Zalim İdareciye Hakkı Söylemek

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Emr-i Maruf ve cihad vazifemiz!

20467.jpg


Hayatta gaye; şu dünya imtihanını kazanmak ve Allah'ın rızasına ermektir. Bu sonucu elde eden kula ne mutlu! Aksine, Allah'ın sevdiği, razı olduğu bir kul olmayana yazıklar olsun!

İnsanların çoğu aldanıyor, yanlış gayelerin peşine düşüp, ömür boyu sahte hedeflere doğru boşuna koşuyor. Cehennemlik olmaktan kurtulamadıktan, Cenneti kazanamadıktan sonra insanın şu iki paralık dünyada zengin olması, izzetli olması, sahte bir takım zevklerle mutlu olması; mevki makam sahibi ağa, paşa, müdür, vekil, başkan, hâkim, vezir, padişah... olması aslında hiçbir değer ifade etmez. Ahirette ebedî hüsrana sebep olacak fani bir sultanlığın yüzüne aklı olan kim bakar? Sonsuz bedbahtlığın yanında şu üç beş günlük dünyanın zevk ü sefa kırıntılarının ne hükmü olabilir ki?

Hani bunun ilk sahibi

Dünya yersiz yurtsuzların yeridir; kafirin Cenneti müminin zindanıdır; onun başına aklı olmayan sefihler üşüşürler; birbirleriyle itişir, çekişirler, tepişirler. Dünya malı ve hırsı maalesef kardeşi kardeşe düşman eder, bir mera uğruna iki köy birbirine girer, kan döker. Bu köhne ve acuze dünya, ta eski zamanlardan beri nice gafilleri oyalamış, aldatmış, yoldan ve baştan çıkarmıştır. "Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi/ Mal da yalan, mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan..."

Dünyada çok meslek ve meşgale var, ama çoğu ahirete yaramaz. Dünya malı, mülkü, müktesebatı dünyada kalır, mirasçıya yarar; ahireti ancak kalb-i selim ile salih amel ile gidenler kazanır. Nice dünya zenginleri ahirette fevkalade fakir ve yoksul kalacak, niceleri müflis duruma düşecek, nice efendiler kölelerinden beter olacaktır. Nice yüzler kararacak, nice saçlar, başlar yolunacaktır.

İnsanoğlu dünyada leziz taamlarla, iştihayla, şehvetle, zevk ü sefayla, eğlenceyle, mal-mülk hırsıyla, mevki-makam arzusuyla, riyaset isteğiyle oyalanır durur. Kendisine yetecek kadar varken, kendisini azdıracak olanın peşine düşer.

Hele hubb-ı riyaset denilen reis, başkan olma hırsı, kör nefsin en korkunç, en ileri, en tehlikeli hastalıklarından biridir. Üstelik tedavisi de pek zordur. Çünkü beyzade(!), etrafında kendine alkış tutan, omuzuna alan, karşısında elpençe divan duran, bir dediğini iki etmeyen yığınları, kuzuları, safları, yardakçı ve dalkavukları görünce öyle bir kasılır ki yanına varılmaz.

Cihadın en üstünü zalim idareciye hakkı söylemektir

Dünyada etrafına tebaa ve avane toplayan nice haris, ahirette kendi öz günah ve seyyiatı üzerine, o tabilerinin veballerini de yüklenerek mahv olacaktır. Böyle kimseler mahkeme-i kübraya elleri zincirle boynuna bağlı getirilecek, hesapları pek çetin geçecektir.

Aslına bakılırsa nasihate, irşada, terbiyeye, mürşide en çok bu mevki makam sahiplerinin ihtiyacı vardır. Çünkü insanların en zavallıları fakat tehlikesi de en çok olanları bunlardır.

Böylelerinin etrafında gerçekleri gören ve düşüncelerini mertçe söyleyen insanlar zaten zor barınır. Birkaç doğru söyleyeni de hemen dokuz köyden kovarlar. Sonuçta mevki makam sahipleri çok feci manevi felaketlere sürüklenir. Hatta dünyada da bir gün Firavunların, Nemrudların, Karunların akıbetine uğrar, yerin dibine geçer helak olurlar; çünkü yüce Allah (cc) mütekebbirleri, zalimleri, sahtekâr ve hainleri hiç sevmez.

Cihadın en üstünü zalim idareciye hakkı söylemektir. Kim olursa olsun, kimseyi putlaştırmayın, hatasını görünce hatırlatmaktan, ikaz etmekten çekinmeyin, iyi işini görürseniz destekçi olun, gıyabında ıslahı için dua edin.

Emr-i maruf nehy-i münker eyleyin; başta en büyük düşmanımız olan nefsimizle olmak üzere her çeşit maddi manevi düşmanla cihaddan geri durmayın ki felah bulasınız.

M. Esad Coşan Hocaefendi, İslam Dergisi, Haziran 1989
 

Duha

Profesör
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
794
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Web sitesi
www.risaletalim.com
Allah razı olsun.

Elbette geniş dairenin içinde yer alan siyaset dairesi içinde en mühim vazife zalim idareciye hakkı söylemektir.

Hatta, zalim olmasa bile hatasını söylemek geniş daire içinde en büyük cihaddır.

Rahmetli ve muhterem Esad Coşan Hocaefendinin sözünü yanlış tevil etmeyin.

yoksa en büyük cihad dar daire içindeki iman ve nefs cihadıdır.

Muhabbetle
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Allah razı olsun, tefavuk olmuş efendim...

sağlıkcı isimli üyenin şu yazısından sonra tevafuk olmuş:

Hüseyin Hilmi Işık'ın Demirel'e verdiği desteği açıklarken...


Müslümanları zarardan korumak için zalimede yardım edilir.Hem Ehli Sünnetin şiarıdır idarecilere isyan etmemek.Yani Demirele cMason olduğu için değil Müslümanların faydasına olmak için destek olunmuştur.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Cihadın en üstünü zalim idareciye hakkı söylemektir. Kim olursa olsun, kimseyi putlaştırmayın, hatasını görünce hatırlatmaktan, ikaz etmekten çekinmeyin, iyi işini görürseniz destekçi olun, gıyabında ıslahı için dua edin.

Biz de öyle yapıyoruz inşaallah...
 

Duha

Profesör
Katılım
13 Ocak 2007
Mesajlar
794
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Web sitesi
www.risaletalim.com


Hüseyin Hilmi Işık'ın Demirel'e verdiği desteği açıklarken...[/SIZE]

Müslümanları zarardan korumak için zalimede yardım edilir.Hem Ehli Sünnetin şiarıdır idarecilere isyan etmemek.Yani Demirele cMason olduğu için değil Müslümanların faydasına olmak için destek olunmuştur.

Bu sözü iyi tevil etmez isek ölçü kaçar, dalalete sapılır.

Kasıt şu olmak lazımdır:

İki güçlü kafir veya zalim arasında zararı en az olana sığınmak caizdir. Yoksa masumlar çok zarar görecektir.

Eğer, iki kafir biribiri ile savaşıyorsa. Bu savaş neticesi İslam aleyhine olan kafir kazansa büyük zarar olacağı için İslam aleyhine olmayan kafire yardım etmek İslam'a hizmettir.

Bu durumda en büyük zarar, iki kafiride -siyaseten- düşman ilan edip İslam aleyhine ittifak etmelerine sebeb olmaktır.

Erbakan, böyle yapmış ve iki cenahın savaşına üçüncü bir cephe açmış ve onları İslam aleyhine ittifak ettirmiştir.

Hal-i hazırda DP'nin durumu buna delidir.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Kâdı zâde Ahmed efendi buyuruyor ki:
El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani günah işleyene mani olmak; hükümetin vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile dua etmek ise, her müminin vazifesidir.

Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacip olur. Fitneye sebep olacağı umulursa, terk etmek vacip olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeye layık ve şefaate mazhar olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.200)

Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
(Emr-i bil marufu ve nehy-i anil münkeri el ile yapmak, hükümet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Kâdı zâde Ahmed efendi buyuruyor ki:
El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani günah işleyene mani olmak; hükümetin vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile dua etmek ise, her müminin vazifesidir.

Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacip olur. Fitneye sebep olacağı umulursa, terk etmek vacip olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeye layık ve şefaate mazhar olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.200)

Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
(Emr-i bil marufu ve nehy-i anil münkeri el ile yapmak, hükümet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır.

Nablusî hangi eserinde ve kaçıncı sayfada söylüyor bunu?
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Emr-i Maruf ve cihad vazifemiz!

20467.jpg


Hayatta gaye; şu dünya imtihanını kazanmak ve Allah'ın rızasına ermektir. Bu sonucu elde eden kula ne mutlu! Aksine, Allah'ın sevdiği, razı olduğu bir kul olmayana yazıklar olsun!

İnsanların çoğu aldanıyor, yanlış gayelerin peşine düşüp, ömür boyu sahte hedeflere doğru boşuna koşuyor. Cehennemlik olmaktan kurtulamadıktan, Cenneti kazanamadıktan sonra insanın şu iki paralık dünyada zengin olması, izzetli olması, sahte bir takım zevklerle mutlu olması; mevki makam sahibi ağa, paşa, müdür, vekil, başkan, hâkim, vezir, padişah... olması aslında hiçbir değer ifade etmez. Ahirette ebedî hüsrana sebep olacak fani bir sultanlığın yüzüne aklı olan kim bakar? Sonsuz bedbahtlığın yanında şu üç beş günlük dünyanın zevk ü sefa kırıntılarının ne hükmü olabilir ki?

Hani bunun ilk sahibi

Dünya yersiz yurtsuzların yeridir; kafirin Cenneti müminin zindanıdır; onun başına aklı olmayan sefihler üşüşürler; birbirleriyle itişir, çekişirler, tepişirler. Dünya malı ve hırsı maalesef kardeşi kardeşe düşman eder, bir mera uğruna iki köy birbirine girer, kan döker. Bu köhne ve acuze dünya, ta eski zamanlardan beri nice gafilleri oyalamış, aldatmış, yoldan ve baştan çıkarmıştır. "Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi/ Mal da yalan, mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan..."

Dünyada çok meslek ve meşgale var, ama çoğu ahirete yaramaz. Dünya malı, mülkü, müktesebatı dünyada kalır, mirasçıya yarar; ahireti ancak kalb-i selim ile salih amel ile gidenler kazanır. Nice dünya zenginleri ahirette fevkalade fakir ve yoksul kalacak, niceleri müflis duruma düşecek, nice efendiler kölelerinden beter olacaktır. Nice yüzler kararacak, nice saçlar, başlar yolunacaktır.

İnsanoğlu dünyada leziz taamlarla, iştihayla, şehvetle, zevk ü sefayla, eğlenceyle, mal-mülk hırsıyla, mevki-makam arzusuyla, riyaset isteğiyle oyalanır durur. Kendisine yetecek kadar varken, kendisini azdıracak olanın peşine düşer.

Hele hubb-ı riyaset denilen reis, başkan olma hırsı, kör nefsin en korkunç, en ileri, en tehlikeli hastalıklarından biridir. Üstelik tedavisi de pek zordur. Çünkü beyzade(!), etrafında kendine alkış tutan, omuzuna alan, karşısında elpençe divan duran, bir dediğini iki etmeyen yığınları, kuzuları, safları, yardakçı ve dalkavukları görünce öyle bir kasılır ki yanına varılmaz.

Cihadın en üstünü zalim idareciye hakkı söylemektir

Dünyada etrafına tebaa ve avane toplayan nice haris, ahirette kendi öz günah ve seyyiatı üzerine, o tabilerinin veballerini de yüklenerek mahv olacaktır. Böyle kimseler mahkeme-i kübraya elleri zincirle boynuna bağlı getirilecek, hesapları pek çetin geçecektir.

Aslına bakılırsa nasihate, irşada, terbiyeye, mürşide en çok bu mevki makam sahiplerinin ihtiyacı vardır. Çünkü insanların en zavallıları fakat tehlikesi de en çok olanları bunlardır.

Böylelerinin etrafında gerçekleri gören ve düşüncelerini mertçe söyleyen insanlar zaten zor barınır. Birkaç doğru söyleyeni de hemen dokuz köyden kovarlar. Sonuçta mevki makam sahipleri çok feci manevi felaketlere sürüklenir. Hatta dünyada da bir gün Firavunların, Nemrudların, Karunların akıbetine uğrar, yerin dibine geçer helak olurlar; çünkü yüce Allah (cc) mütekebbirleri, zalimleri, sahtekâr ve hainleri hiç sevmez.

Cihadın en üstünü zalim idareciye hakkı söylemektir. Kim olursa olsun, kimseyi putlaştırmayın, hatasını görünce hatırlatmaktan, ikaz etmekten çekinmeyin, iyi işini görürseniz destekçi olun, gıyabında ıslahı için dua edin.

Emr-i maruf nehy-i münker eyleyin; başta en büyük düşmanımız olan nefsimizle olmak üzere her çeşit maddi manevi düşmanla cihaddan geri durmayın ki felah bulasınız.

M. Esad Coşan Hocaefendi, İslam Dergisi, Haziran 1989
Bak bir de ben altı çizileçek kısımları aktarayım Rahmetli Esat Çoşan Hoca Efendi'den ;''Aslına bakılırsa nasihate, irşada, terbiyeye, mürşide en çok bu mevki makam sahiplerinin ihtiyacı vardır.''demekki kim yapaçakmış bunlara emriibilmarufu alim ve mürşit (yani evliya;Alim veEvliyanın sözünde Rabbani tesir vardır.)olanlar yoksa çapulcular değil.

Cihadın en üstünü zalim idareciye hakkı söylemektir
Evet doğru peki doğruyu en doğru şekilde Şu ayetin hükmünce:Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125]Bu emri en güzel şekilde kim ifa edebileç kendi nefsini yenmiş,nefsi Mutmain olmuş sözünde Rabbani tesir olan ve İslami bilgilere son derece vakıf ne söyleyeceğini bilen,sorulana en güzel çevabı vereilbeçek bir şahsiyet,yoksa adı mühendiise çıkmış gafil değil.Hem ne durur bu sanal mücahid,idacerilerin karşısına dikilsin kükresin;Ulan Allah'ın hükümleriyle hükmedin yoksa siz kafirsiniz.Kafirlerle savaşmakta bana farz olduğu için sizi öldürürüm desin!,yanınada Ümmühan hanımı almayı unutmasın.!
Büyükler lafı bilp konuşan ve yazan kimselerdir.Onların sözlerini kendi sözü gibi zanedip,kafasına göre ahkam çıkarmak bazılarının işi olsa gerek.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Emr-i maruf - Fitne çıkarmak

Sual: Bir hakkı alabilmek için eylemlere girişmek, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker midir? Kötülükleri, yanlış işleri önlemeye, çalışırken dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(İnsanlar üç kısımdır:
Birinci kısmı gıda gibidir. Herkese, her zaman gerekir.
İkincisi ilaç gibidir. İhtiyaç zamanında gerekir.
Üçüncüsü, hastalık gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, dinimizin emrettiği şekilde müdara etmek gerekir.)

Emr-i maruf yapmak, güvenlik kuvvetlerine karşı gelmek ve isyan etmek, dövmek, yıkmak, kırmak, sövmek demek değildir. Böyle şeyler yapmak, fitne çıkarmak, yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine, hapse girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle fitne çıkarana Peygamber efendimiz lanet etmiştir.

Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmak gerekir. Buna müdara denir. Fitne zamanında, ineğe tapanların yanında, ineğin ağzına ot vermeli, onları kızdırmamalıdır.

Zarardan kurtulmak için
Müdara, İslamiyet’in dışına çıkmadan, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, gönül almaktır.

Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Hindiyye’de, (Günah işleyene tatlı sözle öğüt verilir. Dinlemezse, fitne çıkacak ise susulur. Kötü söylenmez) deniyor.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125]

Kâdı zâde Ahmed efendi buyuruyor ki:
El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani günah işleyene mani olmak; hükümetin vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile dua etmek ise, her müminin vazifesidir.

Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacip olur. Fitneye sebep olacağı umulursa, terk etmek vacip olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeye layık ve şefaate mazhar olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.200)

Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
(Emr-i bil marufu ve nehy-i anil münkeri el ile yapmak, hükümet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır.

Kendinin ve müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacip olur. Öldürüleceğini bilenin cihad yapması caiz olmaz.

Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği emirlerine itaat etmek gerekmez. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve işkence ediyorsa, onun dine aykırı da olsa, emirlerine uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz.

Ahi Çelebi Hediye kitabında (Emr-i maruf farzdır, fitneye yol açarsa yapılmaz) buyuruyor.) [Hadika]

Kâfirlerle barış yapmak
İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki:
(Savaşınca, ölüneceği, savaşmayınca esir olunacağı biliniyorsa, savaşılmaz. Müslümanların herhangi şekilde helak olmalarından korkulursa, kâfirlere mal vererek barış yapılır.
Sultanın, zalimin, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emrettiği günahı işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur.) [Redd-ül Muhtar]

Mişkât-ül-mesâbih şerhinde diyor ki:
(Bir hadis-i şerifte, (Öyle idareciler gelir ki, benim yolumdan ayrılırlar. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da itaat ediniz! Karşı gelmeyiniz! Döverek, söverek, mallarınızı alsa da karşı gelmeyiniz) buyuruldu. Yani, (zalim olan, malınıza, canınıza saldıran idareye de isyan etmeyin, fitne çıkarmayın. Sabredip, ibadetiniz ile meşgul olun. Şehirde fitneden kurtulamazsanız, ormana gidin, orada ot yemek zorunda kalırsanız, ormanda kalın, fitnecilere karışmayın) demektir. Peygamber efendimiz, (İyi dinleyin ve itaat edin) buyurdu. Bu, fitne çıkarmamak için, dikkatli olun demektir.) [Eşi’at-ül-leme’ât]

Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine uymalı, günah ve suç işlememeli, fitne çıkmasına sebep olmamalıdır! Herkese iyilik etmeli ve herkesin hakkını gözetmelidir! Hiç kimseye zulüm, yapmamalıdır!
Müslümanlığın güzel ahlakını, şerefini, her yerde herkese göstermeli, her milletin İslam dinine sevgi duymasına, saygılı olmasına sebep olmalıdır! (İslam Ahlakı)

Kötülüğü önlemek
Gücü yeten müslümanlar, hakkı, doğruyu söylemezse, yani emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmazsa, o ülkenin başına büyük belaların geleceğini dinimiz haber vermektedir. İbni Abbas hazretleri sual etti ki:
- Ya Resulallah, içinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu?
- Evet helak olur.
- Niçin?
- Allahü teâlâya isyan edildiğinde iyiler sükut edince, hepsi helak olur. (Bezzar)

Peygamber efendimiz yine buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmayacağını sual edince, Cenab-ı Hak, "Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu.) [Beyheki]

Hazret-i Âişe validemiz tarafından bildirilen hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İçinde Peygamberler gibi ibadet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmadı.) [İhya]

Daha başka hadis-i şeriflerde de, iyiler, kötülükleri önlemeye muktedir iken önlemezlerse, o ülkede azabın umumi olarak geleceği bildirilmiştir. (Tirmizi)

Kötülüğü önlerken iyilere de zarar gelebilir. Birkaç iyiye zarar gelecek diye, kötülüğe göz yummak caiz olmaz. Nitekim, Mecelle’de buyuruluyor ki:
(Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye gelecek zarar tercih olunur.) [Madde 26]

Mesela, düşmanlar müslümanlardan bir kısım insanları esir alsalar, ön safa müslümanları koysalar, bu halde gelip bir ülkeyi istila etmek isteseler, düşmanın umumi zararına mani olmak için ön safta bulunan müslümanları da öldürmek caiz olur. Kangren olup bütün vücuda sirayet edecek olan bir uzvu kesip atmaya benzer. Milletin menfaati, fert menfaatinden önce gelir. Atalarımız, (Kurunun yanı sıra yaş da yanar) buyuruyor. Akılsız başın cezasını yalnız ayak değil, bütün vücut çeker. Onun için kötülerden, kötülükten uzak durmaya çalışmalıyız.

Emr-i maruf yaparken
Sual: Emr-i maruf yapmanın ölçüsü nedir?
CEVAP
Emr-i maruf herkese farz değildir. Farz-ı kifayedir. Yani emr-i maruf yapan varsa, diğerleri sorumlu olmaz. Emr-i maruf nehy-i anil münkerin ölçüsü şudur:

Hükümet güç kullanarak, âlimler söz ve yazı ile, diğer insanlar kalb ve dua ile, bir de imkânı nispetinde, âlimlerin kitaplarının yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapar.

Sözümüzün geçeceği kesin biliniyorsa, günah işleyenlere emr-i maruf yapılır. Eğer günah işleyen, tatlı sözle edilen nasihati dinlemezse, fitne de çıkacaksa susulur. Tepki gösterecek kimseye, emr-i maruf yapılmaz.

Emri maruf farz-ı kifayedir
Sual: Emr-i maruf farz olduğuna göre, gördüğümüz her yanlışı düzeltmek, hatta güç kullanarak müdahale etmek gerekmez mi?
CEVAP
Gerekmez. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır; ama cenaze namazı kılmak gibidir. Yani farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Herkese farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Diyelim ki, Ehl-i sünnete uygun bir ilmihal yazılmışsa, yeniden bir ilmihal yazmak gerekmez. Mevcut olanın yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapılmış, farz sevabı alınmış olur.

Emr-i marufu devletin jandarma, polis, zabıta gibi görevlileri güç kullanarak, âlimler sözle, yazıyla diğer insanlar kalble, dua ile yaparlar. Hiç kimsenin, görevi olmayan işe karışıp fitneye sebep olmaya hakkı yoktur. Herkes vazifesini bilmelidir.
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Emri maruf için üç ana şart

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Emr-i bil maruf, nehy-i anil-münker yapmak her mümine farzdır. Yani her mümin bir şey anlatmak veya bir şey anlatılmasına sebep olmak zorundadır; ancak herkes emr-i maruf ve nehy-i anil-münker yapamaz. Bunu yapması için üç ana şart lazım. Bu üç şart noksansa faydalı olamaz.

1- İlim sahibi olacak. İlim de üçe ayrılacak. Hem fıkıh ilmi, hem tasavvuf ilmi, hem de fen ilimlerinde mahir olacak, bilecek. İlimsiz emr-i maruf olmaz.

2- Adil olacak. Yaptığı işlerinde, hizmetlerinde adalet ön planda olacak. Adalet nedir? Çobanla sultan aynı haklara sahiptir. Babası olsa, dedesi olsa, oğlu olsa, kızı olsa, fark gördüğü anda, farklı muamele yaptığı anda, o adil değildir.

3- Güzel ahlak sahibi olacak. Güzel ahlak nedir? Kalb kırmamaktır, bağırmamak, darılmamaktır, gücenmemektir. Ne kadar zor iştir! O halde, güzel ahlaklı olmayan emr-i maruf yapamaz.

Bunlardan biri noksan olursa, hizmet de noksan olur. O zaman bunları en iyi derleyen, toplayan, anlatan bir kitabı [mesela Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’yi] birine veririz veya verilmesine sebep oluruz. Böylelikle emr-i maruf yapma farzının sevabına kavuşuruz. Yoksa fitneye sebep oluruz. Fitne de çok tehlikelidir, adam öldürmekten daha büyük günahtır.

Herkes bir arzu ve istek peşinde... Kavuştukları ise ancak ölümüne kadar... Öldükten sonra bunların hiçbiri mezara girmiyor. Bunlar ona dost olmuyor. Bunların hiçbirini ona vermiyorlar. Diyorlar ki, bunlar sana ait değil. Peki, ne yapmalı? Kabrimize girecek olanı seçmeli. Bu nedir? O da, Allahü teâlâya ihlâsla ibadet etmektir.

Gök her yerde mavidir. Dünyanın neresine gidersek gidelim, gök rengi hep aynıdır, mavidir. Büyükleri sevenler, yollarında olanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bu yolda olduktan sonra, hiçbir şekilde ayrı olamazlar. Hindistan’da, Dağıstan’da, Amerika’da, Avrupa’da her yerde olabilirler. Bu mesafe hiç mühim değil, eğer sevgisi ve muhabbeti varsa, o her zaman beraberdir.

Ahir zamanda en büyük tehlike, sağı solu dinlemektir. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli kitaplarına kavuşanlar, hazineye kavuşmuş demektir. Bu hazine kıyamete kadar onlara yeter. Ama o hazine rafta, vitrinde beklemek için değildir. İlaç rafta istediği kadar beklesin, insan hastaysa ölür gider. O ilacı içmek lazım.
 
K

Kaçak

Guest
Hz Hüseyin Zalim İdareci Yezide kıyama kalkmakla hata etmişmidir ?
 
Katılım
14 May 2008
Mesajlar
2,994
Tepkime puanı
93
Puanları
0
Hz Hüseyin Zalim İdareci Yezide kıyama kalkmakla hata etmişmidir ?
Bak ilmin varsa yaz kıytırık laflar etme.
Hazreti Eyüb-el Ensari ve diğer sahabey-i Kiram Radıyallahüanh efendilerimiz neden bu Zalim idareci Yezidin ordusuna katılarak İstanbulu feth etmeye geldiler.Niye bu zalim idareciye isyan etmediler.
Bir iki solugan tutturmuşsun ikide bir tekrarlıyorsun.Bu işler solugan işi değil.

 
K

Kaçak

Guest
Solugan attıgım filan yok ..
Ortada bir soru var ?
Sonunda "?" işareti olan cümle soru cümlesidir Türkçemizde ...
İlgili ve yetkili arkadaşlar cevaplayacaktır ...
Araştırır bir ilgili ve yetkili buluruz elbette ....
Soruyu tekrarlamama gerek varmı ?
 

girdap

Ordinaryus
Katılım
8 Şub 2007
Mesajlar
2,541
Tepkime puanı
252
Puanları
0
Benim amacım da buydu zaten, "ehl-i sünnetin temel şiarlarından birisi idareciye isyan etmemektir" şeklinde uç bir noktada genelleştirilmiş mantıksız bir ilkenin tüm ehl-i sünnete mâl edilemeyeceğini, merhum M. Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s) yazısından görelim istedim..
 
Üst