Yola girene öğütler

Gülzar-ı İrfan

..............
Katılım
24 Eki 2006
Mesajlar
6,736
Tepkime puanı
436
Puanları
0
Mevlânın seçkin kulları gönülleri mevzuunda son derece dikkatli olup gayret göstererek Mevlâ’yı zikir ve tefekkürle sürekli meşgul olmuşlardır. Böylece Hakkın lütfu ile hidayet bulmuş, ondan başkasından uzaklaşıp ayrılarak ebediyyen O’nun huzurunda kalmışlardır.
Kalbin gıdası, Mevlâ’nın muhabbet ve marifetine ulaşmaktır. Zira kalb tabiatının gereği, kendi tasarruf sahibini bulmaktır ve ona candan meyl muhabbet eylemektir.
Kalbin helâki ise Mevlâ’dan gafil olmak ve mâsivâya meyletmektir ve nefsin hevâsına uyup dünya endişesinin derin deryasına dalmaktır.
İşte böyle, zikir ve tefekkürle kalbden, gönülden cehâlet yok olup mâsiva silinir, gönül bütün hastalıklardan helak olmaktan kurtulur. Murâkabe ile dostluk meclisine ve huzura nâil olub, marifetullah ve muhabbetullah ile sonsuz bir hayat bulur. Ama, beden kalbin zarfı ve dış kalıbı olduğundan onu da korumak gerekir. Lakin bedeni gözetmek pek de öyle itina ve dikkat istemez. Asıl hizmet edilmesi gereken gönüldür. Beden asıl değil hizmetçi mevkiindedir.
Bedenin dünyada üç şeye ihtiyacı vardır. Yemek, giymek, barınacak yer bulmak. Bedenin bu üç hakkını ve bunların gerektirdiği şeyleri itidal üzere ve yetecek kadar bedene vermek lazımdır. Ta ki beden korunmuş olsun. Açlık veya mide dolgunluğu ile soğuk veya sıcakta ve diğer işlerinde ifrad ve tefride kaçarak helâk olmasın, ve sıhhatte kalsın ve kalb onunla birlikte kemal kazanabilsin!
Onun için irfan isteklisi kişi, çeşitli yemek ve lezzetlerden kaçınır, renk renk elbiseler giymekten, süslenmekden yüz çevirir ve daima kalbini kötü ahlakdan, havatırdan temiz tutmaya çalışıp güzel ahlak ile süslenme yoluna gider. Kalbin gıdası olan muhabbet ve marifetden rızkını alıb canı hayat bulur. Zira bedenin gıdası kendi haddinden fazla olursa, onu helâk eder. Kalbin gıdası da ne kadar fazla olursa çok daha güzel, çok daha faydalıdır. Çünkü Allah teala bütün kainatı insan için ve insanı da kendisini bilmesi ve sevmesi için yaratmıştır. Öyleyse kim nefsini bilmekle yaratıcısını bilir ve varlığını O’nun muhabbeti yoluna harcarsa şüphesiz o ömrünün tamamını yaratılış gayesi uğruna sarfetmiş ve Allah katında tükenmez bir nimete nail olmuştur. O seçkinlerin de seçkini olup doğruluk otağına yerleşmiştir.
* * *
Şunu iyi bilmelidir ki, asıl keramet Hak celle ve ala hazretlerine garazsız, ivazsız, hiç karşılık beklemeden, tam bir ihlas ve teslimiyet üzere hayatımızın sonuna kadar kulluk vazifemizi îfa eylemekdir.
Hakiki âşık, mâşukundan ne karşılık bekleyebilir? Onun gayreti, himmeti, ister darlık, ister genişlik hallerinde O’nu memnun etmek olmalıdır.
İnsan iyi, hâlis bir niyetle ubudiyet vazifesini ifâ ederken Hak celle ve âlâ hazretleri onu bir çok kerametlerle mükafatlandırır, ziynetlendirir, güzel ahlak verir. Bu bir keramettir. Kalbine, kullara karşı şefkat besleme zevkini tattırır, bu da keramettir. Tevazu, kalb kırıklığı, engin gönül verir, bu da keramettir. Herkesle geçimli olma, afvedicilik, kabahat örtücülük kisvesi giydirir, bu da mühim bir keramettir. Kendisini, Habib-i edîbini, ve diğer bütün sevdiklerini, sevme zevkini verir. Bu ise kerametlerin en büyüğüdür.
Bunların fevkinde, üstünde, kendisini daimi olarak anma zikretme hali verir ki bu da kerametlerin en yücesi, en şereflisidir.
Bizlere düşen hiç kesintiye vermeden gönlümüzü tam manasıyla Rabbımız zü’l-celâl ve’l-kemâl hazretlerine bağlamak olmalıdır.
Kul ulu çınarlar gibi, mâsivaya gönlünü kaptırmadan Kur'an-ı Kerim ahkâmına, sünneti seniyye ittibaına ve evradlarının ulvîliğini idrak edib itina ile devam ettikçe Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücud hazretlerinin inâyeti ile ihlası tezâyüd eder, îkanı tezâyüd eder, tam manasıyla istikamet ehli olur.
Dürüstlükde müstakar bir hal alınca seçilmişlerden olur. Hakiki Hakk aşığı bu seviyeye gelince, gönlünde dünya sevgisi, mal sevgisi halkın kendisine karşı değer vermesi, hürmet göstermesi isteği, riyaset (başolma) sevgisi gibi mezmum sıfatlardan Cenab-ı Hakk’ın izni ile kurtulmuş olur. Böyle bir kulu Rabbü’l-âlemîn hazretleri sever, kullarına da sevdirir. Ancak eğri bâtıl görüşlü olanlar müstesna, onlar sevemezler. Şeytan ve nefislerinin dar görüşleri içinde oldukları için, hatta düşmanlıkları artar.


Sâdık Dânâ(Altınoluk Dergisi)

ALLAHA EMANET OLUN
 
Üst