Zaman Fânusunda Bir Eylül Mukaddimesi

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
[video=dailymotion;xetwii]http://www.dailymotion.com/video/xetwii_zaman-fanusunda-bir-eylul-mukaddime_creation?start=40#from=embed[/video]


Yazan: Zeynep Dilyâre
Yorum: Kahraman Tazeoğlu
Video: Fâtıma Zehra Merinos

...

Zaman Fânusunda Bir Eylül Mukaddimesi

Bir defterin önsözü nasıl olur?
Ya bir Eylül mukaddimesi...

Tarifsiz sancılar durur sadağımızda ve gün geldiğinde yapraklar ile söyleşiriz. Hayır, söyleşemeyiz. Günler geçip gitmektedir işte! Ya biz günlerden ne kadar geçmekteyiz?

İçimde zaman-ı mazî motifli nakışlar. Bu sancılar, müntehası hayr olsun diye gecelere yârenlik ettiğim göz yaşı ırmağından yadigâr. Hasret şiltesinde, ”Gittin” ile başlayan cümlelere inat; gitmeseydin, aşk ile dolmazdı sarnıcım belki de. İyi ki gittin; yine ve yeniden yârelerime girizgâh oldu gidişin. Gönül kayıtlarında hazîn bir nefha…

Hasretnâmelerim okunmuyor, üstelik adressiz. Boş zarfları sessizce bırakıyorum şehrin kucağına. İyi ki gittin… Hançeremde birikti güz tadında bir Eylül ikindisi.

Artık Eylül yağmurlarını gözlerimden sormasan da olur ve sonbahar serencamını… Şirâzelerin bağrında harelendim zaten! Beyaz sayfalara usulca düşen oldum mürekkep denizinden. Bir doğum günü kutlamasında, mazî âyinesinde seyrettim kendimi ve seyrangâhım oldu kadim kelimelerim. Bu filmde çok kan kaybettim. Gâib ettim aşkı, yıkılmış surların gâlibi olamadım. İçimde kaldı tek cümlelik kaydım, eskimeyen kelimeler döküldü yüreğime: “Tarihçe-i hayatımın vakt-i hazinânesinin hatırâtıdır”, diye. Anlatamadım… Uzun nefesli bir suskunluk düştü payıma. Sonbahar işte böyle karşılanır dedim, bahtıma mütebessim…

Şimdi Keşişdağı’nın “ulu”laştığı yerdeyim. Titreyen ellerim sonbaharın elinde, üşümekteyim. Eylül üşümeleri yakışıyor gözlerime. Şehrimi selâmlıyorum, önümdeki kara kışı ve güzü de. Güzün de karası olur mu deme sakın! Kalbimde büyüyen sevdanın karası bu ve milâdı bir nokta; küçük bir karacık, adı süveydâ…

Soğuk suyuna ruhumu sundum. Uludağ’ın şâhikasından devşirdim iptilâ çiçeklerini. Yâd ettim gül kokan baharları, güz kokulu yarınlara açılarak… Burnumun direği sızladı firkatten ve ansızın düştüm kent merkezine yeniden. Eylül terapilerine koyuldum. Pâre pâre kalbimle, bilmem ki kaç seans sundum hasarzede ülkeme!

Gittin... Ayrılık kadar ağrılı kaldım aşka ve ağır düştüm hayata! Gönül koymamak için gönlümü sakındım, saklandım ücralara. Bir güz mevsimi imiş meğerse ömrüm; hazan yolcusu ve bahar muştusu serinliğinde yürümek yazgısı varmış azığımda.

Hulâsa; muhacir kuşların kanatlarına dokunmak vaktidir! Âheste âheste çıkıyor hayat sandığından sonbahar fırtınaları kalıntıları. Kanatlarına tutunuyorum kuşların. Küçük bir kız çocuğuna göz kırpıyorum, ardımda kocaman ayak izleriyle. İzlerimden korkuyorum. Beş-altı yaşlarında küçük kız, ismi yârelenmemiş… Göz renginde masumiyeti aşikâre. Öyle temiz ki şu toz-toprak içinde, Anneannesinin çiçek kokularını taşıyor üzerinde. Nereden bilirdi, yıllar sonra aynı yerde yorgunluğu ve umudu sentezleyeceğini…

Bak, yine gözlerime yerleşti yeni bir sonbahar serenatı. Ama yok… Eylül’dür ve sararmış yüzünü yerlere dökerek yakar yanmamış yanlarımızı. Dahası yok, yok işte! Bakışlarınız donuksa aramayın yanınızda. Bir güz mevsimi oldu ömrüm. Üzgünüm, hayat standardınız uymuyor aşkın prosedürüne! Aşk, baş eğmektir hani mahcûbiyetin asaletinde… Muzdaribim aşksızlıktan! Bir “insan” görürseniz söyleyin avâze çıkmıyor sesim.

Lâkin, zaman fânusunda göz kapaklarım ağırlaşıyor. Birkaç satıra sığmıyor sadrımdaki Eylül sergüzeşti. Ne sancılar var ki, kayıtlar kayıp. Armağan kalıyor yüreğimin anı albümü vefâdan mülhem. Fotoğraflar kırık ve çokça yanık olsa da…

Ve şimdi bunca uzağında…
Eylül olsun mu adım, çınlasın mı kulağında?
Şairi olmadığım şiirlerimi yazayım mı sana.
Zaman deveran ederken; aşkın hâlesinde misin hâlâ?
Hâlâ ve daima...



ZEYNEP DİLYÂRE
 
Üst