Yokluk bir azaptır

AynAlı

Kıdemli Üye
Katılım
16 May 2007
Mesajlar
8,728
Tepkime puanı
1,378
Puanları
0
Yokluk bir azaptır

inancadam.jpg
Evet, yokluk bir azaptır. Bu hususu uzun boylu araştırmaya gerek yok; zindanda doğru dürüst bir hayat yaşanmamasına rağmen yokluğun ne manaya geldiğini zindandakilere sorsanız, ebedî yok olmaktansa, burada ebedî kalmayı tercih ederiz derler.

Ayrıca, yokluğun ne demek olduğunu, idamlık birinin cezasının müebbet hapse çevrilmesi için bin yere başvurmasında ve o anki ruh haletinde görmek de mümkündür. Zira bir idamlık, parmaklıkların arkasında hayatının sonuna kadar yaşamayı, bin defa yok olup gitmeye tercih eder.

Bu konuda hiç unutmadığım bir hadiseyi bir kere daha ifade etmek istiyorum. Edirne'de, genç bir imamken -askerlikten evvel- iki idamlıkta -kanun öyle dediği için ben de aynı tabirle dile getirmek istiyorum- ruhanî reis olarak bulunmuştum. İsmi Rasim olan bir idamlığa, idam edileceği duyurulunca aklını kaçırmıştı. İdam edileceği sırada boynuna gömleği takılırken ben onun yanında bulunuyordum. Boynuna yaftayı asarken adeta kaçacak bir yer arıyordu. Onu o halde görenler davranışlarından aklî muvazenesinin yerinde olmadığını anlamışlardı. Boynunda yaftası ile idam edilmeyi beklerken sadece bir adamın ismini sayıklıyordu. "O gelecek, beni kurtaracak" diyordu. Ben de kendisine bir iki defa yüzüne: "Senin için tek bir yol var, sen artık gidiyorsun, gideceğin yer adına Amentü'yü söylersen kurtulacaksın." demiştim. Fakat o kadar şaşkın bir halde idi ki, beni hiç dinlemiyordu. Sürekli kaçacak bir delik arıyor gibi bir hali vardı. İpi boynuna takarken de mecnun olmasına rağmen halen kaçmak istiyordu.

İkinci bir idamlığın bu son vazifesi de bana verilmişti. Yanına oturdum. Hiç unutmam, gayet mert bir çocuktu. Âmentü'yü yarıya kadar okudu; sonra dili dönmedi. Daha sonra, "abdest alsan" deyince, elini ayağına götürmeye çalıştı ama ayaklarını yıkayamadı. Bu zatın, abdest alırken ayaklarını yıkayamadığını hiç unutmam. Ben kendisine Âmentü'yü tekrar ettirmeye çalışırken bir aralık bazı şeyler mırıldandı. Onu dikkatle dinleyince: "Acaba beni bir kere daha adlî tıbba gönderseniz, belki bana deli derler ve biraz daha yaşarım." dediğini anladım. Ona artık yeniden adlî tıbba gitmenin mümkün olmadığını, meclisin ve reis-i cumhurun kararı imzaladığını söylediysem de idam olmamak ve yaşamak için çırpınıp, kurtulma yolunu arıyordu.

İşte bu hadiseler, yokluğun nasıl bir felaket olduğunu bildirmesi açısından gayet manidardır. Dirilmemek üzere yok olmayı düşünmek insan için bin ölümden beterdir. İhtimal, ehl-i dalâlet ve küfür bile, öldükten sonra binde bir dahi olsa dirilmeye ihtimal veriyorlar ki, vicdanları bir nokta-i istinad buluyor ve bütün bütün hezeyana girmiyorlar. Yoksa sadece dirilmemek üzere kabre girmek düşüncesi bile insanı hayattayken bitirir ve bu meselenin ızdırabı onu daha ölmeden öldürür. Evet, bir insanın bu dünyada öldükten sonra dirilmeyeceğine ve yok olmaya inanması, cehennem azabından daha korkunçtur. Bu inançtaki bir kimseye, öldükten sonra yaşayacağını ama her gün kendisinin sımsıcak hamama sokup çıkarılacağını söyleseler eminim o buna razı olacaktır.

Netice itibarıyla denebilir ki, insan fıtratı yok olmaktansa cehennemî bir hayata dahi rıza gösterecektir.


Fethullah GÜLEN
ZAMAN
15 Ekim 2010, Cuma
 
Üst