Yüzsüz Maske

eylül

Veled-i kalbî
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
5,223
Tepkime puanı
1,026
Puanları
0
Konum
mavera...
"Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yarim?! "
Bilir misiniz bu türküyü? Kime ait olduğunu bilmediğim bu sözler beni çok etkilemiştir.

Hayretler içinde bırakır bu sözler! Rabbimin hikmeti...

Neyse efendim, kime ait olduğunu bilmediğim bu mısraları araştırırken güzel bir denemeyle karşılaştım...


meas-selama...






''Ben kafiye düşünüyorum oysa sevgilim bana:
''Yüzümden başka bir şey düşünme'' diyor.''

En kalın maske yüzümüzken hangi maskeyle yüzümüzü gölgeleyebiliriz ki?

Zaman, yatağını derinleştiren bir ırmak gibi yüzümüzde akıyor. Debisi yüksek kalplerin yüzleri vaktinden önce düşüyor, debisi düşük olan kalplerin yüzleri ise buz tutuyor, zamanda takılıp kalıyor.

Heykeltıraş: ''Yaptığım her heykel, bir göçmüşün yüzünü karşılıyor.'' dedi. Rodin: ''Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor.'' demişti. Biz, vücudun fazlasını atıyoruz ve geriye kalana, ''yüz'' diyoruz.

Hacı Bektaş Makalat''ında yüze, sağdan ve soldan iki kişinin gelip yerleştiğini yazmıştı. Sağdan gelen kişi: Haya, soldan gelen kişi ise: Tam'aydı (açgözlülük). Sağdan ve soldan gelen kişiler, yüz daha kemal bulmamışken yüzü maskelemişlerdi. Utanma da bir maske, açgözlülük de...

Havva, dünyaya henüz inmişti; ama içindeki hasret köpüklenmişti bile. Bir avuç toprak aldı eline: ''Âdem'in yüzüne benziyor ve Âdem gibi kokuyor.'' dedi. Âdem de içindeki hasreti toprağa bakarak dindiriyor, Havva'yı orada arıyordu.

Yüz de hat vardı, satır satır işlenmişti. Kamil insan, insanı yüzünden tanır, okurdu. Yüzümüz, harf harf elimize düşse göreceğiz ki biz o alfabenin çok uzağındayız; oysa yüzünü okuyan bütün sınavlardan geçecek, postun tam ortasına kurulacaktı. Yüzümüzün çok uzağına düştük. Başka yüzlere gömülüp kendi yüzünün yüzeyinde kalanın vay haline! Bilgelik, ''var oluşu değiş, özü okumaktır'' yani yüzleri değil, yüzü okuyabilmektir. Peki Nergisus'a ne diyeceğiz? O, yüzünde boğulan zavallıya ne diyeceğiz?

Ne zamanki insan, aynada yüzünü gördü, yüz bütün tılsımını yitirdi. Yüz, aynada değil yarin gözlerinden bilinirdi. İnsanın aynası, sevdalısı olduğu bir çift gözdü. Şimdilerde aynalara bakarak göz izlerini siliyoruz.

''Sana kim baktı yarim
Yüzünde göz izi var''


İnsanın kaderi, yüzüdür. Bütün inlemeler, bütün kezzaplar, bütün kıskançlıklar yüze dökülür. Kendisini öncelemek isteyen yüzünü erteler, yüzünü önceleyen kendisini. Kazananın yüz olduğunu sanırız; oysa ilk kaybeden hep yüz olmuştur. Sanırım Tolstoy haklıdır: ''Bir insan (yüz) güzelliğe yaklaştıkça iyilikten uzaklaşır.''

Çocuğunun yüzüne ilk kez bakan bir baba ne görür, dorusu merakımı aşmış değilim. Kendi kaderini, günahlarını görüp çocuğuna yazıklanır mı, kendisinin ötesinde bir varlığı görüp kendisine acır mı? Çocuğun yüzü kimin yüzüdür, annenin mi babanın mı? Eğer ikisinin de yüzüyse çocuk iki yüzlü mü olur; ama ikiyüzlülük yüz zenginliği değil yüzsüzlüktür.

''Ve yüzünü alıp çıktım. Öğleye doğruydu
Çıkrıkçılar yokuşunda yağmur yağıyordu.''


Yakılmış, yıkılmış şehirleri andırıyor yüzü. Yüzündeki bütün pırıltılar uçmuş, o beyaz teni ak bir zulmete gömülmüştü. Bu yüz, iflas etmişti. Yüzün iflası, onması mümkün olmayan bir yara. Hazzın çemberinden geçtikçe çember, daha güçlü bir alevle bizi tehdit ediyor ve biz her geçişte biraz daha yanıyor, yüzümüz biraz daha is bağlıyordu. İnsan, ruhunun sınırı yüzüdür; yüz düştüğünde ruh çoktan düşmüştür zaten.

''Dolunay duvağını açınca ne kadar utanır, hicap eder, bilir misin?''

Tabloda iki yüz vardı. Mağrur talebe: ''Sağdaki yüz, Yedikule Zindanlarını andırıyor. Bu yüz: Olsa olsa bir mahkumun yüzüdür.'' dedi. Ressam merak etti: ''Peki soldaki neye benziyor?'' dedi. Mağrur talebe: ''Soldaki yüz, bir kasaya ya da vezneye benziyor. Bu yüz: Olsa olsa bir cimrinin yüzüdür.'' dedi. Oysa bir çerçeveye dar gelen tabloda: bir kuyu ve bir kutu vardı.

''Ben de güzel yüzlüleri methederim
Fakat bunlarla senin yüzünü kastederim.''
Yüzler vardır, yüzler yoktur. Bu yüz, dört orduyu andıran bu yüz, Yuri Kasparov'un yüzü. Çaldıran meydanında, at naraları, ''bir doğuya iki hükümdar sığmaz!'' diye yankılanırken Kasparov, Şah İsmail'e piyon sürme sanatını fısıldıyor. İsmail'in yüzü daha şimdiden kaybedilmiş bir savaş meydanına benziyor. Çaldıran, İsmail'e; İsmail, Çaldıran'a benzer. Rum'un atları daha derinden soluyor ve Çaldıran, atlan alta kıvılcımlanıyordu. Rum Hünkarı Yavuz Sultan Selim, savaş meydanına iniyor. Bir avuç toprak alıyor ve: ''Çaldıran İsmail'e benzer diyorlar. Doğruysa savaşımız çetin olacak; çünkü bu toprak inatçı kayalar kadar sert ve kindardır.'' dedi. Çaldıran'da öten zafer boruları, yüzü üç kıtayı andıran, bir Doğu'nun ve yarım Batı'nın hünkarı Yavuz Sultan Selim'in zaferini müjdeliyordu.

Sultan Selim, insan yutan çölde. Çöl, bir deniz bir yükselip alçalıyor, yeryüzünün en ihtişamlı ordusuna adeta meydan okuyordu. Mataralardaki su, kızaran yüzlerde anında kuruyordu. Ulak, Hünkar'ın yanına yaklaştı: ''Efendim, ter yüzünüzde boncuk boncuk birikmiş.İsterseniz ipek mendilimle terinizi alayım, hayatımın sonuna kadar bu mendili taşır, evlatlarıma yadigar koyarım.'' dedi. Hünkar, herkese yadigar bir söz söyledi: ''Yüzünde ter birikmedikçe padişah savaş kazanamaz!''

Dağ başındaki ılık bahar havası Çar Romanov'un yüzündeki endişeyle ısınıyordu. İnsan bu yüze bakınca ona acıyor ve bu utangaç, çekingen yüzün ağzından çıkan tek bir kelimeyle bir ülkenin hayatına hükmettiğine inanamıyordu. Kimse bu yüzün, kaç cüretkar idamlıyı affettiğini, kaç masumu kurban ettiğini bilemezdi. Doğrusu Çar da bu kudretin o zavallı yüze ağır geldiğini biliyordu. Bir sabah askerler, Çar''ın kafasını kuyudan çıkartırken yüzü utancından yine çok mahcup, çok incinikti.

Mesnevi ile yoldaşız: ''Acaba kendi yüzümü nasıl görebilirim? Ben ne renkteyim? Gündüz gibi miyim, yoksa gece gibi mi? Kendi ruhumun nakşını, resmini, bir hayli zamandır aradım, durdum; fakat o nakşı, resmi hiç kimsede göremedim. Sonunda kendi kendime dedim ki, ayna ne içindir? Ayna neye yarar? İnsan kendini bilsin diye icat edilmemiş midir? Demiri cilalayarak yaptıkları aynalar, görünen yüzleri görmek içindir; ama can yüzünü gösteren aynanın değeri ise çok pahalıdır. Bizim can aynamız ise ancak sevgilimizin yüzüdür.''

Ayıbından utanan bir uçurum gibi yüzünü gizliyor; yüzü, dağların görünmeyen tarafları gibi maskelerin ardında kalıyordu.

Yüzün, gözlerimin önünde bir peçe gibi duruyor, lütfen beni yüzünün karanlığında boğma!


Mehmet Öztunç​
 

İstihya

Doçent
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
723
Tepkime puanı
122
Puanları
0
Hoş latif bir yazı teşekkürler...



Peki yüzlerini saklayanları kimler tanıyabilir?

Kimse !

Yani ancak "kim ise-kim olan" (bir kimliği olan=kimse olan) onları tanıyabilir.
 
Üst