AMAN PETROL CANIM PETROL

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
AMAN PETROL CANIM PETROL
SELİM GÜRBÜZER

Dünyamız enerji tüketimine önce odunla başladı. Sonrasında malum dünyanın gelişim evreleri süreci içerisinde orman tahribatının artış kaydetmesiyle birlikte odun ve odun kömürünün elde edilmesinde bir takım sıkıntılara yol açmıştır. Bunun neticesinde insanoğlu ister istemez yeni arayışlar içerisine girmek zorunda kalıp böylece kömürün keşfi gerçekleşiverir. Tabii gerek ormanlardan elde edilen odun kömürü olsun gerekse yer altından çıkarılan kömür madenleri olsun sonuçta o günkü dünya şartlarında her iki enerji kaynağı da katı yakıt olarak buhar çağının ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir. Derken ileriki yıllarda artan enerji ihtiyacını karşılamak bakımından yer altı sondaj faaliyetlerine hız verilip bu kez ham petrol keşf olunmasıyla da sanayileşme hamlenin hız kazanmasını beraberinde getirir.

Şu bir gerçek yer altına sondaj vurmada belli bir sınıra kadar derinlik ölçüsü esastır. Ki, petrol arama ve çıkarma çalışmalarında sondaj vurulacak her bir kuyu için genellikle 10 kilometrelik derinlik baz alınır. Belli ki baz alınan bu sınırın ötesine geçmek zorlama olacağı düşünülerekten bu kadarı da kâfidir denilmek isteniyor. Öyle ya, en son kertede baz alınan noktaya kadar inildikten sonra bir şeyler bulunduysa ne ala, bulunmadıysa bundan sonrasını zorlamanın pekte anlamı olmasa gerektir. Hiç kuşkusuz anlamca akla uygun tutum baz alınan sınırı aşmamaktır.

Öyle anlaşılıyor ki, bu kapsamda daha önceden fizibilite çalışmalarıyla belirlenmiş olan yer altı katmanlarında hem katı hem sıvı halde ki her türlü enerji kaynaklarını arama faaliyetleri girişiminde bulunmak çok uzun zaman alsa da aslında tüm bu çabalar boşa sayılmayıp bir noktadan sonra illaki meyvesini verecektir. Nitekim dünyanın geldiği noktada bugüne kadar yapılan petrol arama faaliyetleriyle ortaya çıkan istatistiki neticelere baktığımızda pek çok noktada vurulan sondaj kuyuları umutları yeşertmeye ziyadesiyle yetmiştir. Hem nasıl umutları yeşertmesin ki, baksanıza yerin üstü kadar yerin altıda yüz güldürecek neticelere gebe durumda. Zira pek çok maden kaynaklarını bağrında taşımakta. Hele mevcut maden kaynakları içerisinde petrol keşfedilince işin şekli daha da yüz güldürücü anlam kazanmış oldu. Öyle ki insanoğlu petrol kokusunu aldığı günden bugüne bir bakıyorsun Eurovision şarkı yarışmalarında ülkemiz “aman petrol canım petrol” şarkısıyla tüm dünyaya petrolün yüz güldürecek çok mühim enerji kaynağı olduğunu ritim eşliğinde hatırlatabilmiştir. Hatta hatırlatmanın ötesinde tüm dünya ülkelerinin her daim böylesi bir enerji kaynağına muhtaç olduğunu da müzik ritmiyle vurgulamıştır. Madem petrolün önemi bu denli dünyanın gündemine oturmuş durumda, o halde tün dünya ülkelerine önemini hatırlattığımız o şarkının dizelerinde geçen ifadelerde yer alan muhtaçlık nasıl vurgulanmış bir görelim:

Acıklı bir aşk öyküsü bu

Bir yabancıya kapıldı gönlüm

Adı Peter, Oil soyadı

Ne rahatım kaldı dostlar, ne huzurum

Petrole tutuldum tutulalı

Sen gelmeden önce her yer karanlık

Dünya ıssız, dünya durgundu, bilmem niçin

Arardım her yerde tatlı bir ışık

Bir ateş bu kalbim, ısıtmak için

Sen gelince sanki bir güneş doğdu

Aydınlık günüm gecem, artık çok güzel hayat

Şimdi her şey birden bambaşka oldu

Sensiz ne kadar zormuş, meğer ne güçmüş hayat

Aman petrol, canım petrol

Artık sana, sana, sana muhtacım petrol

Aman petrol, canım petrol

Eninde petrol, sonunda petrol

Öyle gururlusun, gelemem yanına

Girmişsin kim bilir kimlerin anına

Dolar, Marktan başka laf çıkmaz dilinden

Neler neler çekiyorum senin elinden

Zengin dilberler düşmüş ardına

Düş başka gerçek başka, yar olmazsın sen bana

Gideceksin belki bir gün gerçekten

Artık senin ardından ağlıyorum şimdiden

Aman petrol, canım petrol

Artık sana, sana, sana muhtacım petrol

Artık dizginlerim senin elinde petrol

 

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
AMAN PETROL CANIM PETROL-2
SELİM GÜRBÜZER

Hadi tüm dünya ülkelerine hatırlatmak iyi hoşta asıl ülkemiz açımızdan meseleye baktığımızda peki adama dönüp sormazlar mı bugüne kadar neredeydin diye, Onca yıllardır yer altında ki böylesi zengin enerji kaynaklarının varlığını illa bir şarkı söylemiyle mi hatırlamamız ya da hatırlatmamız lazım gelirdi. Oysaki bu şarkı söyleminden milyonlarca yıl öncesinde yer altında o zengin enerji yatakları oluşumundan bugüne kadar hep vardılar zaten. Ama gel gör ki ülkemizde Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın haricinde buna ne kafa yoran vardı ne de oralı olan. Ta ki sanayi çağına adım atar olduk işte o zaman şarkılara bile konu edecek kadar varlığını ve önemini idrak eder olduk. Bu demektir ki ister adına kara altın diyelim ister petrol diyelim hiç fark etmez, böylesi mühim derya-i umman niteliğinde enerji kaynağının milyonlarca yıl bir süreci kapsayan var olmuşluğu söz konusuydu zaten. Nasıl mı? Mesela yer altı enerji kaynağı siyah katı yakıt kömürün oluşum sürecini bilim adamlarının; bundan 60 milyon öncesinde bazı bitkilerin selülozlarını daha sert ve odunsu hale getiren karmaşık bir polimer olan lignin üretme yeteneğini geliştirdikleri yönünde ki açıklamalarından öğrenip varlığını idrak etmiş bulunuyoruz. Bir başka ifadeyle bu bilimsel açıklamalar sayesinde 60 milyonluk bir süreç içerisinde yüksek basınç ve yüksek sıcaklık altında ölü bitki örtüsünün yavaş yavaş kömüre dönüşümünü gerçekleştirdiğini öğrenmiş olduk. Öyle ki bu süreç milyonlarca yıl boyunca derin gömünün ısısı ve basıncı su, metan ve karbondioksit kaybına ve karbon oranında bir artış kaydederekten ilkinde linyit, sonrasında alt bölümlü kömür ve en nihayetinde antrasit şeklinde dönüşümünü tamamlayarak adına kara maden denen kömür olarak karşımıza çıkıvermiştir. İşte görüyorsunuz kömür oluşumu denen hadise bir anda oldubittiye getirilerekten kısacık bir zaman diliminde karşımıza çıkmış değildir, tam aksine milyonluk yılları kapsayan bir süreçte ölü bitki artıklarının karbonlaşmış kalıntılarından meydana gelen ürünün tâ kendisi bir hadisedir bu. İyi ki de insanlık bu kara madenle yüzleşiverdi, bu sayede petrol keşfedilmeden önce insanlığın epey uzun bir zaman diliminde enerji ihtiyacını karşılayan bir kara elmas olarak adından söz ettirebilmiştir. Hele zengin yer altı madenleri insanoğlunun iştihanı kabarttıkça adeta bu da bize yetmez denilip arama ve sondaj çalışmalarına kömür madenlerinin yanı sıra petrol gibi her türden yer altı maden kaynakları da elektro manyetik dalga teknolojik cihazlar eşliğinde tespit edilmesiyle enerjinin önemi daha da başka bir küresel boyut kazanmış olur.

Her neyse az gittik uz gittik derken sonuçta gelinen noktada yaşadığımız dünya sathında 1 milyon civarında bitki ve hayvan türü olduğunu düşündüğümüzde tüm bu canlı yapıların öldüklerinde toprağa karışmasıyla milyonlar yıl sonra ne anlama gelebileceğini şimdi daha iyi anlar duruma geldik. Hele canlılar içerisinden toprağa karışanlar arasında bilhassa bitkileri mercek altına aldığımızda milyonlarca sene içerisinde güneş enerjisi yardımıyla bünyesinde depo ettiği organik bileşenler bir anda karşımıza ya kömür, ya petrol ya da gaz olarak çıkabiliyor. Bu demektir ki humus, katran, mazot, yağ, gaz, benzin gibi petrokimya maddeler bitkilerin çürümüş artıkları veya canlı organizmaların artık maddelerinden başkası değildir. Hatta buna çürümüş artık maddelere ilaveten atmosfere ve denizlere katılan milyonlarca yılın mahsulü diyebileceğimiz karbon çökeltilerini de dâhil etmemiz gerekir. Yetmedi bu anlamda çürüyen bitkilerin su altına inmesi ve bataklığın zamanla üzerinin örtüldüğü alanlardan göllere, denizlere ve okyanuslara da bu gözle bakmamız gerekir. Nasıl mı? Mesela bunlardan en basitinden göllerin durumuna baktığımızda:

Yeryüzünden süzülerek akan ırmaklar coşkun su membaları ve tepelerden akan küçük çayları yanlarına katarak düz ovalarda gölleri oluşturdukları muhakkak. Hatta gölü oluşturan sular beraberinde birtakım canlıları da sürükleyip sucul ortamda ve ekosistemde zonlaşmış bir zengin flora ve fauna ortamını oluşturur da. Madem öyle, buna örnek olarak göl tabanında yaşayan organizmalar topluluğu denen Bentoz formları, su ve su yüzeyine yakın yerlerde yaşayan organizmalar topluluğu denen Pelajik formların ortam özelliklerinden bahsederek 2 büyük grup halde şöyle tasnif edebiliriz pekâlâ:

1-)Bentik formlar (Göl tabanı benthos formlar):

Bu formlar adından da anlaşıldığı üzere göl zemininde yaşayan organizmaları kapsar. Aynı zamanda göllerin tabanında yaşayan bitki ve hayvan türlerini ihtiva eder. Dolayısıyla bentik bölgelerde kendi içinde littoral zon, sublittoral zon, batiyal (derin) zon diye tasnif edilir. Bu zonlar da yaşayan organizmalar ise hayat şekillerine göre;

-Rızımenon (Sabit olarak yaşıyan akuatik bitkiler) Örnek- Fanegomlar,

-Biotekton (Taş gibi sert alt tabakanın yüzeyini örten organizmalar- substratumları örten bitki, hayvan, bakteri ve mantar gibi komüniteler),

-Perifiton (Su içerisinde objelere tutunan akmatik üzerindeki komüniteler),

-Psammon(Tortularda gömülü kıyı kumunun nemli biyotasında (yumuşak substratumda) yaşayan organizmlar olarak kategorize edilirler.

Littoral zon

Bu zon az derin olup zengin bir vejetasyon ihtiva eder. Özellikle vejetasyon örtüsü göllerde 2–3 m derinliğine kadar yayılış gösterir. Littoral zonda Crustacea, Annelid ve İnsectalara bol olarak rastlanır. Kum içinde yaşamaya adapte olmuş faunanın esasını protozoa, rotifer, tardigrad, nematod ve copepod’lar teşkil eder.

Sublittoral zon

Littoral zonla derin zon arasında geçiş teşkil eden bir bölgedir. Karakteristik türlerini Pelecypoda, Diphtheria larvaları teşkil eder.

Derin Zon

Ancak derin birkaç gölde (Baykal gölü ve Tanganika gölü) temsil edilen bir zondur. Bu zonda artık bitkilere rastlanmaz. Sadece faunadan Chironomid türleri ile kabuklulardan Crustacean Asellus, kanalizasyon solucanı oyarak bilinen Tubifex türlerine rastlanır.

2-)Pelajik Bölge formlar:

Göllerin zemini ile temasta olmadan suda asılı olarak hayatlarını sürdüren organizmaları ihtiva eden pelajik bölge; Plankton, Nekton, Pleuston ve Nöston diye 4 farklı ekolojik grubu kapsar. Bunları kısa başlıklarla şöyle tanımlayabiliriz de:

-Plankton: Göllerin pelajik bölgesinde kendi kendine hareketleriyle yer değiştirebilen mikroskobik modelde kökeni bitkisel ya da hayvansal olabilen mikro organizmalardır. Göller plankton bakımdan denizlere oranla daha azdır. Burada başlıca plankton formlar tek hücreli veya filamentli algler, protozoa, Rotifer, Crustacea'dan (Cladocera, copepoda, ostracoda) meydana gelmiştir. Bu formlar denizlerde olduğu gibi önemli vertikal göçler izlenebilir.

-Nekton: İnsan gözüyle görülebilen sucul canlılar olmanın yanı sıra aktif olarak yer değiştiren organizmalar olup göllerde çeşitli balık türlerin haricinde bilhassa denizlerde kumun yengeçler veya denizyıldızları gibi canlı grubun içinde yer alarak temsil edilirler.

-Nöston: Hayatlarını su ile hava arasında yer ve suyunun yolunu adeta bir filim gibi kaplayan geçirgen ve alanın iki tarafında su altında sürdüren organizmalardır. Göllerin neuston faunası denizlerden zengindir. Nöston faunanın esasını çeşitli böcek familyalarına ait türler teşkil eder. Örnek-Veliidae, Gerridae, Gyrinidae.

-Pleuston: Göl suları yüzeylerinde yaşayan aynı zamanda Neuston (nöston) olarak da bilinen icabında rüzgârın etkisiyle de su yüzeyinin alt tarafına da eklenip yer değiştirebilen organizmalardır.

-Seston: Suyun içinde yer alan, kendi iradeleriyle hareket edip yer değiştirebilen cansız yapılar olarak tanımlanırlar. Bazı ekolojistler ise göl sularında asılı olarak bulunan organizma ve cisimlerin (cansız parçalar) tümüne birden seston adı altında ifade edip heterojen türün temsili olarak nitelerler. Yani bu demektir ki suyun içinde hem canlı türleri (biyoseston) hem de cansızlar (abiyosestin) vardır manasınadır. Bu yüzden de Sestonlar kendi içinde plankton ve Trihpton olmak üzere iki başlık altında incelenir zaten.
 

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
AMAN PETROL CANIM PETROL-3
SELİM GÜRBÜZER

Göllerin ekolojik bakımdan sınıflandırılması ise birkaç kategoride genellikle şu başlıklar altında incelenir:

Oligotrofik Göller

Bu tip göllerin genel özellikleri:

-Genellikle çok derin olduklarından hıpolimnion bölge geniştir, termoklin tabaka yüksekten teşekkül eder.

-Güneş radyasyonları zemine kadar ulaşmaz. Bu nedenle suyun derin tabakaları genellikle çok soğuk olur.

-Zemin organik madde ve suda ise süspansiyon maddeler azdır.

-Ca, P ve N bileşiklerince fakir olup humus asidi ya çok azdır ya da hiç yoktur.

-Suyun ihtiva ettiği oksijen bütün sene boyunca aynı kalır ve yok ve çok az bir tabakalaşma görülür.

-Planktonlar kalitatif bakımdan bakımda fakir kantitatif bakımdan zengin olup genellikle sahillerde lokalize olmuştur.

-Algler az olmakla beraber clorophceanın çeşitli türleri zaman zaman bol olarak gelişir.

-Zeminde bazı Dıphteria larvalarına derin sularda ise soğuk seven bazı balık türleri rastlanır (Salmo turracalabalık)

Eutrof Göller

Bu tip göllerin genel özellikleri:

-Sığ göller olup güneş radyasyonu zemine ulaşır ve sular her seviyede sıcak olur.

-Zeminde organik madde, suda ise süspansiyon çok boldur.

-Ca, P ve N bileşikleri fazla humus maddesi azdır.

-Açık bir şekilde oksijen tabakalaşması vardır (tabanda doğru oksijen miktarı azdır).

-Vejetasyon sahilde geniş bir kemer teşkil eder.

-Fito ve zooplankton bakımdan zengindirler.

-Zemin faunasının başında diphteria gelir.

-Soğuk su balıkları oksijen yetersizliği nedeniyle bu göllerde bulunmazlar. Buna rağmen Cyprinus carpio (Sazan), Esox lucius (Turna), Leuciscus cephalus (Tatlı kefali) vardır.

Distrof Göller

Bu tip göllerin genel özellikleri:

-Genellikle sığ olan göllerdir.

-Sulak alanlar denen türbiyerlerde veya eski dağlık üzerinde humus maddesinin bol olduğu bölgelerde bulunur. Bu sebepten de suları kahverengi görünür.

-Zeminde organik madde, suda süspansiyon çok bulunur.

- Ca, P ve N bileşikleri az olup, zeminlerde oksijen yok denecek kadardır.

- Su (H2O) vejetasyon ve plankton bakımdan fakirdir.

-Zemin faunası ya hiç bulunmaz veya birkaç tür ihtiva eder.

-Soğuk seven balıklara rastlanırsa da besin azlığından boyları kısadır.

Ayrıca şu bir gerçek deltalar, göller ve nehirler, lagünler ve akarsu taşıma ovaları kömür damarlarının en müsait oluştuğu ortamlar olarak dikkat çekmekteler. Hem nasıl çekmesin ki bunlardan mesela göller ve göller içerisinde zengin flora ve fauna yapısına baktığımızda bu damarların oluşması son derece gayet tabii bir durumdur. İşte en basitinden yukarıda örnek verdiğimiz göller bu denli zengin flora ve faunaya sahipseler kim bilir diğer deniz ve okyanusların durumu daha nice zenginlikleri bağrında taşımaktadır. Bikere yapılan sondajlar sonucunda altın, gümüş, petrol her ne ararsan denizlerde mevcut durumda. Dahası bilim adamlarının petrol konusundaki ağırlık verdiği düşünceye göre; alg ve eğrelti otlarının ayrışmasıyla birlikte ayrışan ürünlerin yeraltı katmanlarına sızarak gölcük oluşturduğunu, böylece bu gölcüklerin petrol gibi büyük bir enerji kaynağının oluşumunu gerçekleştirdiği şeklinde izah etmekteler. Hatta pek çok bilim adamı özellikle alglerin alt gruplarından diyatomların (fitoplanktonlar) depoladığı yağların zaman içerisinde petrole dönüştüğünde hem fikirdirler. Bilindiği üzere su yosunu veya algler de klorofil içermelerinden dolayı bitki kategorisinde değerlendirilip, bunlar 3000 türüyle insanlığın oksijen ihtiyacının karşılamanın yanı sıra kimi yerde besin kaynağı olarak da kullanılabiliyor. Yetmedi bunların hem artıkları hem de ölüleri bile milyonlarca deniz organizmasının ve gömülü balıklarında petrol kaynağı olduğu bir sır değil artık. Anlaşılan odur ki; söz konusu organik materyaller, önce hidrokarbona ve daha sonra petrole dönüşmektedir. Gerçekten de petrolün önemini ortaya koyacak bilimsel bulguları destekleyecek en büyük destek Kur’an’dan geliyor. Nitekim Allah Teâlâ; “O (Rabbiniz ki) merayı (yem yeşil otlağı) çıkarandır. (Ve binbir nebatatı çıkarandır) Sonra da o mer’ayı, siyah bir gussaya (kuru siyah bir sel tortusuna-kömür ve petrole) çevirmiştir” (A’lâ suresi ayet 4–5) diye beyan buyuruyor. İşte ayette geçen Gussa ibaresi; hem kara ve kuru anlamında, hem de sel suyu manasınadır. Dolayısıyla kara kuru derken kömür anlıyoruz, sel suyu derken de ister istemez petrol akla gelmektedir. Hatta bazı İslam bilginleri “O halde, yakıtı insanlarla taşlar olan o ateşten sakının” (Bakara, 24) ayetinde geçen taşların taş kömürü olduğu kanaatinde olduğunu da belirtmişlerdir.

Velhasıl-ı kelam yerin üstü de yerin altıda, göllerin, denizlerin ve okyanusların hem üzerleri hem tabanları zengin maden kaynakları olup Allah’ın kullarının işlerini kolay görsünler diye ikramı ettiği enerji kaynaklarıdır. Tabii kıymet bilene.

Vesselam.
 
Üst