Türkiye’nin yaşadığı kritik dönemlerde devreye giren medya, yıllardan beri peri masalı ciddiyetinde korkular üretiyor. ‘İrtica geliyor’ paranoyasını yaymak için erkek muhabirlerine çarşaf giydirenler, şimdi de başörtüsünü gulyabani gibi göstermenin
yollarını arıyor.
Medyanın çok sevdiği ‘mahalle baskısı’na kananlar ise korkularını açıklarken yine medyanın yalan haberlerini referans gösteriyor.
Başörtülülerin üniversitede okuma engelini kaldıran anayasa değişikliğinin ardından, yasakçılığını sürdürmek isteyen bazı rektörler, gayri hukuki biçimde ortamı germeye devam ediyor. Bir tarafta “Başörtülü öğrenci, ‘başarılı olsa bile’ hak ettiği notu vermeyiz.” diyen rektörler, diğer tarafta yasakçı zihniyetin propagandasını yürüten medya organları çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ‘32. Gün’, bu tartışmaların bir başka ürkütücü boyutunu gözler önüne serdi. Birkaç haftadır üniversitelerin nabzını yoklayan Mehmet Ali Birand’ın programı, Maltepe Üniversitesi’nde düzenlendi ve konusu da gündemden düşmeyen başörtüsü meselesiydi. Farklı görüşlerden öğrencileri salonda toplayan 32. Gün’de, öğrencilerin ne istediği sorusuna cevap aranıyordu. Ancak iki genç kızın, aralarında Ali Bulaç, Cengiz Çandar, Ali Çarkoğlu’nun da bulunduğu konuklara yönelttiği soru, ‘başörtüsü korkusu’nun, ‘mahalle baskısı’nın ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığının cevabını verdi. Korkuların temelinde bazı gazetelerin yalan haberleri yatıyordu.
Bir kız öğrenci, Konya’da iki kadın doktorun görevini ihmal ederek, erkek olduğu gerekçesiyle hastayı muayene etmediğini ve bu yüzden vatandaşın, biraz da abartarak, hayatını kaybettiğini anlatıyordu. Bir diğer kız öğrenci de Mersin’de yaşanan kezzap hadisesine gönderme yaparak, “Bu ülkede başı açık olduğu için insanların bacaklarına kezzap dökülüyorsa, ben de onların başlarını açıp kafalarına kezzap dökerim. Bu kadar basit.” diyerek tehditler savuruyordu. Aslında bu tüyler ürperten iki örneğin ortak paydası ‘yalan haber’lerdi. Ancak bu iki görüşün ardından kopan alkış tufanı üniversitelilerin bu yalanlardan habersiz olduğunu da belli etti.
Kuyruklu yalanlar ortaya çıkmıştı çıkmasına, ama tekzipler haber kadar etki uyandırmamış, sanki gerçekmiş gibi insanların korkularını destekleyen birer delil olarak zihinlere kazınmıştı. Bu yalan haberler, toplumun bir kesiminin korkularına temel hazırladı. Bilginin saptırılması ve gizlenmesi konusunda çalışmalar yapan Dr. Ali Ayaz bu tip propaganda malzemesi sağlayacak yalan haberlerin, Türkiye ne zaman kritik bir dönemden geçse kasten artırıldığını söylüyor. Hatta haber yoksa bile haber uydurulması yönünde bir gayretin varlığını anlatan Ayaz, merkez medyanın beslendiği kaynakların bu türlü yalan haberler olduğunu ifade ediyor. Genel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçim süreci, kara harekâtı ve ardından sürdürülen türban tartışmalarını, toplumun kırılma noktaları olarak değerlendiren Ayaz, sözlerine şu çarpıcı cümlelerle devam ediyor: “Bir taraftan toplumsal barıştan ve kardeşlikten söz edenlerin bir kehanetine karşılık, ‘Başörtüsü serbestisi kararı, toplumu ikiye yarar; üniversiteyi parçalar’ düşüncesini destekleyen türden haberler çıkmaya başladı. Eğer yalnızca belli kanalları izliyorsanız ve belli yayın organlarından besleniyorsanız ‘Bak başörtüsü serbest oldu, üniversiteler ikiye bölündü’ ya da ‘toplum ikiye yarıldı’ gibi bir düşünceye kapılmanız doğal. Ama herhangi bir bölünme, parçalanma olmadı. Bu sorunun çözülmesini istemeyenler, açıkçası gazete ve televizyon haberleri yoluyla yapıyor. Bilgi saptırılıyor ya da bir gerçek gizleniyor.”