YUNUS MİRACI:Musibette Açılan Kapı

hasandemir

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
624
Tepkime puanı
1
Puanları
0
YÛNUS AS.’IN KUR’AN-I Kerim’de geçen halleri ve siyeri enbiya ile gelen kıssası malumunuzdur. Yüzbinin üzerinde bir nüfusa sahip olan Ninova şehri, Yûnus as’ın şehirdeki yıllar süren tebliği ve bu tebliğin neticesiz kalışı...

Yine malumdur, Risale müellifi de bu konuyu, ayrıntılarına girmeden hikmet boyutuyla kısaca açtıktan sonra, insanlığın manevi musibetler neticesinde içerisine düştüğü halin, Yûnus as’ınkinden pek farklı olmadığından ve Yûnus as’ın muhtaç olduğu istiğfar ve duaya bu zaman mü’minlerinin daha fazla muhtaç oluşundan bahisler açar. Ki, risaledeki ilgili bahisler ve o bahisler içre gizlenmiş gerçekler çok geceler ruhumu etrafında döndürmüş, kalbimi mahviyetlerle secdeye götürmüştür.

Şimdi o hakikatlerden de, onların anlatımından da uzaklardayım. Zihnim ve kalbim, kendisine isyan ederek kıyama kalkan mahlukatı, zaptu rapt altına alan, aldıran o kelimenin ayrıntılarına kilitlemiş durumda. Peygamberliğin hakikatını ve bir peygamber olarak Yûnus as’ın hallerindeki gizi araladıktan sonra o sihirli sözün tahliline girişmek muradındayım.

Peygamberlik bir taraftan bir yükselme iken, diğer taraftan bir nüzûl, bir tenezzüldür; muhatabiyet, marifet ve muhabbetle Hakka doğru yükselirken, kerem, rahmet ve şefkatle halka doğru bir tenezzüldür o. Herkesin değil, er olanın kârıdır bu yol. O er ki, kalbi muhabbetle arşın altında secdeye giderken ve benliği huzura erişmiş, huzurda mahviyetlerle erimişken, insaniyetten kaynağını alan bir şefkat ve inbisati ruhîden gelen bir kerem ve tevazuyla halk içerisinde görünür. Tek kanatla gidilecek bir yol, geçkin bir kalp, kaçkın bir akılla; ya da, manevi tecrübeden mahrum bir ilim, kuru bir malumatla, hatta vicdanî vecde ulaşsa bile sırrı şefkatten nasipsiz marifetle de gidilecek bir yol değildir.

Bu iki cenahı bir bünyede buluşturabildiği içindir ki, her peygamber seçkindir ve seçilmiştir. Kendilerine zahir ve batın ilimleri bahşedilerek yükseltilmiş ve peygamberlikle yeryüzüne indirilmişlerdir. Hiç bir peygamber korkak, hain, haris ya da basiretsiz olduğu için düşmemiştir musibete. Onlar, dönemlerinin en samimi, en yürekli insanlarıdır. Onlar ki, cevrü cefanın yollarına engel koyamadığı, kuvvet karşısında eğilmekten uzak, tehdit ile yollarından dönmekten azade, zulme karşı sabırlı, ibadette ısrarlı, takvada numune-i imtisal, hak karşısında kör, sağır ve dilsiz değil basiretli ve anlayışlıdırlar...

İşte, Yûnus Nebi de bu tanımlar ve bu tanımlarla sınırlandırılamayacak tüm güzel hasletler dahilinde bir peygamberdi. Ne var ki, bu güzîde insanın anlaşılır bir hal ve kıvamla sunduğu gerçekler anlaşılamamış ve yalanlanmıştı. Aldırmamış anlatmaya ve anlattığı gerçekleri yaşamaya devam etmişti. O anlatmaktan, Ninovalı’lar yalanlamaktan bıkmamışlardı. Nihayet tebliğ, tebliğin gerçek sahibi olan Allah katında kemalini bulmuş, şehir halkı semavi bir azap ve helakle tehdit edilmişlerdi.

Azap va’di yakınlaşıp da helake sayılı günler kalınca, o şefkatli nebi, azabı görmeğe tahammül edemeyeceğini hissedip şehri terketmek üzere yollara düşmüştü, hem de kendisine şehirden ayrılış izni ve halkı hallerine terketme emri gelmeden. İşte bu yüzden, emre itaatsizliği en son ihtimal dahilinde olan, ya da itaatsizlik kendisinden beklenenlerden olmadığı içindir ki, ilk kuşatılan o olmuş, azap şehri kuşatmadan önce Yûnus’u kuşatmış, mahlukat Ninovalı’lara başkaldırmadan önce ona isyan ettirilmişti. Hüzünlerle bindiği gemi, limandan ayrıldıktan bir süre sonra deniz kaynamaya başlamış, sema karanlık bulutlarla sarılmış, afet önce gemiyi, sonra Yûnus Nebiyi kuşatıp hüznünü dehşete ve hayrete çevirivermişti.

Denize atıldıktan veya düştükten sonra yutulduğu balığın karnında söylediği ilk söz müydü o, yoksa en son söz mü bilmiyoruz. Ancak, semayı yırtarak arşa ulaşan ve aleyhine dönen herşeyi lehine çeviren, hiddetle onun üzerinde birleşen mahlukatı teskin ederek itaate getiren sürecin bu sözle başladığını biliyoruz. Öyle bir söz ki, beşer kelamı olmakla birlikte, kelâmullah içerisine kabul edilip, zamanın üstüne çıkarılmış ve asırlar ötesine iletilmişti: “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn!”

Neydi bu kelamdaki derin hakikat ki, melekleri ademe secde ettiren sırra ulaşmış ve mahlukatı Yûnus as’a manen secde ettirip, inkiyad ettirip teskin ettirmiş ve emre itaatsizlik eden bir kulun haline herşeyden mustağni bulunan kudreti ilahiyyeyi ram ettirmişti. Öyle bir söz ki, yalnızca sahibinin selametini değil, şefkatiyle bağlı bulunduğu kavminin de islahını ve istiğfarını; istiğfarlarının kabulu ile, iş semavi azab tehdidine kadar geldikten sonra helake uğratılmayan ilk ve tek kavim olmalarını netice verdirmişti.

Öncelikle “en...” demişti Yûnus Nebi, “Gerçek şu ki...” diyerek başlamıştı sözüne. Bu küçük kelime, bir ayrım, bir netleşme noktasına en kısa yoldan gitmeye hazırlandığının işaretiydi. Sonra da “lâ!” demişti, ateşe atılan İbrahim as. gibi. Hani o ateşe atıldığı esnada, henüz ateşe düşmemişken ve ateşe “İbrahim için serin ve selametli ol!” emri verilmemişken, daha havadayken yanıbaşında zuhur eden ve kendisine “Ey İbrahim, bizden bir dileğin var mıdır?” diye soran Cebrail as. gibi bir meleğe “Sendense, hayır!” diyen İbrahim as. gibi, o da balığın karnındayken mahlukattan yüzünü çevirip “Hayır!” demişti; “Sizden bir dileğim yok..” sonra devam etmişti “ (lâ) ilâhe!” yani, “Bu çevremde bana karşı birleşen mahlukatın kendiliğinden bir kudreti ve ilmi yok. Bunlar ilah değillerdir, bu nedenle muhatap olarak alınamazlar, ki onlardan bir ricam bulunabilsin!” ve devam etmişti Yûnus Nebi “(lâ ilâhe) illâ!” yani “Evet, bu çevremdeki mahlukatın kendileri ilah olamazlar! Ancak, perde arkasında iş gören biri vardır!” ve “Ente!” diyerek tamamlamıştı sözünün birinci bölümünü “Sen! Ey Kadir-i Alim! Gerçek şu ki, İlah ancak Sensin!”

Böylece Yûnus as, özde kendisinden bekleneni ifade ederek, kendisinden beklenmeyen o fiilin bir isyan, bir kalbi terk olmadığını, bir yanılsama, bir sürçme olduğunu ifade ve ilan etmişti. Mahlukat perdesini yırtmış, en tehlikeli bir hal ve en zor bir zamanda, perdesizce, perdeler gerisinde kendini gösteren Zata en doğru bir şekilde muhatap olabilmişti. İşte peygamberlerin ortak hallerinden biriydi Yûnus’un bu hali. En zor zamanda dahi gerçeği görebilecek bir basiret ve takip edebilecek bir yürek sahibi olmak.

Sonra, “Sübhâneke” diyerek devam etmişti sözlerine. “Seni —her türlü çirkinlikten, noksanlıktan ve zulümden— tenzih ederim.” Yani, “Sen zalim değilsin! Bu işin başıma gelmesinde senin bir kusurun veya gadrin sözkonusu değildir. Sen zaten kusurdan ve zulümden münezzehsin!” Küçücük bir kelime söylemişti o, ancak küçük olmakla birlikte kainat kadar muazzam bir sözdü dilinden dökülen. Çünkü, tüm kainatın rahmet ve keremini gösterdiği, adaletini ilan ettiği, en küçük noktalarda bile ciddiyetle iş gören bir Zâtın rahmet, kerem ve adaletini incitmemiş, hakkı sahibine teslim etmişti.

Şu dalaletli zamanın zavallı ve biçare insanları olarak, Yûnus Nebi’nin bu hakperestliğinden alacak ne çok dersimiz vardı. Rahat zamanda O’nu tenzih etmek ne kadar kolaydı. Zor zamanda, hem de başınıza gelen işin O’nun işi olduğundan zerre kadar şüpheniz olmadığı bir netlikte ise, ne zordu böyle küçücük bir kelimenin dilden dökülüşü.

İşi bu noktada da bırakmaşıtı o hakikatli insan. Başına gelen işe, her işi hoşgörmeye meyilli hülyalı bir nazarla da bakmamıştı. Nihayetinde meydanda hoş olmayan bir netice, zalimin net olarak görülemediği bir zulüm, gerçekten karanlık bir sahne vardı. Sahneyi o karanlık vaziyette bırakmamış, söylediği son sözle, gecenin zulümatında ve mevcudatın vahşetinde içerisine düştüğü o hali, gören bir gözün gözbebeğinin aydınlık karanlığına çevirmişti: “innî” “gerçekten ben!”, “innî küntü!” “gerçekten benim, —bu işe sebep— olan!” “innî küntü minezzâlimîn” “—bir başkası değil, Sen hiç değil— gerçekten benim zalimlerden olan!”

Son sözüyle taşı yerine oturtmuş ve adresi doğrultmuştu Hz. Yûnus. Meydanda bir zulüm, karanlık bir netice varsa eğer, bu neticenin sebebi ve dolayısıyla bu zulmün sahibi, yer, gök ve içindekiler, güneşler ve zerreler tarafından adaletine ve rahmetine şahitlik edilen Zât’ı münezzeh değildi. Belki zulmün gerçek sahibi elinden ve dilinden hata ve zulüm eksik olmayan biri, insanın kendisi olabilirdi.

Son olarak Hz. Yûnus “minezzâlimîn” kelamıyla bir gerçeğe daha dikkat çekmişti. Yeryüzündeki zulümlü haller yalnızca kendi durumundan da ibaret değildi ve dolayısıyla zulümlü hallerin sahipleri de birden fazlaydı. O nedenle “ben zalim oldum” değil, “...ben zalimlerden oldum” demişti. Böylece O’nun huzurunda bir kere daha ilan etmişti ki nerede ve hangi zamanda, kimden kime bir zulüm sadır olursa olsun, o zulmün sahibi, cümlenin en başında “lâ!” kaydıyla ifade edilmiş olunan Zât değildi. Zalimler, hakkı takip etmeyerek batıla sebebiyet veren herşeydi ve herkesti. Zâtı Sübhân ise, batıldan da, batıla sebebiyet vermekten de münezzehti.

Nitekim işte, kendisi de işlediği zulümlü bir hatanın neticesinde mahkum olmuştu ve iltica adresi, herşeyden mustağni olduğu halde, herşeye gerçekten hükmü geçen Birinin dergahıydı. Perdeleri yırtarak, “lâ!” kaydıyla, geride bırakılması gereken herşeyi, “Ente!” diyerek muhatap olduğu Zât’a ulaşıncaya kadar geride bırakmıştı Yûnus as. Ve herşeyi geride bırakarak zatına muhatap olabildiği içindir ki, Cenâbı Hak da herşeyi yeniden onun emrine vererek iade-i itibar eylemişti.

Bu haliyle, Tûr dağında Musa gibi, Mîrâc’ta Hz. Muhammed gibi, o da mîrâcını balığın karnında yaşamış ve kendisinden sonrakilere, yaşanan musibetleri birer mîrâca çevirebilmek gibi mübarek nebevî bir miras bırakmıştı,

Yunus Nebi...



Salih Özaytürk
www.karakalem.net
karakalem dergisi
 

Zeynep Özmen

Kevok_84
Katılım
7 Haz 2006
Mesajlar
3,306
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Allah razı olsun yunus A.s.'ın hikayesini okumalıyız ve duasını her zaman yapmalıyız.
 

Amine1

Doçent
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
1,228
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Konum
UZAK DİYARLAR
Rabbİm Razi Olsun Tam Bİr Tevafuk Oldu Bendende Dİn KÜltÜrÜ ÖĞretmenİm Yunus A.s I Hayatini İstemİŞtİ:)
 

okur

Doçent
Katılım
6 Ocak 2007
Mesajlar
603
Tepkime puanı
13
Puanları
0
Kaliteli yazar kalitelidir.Onu bilir onu söylerim.Markaya değil,kaliteye bakacaksın.Kim iyi yazıyorsa onu okuyacaksın..
 
Üst