Zemahşerî

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
ZEMAHŞERÎ
ALPEREN GÜRBÜZER


Zemahşer Harezm’e bağlı bir ilim kasabası. Zaten kendisi Hicri 467- Miladi 1075 yılında bu kasabada doğmuştur. Harezm’e değer katan en önemli hususiyet her türlü fikrin serbestçe söylenilebilir olan bir mekâna ev sahipliği yapmasıdır. Öyle ki; o dönemlerde camilerde bile fikri tartışmalar doruk noktaya ulaşmıştı. Zira Harezm halkı kimi âlimlerin kendi aralarında yapılan özgürce tartışmalardan rahatsızlık duymayıp, bilakis memnuniyetle izlemeleri birçok kimseleri hayrete düşürmüştür. Sanıldığının aksine özgür düşünce günümüze has bir olgu olmayıp, o devirlerden intikal eden kutlu bir mirastır. İşte böyle bir özgür ortamda Harezm halkı Zemahşerî gibi bir âlim çıkarmasını bilecektir. Demek ki; özgür düşüncenin olduğu yerlerde nice beyin fırtınaların çıkması gayet tabii bir durumdur.
Zemahşer kasabasına nispetle veya orda doğması münasebetiyle ona Zemahşerî denilmiştir. Onun belki de en şanslı yanı meşhur Selçuklu veziri Nizamül Mülk döneminde yaşamış olmasıdır. Çünkü o devirler İslam âleminin ilim yönünden zirve yaptığı yıllardır. Malum ilk ilmi hamlenin müesseseleşmesi Nişabur’da Beyhekiyye medresesiyle başlamış, derken sırasıyla Beyhekiyye, Saidiyye, Nizamiye, Bağdat, Nisabur, İsfahan, Basra, Musul, Herat, Belh, Amid (Diyarbakır) medreseleri takip etmiştir. İyi ki medreseler var olmuş. Zira medreseler sevgi ve ışık ocakları olması hasebiyle nice insanlar buralarda nakış nakış işlenip insanlığa rehber olmuşlardır.
Anlaşılan Zemahşerî altın çağ diyebileceğimiz dönemde adından söz ettirmiş bir bilge dehamız. Belli ki; ilk ilim mayası aileden gelmiş. Nitekim ilk eğitimini baba yanında alıp Kur’an’ı hıfzetmiş bile. Bu arada Zemahşerî küçük yaşta talihsiz bir olay yaşayacaktır. Şöyle ki; kimilerince damdan düşme, kimilerince soğuktan donmuşluk, ya da hayvandan düşüp bacağının kesildiği rivayet edilir. Hatta buna sebep ana etken unsurun kendisinin bir kuşun ayağına ip bağlamasıyla birlikte sürükleyip ayağının telef olduğunu gören annesinin bedduasını almasıdır. Bu rivayet doğru yanlış bilinmez ama netice itibariyle ayağı kangren olma kuşkusuyla kesilir de. O artık hayatını uzun örtüsü altında tahta bacaklı olarak devam ettirecektir. Zira babasının onun oturarak iş yapmaya yönelik terzilik teklif ettiğinde, o bu teklifi kabul etmeyip ilmi tercih eder. Böylece babasına sakatlığının ilim öğrenmeye engel teşkil etmeyeceğinin mesajını verir. 21 yaşına geldiğinde ilim uğruna Buhara’ya gitmiş ancak babası nedeni bilinmeyen bir olaydan ötürü mahpusa düşmüş ve bir süre sonra mahpustayken vefat etmiştir. Buna rağmen babasının yokluğunda ilim yolunda dur durak demeden koşuşturmaya devam etmiştir. Hakeza ilim uğruna devrin birçok ehil âlimlerden ders almayı da ihmal etmeyecektir. Hatta ilim için doğup büyüdüğü topraklardan başka Buhara, Horasan ve Bağdat gibi ilim merkezlerine gitmiş ve oralarda ilmine derinlik katmıştır. İyi ki ilmi derinlik kazanmış, çünkü Nizamiye Medresesinin oluşumunda büyük rol oynamıştır. Buralarda piştikten sonra ver elini Mekke’ye diyerekten ışığın doğduğu kaynağa yol almıştır. Derken Mekke sayesinde Arap Yarımadasını yakından tanıma fırsatı bulup ufkunu daha da genişletmesini bilecektir. İşte bir süre buralarda bulunmasından dolayı kendisine Allame Carullah’da (Allah’ın komşusu) denmiştir. Dahası o, bu süre zarfında Arapçaya öyle vakıf olur ki; bir gün Ebû Kubeys dağından Araplara; “Atalarınızın dilinizi benden öğrenin” diye seslenip kendine olan öz güvenini ortaya koyacaktır. Kelimenin tam anlamıyla o bir dil üstadıdır.
Artık o, uzun bir yolculuğun ardından içini sıla hasreti çektiğinden kendi kendine dönüş kararı alır. İlginçtir dönüşte Bağdat’a uğramayı da ihmal etmez, hatta burada derste okutur, en nihayet 66 yaşına geldiğinde Urgençe yerleşir. Vaktaki ömrünün geriye kalanını burada tamamlayacaktır.
Kendisinin sürekli ilimle iştigal etmesi evlenmeme nedenleri arasındadır. Bu yüzden pek çok eser yazmıştır. Dahası onun hayatında en göze çarpan özelliği itikat alanında Mu’tezile, fıkıh sahasında ise Hanefi düsturlarını metot edinmesidir. Her ne kadar kimi ehlisünnet âlimlerince bir dizi eleştiriye muhatap kalsa da Fahrettin Razı, Ebussuud Efendi, Muhammed Hamdi Yazır gibi nice ehlisünnet âlimlerince de övgüye mahzar olmuştur.
Velhasıl o; özgür ortamda yetişmiş, Harezmî’n Zemahşerî üstadı olmanın ötesinde 1144 tarihinde Cürcaniyye’de vefat eden tefsir, kelam, mantık, lügat belagat, fıkıh ilimlerinde kalemi güçlü ve aynı zamanda ardından elliye yakın eser bırakmış bir bilge şahsiyettir.

http://www.bayburtpostasi.com.tr/zemahser-makale,5671.html
 

Ahter

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eki 2009
Mesajlar
5,252
Tepkime puanı
186
Puanları
0
Konum
antalya
Zemahşeri'nin Keşşaf tefsiri, belağat bakımından meziyetleri olduğu kadar, itikadda müfrid bir mütezili olmasından kaynaklı itikadi problemleri olan bir tefsirdir...İmam el leknevinin rahimehullahi Teala ,dediği gibi

''
Allah Teala, her söz için bir makam kılmış, ve her ilim için bir insan yaratmıştır'' dolayısıyla ''her ilim, başka ilimlerde mahir olanlarla değil, o ilimde selahiyetli kişilerle vardır. Evin sahibi, onda (evde) olanı daha iyi bilir." allame Ebu Ğudde rahimehullah.
 
Üst