştüm. Hiçbir meyhane, hiçbir restoran ilgimi ve hevesimi çekmemişti. Daha doğrusu insanlarla beraber ol*mak, onlarla beraber içmek istemiyordum. Çünkü ben tüm insanlara, tüm insanlar bana yabancılaşmış gibiydi. Hiçbir şey olmamış, hiçbir şey olmayacakmış gibi oradan oraya koşuşturan bu insanlar, başka bir gezegenin, başka canlıları gibi gözüküyorlardı gözüme!.
Yalnız kalmak istiyordum.
Yalnız kalmalı ve içeceksem yalnız içmeliydim.
Bu düşüncelerle Efes oteline gelmiş ve oda servisine gerekli siparişleri vererek yatağa uzanmıştım. Hülya geldi aklıma. Bir telefon etsem, yirmi dakika içinde yanımda
olurdu.
Yanımda olsun muydu? Yanımda olacak da ne olacaktı? Onunla ne konuşacak, ona ne anlatacak ve herşeyden önemlisi o ne anlayacaktı ki!. Onunla yatmak düşün*cesi ise mevtayla yatmak gibi garip bir tiksinti, derin bir soğukluk verdi içime!. Ben de şaşırdım!.
Niye böyle düşünmüş, niye böyle hissetmiştim ki! Mevtayla yatmak örneği de neyin nesiydü. Ve kimdi, kim*di örnekteki mevta?
Ne kadar basit, ne kadar kolay bir soruydu bu!. Bir an durmam ve kendime göz ucuyla bakmam, bu sorunun cevabını bulmam için yeterli olmuştu. Tabi ki bendim, tabi ki bendim bu mevta!.
Yaklaşık altı saat evvel aldığım bir haber ile yaşayan mevta durumuna düşmüştüm. Daha önceleri benim için koskoca ve rengarenk olan dünya, dört çarpı dört ebadın-daki küçücük bir tümör ile küçücük bir tabuta dönüşmüş*tü!.
Ve ben, kendini bir anda tabutun içinde bulan ben Selçuk bey, bu küçücük tabutun içinde ne yapacağımı, ne halt yiyeceğimi şaşırmıştım!.
Yemek ve içeceklerinizi getirdim efendim!.
"Haahh işte!. Ne halt yiyeceğimiz belli oidu!." dedim içimden. Gelen oda görevüsiydi. Açık bıraktığım kapıya vurmuş muydu, vurmamış mıydı bilmiyorum. Yataktan hiç doğrulmadan "Servis arabası orada kalsın" dedim. Servis arabasını bırakarak öylece durdu. Herhalde bahşiş bekli*yordu.
Sehpanın üzerinde cüzdan var. Bahşişini oradan al Cüzdanı itina ile alıp bana uzattı.
Beyefendi buyrun.
İstifimi bozmadan "Kendin al" dedim.
Ne kadar alayım?
Ne kadar istersen.
Şaşırmıştı!. Garsonun bu şaşkınlığı belki de gülüne*cek bir durumdu. Ne var ki üç-beş kuruş için ne yapacağı*nı şaşıran bu garsona acıdığımı hissettim. Gözlerimi kapa*tarak garsondan ve bu olaydan kopmak istiyordum. Kısa bir süre sonra kapının kapanmasıyla garsonun gittiğini an*ladım.
Saat kaç olmuştu?
Bilmiyorum. Saat komodinin üzerinde, merak eden gitsin baksın!.
Kaç şişe, kaç duble içtiğimi de bilmiyorum. Bildiğim tek şey, içtikçe daha berbat, daha daha berbat olduğum. İçtikçe kendimi biraz toparlayacağımı, içtikçe biraz da olsa moral kazanabileceğimi umuyordum. Olmadı. Acı haber ile yere yığılan vücudum, acı içki ile sümükleşmeye ve bir kusmuk gibi yerde yayılmaya başlamıştı!.
Neden böyle oldu bilmiyorum!.
Oysa daha önceleri böyle olmazdı. Kuzey kutbumda
bir sıkıntı olsa, içtikçe güney kutbuma yaklaşır, kuzey kut*bumdan ve bu kutuptaki sıkıntılarımdan uzaklaşmaya çalı*şırdım!, Güney kutbumda bir sıkıntı olsa, doğru kuzey kut*buma!. Şimdi ise yakıcı güneşe en yakın yer olan ekvato*ra çakılmış gibiyim!. İçtikçe bütün kutuplarımı kaybettiğimi, içtikçe her tarafımın ekvatoriaştığmı hissedi*yorum!.
Boş ve dolu bütün şişeleri duvara fırlatmak, bütün şişeleri kırmak istedim. Hiç mecalim yoktu!.
İki-üç metre ilerdeki yatağa baktım. Vücudumu kaldı*rıp, o yatağa atmalıydım. Tabi ki vücudumla beraber dört çarpı dört ebadındaki tümörümü de, tümörümü de götür*meliydim yatağa!. Sahi ya!.
Bazı kimselerin dediklerine bakılırsa tümörlü uzuvları kesip atıyorlarmış, kurtarıyorlarmış vücudu tümörlü uzuvdan!.
Hoop. Çüüşş bakalım. Bizimki beyin!.
Beyinsiz yaşanır mı?
Arkasi yarin