Yüzakı Dergisi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Yüzakı’ndan “Kutlu Doğum” Sayısı!
Derginin Genel Yayın Yönetmeni M. Ali EŞMELİ; başyazıda; Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi’nin velâdetlerinden âhiretlerine daima «Ümmetî!» derken; üstün şahsiyetiyle, müstesnâ ahlâkıyla, gönüllere ferahlık veren muâmelâtıyla, fevkalâde fedâkârlığıyla, yeis ve fütur bilmez gayretiyle o sözün içini doldurduğunu, Kur’ân ekseninde temellendirdi.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Kıymet ve Mes’ûliyetiyle O’na Ümmet Olmak» mevzuunu, O’na ümmet olmanın şuurunu en iyi anlayan sahâbeden misallerle anlattı.
Mustafa KÜÇÜKAŞCI, Fahr-i Âlem’in «Âlemlere Rahmet» vasfını şiir ve tefsirle işledi. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; «ümmet» kavramına lisan ve tarih açısından yaklaşarak, ümmet şuurunu kazandığımız ve kaybettiğimiz devirlerin muhasebe ve mukayesesini yaptı. B. Cahit ÖZDEMİR, ümmetinin O’na medyûniyetini anlattı. H. Kübra ERGİN, Efendimiz’e muhabbet ve O’nu tanıma gayretlerinin ekseni üzerinde durdu. Ömer OKUDAN ise, Allah Rasûlü’nün son günlerini ve Allâh’ın Bahtiyar Kulları’ndan Abdullah İbn-i Zeyd’in; «O’nu görmeyecek göz neye yarar!» deyişini kaleme aldı.
Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ; «Yakın Dönem Hilyeleri»ni tanıttığı makalesinin ikinci bölümüne Hilye-i Fahr-i Âlem’den sonra, geçtiğimiz yıl abonelerimize de hediye ettiğimiz, Seyrî’nin Hilye-i Şerîfe’sinin incelenmesi ile devam etti.
Tarih, karakter, toplum bölümlerinde,
Fatih Sultan Mehmed, Mihrimah Sultan, Mimar Sinan ve Gazi Osman Paşa’ya dair tarihten sayfalar…
Ahmet ZİYLAN’den ümmetin de milletin de çekirdeği olan ailede birlik ve dayanışma üzerine hâtıralar…
Ve şiirler… Şiirin gayesi na‘tlar… O’nun ümmetine yakışır, pırlanta sözler, elmas ifadeler…
O hep «Ümmetî!» dedi, biz de hiç değilse her Nisan; O’nu gündemimizin baş tâcı ediyoruz…
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Bir Müjdeye Gönül Vermek


yuzaki.jpg


Ebû Eyyûb el-Ensârî, seksen küsur yaşında Bizans üzerine gidecek sefere katılmıştı. O yaşta bir insana bu azmi veren güç ne olabilirdi?
Vasiyeti şuydu:
“Vefât edersem, beni ulaşabildiğiniz en ileri noktaya defnedin!”
Çünkü onun gönül verdiği müjdeler vardı:
Bizim onun sayesinde işittiğimiz müjdede Efendiler Efendisi buyuruyordu, müjdeliyordu:
“İstanbul elbette fetholunacaktır! Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan!.. Onu fetheden asker ne güzel asker!” (Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300)
Bir müjde daha vardı, kendisine daha yakın bulduğu:
“Efendimiz’den işittim:
«Konstantiniyye surunun dibine sâlih bir kişi defnedilecektir.» Umarım ki o kişi ben olayım.” (İbn-i Abd-i Rabbih, el-Ikdü’l Ferîd, II, 213)
İstanbul’a yakın bir noktada sâlih bir zâtın defnedileceğini işitmişti. O müjdeye de gönül vermişti. O, gönül verdiği müjdeye nâil oldu.
Fetih müjdesi ise asırlarca, kumandanların ve milletlerin liyâkat imtihanı oldu… O müjdeye gönül verenler, O en güzel Zât’ın «ne güzel!» diye taltif ettiği şahsiyet kıvamına da gönül verdiler. Zarafetin, nezaketin, merhametin, güzelliğin, çalışkanlığın, fedâkârlığın, yiğitliğin, şehâdetin de gönüllüsü oldular.
Böylece çağlar açıldı önlerinde… Hem kendileri zirveleşti, hem zirve hasletleri ufuklara, çağlara taşıdılar. Toplum da, önderleri de «ne güzel!» müjdesine nâil oldu.
Tarihimizin en mühim en büyük müjdeli haberleriden birine tevâfuk eden Mayıs ayında, İstanbul’un fethini; ÇAĞLAR AÇACAK BİR MÜJDEYE GÖNÜL VERİNCE KUMANDAN NE GÜZEL, ASKER NE GÜZEL!hatırlatmasıyla ve fethi seyreden, fatih ordularına otağlık eden, gönlü Harem’de, gözü İstanbul’da bir şehir olan Üsküdar’la ele aldık.
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, tarihimizin şan ve şeref tablolarının hep diri bir müjdeye gönül vermenin eseri olduğunu hatırlatarak, soruyor:
İç dünyamıza bir bakalım: Gönlümüzü âbide şahsiyetler misâli verdiğimiz, verebildiğimiz bir müjde var mı? Bir müjde! İnsanı eğiten ve canlı tutan bir müjde! Sevindiren; yüzünü, gözünü açan bir müjde! İnsanın bağrındaki aşkı ve sonsuz enerjiyi ortaya çıkaran bir müjde!
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; Fahr-i Kâinât Efendimiz’le iki cihanda beraberliğin şartını, nebevî muhabbetle kıvam bulmayı sahâbe-i kiram hazerâtından eşsiz misallerle kaleme aldı.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, İstanbul’un yedi tepesini yedi medeniyet mührü olarak ele aldı. Medine eksenli medeniyetimizin, zalim ve vicdansız Roma eksenli batı uygarlığı karşısındaki üstünlüğünü işledi. Ayla AĞABEGÜM; eski Üsküdar’ın tabiî, mütevâzı, mütevekkil günlük hayatını, âdâb-ı muâşeret ile kaleme aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, Yahya Kemal’in Üsküdar’ını misallerle yazdı. Sadettin KAPLAN, hayali cihan değer bir geçmiş zaman Üsküdar nüktesini anlattı.
H. Kübra ERGİN, kimilerinin zâit gördüğü dînî
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Altınoluk dergisi ile birlikte Yüzakı bir okuldur. Takip edenin yalnız ilmi değil zekası da inkişaf eder, görüşleri değişir ve ince görüş sahibi olur.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Sokakların Feryâdı



Sokaklar; şehrimizin aynası…
İbretle bakan gözler; kaldırımlara yansıyan gölgelerden, cemiyetin umumî manzarasını okuyabilir.
Sokaklar; toplumun damarları…
Hâzık bir hekimin, nabız dinleyerek hastalığı teşhis ettiği gibi, toplumun dertlerinden mes’ûliyet ve ıstırap duyan her insan; sokakların nabzından bir memleketin rahatsızlıklarını tespit edebilir.
Bugün sokaklarımızdan, maddî ve mânevî feryatlar yükseliyor.
Bilhassa mânevî sefâlet… Mânevî açlık… Mânevî yokluklar…
Hürriyet var! İffet yok… Maddiyat var! Merhamet yok! Gençlik var, enerji var! Yiğitlik yok, kahramanlık yok! Kaldırımların emzirdiği annesiz çocuklar… Karanlık gölgelerin eğittiği babasız çocuklar… Ekranlardan beslenip, gazetelerin üçüncü sayfalarına düşen fâcialar… Selde sürüklenen kütükler gibi, deryaya değil, gayyâya doğru ziyan olup giden çınarlar…
Âhlar… Vahlar… Eyvahlar…
Bütün bu çığlıkları duymamak yahut duyup da sükûta gömülmek ise bir başka vicdan feryâdı…
Çünkü bu dertler üzerinde çözümler üretmek için, önce bu feryatları işitmeli…
Bu sebeple, okullarımızın tatile gireceği, gençlerimizin uzun bir «tatil» döneminde sokakların kucağına düşeceği Haziran ayında dosya konumuzu bu sese ayırdık:
Kaldırımlardan, Sessiz Çığlıklar…
SOKAKLARIN FERYÂDI…
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; ecdadımızın sokaklarının, güler yüzlü, şefkat ve merhamet kapılarına açıldığını; günümüzde ise dışı temizlenen sokakların içlerinin kirlendiğini belirttiği başyazıda; çareyi sokağın hakkını vermek olarak gösteriyor ve feryatlar hâlinde soruyor:
“Şimdi, gerçek garipleri kim duyacak? Yeni yetişen taptaze yavrucaklara güzellikleri kim gösterecek? Onları kim şekillendirecek? Yavrulardaki tertemiz duyguları, kirli bir dünyanın tasallutundan kim kurtaracak?”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Mânevî Feryatların Yükseldiği Âhirzaman Sokaklarında Bir Mü’minin Nesil Endişesi»ni, Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi ve ashâbından misaller, ehl-i kitaptan derslerle kaleme aldı.
Mustafa KÜÇÜKAŞCI; nasihatnamelerden beyitlerle, insana iyiyi, güzeli, hakikati söylemenin, telkinin edebiyattaki yerine temas etti. Ayla AĞABEGÜM; pratik ve müşahhas çözüm teklifleriyle gençliğin, internet, işsizlik, israf gibi belâlardan korunmasının yollarını ele aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; Ömer Hayyâm’ın rubâîlerindeki rindâne söyleyişin, sefâhate davet değil, fânîliği idrâke çağrı olduğunu misallerle işledi. Aynur TUTKUN, gençliğin sağlam bir karakter kazanması için gereken ihtimama; H. Kübra ERGİN, geçmişten bugüne kitleleri uyuşturmakta kullanılan medya gücüne dikkat çekti. Burhan Cahit ÖZDEMİR, gençliğin tehlikelerden korunmasında ortamın önemini yazdı. Ahmet ZİYLAN, bilgi ve fayda irtibatını hâtıralarıyla anlattı. Asım UÇAROK ise, âhirzamanın lâbirent misali karışık ve karanlık sokaklarında, cennetin yolunu bulduracak navigasyon cihazını tanıttı.
Sahâbeden Sa‘d bin Ebî Vakkās, Ümm-i Umâre ve oğlu Abdullah -radıyallâhu anhüm-; bir menkıbesiyle Bâyezîd-i Bistâmî, hayırları ile Âdile Sultan, fetih sonrasında yaptıklarıyla Fatih Sultan Mehmed Han, tevâzuuyla Tiryaki Hasan Paşa tarih ve karakter bölümlerimizden sîmâlar…
Ve şiirler… Feryatları duyan ve çığlıkları seslendiren… Mânevî dertlere, mânevî ilâçlar terkip eden mısralar…
Acı feryatların değil, neşeli kuş cıvıltılarının, bereketli arı vızıltılarının, haşmetli gülbangların duyulduğu sokaklar dileğiyle…
Yüzakıyla…

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Yüzakı’nda yolculuk var
Ne mutlu âhirete yüz akı ile göçebilenlere...

Ey Yolcu Uyan! Yolculuk Nereye?
Nasreddin Hoca’ya sorulur:
“–İnsanlar niçin farklı farklı yönlere gidiyorlar?”
Hoca, kısa yoldan cevap verir:
“–Hepsi aynı yöne gitse, dünyanın dengesi bozulurdu.”
Herkes aynı yöne gitmiyor. Çünkü tutulan yolun, gidilen yolculuğun temelinde, gidilmek istenen adres olur. Yol, adrese göre belirlenir... Dünyevî yolculuklarda tabiî bir şekilde uyulan bu hakikate, uhrevî yolculukta maalesef riâyet eden pek az...
Dünya hayatı, kundaktan kefene, beşikten tabuta bir yolculuk... Bir namazsız ezan, bir ezansız namaz arası kısa bir yolculuk... Bu yolculuğun ahvâli de, Ömer bin Abdülaziz g’in îkaz ettiği gibi âhirette gidilmek istenen adrese göre olmalı...
Uhrevî adresler sadece iki, ya cennet ya cehennem...
Herkes cenneti istiyor da; gidişler, savruluşlar, yol ve yön tercihleri bu isteği yansıtmıyor.
Çünkü cennetin yolu, sırât-ı müstakîm... Onun dışında kalan bütün yollar, maâzallah ateşe çıkıyor.
Evliyâ Çelebi’nin doğumunun 400. Yıldönümünün UNESCO’nun anma programlarına dâhil edildiği, bu çerçevede çeşitli etkinliklerin düzenlendiği 2011’in, gerek tatil, gerek sıla-i rahim, gerekse eğitim için yollara düşüldüğü; üç ayların mânevî ikliminden geçen bu yaz aylarında, dünyevîsiyle uhrevîsiyle, dosya konumuz olarak seyahati seçtik.
O hâlde tekrar tekrar uyarmalı, tekrar tekrar sormalı:
Ey Yolcu Uyan! Yolculuk Nereye?
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, menzil-i maksûda erişmenin üç şartını ele aldı:
1. Nereye suâlinin cevabının bilinmesi ve görülmesi... 2. Yolda uyku ve gaflete düşmemek... 3. Milyonlarca şahsiyet içinde kaybolmamak için; Hazret-i Peygamber’in şahsiyetine gönüllü bir yolculuk, yani hicret...
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; dünya tarihinin gidişâtına insanlığın saâdeti adına gösterilen gayretler penceresinden bakarak; beşeriyetin yegâne saâdet yolunun, Kur’ân ve Sünnet Ekseninde Bir Hayat olduğunun altını çizdi.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; yollar içinde Yol’u, gurbetler içinde Gurbet’i kaleme aldı. Ayla AĞABEGÜM, Evliyâ Çelebi’den iktibaslar yaptığı yazısında, kendisinin İran seyahatinin notlarını aktardı. Yard. Doç Dr. Harun ÖĞMÜŞ; ömür yolculuğunun gayeliliği, anlamlılığı üzerine tefekkür etti. H. Kübra ERGİN, ömür kervanının menzillerini ve kışın çalışıp yazın tatil yapma fasit dairesini yazdı.
Aynur TUTKUN; seyahatlere yukarı doğru, semavî bir akış kazandırmak mevzuunu işlerken; Ahmet ZİYLAN, ticaret ve hizmet noktasında seyahatin ve risk almanın önemini belirtti. Zahit GENÇ ve Mahmut ALPİR, sahillere değil dağlara çağırdı, yaz seyyahlarını... Hayrettin DURMUŞ, Adana’yı anlatırken; Murat AKDAĞ, yolun tasavvufî tedâîlerini serdetti...
II. Bâyezid, Cem Sultan, Barbaros Hayreddin Paşa ve III. Selim devrinden sahneler, Üsküdar meydanındaki III. Ahmed Çeşmesi’ne dair ayrıntılar, tarih ve kültür-sanat sayfalarımızda...
Kalbin Gözyaşları’nda Orhan ve Şevket, Kur’ân ile yoğrulan bir eğitimin eşiğindeler. Kur’ân ekseninde bir eğitim konusunda, gözleri görmemesine rağmen hâfız olan ve emekliliğinden sonra da kendini Kur’ân eğitimine adayan Recep KATIRCI Hoca ile bir hasbihâlimiz var.
Hayat yolculuğunu müstesnâ bir sûrette yaşayan ve 12 yıl önce yine bir Temmuz ayında kendi tabirleriyle, «âhirete yüz akı ile göçebilme» saâdetiyle Hakk’a yürüyen ve bu tabiriyle dergimizin adının ilham kaynağı olan Muhterem Musa TOPBAŞ Hocaefendi’yi de rahmet ve minnetle anıyoruz. Sâhibü’l-Vefâ’ya vefâ hissiyâtı içinde şiir ve hâtıralar sayfalarımızda...
Ve şiirler... Yolu, gurbeti, yolcuyu anlatan hisli mısralar...
Ne mutlu âhirette seyahatnâmesini sağından alabilenlere..
Ne mutlu âhirete yüz akı ile göçebilenlere...

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
yuzaki-agustos.jpg
Bu Mübârek Ayın Hilâli



Gözler semâda…
Gözler hilâlde…
Bize Ramazân’ı, nurlu kandilleri, bayramları, güzel ve mühim başlangıçları anlatan hilâl; bayrağımızın da sembolü…
Hilâl, orijinalinde aynı harflerle yazıldığı Allah Teâlâ’nın bir âyeti, bir alâmeti…
Hilâl, millet olarak bayraklaştırdığımız ideallerimizin de sembolü…
Hilâl, bir değerler manzûmesi…
İlk gününden Ramazân-ı şerîfe refâkat eden Ağustos ayında, bu ibâdet ve merhamet mevsiminde; dosya konumuzu bayraklaştırdığımız ve bizi yücelten hasletlere, bilhassa oruç, namaz ve Kur’ân ikliminin kalplerimizi daha bir hassas ve rakik hâle getirdiği bu günlerde «oruç ve cömertlik» mevzuuna ayırdık.
Bu Mübârek Ayın Hilâli…
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; hilâlin temsil ettiği kıymetleri okuyabilmek için, eğriliklerden, eğri bakışlardan kurtulmamız gerektiği tespitiyle başladı, başyazıya… Zâhiren açlık olan orucun mânen ne büyük bir ziyafet olduğunu şu tasvirle anlattı:
“O sofranın; zemzemi, «ihlâs ve samimiyet». Hurması, «iffet ve hayâ». Şerbeti, «nezâket ve nezâfet». Sütü «sadâkat». Çorbası, «muhasebe». Ana yemeği, «namaz ve zikir». Tuzu, «hiçlik ve tevâzu». Tatlısı, «sabır». Baklavası, «ahde vefâ». Meyvesi, «merhamet». Kaşığı, «fedâkârlık». Tabağı, «cömertlik». Bereketi, «zekât ve infak». Besmelesi, «Kur’ân’a sarılmak». Duâsı, «hamd ve şükür».
İşte oruçlu iken oturulan sofradaki latif ve kıymetli gıdalar. İnsanı ehl-i semâ yapan gıdalar.”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; Kur’ân ve Sünnet ekseninde, Fahr-i Kâinât Efendimiz, ashâbı ve etbâı izinde «İdeal Bir Neslin Fârik Vasıfları»nı kaleme aldıkları makalenin, ilk bölümüyle bir mü’minin ahlâkî hasletlerini bir bir misallerle anlattı.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; cömertlik ve cimriliğin insan tabiatında ve toplumlardaki yansımalarının izini, dil ve tefsir açısından sürdü. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ise ensarın îsârını öven âyet-i kerîme bağlamında, «şuhh» kavramını tahlil etti. H. Kübra ERGİN; ailede cömertlik ve diğer hasletlerin eğitiminin verilmesinin önemini, Hâşimoğulları misaliyle anlattı. Aynur TUTKUN, psikoloji ilminin son tespitleriyle cömertlik ve cimriliği teşrih etti. B. Cahit ÖZDEMİR, büyüklerden misallerle cömertlik tâcını tanıttı. Hadi ÖNAL, cömerlik ve israf dengesini işledi.
İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, Ramazân-ı şerîfin kıymetini; Muhsin DURAN durup dinlenmeksizin güzellikler peşinde ve iyiliklerin neşrinde gayreti anlattılar.
Prof. Dr. M. Nejat SEFERCİOĞLU güzel bir hikâye ile Sadettin KAPLAN ibretâmiz bir kıssa ile dergimizde. Kalbin Gözyaşları’nda ise bir tevâfukun tutuşturduğu hidâyet kandili ruhları aydınlatıyor…
Ahmet ZİYLAN; ahlâkın, dürüstlüğün, fedâkârlığın sınandığı zor zamanları kaleme aldı.
Tarih köşemizde Cerbe Deniz Zaferi, II. Bâyezid Han devri hâdiseleri ve Ebussuud Efendi, Keçecizâde İzzet Molla gibi şahsiyetlerle karşılaşacaksınız.
Şiirler…
Gönül zenginliği üzerine gönül dolusu mısralar…
Bayrağımızın tâc ettiğimiz, Ramazân-ı şerîfin muhtaç olduğumuz hilâlini mısra mısra anlatan şiirler…
Not: Yüzakı Kitaplığımıza bu ay Ahmet ZİYLAN’ın hayat notlarından, hâtıralarından ve altın değerinde tecrübelerinden oluşan yazılarını bir araya getirdiğimiz İki Çift Söz Yeter adlı kitabı da katıldı.
Muhteşem mâzîmizde, bizi yükselten bir hasletimiz de en asil şekliyle «okumak» idi…
İhtişamlı yarınlarda da en büyük ihtiyacımız o…
Yüzakıyla…

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Yüzakı hisli dergi

Yüzakı’nda Kalp Sâfiyeti ve Gönül Temizliği konuşuluyor…

GÖNÜL TEMİZLİĞİ
Gönül bir beyaz sayfa...
Her birimiz bir ömür, o beyaz sayfayı dolduruyoruz. Sene sene... Gün gün... Dakika dakika...
Kimi hayatlar; karalamayla geçiyor, bir müsvedde kâğıdı gibi harcıyor gönülleri... Temize çekme şansı varmış gibi...
Kimi hayatlar ise hassas ve zarif cümlelerle dolduruyor, o beyaz sayfayı...
Çünkü gönül Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı... O’nun nazar edeceği bir arz-ı hâl...
O’nun okuyacağı bir mektup...
O’nun; kirli, özensiz, kaba, hantal bir kalbe tenezzül etmeyeceği âşikâr...
Gönlün o beyaz sayfası, aynı zamanda bir ayna mâhiyetinde...
Mâruz kaldığı, karşı karşıya geldiği her şeyi ister istemez üzerine yansıtan... Okuduğu, seyrettiği, baktığı, kısacası gönül aynasından gelip geçen her şeyi bir tarayıcı gibi, hâfızasına nakşediyor. Gönül sayfasını kirletiyor veya arındırıyor, karalıyor veya tezyin ediyor.
Bu sebeple, beşeriyetin eğiticileri olan peygamberlerin vazifeleri sıralanırken;
1. Âyetleri tilâvet... 2. Kitap ve hikmeti öğretmek ve 3. Gönülleri arındırmak, tezkiye etmek bir arada zikrediliyor. (el-Bakara, 129; Âl-i İmrân, 164; el-Cumua, 2)
Okulların açıldığı, eğitim-öğretim dünyasının tatlı bir telâş içinde olduğu Eylül ayında konumuzu, «Tahsil ve Okuma» ameliyesinin nihâî gayesine, «Kalp Sâfiyeti ve Gönül Temizliği»ne ayırdık.
Kalıbı cilâlayan, zihni keskinleştiren eğitim sistemi, basın-yayın dünyası, kalplere ne yapıyor, bunu sorguladık...
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ;
“Hayatın özü, kurtuluşun yegâne çaresi; tezkiye. Arınmak. Temizlenmek. Her türlü maddî ve mânevî kir ve pisliklerden içi dışı pâk etmek. Can sarayını padişahlar padişahının teşrif edeceği güzelliğe ve berraklığa kavuşturmak.” sözleriyle tezkiyeyi tarif etti ve tezkiyenin, gönül temizliğinin rehberi olarak Hazret-i Peygamber’i, en güzel nümûneleri olarak ashâb-ı kirâmı gösterdiği başyazıda; sözleri, sâlih amelleri, hâsılı bize Hakk’ın beyaz bir sayfa olarak lutfettiği gönlü, O’na lâyık bir temizlik ve sâfiyet içinde sunmanın ehemmiyetini anlattı.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; İdeal Bir Neslin Fârik Vasıfları başlıklı makalelerinin ikinci bölümünde, Fahr-i Kâinât Efendimiz, sahâbe-i kiram ve ecdaddan misallerle güzel ahlâk hasletlerini yazdı.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; «Okuma» fiilinin rengini, neyi, ne için ve nasıl sorularının doğru cevaplarıyla belirlemek gerektiğine dikkat çekti. H. Kübra ERGİN ve Ayla AĞABEGÜM; anne ve babasından, tahsil, öğretmenlik ve yayın hayatından hâtıralarla, ideal bir eğitimde yönlendirmelerin önemini belirtti. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, dünden yarına bilginin sıçrama zamanlarında müslümanların tavırlarını ele aldı. Sadettin KAPLAN, yazarlara verilen kıymet üzerine bir şikâyetnâme kaleme aldı. Hadi ÖNAL, M. Ali VAR ve Hayrettin DURMUŞ, okumanın gönül dünyasındaki tedâîlerini işlediler. B. Cahit ÖZDEMİR, gençliğin yetiştirilmesinin ehemmiyetini yazdı. Ahmet ZİYLAN ise okul ile iş hayatını, teoriyle pratiği birleştirmede tevâzu ve iletişimin önemini vurguladı.
Tarih köşemizde, II. Bâyezid devri Osmanlı’sından sahneler, kültür-sanat köşemizde Zeynep Sultan’ın hayır-hasenâtının âkıbeti alâkanızı çekecek yazılar...
Tarih şuuruna dikkatimizi çeken Zahit GENÇ, İmâm-ı Gazâlî’den bir temsil ile İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, Cenâb-ı Hakk’ın hidâyet nasip etmesi hususunda hiçbir zaman hiç kimse hakkında ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini anlatan Hüdâyî ÜSKÜDARLI sayfalarımızda...
Ve elbette şiirler... Temiz bir gönlün imbiğinden süzülmüş mısralar...
Arındıkça hassaslaşan duyguların tercümanı...
Okundukça bizim gönül değerlerimizi hatırlatan, gündemde tutan şiirler...


 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Yükakı’nda Hicret var

Yüzakı Dergisi Aralık sayısında Hakk’a ve Rasûlü’ne Hicreti gündeme taşıyor…

Hazret-i Mevlânâ dendiğinde akla gelen ilk hususlardan biridir: Şeb-i Arûs...
17 Aralık 1273 tarihinde Hazret-i Mevlânâ Hakk’a yürümüştü. O büyük ruh, bu geceye şeb-i arûs, yani düğün gecesi dedi. Bir başka ifadeyle: AŞKIN BAYRAMI...
Vefatı esnasında son sözleri olarak «Yüce Dost’a» diyen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, şeb-i arûs vasfında bir ölümün sırrını, hayatın içinde gösterdi:
“Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz... Nasıl ölürseniz, öyle diriltilirsiniz...”
O hâlde, şeb-i arûsun, ebedî bir vasıf kazanabilmesi için; ömrün Hakk’a ve Rasûlü’ne hicret mâhiyetinde geçmesi zarurî...
O zorlu geçidi bir düğün gecesi huzuruyla idrak edebilmek için; bir ömür, ilâhî aşkın vuslat iştiyâkıyla yanmak, pişmek şart...
Aşkın bayramına ermek için, ömrü Ramazan kılmak; canı, teni, her şeyi Sevgili’nin yoluna kurban eylemek elzem...
Şeb-i arûs neşvesinin, hicreti gündemimize taşıyan Hicrî yılbaşı ve Muharrem ayına denk geldiği Aralık sayımızda dosya konumuz:
Hakk’a ve Rasûlü’ne Hicrette
AŞKIN BAYRAMI: ŞEB-İ ARÛS
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; “Güneş istiyorsan, kanatlarını yak!” diyen pervâneden ve göklere hicret ederek tertemiz olan sudan hareketle; hicret ve şeb-i arûsu, yanmak ve arınmayı kaleme aldı. Fuzûlî, Şeyh Gālib, Hazret-i Mevlânâ, M. Es‘ad Erbilî ve Yaman Dede’nin yanık mısralarıyla aşkın bayramını dile getirdi.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «Şeb-i Arûs» başlıklı makalelerinde; varlığın sırrı ve insanın imtihanı olan «muhabbet»i, kalbin en büyük sanatı olan fânî muhabbetleri, ilâhî aşka basamak eyleyebilme hasletini Sevbân -radıyallâhu anh-, Şâh-ı Nakşibend, Hazret-i Mevlânâ Hazerâtından misallerle kaleme aldı.
«Kalbin Gözyaşları»nda Orhan, ilmi irfana dönüştüren ihlâs sırrını idrak etti.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri yazı dizisinde; hicreti, eğitimde mekân değişikliği, hareket ve sükûn kaideleri açısından ele aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, gurbetin tedâîlerini; Hakkı ŞENER farklı bir üslûpla hicretten bir sahneyi kâğıda döktü. Aydın TALAY, Siyer-i Nebî’den hicret ile ilgili safhaları takdim etti.
Ayla AĞABEGÜM, Van Depremi’nin karşımıza çıkardığı tablo üzerinde tefekkür ederken; Aynur TUTKUN, teknolojinin hayatımızdaki yerine temas etti. H. Kübra ERGİN; teknoloji denince akla gelen bir ismin, Steve JOBS’un ölümünün hatırlattıklarını kaleme aldı.
Ahmet ZİYLAN, öfke kontrolünü ve haccın bu terbiyedeki yerini hâtıralarla geniş bir şekilde işledi.
İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi; ömür, ölüm ve ötesini; Âdem SARAÇ; Efendimiz’in tebliğinde, akrabaları davet merhalesini; B. Cahit ÖZDEMİR, bir mü’minin tabiata bakışını yazdı. Sami GÖKSÜN, hicretin, haram ve şüphelileri terk etmek mânâsını öne çıkardı.
Tarih köşemiz… Zembilli Ali Cemâlî Efendi’yi, Kanunî Sultan Süleyman’ı, Medine Müdâfii Fahreddin Paşa’yı;
Kültür-sanat bölümümüzde ise Yaşayan Çınarlar programından intibâları okuyabilirsiniz.
Şiirler... Şeb-i arûs iştiyâkıyla sadırlardan dillere, dillerden gönüllere fısıldanan mısralar...
Hakk’a ve Rasûlü’ne hicrette geçen bir ömrün ardından gelen mesut bir ölümün vedâ değil, Yâr’e merhaba olduğunu hatırlatan mısralar...

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ensar olma vakti







Vatan gibisi var mı?
O mukaddes anneden ayrılmak zorunda kalanların mutlaka zarurî sebepleri var.
Dünya hayatı için emniyetlerini ve âhiret hayatları için îmanlarını koruyamadıkları için terk ettiler vatanlarını. Hicran içinde hicret ettiler. Fakat daima bir anne özlemiyle; yeniden sarılmak, yeniden o kucağa atılmak arzusuyla semâlardadır gözler. Onlara bir Medine meltemi sunabilmek en büyük ikram...
Hicret; hasretlerin, acıların girdaplarıyla dolu fırtınalı bir denize açılmak... O seferin bir limanı olmazsa öğütür savruluşlar. Akdeniz’de boğulan muhâcirin kolu, âhirette yakamıza yapışır. Hicret ne kadar mukaddes ise, bu sebeple hicretin limanı olan ensarlık da o kadar mühim...
Kardeşi, imtihanıyla baş başa bırakmamaktır ensar olmak. Acıyı bölüşmek, tatlıyı paylaşmaktır ensar olmak.
Bu gerçeği;
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; “Hepimiz İçin İlâhî İmtihan, ENSAR OLMA VAKTİ” yaklaşımıyla ele aldı. Ağırlıklı olarak yakın komşumuz Suriye’den ülkemize misafir olan muhâcir kardeşlerimize vazifelerimizi hatırlatırken, İslâm tarihinden ve ilâhî beyanlardan örneklerle nasıl bir ensar olmamız gerektiğinin altını çizdi. Tarihî fotoğrafımızda maksadı vurguladı:
“Türkiye’miz, zarurî bir göç merkezi. Dağılan devâsâ Osmanlı mülkünden merkeze doğru iki yüz senedir devamlı bir hicret yaşanıyor. Çaresizliklerle dolu hicretler zinciri. Ecdâdımızın yetimlerinin hicreti. Hepsinin sebebi aynı:
Zulümler ve katliamlar.
Bu yüzden;
Memleket memleket, maddî bakımdan nice garipler kerem beklerken, Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da ve Asya’da mânevî fukarâ da ayrıca kerem bekliyor. Hidâyet fakirleri de, îman fakirleri de, ahlâk fakirleri de, insâniyet fakirleri de, ayrıca kendilerine yardım eli uzatacak rahmet dolu cömert gönüller bekliyor.
Vakit, ensar olma vakti...”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; ensârıyla, muhâciriyle ashâb-ı kirâmı; «İlâhî Hoşnutluk ve Methe Nâil Olan Ashâb-ı Kirâmın Örnek Hasletleri»ni kaleme aldı.
Mevlânâ’dan Sır ve Hikmetler köşesinde ise, mahlûkātı tefekkür ve bundan insana çıkarılacak hikmet dolu dersler var.
Öyle ya;
Dallarına sığınan bülbülleri yılanlardan koruyan bir gül ağacı mı olmalı, yoksa susuz vaziyette suya yaklaşan ceylânları avlayan bir timsah mı?
Ensar olmak dosyamızda; vicdan muhasebesi var, içtimâî ve siyasî değerlendirmeler var ve tarihî mes‘ûliyetlerimiz var.
Yazarlarımız; Endülüs’ü hatırlattı, -Allah korusun- diyerek; Balkanları hatırlattı, ensar olmanın boynumuzun borcu olduğuna mâzîyi şahit tutarak; insan kaçakçılığını anlattı, batıdan bir şeyler beklemenin anlamsızlığını vurgulayarak; ümmet olduğumuzu hatırlattı, ensar olmanın bir mânâda da ötekileştirmemek demek olduğunu hissettirerek.
Tarih; duraklama sebeplerimiz arasında toplumlar arası kaynaşma zaafımıza işaret ederek, yine; «Ensar olmak lâzım!» diyor. Gönüller almaya gelen Yûnus Emre; «Ensar olmak lâzım!» diyor. Mahzun mahzun kanlı gözyaşlarıyla akan Drina; «Ensar olmak lâzım!» diyor.
Bu bizim imtihanımız. Hepimiz için ilâhî imtihan.
Kalemimiz, şiirimiz, gönlümüz, dilimiz bu imtihandan yüz akı ile çıkmaya davet hâlinde.

Yüzakıyla...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
395290.jpg



YÜZAKI DERGİSİ: “ŞEHİRLERİMİZ, SEMTLERİMİZ VE İNSANLARIMIZ; DÜN VE BUGÜN NASIL? PEKİ YARIN?”



Yüzakı dergisi Mart ayında okuyucularına şöyle sesleniyor;


Mahallî seçimler...
Her mahallî seçimde olduğu gibi mahalle muhtarları da seçilecek. Köyler belki fakat şehirlerde muhtarların, bir belediye memurundan pek bir farkı kalmadı. Çoğumuz mahalle muhtarımızı tanımıyoruz bile.
Sokağımızda tanıdığımız bir bakkal, bir terzi, bir manav var mı? Yoksa hepsinin yerini marketler, seri mağazalar ve benzerleri mi aldı?
Sahi komşularımızı tanıyor muyuz?
Birbiriyle son derece kaynaşmış bir mahalle kültüründen gelen bizler, Bâbil Kulesi’nde olduğu gibi birbirimize nasıl yabancılaşıverdik?
Şehir mi değişti insan mı?
Mahalle mi başkalaştı, mahalleli mi? Mekân değiştiyse onu da değiştiren insan... Değişim de, nostalji hissîliğine meydan bırakmayacak bir hakikat. Fakat neye göre değişmeli, mekânımız ve insanımız? Neye dönüşmeli kentlerimiz?
Güzelleşmeli değil mi dünya, çirkinleşmek yerine? Onca sevindirilecek muzdaripler, imar edilecek harâbeler varken, adâlete ve şefkate muhtaç vahşet sahneleri varken, paylaşmalı ve çalışmalı değil mi, çılgınlar gibi eğlenmek yerine?
Şehirlerimiz, Semtlerimiz ve İnsanlarımız;
Dün ve Bugün Nasıl?
Peki Yarın?
Bir mâzî yoklaması, bir durum tespiti ve geleceğe tutulan bir projeksiyon...
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; başyazıda çareyi; şehirlerimizi, semtlerimizi, mahallelerimizi ve insanımızı yeniden, Hazret-i Peygamber’in inşâ ettiği İlim Şehri ve Gönül Şehri’ne göre inşâ ve ihyâ etmemiz olarak takdim etti. «Yolun hakkı»nı vermeye çağırdı.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; şehri yaşatan toplumun huzuruna ve huzurlu bir toplumun şartı olan, itmi’nâna ermiş insanı, Hazret-i İbrahim ve ashâb-ı kiramdan misallerle kaleme aldı.
«Hazret-i Mevlânâ’nın Gönül Deryâsında Sır ve Hikmet İncileri»nde tecellîgâh-ı ilâhî olan gönül aynası ve onu cilâlayacak mânevî usûller serd edildi.
Şehirlerimiz, semtlerimiz ve insanlarımızı; dün, bugün ve yarın muhasebesiyle ele alan yazarlarımız; tarihten şahitler, yakın geçmişten hâtıralar ve günümüzden haberlerle yarınlar hakkında uyarılarda bulundular. Problemin daha en başta «ev»den, insanlar arası iletişimimizden, başka kültürlerle farklarımızı muhafaza etme duygumuzu kaybetmemizden, aşırı ve anlamsız nezâketten kaynaklandığını gerekçelerle ortaya koydular. İnsanın ve mekânın ihyâsının muhabbet ve alâkadan geçtiğini tespit ederek, ashâb-ı kiramdan misaller verdiler. Huzuru maddede aramaktan dolayı çirkinleşti şehirlerimiz. Hamd’i bir daha anmaya ve yeniden anlamaya çağırdı, Yard. Doç. Dr. Mustafa CANLI...
Köprülüler, Hasan Ünsî Efendi ve Âkif’in köyü olan Suşisa; tarih, biyografi ve gezi köşelerimizde karşılaşacağınız sîmâ ve mekânlar... Dil ve edebiyatımızda pilâvın yeri ilginizi çekebilecek bir başka yazı.
Şiirler, mekâna da insana da mâzîsinden güç alan bir istikbâli hatırlatmakta. Mart dolayısıyla Çanakkale yine hatırlarda, hâtıralarda...
Acaba Çanakkale ve Çanakkale’yi geçilmez kılan insan da, dünden bugüne ve yarına neye dönüştü ve dönüşecek?
Dileğimiz; hayırlı olana, biz olana dönmesi ve dönüşmesi...
İletişim: www.yuzaki.com.tr
 
Üst