Yokluk ve felaket yurdu: Dünya!..

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
insanoğlu, dünyada fakir ve rezil olmaktan korkuyor da âhirette fakir, rezil ve rüsvay olmaktan korkmuyor. Halbuki kulun o gün, âhiretlik iyi amellerden fakir düşmesi, daha fazla utanç verici bir şeydir. O halde tutumumuzun çirkinliği meydandadır. Bu durumu İslam büyükleri çok güzel sözlerle ifade etmişlerdir:
Dünya geçimini, yeme ve içmeyi gaye edinmek, nice gafillerin kalbini her çeşit hayırdan alıkoymuştur. Yahya bin Muaz buyurdu ki: “Kulun, sağlığında kendi eliyle bir lira sadaka vermesi, öldükten sonra kendisi namına başkaları tarafından bin lira sadaka verilmesinden daha hayırlıdır.”
Vehb bin Münebbih buyurdu ki: “Biz âdemoğulları aslında Cennetten gelme bir nesiliz. Şeytan bizi aldattı da Cennetten şu yokluk ve felâket yurdu olan dünyaya çıkardı. Akıllı olan, ayrıldığı vatanına dönmedikçe sevinip kanmaz... Kim dünyaya malik olursa yorgun düşer, kim dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.”
Hasan-ı Basrî buyurdu ki: “Kim dünya hakkında sana karşı övünmek isterse, hemen dünyayı onun boynuna vur gitsin.”
Allahü teala Davut aleyhisselama buyurdu ki: “Yâ Dâvûd, İsrâiloğullarına de ki: Bu, nasıl iş? Hem dünyanın fâni olduğunu bilirsiniz, hem de âzâlarınızı dünyalık toplamak için seferber edersiniz?”
Hazreti İsa buyurdu ki: “Dünyayı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın. Zîra dünya hazinelerine sahip olanların muhtelif âfet ve felâketlerle karşılaşmalarından korkulur. Ama Allah’ın hazinelerine sahip olanlar için böyle bir korku bahis mevzuu değildir.”
Peygamber efendimiz, “Önünüzde çok zor ve güç bir yokuş var. Ancak yükü hafif olanlar onu aşabilecektir” buyurunca, bu sırada adamın biri; “Yâ Resûlâllah, ben, yükü hafif olanlardan mı, yoksa ağır olanlardan mıyım?” diye sordu. Peygamberimiz, “Yanında günlük yiyeceğin var mı?” dedi. Adam: “Evet yâ Resûlâllah, yarınki yiyeceğim de var” cevabını verince, Peygamber efendimiz;
“Eğer, yarından sonrasının azığını da yanında saklamış olsaydın, yükü ağır olanlardan sayılırdın” buyurdu.

Hikmetler
Mehmet Oruç
 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
“Benden uzak ol!..”

Allah dostları, dünyaya önem vermezlerdi. Dünyanın ahiret için olduğunu bilirler, hazırlıklarını buna göre yaparlardı. Bu hususta Peygamber efendimizin, “İnsanların bir kısmı ‘Dünya çocuğu’, bir kısmı da ‘Âhiret çocuğu’dur. Siz, ‘Âhiret çocuğu’ olunuz” hadisiyle amel ederlerdi. Enes bin Malik hazretleri anlatır: “Ben, bir gün Resulullâh sallallâhü aleyhi vesellemin huzuruna girmiştim. O, mübarek eliyle bir şeyi defediyordu.
Ben; “Bu defettiğiniz şey nedir, yâ Resulallah?” diye sordum. Buyurdular ki: “Dünya, bana sokulmak istiyor, ben de ona, ‘Benden uzak ol!’ diyorum, yâ Enes!”
Resulullâh efendimiz, bir gün, bir kavme âit mezbelelikten geçerken orada durakladı. Orada bir koyun ölüsü gördü ve yanındakilere hitaben; “Sahipleri bu koyunu, hor ve hakir görürler, değil mi?” buyurdu. Eshab; “Hor ve hakir gördükleri için buraya atmışlar” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, “Allah’a karşı dünyanın hor ve hakirliği, bu koyunun sahipleri yanındaki hor ve hakirliğinden daha fazladır!” buyurdu.
Ebû Hazim dedi ki: “Dünyaya önem veren bir kimse, yarın huzur-i ilâhîde tutulacak ve; “Bu kul, Allah’ın tahkir ettiğini tazim edendir!” denilecek. Utancından yüzündeki etler düşecek. Kalbinde dünya muhabbeti bulunduğu halde “Ben Allah’ı seviyorum!” iddiasında bulunan bir kimse, yalancıdır. Çünkü sevgilinin kerih gördüğünü kerih görmek, sevmenin şartındandır” denilecek.
Vehb bin Münebbih buyurdu ki: “Ey arkadaşlar! Geliniz, insanların, hakkında tövbe etmeyi bıraktıkları bir günahtan tövbe edelim!” Ona, “Nedir bu günah?” diye sormuşlar. O, şu cevabı vermiştir: “Dünyayı sevmek! İleride öyle insanlar gelecek ki, kalblerini tamamen dünya sevgisiyle dolduracaklar. Hattâ dünyaya ve dünya adamlarına tapacaklar!..”
Mâlik bin Dinar hazretleri buyurdu ki: “Allah’ı unutturan sihirbazdan sakının! Bu, dünyadır. Dünyanın sihri, Hârut ve Mârut’un sihrinden daha ileri ve daha çirkindir! Zira onların sihri, karı ile kocanın arasını ayırır. Dünyanın sihri ise Allah ile kulun arasını ayırır!”



 

bulut_bey79

Kıdemli Üye
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
12,118
Tepkime puanı
324
Puanları
0
Konum
istanbul
Web sitesi
3422unitedstates.spaces.live.com
“Öyle zamanlar gelecek ki...”

En çok sıkıntı, Peygamberlere ve onları sevenlere gelmiştir. Adamın biri, Peygamberimize; “Ey Allah’ın Resulü, ben seni seviyorum!” demiş. Efendimiz de buyurmuşlar ki: “Eğer beni seviyorsan, sana hücum edecek fakirlik için bir zırh hazırla! Çünkü fakirliğin beni sevene hücumu, bir sel suyunun döküldüğü yere doğru akışından daha sür’atlidir.”
İsâ aleyhisselâm buyurmuş ki: “Cennet, bütün nimetleriyle rahat ve şehevâttan ibarettir. Cennete ancak dünyada rahat ve şehevâtını terk edenler girecektir!”
Abdullah bin Abbas buyurdu ki: “İleride öyle zamanlar gelecek ki, kişinin bütün himmeti midesi, dini kendi hevâsı, kılıcı da dili olacaktır!”
Allah adamları dünyanın gelip geçici olduğunu bilir, hazırlıklarını sonsuz olan ahiret hayatına göre tanzim ederlerdi. Hâtem’ül-Esam ve arkadaşları hep eski libas giyerler ve üzerlerinde birçok yama bulunurdu. Hazreti Ali, Hazreti Ömer’e dedi ki: “Yâ Ömer, sevdiğin iki arkadaşına kavuşmak istersen, gömleğin ve ayakkabın yamalı olsun! Sofrada doymadan çekil, emelini de kısa tut!”
Ebû Zer-i Gıfari hazretlerinin evinde, abdest almakta kullandığı küçük bir su kabından başka bir şey yoktu. Bir gün kendisine, “Evine birkaç eşya edinsen iyi olmaz mı?” dediler. O şu karşılığı verdi: “Evin sahibi, içinde ikâmet etmemiz için bizi bırakmıyor ki! Bizim bir başka evimiz daha var. Amellerimizin iyilerini oraya göndeririz, inşâallah!”
Abdullah bin Mesud dedi ki: “Resulullâhın Eshabının giydikleri elbiseler, sizinkilerden daha kalın, fakat kalbleri, sizin kalblerinizden çok ince idi! İleride öyle zamanlar gelecek ki, insanların elbiseleri gayet ince, kalbleri ise kalın olacaktır!”
Ebû Ubeyde de şöyle buyurmuştur: “Nice kimseler vardır ki, elbisesini tertemiz tutar da, dinini kirlendirmekten çekinmez!”
Süfyân-ı Sevrî diyor ki: “Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir. Şu zamanda sofralarında helâl ekmek bulunduran âileler, cidden çok azalmıştır.”
Abdullah bin Abbas diyordu ki: “Bir mü’min için helâlinden kazanmak, bir dağı diğer dağın yanına götürmekten daha güç olacaktır!”





----------

Dünyaya geliş sebebimiz

Dünya ve âhiret, insanın iki hâlinden ibarettir: Ölümden önce olup, ama ona çok yakın olana “Dünya” ölümden sonra olana ise “Âhiret” denir.
Dünyadan maksat, âhiret için azık toplamaktır. Çünkü, insan yaratıldığı zaman sade ve noksan yaratılmıştır. Fakat, kemâle gelmek ve meleklerin hâlini kalbine nakşetmek liyakatindedir. Böylece Allahü teâlâya lâyık kul olur. Bu; hidâyete kavuşmak, yahut Allahü teâlânın cemâlini seyredenlerden olur mânâsındadır. Onun nihai saadeti budur. Cenneti budur ve o, bunun için yaratılmıştır. Gözü açılmayınca seyredemez ve O cemâli idrak edemez.
Bu ise mârifetle elde edilir. Allahü teâlânın cemâlinin mârifetinin anahtarı, onun yaptığı, yarattığındaki şaşılacak hâllerin bilinmesidir. Bunun anahtarı, önce insanın duygularıdır. Bu hisler, duygular ancak, su ve topraktan meydana gelmiş bu bedende bulunurlar.
O hâlde, bunun için su ve toprak âlemine düştü. Ancak bu şekilde, bu azığı elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarı ile de, Allahü teâlâyı tanımaya kavuşur. Bu hisler onda olduğu ve faaliyet gösterdikleri müddetçe o kimseye, “Dünyadadır”, derler.
Hislere vedâ edip kendi zâtı ve zâtına ait sıfatları kalınca ona, “Âhirete gitti”, derler. O hâlde insanın dünyada bulunmasının sebebi budur.
Dünyada kalbin gıdası, Allahü teâlâyı tanımak ve sevmektir. Çünkü, her şeyin gıdası tabiî hususiyetine uygun olur. Helâkinin sebebi, Allahü teâlâdan gayrı şeylerin sevgisine dalmaktır. Bedeni, kalb için korumak lâzımdır. Yoksa, beden fânidir, kalb bâkidir.
Hacıyı hacca götüren deve gibi, beden de kalbin binek hayvanıdır. Deve hacıya lâzımdır, hacı deveye değil. Eğer hacca giden bir kimsenin deveyi yanında bulundurması icab ediyorsa, yemini, suyunu, örtüsünü Kâbe’ye varıncaya kadar tedarik etmesi lâzımdır. Bundan sonra onun sıkıntısından kurtulur. Deveye gereğinden fazla zaman ayırırsa, esas işi olan hac vazifesini yerine getiremez.
Demek ki, insana dünyada iki şey lâzımdır: Biri, kalbi öldürücü sebeplerden koruması ve manevi gıdasını tedarik etmesi, diğeri de, bedenini helâk edici, öldürücü şeylerden koruması ve maddi gıdasını elde etmesidir.



 
Üst