Aleviyim...

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Hem namaz kılıp oruç tutacak hem de müslümanım demek yerine aleviyim diyecek Neden? Alevi olmak islam'ın şartlarından biri mi? - ben sünni olmalı da demedim dikkat ederseniz....- hala iyi okumuyorsunuz :)
 

redyellow

Kıdemli Üye
Katılım
20 Nis 2010
Mesajlar
2,262
Tepkime puanı
875
Puanları
113
Konum
ankara
Web sitesi
redyellow.besaba.com
Hem namaz kılıp oruç tutacak hem de müslümanım demek yerine aleviyim diyecek Neden? Alevi olmak islam'ın şartlarından biri mi? - ben sünni olmalı da demedim dikkat ederseniz....- hala iyi okumuyorsunuz :)

aleviyim demek müslüman değilim demek değildir ki... eğer bir kişi namaz kılıyorsa, oruç tutuyorsa aleviyim diyorsa müslümanım da diyecektir zaten.

Bir insan Namaz kılıyor ve oruç tutuyor ama ben aleviyim diyorsa durumu meçhuldür..

Hala niye MEÇHULDUR anlatmadınız. Israrla konuyu başka yerlere çekiyorsunuz.

sunni olmalı dediniz diye bir şey yazmadım ki:)

Tekrar soruyorum:

Bir insan Namaz kılıyor ve oruç tutuyor ama ben aleviyim diyorsa durumu meçhuldür..

Niye MECHULDUR DURUMU?
 

MÜTEŞEKKÜR

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
6,938
Tepkime puanı
198
Puanları
0
'Ben aleviyim' deyip de namazını kılanı ,ramazan da oruç tutanı görmedim de ..
Gören varsa da söylesin lütfen...


Benim çok sevdiğim bier alevi eski arkadaşım var.Benimle beraber camiye gidip namaz kılıyoruz.İnancı da tam.Namaz kılmayan alevilere ateş püskürüyor.Kendisi Bektaşi alevilerdendir.Bu sene Ramazan orucunu da tam tuttu.Yalan yok gerçekler bundan ibaret.Önemli olan bunlara İslam'ı ve aleviliği en iyi şekilde anlatmaktır vesselam..
 

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
Peygamberimiz bir hadisinde : benden sonra ümmetim 73 fırkaya bölünecekdir .hepsi cehennemliktir ancak biri müstesna"buyurmuşlardır ( Tirmizi)
bunun üzerine ashab sorar :ya rasulallah ,peki o fırka kimdir "
rasulümüz : benim ve ashabımın yolunda olanlardır " buyurmuşlardır .

bilindiği gibi de bu fırkaya "ehli sünnet vel cemaat " denmektedir .ummuhan kardeşimin yazısında ters bir şey göremiyorum .lakin bayilari sanki alevi düşmanıymışız gibi kendi zihninde ki şeylerden başka bir şey anlamıyor yazılanlardan .
ben alevi düşmanı değilim .gerçek şu ki ve benim de anlatmaya çalıştığım şey , alevilik bir dindir bir inançdır .ehli sünnet vel cemaatle hiç bir alakası yoktur .ha bärä ben aleviyim diyorsa ,buyursun desin .bu o kişinin sorunu ve inancı .ama benim de "aleviliğin ehli sünnet ile hiç bir alakası yok" fikrime karşılık olarak "sen alevi düşmanısın" diyemez kimse .
herşey ortada ,hadisler ,fetvalar .hakikat budur .alevilik ve ehli sünnet tamamen ayrı şeylerdir .
bakın seyyah abimiz ne güzel anlatmış bizzat yaşadığı şeyi .
yine hakikat şu ki ,alevilik peygamberimizin vefatından sonra ümmeti arasında kargaşa ve kopukluk çıkarmak için türemiş bir inançdır .ve bu zamanda hala "namazımı da kılarım orucumu da tutarım .ama ben aleviyim.değiştiremezsiniz.bu hak yoldur .Ali Efendimizin gittiği yoldur " demek ,Allahın rasulünü inkar etmek ve hakikatleri inkar etmektir .
bu başlıkta bir ihvan " alevilerin yönlendirilmeye çok müsait olduğunu yazdığını okudum .maalesef de doğru . bu gerçekler asırlar öncesine kadar dayanıyor .Osmanlı neden çok güçlüydü ? çünki bütün müslümanları bir bayrak altında tıoplamayı başarmışdı .nasıl yıkıldı ? hile ile .yani kavmiyetcilik ile .sen kürtsün sen arabsın sen bilmem nesin diyerek kardeşi kardeşe vurdurttular .

şunu da belirtmekte fayda var :bir kişi namaz kılmakla veya oruc tutmakla müslüman olmaz .müslüman ancak kelime-i şehadet getirilerek olunur .bundan sonra peygamberimizin ve ashabının yolunda gidiyorsa ,onları sevip sayıyorsa ,ehli sünnet vel cemaat fırkasından olur .yukarıda da yazdığım hadise göre necat bulacak olan fırka budur başkası da fazlası da yoktur .

her alevi kürtdür tezi de doğrudur .ancak burada istisnalar kaideyi bozmaz kuralı da geçerlidir .yani alevi olmayan başka milletler olsa da (bu kaideyi bozmaz) çoğunluğu kürtdür .
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
aleviyim demek müslüman değilim demek değildir ki... eğer bir kişi namaz kılıyorsa, oruç tutuyorsa aleviyim diyorsa müslümanım da diyecektir zaten.



Hala niye MEÇHULDUR anlatmadınız. Israrla konuyu başka yerlere çekiyorsunuz.

sunni olmalı dediniz diye bir şey yazmadım ki:)

Tekrar soruyorum:



Niye MECHULDUR DURUMU?


Çünki müslümanım demiyor aleviyim diyor :)

Ben kısa yazabiliyorum zamansızlıktan bakın mahpeyker anlatmış uzunca :)
 
K

Kaçak

Guest
şunu da belirtmekte fayda var :bir kişi namaz kılmakla veya oruc tutmakla müslüman olmaz .müslüman ancak kelime-i şehadet getirilerek olunur .bundan sonra peygamberimizin ve ashabının yolunda gidiyorsa ,onları sevip sayıyorsa ,ehli sünnet vel cemaat fırkasından olur

Sayın Mahpeyker ( stres kaynagı nick sahibi )
Çok güzel bir tespitte bulunmuşsunuz ..
Lakin devamını getirmemişsiniz ..
Kişi takvaya erip, kamil insan olunca ne olur ?
Müslümanlıktan Ehli Sünnetliliğe terfi etti , ya sonrasında nereye terfi ediyor ?

Birde cidden merak ettim Aleviler Kürttür teorinize deliliniz nedir ki ?
 

redyellow

Kıdemli Üye
Katılım
20 Nis 2010
Mesajlar
2,262
Tepkime puanı
875
Puanları
113
Konum
ankara
Web sitesi
redyellow.besaba.com
Çünki müslümanım demiyor aleviyim diyor :)

Ben kısa yazabiliyorum zamansızlıktan bakın mahpeyker anlatmış uzunca :)

Neyi anlatmış?

her alevi kürtdür tezi de doğrudur

Bunu diyen bir arkadaş mı anlatmış olacak?

bir yazı yazdın, yanlış yazdın, açıklayamamanın zorluğuyla ordan oraya atlayıp duruyorsun:)

, alevilik bir dindir bir inançdır

sen namaz kılıyorsa, oruç tutuyorsa aleviyim diyorsa meçhuldur diyorsun, mahpeyker ise aynen bunu yazmış. ALEVİLİK AYRI BİR DİNmiş!!!!

Ayrı bir din ve namaz kılıyor öyle mi?



Benim çok sevdiğim bier alevi eski arkadaşım var.Benimle beraber camiye gidip namaz kılıyoruz.İnancı da tam.Namaz kılmayan alevilere ateş püskürüyor.Kendisi Bektaşi alevilerdendir.Bu sene Ramazan orucunu da tam tuttu.Yalan yok gerçekler bundan ibaret.Önemli olan bunlara İslam'ı ve aleviliği en iyi şekilde anlatmaktır vesselam..

Bakın sayın müteşekkur'un yazısına.

Sayın müteşekkür ile birlikte CAMİYE GİDİP NAMAZ KILAN birisine kim AYRI BİR DİNDENSİN diyebilir?

Buna hakkı var mı?

ha kendilerine ayrı bir inançtan gören aleviler yok mu? var, İslamı kabul etmediğini söyleyen vs. var. bunlar ayrı bir konu. Ben islamı kabul etmiyorum diyorsa aleviyim dese ne olur demese ne olur, islamın dışında bitti....

Ama islamın emirlerini kabul ediyorsa, namazı, oruçu, haccı, peygamberi, kuranı vs. kabul ediyorsa sırf aleviyim dedi diye ona sen ayrı bir dindensin demek, sen meçhulsun demek doğru mu?

bence değil.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
İslam İslamdır beyefendi İslam ın kuralları kaideleri İLAHİ dir dışarıdan geliştirilen kural ve kaideler İSLAM a dahil edilemez....(aynı fikirde ısrarlıyım, dolayısı ile cevaplayamama gibi bir zorluğum yok)

Kavramak bu kadar mı zor yazdıklarımı :)
 

redyellow

Kıdemli Üye
Katılım
20 Nis 2010
Mesajlar
2,262
Tepkime puanı
875
Puanları
113
Konum
ankara
Web sitesi
redyellow.besaba.com
İslam İslamdır beyefendi İslam ın kuralları kaideleri İLAHİ dir dışarıdan geliştirilen kural ve kaideler İSLAM a dahil edilemez....(aynı fikirde ısrarlıyım, dolayısı ile cevaplayamama gibi bir zorluğum yok)

Kavramak bu kadar mı zor yazdıklarımı :)

biz ne diyoruz aksini mi söyledik?

İslam islamdır tabiki... islamın kuraları şartalrı vardır bunu kabul eden herkes de müslümandır. kendisine ister aleviyim desin ister sunniyim desin farketmez.

yazdıklarında yanlışlıklar olduğu için kavranmıyor, kendini kontrol et istersen.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Aleviyim diyen dediklerinizi yapan olmuyor zaten... ... " ..... eşhedüennemuhammeden abduhu ve rasuluhu" diyemiyor dolayısı ile İslamı olduğu gibi değil kendi sapkın inancına göre şekillendirmeye çalışıyor....

kırmızı yeşil beyefendi benden bu kadar anlamadıysanız biraz daha fazla okuyacaksınız:)
 

Mahpeyker

Kıdemli Üye
Katılım
2 Eyl 2009
Mesajlar
4,456
Tepkime puanı
742
Puanları
0
Sayın Mahpeyker ( stres kaynagı nick sahibi )
Çok güzel bir tespitte bulunmuşsunuz ..
Lakin devamını getirmemişsiniz ..
Kişi takvaya erip, kamil insan olunca ne olur ?
Müslümanlıktan Ehli Sünnetliliğe terfi etti , ya sonrasında nereye terfi ediyor ?

Birde cidden merak ettim Aleviler Kürttür teorinize deliliniz nedir ki ?




biraz relax olun Kaçak Bey o zaman stres felan olmazsınız .birde benim nickim gayet güzel ,anlamlı ve de stressiz bir nick :)

gerisine gelince yazmadım çünki konumuz o değil . :)


tezime gelince hayat tecrübesi diyelim .:) şaka bir yana .benim eskiden oturduğum yerde çok alevi vardı .nüfusun üçde biri aleviydi .hemde " kızıl alevi" denilen müslüman türk düşmani aleviler ve hepsi de kürtdü .
bilmem belki de Almanya'da yaşayan alevilerin hepsi kürtdür deyip bu polemiğe son noktayı koymak istiyorum .
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
gördüm ki alevilik hakkında çok net bilgilere, tarihi gelişimi hakkında fazla bir malümata sahip değiliz. şimdi ben izninizle bu sahanın en iyi bilenlerinden biri olan mehmet kırkıncı hocaefendinin bir yazısından alıntı yaparak bu konunun vüzuha kavuşmasını sağlamaya çalışacağım bi iznillah. lakin, uzun yazıların okunma zorluğu münasebetiyle biraz bölerek okunmasını kolay hale getirmek istiyorum.

"Alevîlik aslında bir fırka veya mezhep değildir. Âl-i Beyt'in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır. Meselenin tarihi seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şekline gelişmesi şöyle olmuştur:

Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayazıt'ı yendikten sonra Anadolu'dan aldığı otuz bin kadar esiri İran'a götürmüştü. Bunları Erdebil'e yerleştirmişti. Bunlar zamanla, Şah İsmail’in dedesi olan ve Erdebil Şeyhi olarak ta bilinen Şeyh Ali'ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar. Bir süre sonra Timur, ara sıra ziyarete gittiği Erdebil Şeyhinin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh, “Hiçbir dileğim yok, sadece Anadolu'dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri serbest bırakmanı istiyorum.” dedi. Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onları serbest bıraktı.

Bu esirler, bu vesile ile, şeyhe olan muhabbetlerini aşırı derecede ziyâdeleştirdiler. Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı Anadolu'ya döndü, bir kısmı da Erdebil'de kaldı. Erdebil Şeyhi, Anadolu'ya dönen bu müritleriyle alâkasını devam ettirdi. Erdebil Şeyhi'nin tarikatında “Hz. Ali muhabbeti” esas alındığı için, bu tarikata devam edenler Hz. Ali sevgisi ile tamamen boyandılar. Bunlara bu niteliklerinden dolayı “Alevî” denildi.

 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Aslında bu esirlerin ecdatları ve kendileri, bu tarikat ile bağ kuruncaya kadar, Ehl-i Sünnet inanışında idiler. Bu tarikatla irtibatlarını yoğunlaştırdıktan sonra, tamamen Erdebil tekkesinin emrine girdiler. Oradan gelen her emri, harfiyen yerine getirmeye gayret gösterdiler. Öyle ki, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarını bile Erdebil'e tahsis ettiler.

Bunların bu fedakârane gayretleri ve karşılıklı diyalogları, gidip gelmeleri devam etti. Hattâ Erdebil'den gönderilen ve şeyhin “halifesi” olarak isimlendirilen şahıslar, Anadolu'da “nezir” ve “sadaka” namıyla para topluyor ve bu paraları gizli olarak İran'a gönderiyorlardı. Böylece Erdebil Şeyhi'nin tekkesi gittikçe genişliyor, müritleri çoğalıyordu.

Bu Şeyh'in asıl amacı, gerek İran'da, gerekse Anadolu'da müritlerini çoğaltarak irşat postundan saltanat tahtına, şeyhlikten şahlığa geçmekti. Ancak bu arzusuna nâil olamadan ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti. O da babasının gizli emelini sürdürmeye devam etti. Bunu hisseden o zamanın İran hükümdarı Cinahşah, kendisini İran'dan sürdü. Bunun üzerine Şeyh Cüneyd Anadolu'ya geldi. Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatına çok mürit kazandırdı.
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Sadece bir şeyh değil, aynı zamanda bir “seyyid” unvanı ile de dolaştığı için beklediğinin çok üstünde taraftar topladı. Artık Erdebil tekkesi Anadolu'da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir etki sahasına sahip olmuştu.

Şeyh Cüneyd de babasının âkıbetine uğradı. Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da aynı gayeyi takip etti. Bütün gayret ve ihtiraslarına rağmen o da siyasî amacına eremedi. Nihayet oğlu Şah İsmail, babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef muvaffak oldu. 13 yaşında iken Anadolu'daki müritlerinden teşkil ettiği bir orduyla, o gün İran'da hâkim olan Akkoyunlulara harp ilân etti ve Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşat postundan saltanat tahtına çıkmaya muvaffak oldu ve Safeviler Devleti'ni kurdu.

Bununla beraber Şah İsmail Anadolu'dan elini çekmedi. Zaman zaman birçok halifeler göndererek Anadolu'daki nüfûzunu kuvvetlendirmek için çalıştı. Bu çeşit faaliyetler, Çaldıran Muharebesi'ne kadar artan bir hızla devam etti. Bu muharebeden sonra İran'la Osmanlı Devleti arasında kesin hudutlar çizildi. Böylece Erdebil sofileriyle Anadolu arasındaki irtibat kesilmiş oluyordu. Bunun neticesi olarak Anadolu'daki müritler, pirlerin tesirinden gitgide uzaklaştılar.
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Bu tarikatın Anadolu'da kalan mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları tesirle, kendilerinin dışında kalan Müslümanları Ehl-i Beyt'e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri zannına kapıldılar. Onların bu anlayış ve davranışları diğer Müslümanlarla aralarında bir soğukluk ortaya çıkardı. Bu soğukluk, zamanla ayrılığa dönüştü. Bu ayrılık sonucunda, Erdebil tekkesine bağlı Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldıkları için, İtikada, ibadete,... ait birçok hükümleri gereği gibi öğrenemediler. Sadece babadan oğula intikal eden birtakım telkinlerle yetindiler.

Diğer Müslümanlar ise, bunlarla yakın alâka kuramadı ve onlara karşı görevlerini lâyıkıyla yerine getiremediler. Ölçüsüz tartışmalar, yersiz tenkitler ve davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa dönüştü. Buna bir de idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları arasında Sünnîlik ve Alevîlik şeklinde bir ikilik ortaya çıktı.

Aslında bir Müslüman’ın veya bir tarikatın Hz. Ali muhabbetini meslek ve meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur. Diğer sahabelere tecâvüz etmemek, Kur'an ve Sünnet'in ışığında namazını kılmak, orucunu tutmak ve diğer sorumluluklarını yerine getirmek kaydı ile, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt muhabbetini rehber edinmenin hiçbir mahzuru yoktur.
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
Gerçek şu ki, Kitap ve Sünnet'i bilen ve gereği gibi yaşayan hakikî bir Alevî, ancak Allah-ü Teâlâ'yı ma'bûd olarak tanır. Kendisini, İslâmîyet’in bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur'ân-ı Kerîm'i de son semavî kitap kabul eder. Bu sun’î ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur'an'ın ışığı altına girmek ve O'nu yegâne ölçü kabul etmektir. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de, “Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız.” buyurmakla, bütün Müslümanların Kur'an etrafında toplanmasını emretmektedir. Müslümanların birlik ve beraberlikleri ancak böylece temin edilebilir, ayrılıklar O'nun prensipleriyle ortadan kaldırılabilir. Her türlü hurafe ve safsatalardan ancak böylece uzak kalınabilir.

Evet, Hakk'ı bulmanın, hakikate ermenin tek yolu, Kur'an'a iman ve onun gereği ile amel etmektir. Çünkü, Kur'an, insanlığı mutlak hayır ve hakikate sevk etmek için, bizzat Allah-ü Teâlâ tarafından gönderilmiş mukaddes bir kitaptır. İnsanın dünyevî ve uhrevî saadetini gösterecek ve olgunlaştıracak olan O'dur. O, insanı iman ve tevhide; ubudiyet ve kulluğa, kardeşlik ve sevgiye davet eder. İman ve salih amele ait ölçülerin en güzelini O vazetmiştir. İslâmîyet ancak ve ancak O'nun ölçüleriyle yapılanmıştır.

O'nun sarsılmaz ve muhteşem kurallarının dışında hiçbir hakikat yoktur ve aranılmaz. O'nun güzel görüp tasdik ettiği Her şey hakikat; çirkin bulup reddettiği Her şey ise uydurmadır. O'nun tesis ettiği İslâmîyet köhne hurafeleri, batıl inanışları, rezalet ve fuhşiyatı şiddetle reddeder. Şu halde, bütün Müslümanlar, itikada, ibadete, ahlâka, helâle, harama, zikre, fikre, muhabbete ait kutsî hakikatleri, O'nun terazisiyle tartacaklardır.
 

|SEÇKiN|

Profesör
Katılım
25 May 2010
Mesajlar
812
Tepkime puanı
133
Puanları
0
Konum
İstanbuL
evet, bu bilgilerin akabinde daha evvel bu konu içinde yazdığım ilk mesajımdan bir alıntı yaparak bazı kardeşlerimizin suallerine de cevap vermiş olacağımı zannederim.


bugünkü alevilere gelince... genelde temiz ve iyi yürekli insanlardı eskiden alevilerin çoğunluğu. lakin bozuldular daha sonra, dinsizleştiler, ergenekon maharetiyle tezgahlanan sivas ve benzeri operasyonların arkasından sünnilere düşman oldular iyice. haliyle sünninin, namazına da, camiine de düşman oldular. alevi toplumu her zaman kullanılmağa müsait bir yapısı vardır... kim onların sırtını kaşırsa onlarla beraber olurlar. çünkü alevilerde bizim gibi dinimizi, iman ve itikadımızı daim ayakta tutan kaynak eserler, kitaplar yoktur. dedeleri ne derse ona inanırlar. ve alevilik bu yüzden bugün adeta bir dedeler dinine dönmüştür. alevilerde ne kadar dede varsa o kadar da dini anlayış ve itikat var demektir. hangi dede ne kadar müslümansa ona tabi olanlar da o kadar müslüman olabiliyor. adam şarap zıkkımlanıp din düşmanlığı yapıyorsa ona uyanlarda onun gibi zındık haline gelebiliyorlar... bir de şu var, çocuklarının ellerine tutuşturulup okutulan dini tandanslı kitapların kahir ekseriyeti bu tür zındıkların yazdığı hurafelerle doldurulmuş küfürnamelerdir genellikle... bi zamanlar cia ajanları kürt kardeşlerimize nasıl "çok çocuk yapın, nüfusunuz kalabalıklaşırsa devleti ele geçirirsiniz" diye onları kandırmaya çalıştılarsa, aynı şekilde onları da yargıyı, askeriyeyi ele geçirip osmanlıdan ve onun soyundan intikam alma yönüyle beyinlerini yıkadılar. ve başardılar da ne yazık ki! bugün bu milletin verdiği mücadelenin bir parçası da bu kahrolası yahudi yetiştirmesi maşaların ülkemizde estirdiği yargı terörüdür.

evet, daha evvel biz bunları yazmıştık... lakin, konuyu açan kardeşlerimiz önce yazılanları okumadıkları için konunun analizinde zorluk çektikleri belli oluyor. umarım konu az da olsa anlaşılabilir hale gelmiştir.

sevgi ve muhabbetle...
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
KERBELÂ VAK’ASI

Kerbelâ vak’asını târîhler başka başka yazmakdadırlar. Hele ba’zı kitâblar acıklı hikâyeler uydurarak, okuyanları şaşırtıyorlar. İnançlarını, düşüncelerini karışdırıyorlar. Yalan, uydurma yazıları ile okuyucularını kendilerinin bozuk i’tikâdına sürüklemeğe çalışıyorlar. Bunun için, Kerbelâ vak’ası hakkında her zemân herkesin düşüncesi başka başka olmuş, herkes kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanmışdır. Hindistânın büyük târîh âlimi Muhammed Abdüşşekûr Mirzâpûrî “rahime-hullahü teâlâ”, bu konuyu senelerce incelemiş, işin doğrusunu meydâna çıkararak (Şehâdet-i Hüseyn) isminde müstakil bir kitâb yazmışdır. Pâkistânda, Karaşide medrese-i islâmiyye talebesinden Gulâm Haydar Fârûkî “rahime-hullahü teâlâ”, bu kitâbı urdu dilinden fârisî diline terceme ederek, (Refâkat-i Hüseyn) adını vermiş, kitâb 1395 (m. 1975) senesinde Karaşide basılmışdır. Kitâbın önsözünde diyor ki:

İslâm dîninde ilk olarak ortaya çıkarılan ve bu dîne zararı çok büyük olan ve bugüne kadar milyonlarca müslimânın dinden çıkmasına, sapıtmasına sebeb olan fitne, hurâfeler, hayâller, uydurmalar ve husûsî maksadlar için kurulmuş, müslimânlığa hiç uymayan şeylerdir. Bu fitneyi Ya’kûb-i Küleynînin oğlu meydâna çıkarmışdır. Bu çocuk, Abdüllah bin Sebe’ ismindeki yehûdînin sapık, bozuk sözlerine aldananlardan biridir. İslâm dînini içerden yıkmak, müslimânları aldatmak için, çok şeyler uydurmuş, yalanları ile bir kitâb meydâna getirmişdir. Bu kitâba (Kâfî) ismini vermişdir. Sonra ortaya çıkan TÛSÎ, MECLİSÎ ve başka azılı sapıklar, Kâfî kitâbındaki ilkeleri yaymağa çalışarak, müslimânlar arasındaki ayrılık ve bozgunculuk ateşini körüklemişlerdir. Bunlar, (Takıyye) dedikleri iki yüzlülüğü dinlerinin esâsı yapmışlardır. Bütün yıkıcılıklarını, düşmanlıklarını Takıyye perdesi altında yürütmüşlerdir. Takıyyelerinin en meşhûru (Ehl-i beyt)e muhabbet etdikleri sözüdür. Bu sözleri ile milyonlarca müslimânı, doğru yoldan çıkarmışlar, felâkete sürüklemişlerdir. Müslimânları bunların tuzağına düşmekden korumak için, herşeyden önce, (Muhabbet-i Ehl-i beyt) takıyyesinin iç yüzünü ortaya koymak lâzımdır.

Muhammed aleyhisselâmın yoluna sarılan ve Eshâb-ı kirâmın izinde giden hakîkî müslimânlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” (Muhabbet-i Ehl-i beyt) sözünün ma’nâsına, yalnız iyi demekle kalmamışlar, Ehl-i beyti sevmenin îmânın bir parçası olduğunu bildirmişlerdir. Sapıklar, inançlarının temelinin, Ehl-i beyti sevmek olduğunu her zemân, sık sık söylemekde iseler de, her işleri, her hareketleri, kendilerinin, Ehl-i beyte düşman olduklarını göstermekdedir. Bu sözümüzü iyi anlamak için, hazret-i Hüseyni sünnîler mi şehîd etdi, yoksa sapıklar mı? Bunu iyi incelemek lâzımdır. Onların kitâblarını okuyan aklı başında bir kimsenin, şehîd edenlerin sünnî olduklarına inanması mümkin değildir. Câhilleri aldatmak için, hazret-i Mu’âviyenin ve Yezîdin ismlerini ileri sürüyorlar. Hâlbuki, bu vak’ayı anlatan kitâbların hiçbirinde bu iki halîfenin hazret-i Hüseynin mubârek kanı ile bulandığı açıkça yazılı değildir. Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Hüseynin şehîd edilmesine karışdığı hiç yazılı olmadığı gibi, böyle bir emr verdiği de yazılı değildir. Hazret-i Hüseynin şehâdetinin hazret-i Mu’âviyenin zemânında olmadığını sözbirliği ile bildirmekdedirler. Yukarıda ismi geçen molla Bâkır Meclisî hazret-i Muâviyenin vefât ederken, oğlu Yezîde yapdığı vasıyyeti şöyle yazmakdadır:

(İmâm-ı Hüseynin “radıyallahü anh” Resûlullaha olan yakınlığını biliyorsun. Kendisi, O hazretin mubârek bedeninden bir parçadır. O hazretin etinden ve kanından hâsıl olmuşdur. Ben anlıyorum ki, Irak ehâlîsi onu kendi yanlarına çağırırlar. Fekat, yardım etmeyip, yalnız bırakırlar. Eğer, senin eline düşerse, Onun kıymetini bil! Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ona olan yakınlığını ve muhabbetini hâtırla! Onun yapdıklarına karşılıkda bulunma! Onunla aramızda kurmuş olduğum sağlam bağları sen koparma! Onu incitmekden, Onu üzmekden çok sakın!) Hazret-i Mu’âviyenin Yezîde olan bu vasıyyeti (Cilâül’uyûn) kitâbının 321. ci sahîfesinde yazılıdır. Bu kitâbı, şî’î liderlerinden Muhammed Bâkır bin Murtadâ Feyzî Horasânî yazmışdır. Molla Muhsin adı ile meşhûr olup, 1091 [m. 1679] senesinde ölmüşdür. Şî’î ahundlarından Muhammed Takî Hânın yazmış olduğu fârisî (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbında diyor ki, Mu’âviye, oğlu Yezîde şu vasıyyeti de yapmışdır: (Oğlum, nefsine, hevesine uyma! Kendini Hüseynin hakkından çok koru! Yarın Hakkın huzûruna çıkacağın zemân, Hüseyn bin Alînin kanının boynunda bulunmamasına çok dikkat et! Yoksa, o gün râhata, huzûra kavuşamazsın. Sonsuz azâblara yakalanırsın!) Bundan sonra kitâbının 6. cı cildinin 111. ci sahîfesinde, Abdüllah ibni Abbâsın bildirdiği hadîs-i şerîfi şöyle yazmışdır. (Yâ Rabbî, Hüseynin hurmetini ve şerefini gözetmekde gevşek davranana bereket verme!). Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anh” hazret-i Hüseyne karşı bütün sözlerinde, hep edebli ve hürmetli davrandığı gibi, yazılarında da, Ona karşı hiç saygısızlıkda bulunmamışdır. Hâlbuki, imâm-ı Hüseyn, Ona karşı yazdığı mektûblarında, sert kelimeler kullanırdı. Hattâ, Yezîd ve Abdüllah böyle kelimeleri görünce, hazret-i Mu’âviyeye, (Sen de böyle sert cevâb ver!) dediklerinde, onlara karşı, hazret-i Mu’âviye gülerek: (İkiniz de yanlış konuşuyorsunuz. Ben, Hüseyn bin Alîyi nasıl ayblayabilirim? Benim gibi birinin, bir kimseyi ayblaması ve herkesi buna inandırmağa çalışması, akllı bir kimsenin yapacağı iş değildir. Hüseyni nasıl ayblayabilirim? Allaha yemîn ederim ki, Onun ayblanacak bir yeri yokdur. Ona mektûb yazarım. Fekat; Onu korkutucu, üzücü şeyler yazmam) dedi. Şî’î yazar, (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbının 6. cı cildi 78. ci sahîfesinde, (Hulâsa, Hüseyni incitecek birşey yazmamışdır) demekdedir.

Hazret-i Mu’âviye, hazret-i Hüseyne karşı hep edebli ve saygılı davrandığı gibi, Ona hizmet de ederdi. (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbında, açık olarak diyor ki: (Hazret-i Hüseyne her sene binlerce dirhem gümüş göndermeği âdet edinmişdi. Bundan başka, kıymetli eşyâ ve hediyyeler de gönderirdi). Bu kadar edebine ve hizmetine karşı, hazret-i Hüseynden hakâret, sıkıntı gördüğü zemân, bunlara ehemmiyyet vermezdi.

Mu’âviyeye “radıyallahü teâlâ anh”, Yemenden harac malı göndermişlerdi. Bu kâfile, Şâma giderken, Medîneye uğradı. Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh”, bunların hepsini alarak, Ehl-i beyte ve sevdiklerine taksîm etdi ve hazret-i Mu’âviyeye şöyle yazdı: (Üzerlerinde mal ve amber yüklü develeri Yemenden Şâma götürüyorlardı. Size götürdüklerini (Beyt-ül-mâl) hazînesine koyacaklarını anladım. Bana lâzım olduğu için, hepsini ellerinden aldım. Vesselâm!) Hazret-i Mu’âviye, hazret-i Hüseyne “radıyallahü anhümâ” şöyle cevâb yazdı: (O deve kâfilesine dokunmasaydın, bana getirdikleri zemân, senin nasîbini, senden esirgemezdim. Fekat, ey kardeşim, senin müdârâ edecek, tabasbus yapacak bir kimse olmadığını biliyorum. Benim zemânımda, sana kimseden bir zarar gelmez. Çünki senin kıymetini, yüksek dereceni biliyorum. Her yapdığını hoş karşılarım). Bu mektûblar (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbının 57. ci sahîfesinde yazılıdır.

Emîr Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh”, Şâma gelip kendisine söğenleri de hoş karşılardı. Onlara mal, para ihsân ederdi. Yukardaki şî’î kitâbı, bunu da şöyle anlatıyor: (Hazret-i Alînin yanından Şâma gelenler Mu’âviyeye kötü söylerler ve söğerlerdi. Onu incitirlerdi. Bunlara da Beytülmâldan ihsânlarda bulunurdu. Zararsız, sıkıntısız dönüp giderlerdi.) (Sahîfe: 38). Bu yazılanlardan anlaşılıyor ki, hazret-i Hüseyni şehîd etdirdi diyerek, hazret-i Mu’âviyeyi kötülemek, çok çirkin iftirâ ve pek büyük yalan olmakdadır.

Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” için hazret-i Haseni “radıyallahü teâlâ anh” zehrledi diyerek, kötülemeğe kalkışmak da, mümkin değildir. Çünki şî’îlerin (Cilâ-ül’uyûn) kitâbının 323.cü sahîfesinde de yazdığı gibi, hazret-i Hasen (Allaha yemîn ederim ki, bana karşı, Mu’âviye, bunlardan dahâ iyidir. Bunlar şî’î olduklarını söyliyorlar. Hâlbuki, beni öldürmeğe kalkışdılar ve mallarımı çaldılar) demişdir.

Şî’î kitâbları, Yezîdin de, bu cinâyetlere karışmadığını ve sanıldığı gibi, kötü olmadığını çeşidli şekllerde yazmışlardır. Babasının hazret-i Hüseyn hakkındaki vasıyyetini hiç unutmadı. Hazret-i Hüseyni Kûfe şehrine çağırmak için bir şey yazmadı. Onu öldürmeğe kalkışmadı. Şehîd edilmesi için emr de vermedi. Şehîd edilince, sevinmedi. Hattâ çok üzüldü, ağladı. Onun için mâtem yapılmasını emr etdi. Şehîd edenlere karşı sert davrandı. Hazret-i Hüseynin Ehl-i beytine çok saygı gösterdi. İmâm-ı Hüseynin Ehl-i beytinin Şâmdan Medîneye gitmek arzûlarını kabûl edip, izzet ve ikrâm ile ve muhâfaza altında gönderdi. Bunlar, şî’î kitâblarında uzun yazılıdır.

Meşhûr şî’î ahundu Molla Bâkır Meclisî (Cilâ-ül’uyûn) kitâbının 424. cü sahîfesinde diyor ki: (Yezîd, Ehl-i beyte karşı iyilikleri ile tanınan Velîd bin Ukbe bin Ebî Süfyânı, Medîneye vâlî yapdı. İmâm-ı Hüseynin ve evlâdlarının “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” düşmanı olan Mervân bin Hakemi vazîfeden aldı). 432. ci sahîfesinde diyor ki, (Yezîd, imâm-ı Hüseynin düşmanı olsaydı, Onun düşmanını vâlîlikden ayırıp, yerine Onun dostunu getirmezdi.) 424.cü sahîfesinde diyor ki, (Velîd, bir gece, imâm-ı Hüseyni çağırdı ve Yezîdin gönderdiği mektûbu kendisine gösterdi. Mektûbda hazret-i Mu’âviyenin vefât etdiği ve Yezîde bî’at olunduğu yazılıydı. İmâm-ı Hüseyn, bunu anlayınca, İnnâ-lillah âyetini okudu). Bu yazı da, hazret-i Hüseynin hazret-i Mu’âviyeye düşman olmadığını ve onu hakîkî müslimân bildiğini göstermekdedir. Böyle bilmeseydi, Onun vefâtını işitince, İnnâ-lillah âyetini okumazdı.

Zecir bin Kays imâm-ı Hüseynin “radıyallahü teâlâ anh” şehîd edildiğini Yezîde bildirince, başını eğip, ses çıkarmadı. Sonra kaldırıp, (Hüseyni öldürmeyip, ona itâ’at etmenizi istiyordum. Eğer orada olsaydım, Hüseyni afv ederdim) dediği (Nâsih-ut-tevârîh)in 269.cu sahîfesinde yazılıdır. Îrânda basılmış olan, şî’îlerin (Nehc-ül-ahzân) kitâbının 321.ci sahîfesinde diyor ki: (Biri gelerek, Yezîde, gözün aydın! Hüseynin başı geldi dedikde, ona karşı gadaba geldi ve senin gözün hiç aydın olmasın dedi). (Nâsih-ut-tevârîh) kitâbının 229.cu sahîfesinde diyor ki: (Şimir-zil-cevşen, imâm-ı Hüseynin mubârek başını Yezîdin önüne koyup, övünerek, devemin heybelerini altın ve gümüşle doldur ki, anası ve babası cihetinden insanların hepsinin en iyisi olan bir kimseyi öldürdüm deyince, benden hiçbir ihsân bekleme dedi. Şimir korku içinde ve şaşkın olarak geri döndü. Dünyâdan ve âhiretden nasîb alamadı.) (Onu öldüreni Allah kahr etsin!) dediği de, 272.ci sahîfesinde yazılıdır.

Şî’î kitâbları açıkça bildiriyor ki, hazret-i Mu’âviye ve Yezîd, hazret-i Hüseynin “radıyallahü teâlâ anh” mubârek kanına bulaşmadıkları gibi, İbn-i Ziyâd ve İbn-i Sa’d ve hattâ Şimir de şehîd edenler arasında değildir. (Refâkat-i Hüseyn) de yazılı, şî’î kitâblarında diyor ki:

1) İmâm-ı Hüseyn ile harb edenler, Şâmlılar ve Hicâzlılar değildi. Hepsi Kûfe ehâlîsi idi. (Hulâsat-ül-mesâib, s. 201).

2) İmâm-ı Hüseyni Iraklılar şehîd etdi. Aralarında Şâmlılar yokdu. Ehl-i beyte zulm edenler, Kûfelilerdi. (Mes’ûdî).

3) İmâm-ı Hüseyni şehîd edenler arasında Şâmlıların bulunmadığı iyi anlaşılmışdır. (s. 21)

4) Ebî Mahnef, ibn-i Ziyâd askerinin seksen bin suvârî olduğunu bildirdi. Bunların hepsi Kûfeli idi dedi. (Nâsih-ut-tevârîh, c. 6., s. 173).

5) O zemân Kûfeden başka yerlerde bulunan şî’îlerden hiçbiri imâma yardıma gelmedi. Hâlbuki imâm-ı Hüseyn, Kûfelilerin mektûblarına cevâb yazarken, Basralılara da mektûb gönderip, kendisine yardım etmelerini istemişdi. Basra şî’îleri de, yardım edeceklerini yazmışlardı. (Cilâ-ül’uyûn).

İmâm-ı Hüseyni Kerbelâda şehîd edenler, dahâ önce, imâm-ı Alîye ve imâm-ı Hasene de hıyânet ve zulm etmişlerdi. Oniki bin kişi, birleşerek, imâm-ı Hüseyne mektûb yazdılar. Kendisini Kûfeye da’vet etdiler. Yardım edeceklerine söz verdiler. Fekat, imâm-ı Hüseynin gönderdiği, amcası oğlu Müslim bin Ukayli şehîd etdiler. Sonra, imâm-ı Hüseyn gelince, Yezîdin askeri şekline girerek, onu da Kerbelâda şehîd etdiler. Müseyyib bin Nuhbe ismindeki şî’înin Ömer bin Sa’d ibni Ebî Vakkâs ile birlikde Kerbelâya gitdiğini (Mecâlis-ül-mü’minîn) şî’î kitâbı yazmakdadır.

6) Şîs bin Rebi’î, Ömer bin Sa’dın emri ile, dört bin şî’îye kumanda ederek imâma karşı saldırdı. (Cilâ-ül’uyûn).
 

saf deha

Profesör
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
1,307
Tepkime puanı
120
Puanları
63
Konum
ankara-kayseri
sevgili sağlıkçı kardeşim, peki Hz. Hüseyin 'in mübarek başı Şam'a, Yezid'in şehrine getirilmiş... ve başı da emeviye camisinde bulunmaktadır. bizzat gidip gördüm. eğer kufeliler eziyet ettiyse, yezid in ordusu ne yaptı... ? niçin bir mızrak başında, o mübarek baş dolaştırıldı...?
 
Üst