Ahmet Hamdi Tanpınar yaşasaydı, Beş Şehir´i yazar mıydı?

Mektûm

Doçent
Katılım
4 Şub 2007
Mesajlar
557
Tepkime puanı
248
Puanları
0
nisan2010-13.jpg


Rahmetli Tanpınar, düşünce dünyamıza çok ciddi katkıları olmuş önemli münevverlerimizdendir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile Türkiye´nin modern zaman bunalımını ele alırken, İstanbul temalı Huzur romanıyla Cumhuriyet aydınlarının huzursuzluklarını dile getiriyor. Edebiyat üzerine yazmış olduğu makaleleriyle, büyük bir sevgi beslediği Yahya Kemal üzerine yazmış olduğu eseriyle ve pek tabii ki Yaşadığım Gibi ismiyle toplanan makaleleriyle ne kadar önemli bir iş yapmış olduğunu ver kaleme aldığı eserlerinden her birinin ayrı ayrı birer başucu eseri oluşuyla anlıyoruz. Mahur Beste isimli eseri de Tanpınar´ın yarım kalan çalışmaları arasında sayılır. Her ne kadar yarım kalmış sayılsa da Tanpınar´ın hiçbir eseri birbirinden bağımsız olmadığından, bir başka başucu kitabıdır. Tanpınar, yazdığı romanlarla sadece edebi kalite üzerinde durmamıştır. Ayrıca ürettiği fikirleri, en iyi ifade edebilme yolu olarak değerlendirmiştir. Mahur Beste´de böyledir.

Mahur Beste´de yer alan şu cümleler neyi kastettiğimizi açıklayacaktır: ''Sen bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? İnsan bozulur, insan kalmaz. Bir medeniyet; insanı yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü? Cahilsin; okur öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu? Bunun çaresi yoktur.'' (Dergâh yayınları, s.103).
Tanpınar´ın önemli eserlerinden biri de Beş Şehir´dir (Dergâh yayınları). İstanbul, Ankara, Konya, Bursa ve Erzurum üzerine yazılmış en değerli eserdir. Birçok şehir kitabı üzerine etkisi olan bu kitap, Tanpınar´ın edebi dilinin kuvvetinin yanı sıra, bu şehirlerin ihtiva ettiği manayı Tanpınar´ın aralamasının(Tanpınar´a aralamasının) da mühim etkisi vardır. Tanpınar,
''gezelim görelim yazalım'' gibi bir ucuzluğa girişmemiştir, bu eserinde.
Hayatı sürekli bir yerleri dolaşmakla geçmiş olan Tanpınar, geçtiği şehri yaşamış, şehri okumuş, büyük bir mütefekkir oluşunun getirisi olarak şehir kendini Tanpınar´a açmış olması, Tanpınar´ında bunun gereği olarak böyle bir eseri yazmasına neden olmuştur. Yaşadığım gibi isimli eserinde de şehirler üzerine fikirlerini yazmış, lakin Beş Şehir Türkiye´nin gerçek mirasının ne olduğunu ifade eden bir eser olduğundan apayrı bir yer barındırmaktadır. Ne yazık ki bugün Tanpınar´ın Beş Şehir´de birbirinden ayırdığı, kendine özgü değerleriyle ele aldığı, kendini bağladığı Beş Şehir´i kalmamıştır. Şehirler tek-tipleşmiş, altgeçit-üstgeçitlerle, estetik değerden yoksun binalarla kimliksiz kalmıştır. Sadece ulaşım için var olduğu zehabıyla ''şehir olmaktan çıkmış, otomobil kentleri''olmuştur. Şehirlerimiz alışveriş merkezleriyle, sözde kültür merkezleriyle, toplu konutlarla kendi kimliklerini yitirerek, her biri birbirinin aynı şehirler olmuştur.
İhtiraslarına yenik düşmüşlerin eseri olan gökdelenlerle, suni teneffüs tarzında inşa edilmiş yapay park ve bahçeleriyle kendi kendini inkâr etmiştir. Şehrin değişmesi demek, şehrin insanında değişmesi demektir. Ne yazık ki aklı evveller bunu anlamayarak, bu tarz feryatların kuru bir gürültü olduğunu zannetmektedir. Şehri geliştiren unsurun belediyecilik olmadığını anlamamız için daha kaç özürlü şehir inşa edeceğiz, kim bilir?
Tebdili mekânda ferahlık vardır sözü, tek-tipleşen bu şehirlerde ne ifade edebilir? Tatil, otel vs. işte bu yüzden türetilmiştir. Yapay güzellikler, gerçek güzellikler değildir. Bugün şehirlerimizde her şeye ulaşmak, her şeye her yerde ulaşmak kolaylaşmıştır. Lakin şehirlerin ruhu kalmadığından, huzursuzluk, bunalım, arayış hâkimdir. Şehrin insanı şehrini terk etmiştir.

Şehrin özünü terk etmiştir. Modern şehirlerin girdabına teslim olarak kendini terk etmiştir. Bedesten kültürünün ölümü çok oldu malum da, artık dostluk ve muhabbet ortamının yeri mahallede kayboluyor. Bakkal ölüyor, marketler ve tabii ki kredi kartları çoğalıyor. İnsan ölüyor. Yerine sit-com dizilerin hayatları gelişiyor. İşte bu medeniyetin iflasıdır.

İsmet Özel, Üzç Frenk havası şiirinde yer alan şu mısralar, Beş Şehrini yitirmiş modern insanları tanımlıyor: şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin / kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin
'' / şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin/ bozuk paraların insanı, sivicelerin'' / şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin/ pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin''
TANPINAR´IN BEŞ ŞEHİR´İNDEN''
İstanbul
Asıl İstanbul, yani surlardan beride olan minareyle camilerin şehri, Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy tarafları, Çekmeceler, Bentler, Adalar, bir şehrin içinde âdeta başka başka coğrafyalar gibi kendi güzellikleriyle bizde ayrı ayrı duygular uyandıran, hayalimize başka türlü yaşama şekilleri ilham eden peyzajlardır.
''Teşrinler geldi, lüfer mevsimi başlayacak.''Yahut ''Nisandayız, Boğaz sırtlarında erguvanlar açmıştır.'' diye düşünmek, yaşadığımız anı efsaneleştirmeye yetişir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Bugün mahalle kalmadı. Yalnız şehrin şurasına burasına dağılmış, eski, fakir mahalleliler var. Birbirlerinin hatrını sormak, bir kahvelerini içmek, geçmiş zamanı beraberce anmak için zaman zaman gömüldükleri köşeden çıkan, bin türlü zahmete katlanarak semt semt dolaşan ihtiyar mahalleliler''Bugünün mahallesi artık eskiden olduğu gibi her uzvu birbirine bağlı yaşayan topluluk değildir; sadece belediye teşkilatının bir cüzü olarak mevcuttur.
Zaten mahallenin yerini yavaş yavaş alt kattaki üsttekinden habersiz, ölümüne, dirimine kayıtsız, küçük bir Babil gibi, her penceresinden ayrı bir radyo merkezinin nağmesi taşan apartman aldı. Beylerbeyi´nde, Emirgan´da, Kandilli veya İstinye´de günün her saati birbirinden ayrı şeylerdir. Beykoz, Çubuklu, ağaçlarının serin gölgesinde henüz son rüyalarını üstlerinden atmaya çalışırken Yeniköy ve Büyükdere gözlerinin ta içine batan güneşle erkenden uyanırlar.
Kuzguncuk´ta sular, sahil boyunca, arasına tek tük sümbül karışmış bir menekşe tarlası gibi mahmur külçelenirken, ince bir sis tabakasının büyük zambaklar gibi kestiği İstanbul minareleri kendi hayallerinden daha beyaz bir aydınlığa benzer.
Ankara
Belki Millî Mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman silahşoruna benzeyen kalesinin bir telkinidir; Ankara, bana daima dasitani ve muharip göründü. Şurası var ki şehrin vaziyeti de buna müsaittir. Daha uzaktan gözümüze çarpan şey iki yassı tepenin arasındaki geçidiyle tabii bir istihkâm manzarasıdır
''Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur, Anılarım içinde uğradığı istilalar, üst üste yangınlar ve yağmalar, şehir de geçen zamanların pek az eserini bırakmıştır. Acayip bir karışıklık içinde bu tarih daima insanın gözü önündedir. Türk kültürünün kendinden evvel gelmiş medeniyetlerden kalan şeylerle bu kadar canlı surette rastgele karıştığı, haşır neşir olduğu pek az yer vardır''.
Konya
Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkırın kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya´ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır.

Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğumuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuklu Sultanlarının şehrinde bulursunuz. Mevlana şairdir. Şiiri inkâr etmesine, küçük görmesine rağmen Şark´ın en büyük şairlerinden biridir.
Nasıl Garp Orta Çağı, bütün azap korkusu, içtimai düzen veya düzensizliği ile rahmaniyet iştiyakı ve adalet susuzluğu ile Dante´nin eserinde toplanırsa, Müslüman Şark´ta bütün varlık hikmeti, Hakk´la Hak olmak ihtirası ve cezbesiyle Divan-ı Kebir´dedir.
Erzurum
Hiçbir yerde memleketin Birinci Cihan Harbi´nde geçirdiği tecrübenin acılığı burada olduğu kadar vuzuhla görülemezdi. Bu, eski ressamların tasvir etmekten hoşlandığı şekil de, ölümün zaferi idi. Dört yıl, bu dağlarda kurtlara insan etinden ziyafetler çekilmiş, ölüm her yana doludizgin saldırmış, seçmeden avlamıştı. Uğursuz tırpan durmadan, bir saat rakkası gibi işlemiş, rast geldiği her şeyi biçmişti. Bununla beraber, nüfusu altmış binden sekiz bine inen Erzurum Millî Mücadeleye ön ayak olmuş, Ermenistan zaferini idrak etmiş, yavaş yavaş sağ kalan hemşerilerini toplamaya başlamıştı.

Erzurum Türk tarihine, Türk coğrafyasına 1945 metre den bakar. Şehrin macerası düşünülürse, bu yükseklik daima göz önünde tutulması gereken bir şey olur. Malazgirt Zaferinin açtığı gedikten yeni vatana giren cedlerimizin fethettikleri büyük, merkezi şehirlerden biridir. Tarihimizin ikinci dönüm yerinde, Millî Mücadelenin ilk temeli gene Erzurum´da atılır. Her şeye rağmen hür, müstakil yaşamak iradesi, ilkin bu kartal yuvasında kanatlanır.
Bursa
Bu devir, haddi zatında bir mucize, bir kahramanlık ve ruhaniyet devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir. Bu hakikati gayet iyi gören ve anlayan Evliya Çelebi, Bursa´dan bahsederken
''Ruhaniyetli bir şehirdir.'' der.
İster istemez sayarsınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp''Bunlar hakikaten bir şehrin semt ve mahalle adları; yahut tıpkı bizim gibi muayyen bir zaman içinde yaşamış birtakım insanların anıldıkları isimler midir? Hepsinin mazi dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususi renkleri, çok hususi aydınlıklar ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır

Bu kuruluş asrından sonra Bursa, sevdiği ve büyük işler de o kadar yardım ettiği erkeği tarafından unutulmuş, boş sarayının odalarında tek başına dolaşıp içlenen, gümüş kaplı küçük el aynalarında saçlarına düşmeye başlayan akları seyrede ede ihtiyarlayan eski masal sultanlarına benzer. İlk önce Edirne´nin kendisine ortak olmasına, sonra İstanbul´un tercih edilmesine kim bilir ne kadar üzülmüş ve nasıl için için ağlamıştır.

Evliya Çelebi, Bursa çeşmelerinden bahsettikten sonra sözü, ''Velhasıl Bursa sudan ibarettir.'' diyerek bitirir. Canım Evliya! Şimdi Bursa´da asıl zamanın yanı başında, bizim için ondan daha başka ve daha derin olarak mevcut olan ikinci zamanı yapan şeyin ne olduğunu öğrenmiş gibiyim. Bu ses ve onun etrafı kucaklayan, her dokunduğu şeyin özünü bir ebediyette tekrarlayan akisleri, bu mevsimlerin ve düşüncelerin ezeli aynası, zamanın üç çizgisini birden veren tılsımlı bir aynadır. Sanatın aynası da bundan başka bir şey değildir.

A.Gençlik
 
Üst