İstihya
Doçent
- Katılım
- 25 Eyl 2010
- Mesajlar
- 723
- Tepkime puanı
- 122
- Puanları
- 0
ilmeklediğim duygular
Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir..
Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz.
Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir:
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı.
Söz gelimi Leylâ Mecnun’u, Şirin Ferhâd’ı, Züleyha Yûsuf’u
sevdiğini zannedebilir.
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?
Her aşk O’na çıkar sonunda,
O’ndan başkasını sevmek imkansız gibidir.
Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir, bilmese de bu böyledir.
Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk,
aslında kendini bilmek.
İstese de insan O’ndan özgeyi sevme şansı yok.
Şans sözcüğü yok lügatlarde bundan böyle,
O’ndan özgeyi sevme ihtimali yok.
Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.
Küçük bir biliş farkı.
Mülk gibi aşk da Allah’tan.
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O.
Tenin de O, canın da O, cismin de O.
Ve aradan perdeleri kaldırarak O’nu bilmek olarak tanımlanan şey,
bu seyr ü sefer, sadece O’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret.
Sevginin yanılgısı yok.
Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek.
Hangi kaynaktan geldiğini suyun, hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek.
Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.
Züleyha ki Yûsuf’u sevdi, ibtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi.
Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecella eden nuru sevdiğini fark etti.
Yûsuf da, ki rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha suretinde tecellâ ettiğini fark etti.
Biri suretten nura yükselirken diğeri nurun surette tecellâ ettiğini idrak etti.
İşte bütün hikâye:
Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub mu, Züleyha mı?
Zindan kimin kaderi, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu, yoksa Züleyha’nın mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında.
Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.
Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir..
Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz.
Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir:
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı.
Söz gelimi Leylâ Mecnun’u, Şirin Ferhâd’ı, Züleyha Yûsuf’u
sevdiğini zannedebilir.
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?
Her aşk O’na çıkar sonunda,
O’ndan başkasını sevmek imkansız gibidir.
Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir, bilmese de bu böyledir.
Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk,
aslında kendini bilmek.
İstese de insan O’ndan özgeyi sevme şansı yok.
Şans sözcüğü yok lügatlarde bundan böyle,
O’ndan özgeyi sevme ihtimali yok.
Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.
Küçük bir biliş farkı.
Mülk gibi aşk da Allah’tan.
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O.
Tenin de O, canın da O, cismin de O.
Ve aradan perdeleri kaldırarak O’nu bilmek olarak tanımlanan şey,
bu seyr ü sefer, sadece O’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret.
Sevginin yanılgısı yok.
Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek.
Hangi kaynaktan geldiğini suyun, hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek.
Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.
Züleyha ki Yûsuf’u sevdi, ibtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi.
Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecella eden nuru sevdiğini fark etti.
Yûsuf da, ki rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha suretinde tecellâ ettiğini fark etti.
Biri suretten nura yükselirken diğeri nurun surette tecellâ ettiğini idrak etti.
İşte bütün hikâye:
Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub mu, Züleyha mı?
Zindan kimin kaderi, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu, yoksa Züleyha’nın mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında.
Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.