Yetiş ya Abdulkadir Geylani !

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Bağdad’a gittiğinde 18 yaşında bulunuyordu. Orada bulunan meşhûr âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti. Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü’l-Vefâ, Ali bin Ukayl, Ebû Hüseyn bin Kâdı Ebû Ya’lâ ve diğer fıkıh âlimlerinden öğrendi. Hadîs ilmini; Hasen-i Bâkıllânî, Ebû Sa’îd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Ca’fer, Ebû Kâsım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah İbni Mübârek, Ebü’l-İzz Muhammed bin Muhtâr, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ ve diğer hadîs âlimlerinden öğrendi. Tasavvuf ilmini ise; babası Ebû Sâlih hazretlerinden, Şeyh Ebû Sa’îd Mahzûmî’den ve Hammâd-i Debbas’tan almıştır.


İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, va’z ve ders vermeye başladı. Hocası Ebû Sa’îd Muharrimî’nin medresesinde verdiği dersleri ve va’zları, çok büyük bir alâka ile ta’kib edilirdi. Onu dinlemek üzere toplananlar o kadar kalabalık olurdu ki, medreseye sığmaz sokaklara taşıp, çevresini de doldururdu. Bu sebeble, onun ders verip sohbet ettiği, bu medresenin çevresinde bulunan evler de medreseye ilâve edilmek sûretiyle genişletildi. Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu. Zengin olanlar para vererek, fakir olanlar ise bizzat çalışmak sûretiyle yardım etmişlerdir. Hattâ bir kadın, kocasından alacağı olan mehir bedelini, kocasının orada çalışması şartıyla ödenmiş kabûl etti. Onun derslerine devam edenler arasında, pekçok âlim ve sâlih yetişti. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten sonra, ders ve va’z vermeyi bırakıp, inzivâya çekildi, yalnızlığı tercih etti. Daha sonra sahralara çıktı. Bağdad’ın Kerh harabelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini, ibâdet, riyâzat ve mücâhede ile geçirmeye başladı. Buyurdu ki: “Yirmibeş yıl kadar, yalnız başıma sahralarda dolaştım. Kırk sene, yatsı namazından sonra, sabaha kadar Kur’ân-ı kerîm okudum. Bir gece, nefsim uyumak istemişti. Fakat, nefsimin bu isteğine i’tibâr etmedim. Kırk gün oruç tutup, sonra iftar ettim.” Yine şöyle anlatmıştır: “Münâcaatta idim. Yanıma birisi geldi. Kendisini tanımıyordum. Arkadaş olalım dedim. Fakat muhalefet etmemek şartıyla dedi. Muhalefet etmem dedim. Burada bekle, geleceğim dedi. Gitti, bir yıl sonra geldi. Aynı yerde onu bekliyordum. Bir müddet beraber oturduk. Kalktı gitti. Ben gelinceye kadar buradan ayrılma dedi. Yine bir sene bekledim. Geldi. Yanında ekmek ve süt getirdi. Ben Hızır’ım, bunları sana getirmemi söylediler ve “Kalk, Bağdad’a hareket et!” buyurdu. Beraber Bağdad’a gittik.” Yine bir hâlini şöyle anlatmıştır: “Yıllarca bir yerde durdum. Allahü teâlâya söz verdim, bana birisi yedirmeyince birşey yemeyeceğim dedim. Lokma lokma ağzıma koymazlarsa ve su vermezlerse, kendim yiyip içmeyeceğim dedim. Ve kırk gün yemedim. Kırk gün sonra birisi geldi. Bir parça yiyecek getirip, gitti. Nefsim yemeğe saldıracak gibi oldu. Çok acıkmış olduğum hâlde, Allahü teâlâya verdiğim sözü bozmayacağım dedim, içimden feryâd eden bir ses duydum. Açım, açım diyerek inliyordu. Aniden yanımda Şeyh Ebû Sa’îd Mahzûmî göründü. Bu sesi duyup, “Ey Abdülkâdir, bu ses nedir?” dedi. “Bu, nefsimin ızdırabıdır. Rûhum rahat ediyor. Rabbimi murâkabededir” dedim. “Bizim eve buyur” dedi. Nefsime, buradan ayrılmayacağım dedim. O sırada Hızır aleyhisselâm geldi. “Kalk, Ebû Sa’îd’in huzûruna git!” dedi. Kalkıp gittim. Ebû Sa’îd, evinin kapısında durmuş beni bekliyordu. “Ey Abdülkâdir, benim dediğim kâfi gelmedi de Hızır’ın söylemesini mi bekledin?” dedi. Beni içeri aldı. Hazırladığı yemeği, lokma lokma ağzıma koydu. Doydum. Sonra bana icâzet ve hilâfet verdi.”
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,920
Tepkime puanı
2,066
Puanları
113
Konum
Mars
Bunların hepsi vahiy ile elçi tarafından tebliğ edilmiş ve kitap halinde insanlığa bir uyarı bir müjde olarak zamana ve mekana yayılmıştır.

Allah 'ın vahyi eksik mi? abdulgeylani tamamlıyor.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, Bağdad’daki derslerine ve va’zlarına ara verip, bir müddet yalnızlığı tercih ettikten sonra, tekrar ders, va’z ve fetvâ vermeye başladı. Pek meşhûr oldu. İnsanlar her taraftan onun sohbetine koşuştular. Âlimler, sâlihler toplanmıştı. Daha önce ders verdiği medresenin genişletilme işi, 528 (m. 1134) senesinde tamamlandı. Ders ve sohbetlerini bu medresede verdi. Oğlu Abdülvehhâb şöyle anlatmıştır: “Babam, haftada üç vakit ayırmıştı. Bu vakitler; Cum’a sabahı. Salı akşamı ve Cumartesi sabahı idi. Bu zamanlarda, bütün âlimler, sâlih kimseler toplanır, onun va’zlarını ve sohbetlerini dinler idi. Bu hâl kırk sene böyle devam etti. Ayrıca, kendi medresesinde de otuzüç sene müddetle talebelere ders verdi. Sohbetlerinde ba’zan birkaç kişinin, coşarak kendinden geçip vefât ettiği vâki olmuştur. Sohbetlerini dörtyüz kişi yazardı. Bunlar, ba’zan kalabalığın çokluğu sebebiyle birbirinin sırtlarında yazarlardı.” Onüç çeşit ilim ve fende ders vermiştir. Ayrıca isteyenlere, tefsîr ve hadîs dersleri de verirdi. Akşam ve sabah vakitlerinde usûl ve nahiv dersleri, öğleden sonra da kırâat dersleri yapılır, Kur’ân-ı kerîm okunurdu. Konuşması gayet net ve pek te’sîrli idi. Kalbi katı bir kimse, onu görse kalbi yumuşar, korku ve heybet hissederdi. Ders ve sohbetlerinde bulunanlar, sessiz ve büyük bir te’sîr altında anlatılanları dinlerlerdi. Dinlemeye gelenler, yakında da olsa, kalabalık sebebiyle çok uzakta da otursa, sesini hepsi aynı derecede işitirlerdi. Birisi onu görse, derhal te’sîri altında kalır, mübârek bir zâtı gördüğünü hissederdi. Cum’a günleri câmiye giderken halk sokaklara toplanır, bereketlenmek için görmek isterlerdi. Kendisinden fetvâ isteyenlere, gayet açık ve doyurucu cevaplar vererek müşkillerini hallederdi. Altıyüzelli talebesi vardı. Hergün onlara ders verir, okutur, kalemi olmıyana kendi kaleminden verirdi. İntisâb için gelene, kendi eliyle, mübârek silsileyi yazardı. Ehl-i sünnet i’tikâdını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Misâfırsiz gece geçirmezdi. Zaîflere yardım eder, fakirleri doyururdu. Talebesinin çeşitli suâllerini cevaplandırırken hiç kızmazdı. Onlara karşı son derece sabırlı idi. Yanında oturanlarda: “Ondan daha kerîm ve lütufkâr kimse olamaz” kanâati hâkim olurdu. Ahbâblarından biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alâkasını muhafaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Köleleri satın alıp, azâd ederdi. Verdiği sözü tutar, kimseye karşı kötülük düşünmezdi. Anbarında, halâlden kazandığı buğday bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi: “Yemek istiyen, ekmek istiyen, yatmak istiyen kimse yok mu? Gelsin!” Kendisine hediye gelse, yanında bulunanlara dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Siz şimdi seçim zamanı sandıklarda oylar sayılırken, yetiş yaaaaa geylani deyin de geylani size 400 milletvekili versin; ohhh mis gibi. Bu geylani de maşallah ne istersen yapıyor.

Bunlar sizin iftiranız. Söylenmemiş şeyler üzerinden kendi kendinize fanteziler üretiyorsunuz. Evvela siz Fetullah Gülen'e bir bakın, kendi kerametlerine, kendi kendine neler anlattığına.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Allâme İbn-i Neccâr Cübbâî şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Bütün amelleri inceledim, yemek yedirmek ve güzel ahlâktan daha iyi birşey bulamadım. Bütün dünyâ bana verilse, hiçbir fakîr bırakmam, hepsini doyururum. Şu ânda bana bin altın verilse, bir gece bile bekletmeden tasadduk ederim.”


Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazîfeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya çıkar, Ceddi Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve selem) uyarak, ev için lüzumlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyârete gelenlere saygı gösterir, tevâzu ederdi. Çok günler, et ve yağ yemezdi. Birgün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler. Çarşıya gidip, herbirinin istedikleri şeyleri satın alıp, getirip çocuklara verdi. Gönüllerini hoş etti.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Hergün gizli ve açık çeşitli kerâmetleri görülürdü. “Harikulade ve kerâmet, ancak bir hayır ve hikmet için gösterilir, kerâmetini gizlemiyen dünyâya düşkündür”, “Bana mürîd olan, yahut evlâdımdan ve halîfelerimden hilâfet alıp, kerâmet derecesine ulaşıp, maksadsız kerâmet izhâr edenin yüzü, iki dünyâda kara olur” buyururdu.


Oğlu Seyyid Yahyâ hastalandığında, eliyle buğday öğütüp, ekmek pişirir, omuzunda güğümle su taşırdı.


Hergün bin rek’at namaz kılar, Müzzemmil ve Rahmân sûrelerini okurdu, İhlâs sûresini okuyunca, yüz defadan az okumaz, her farz namazından sonra hatime devam ederdi. Gündüzleri ayrıca pekçok duâ okurdu.


Asrının meşhûr âlimlerinden Şeyh Mûsâ Zevlî, oğlu ile birlikte hacca giderken Bağdad’a uğramıştı. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine öyle bir hürmet ve saygı göstermişti ki, o zamana kadar hiç kimseye böyle yapmamıştı. Oğlu bu hâlinin sebebini sorunca, “Şeyh Abdülkâdir bizim zamammızdaki insanların hayırlısıdır. O evliyânın ve âriflerin efendisidir. Huzûrunda, meleklerin bile edeble durduğu bir zâttır. Elbette hürmet göstermemiz lâzımdır” dedi. Ebû Sa’îd Kilevî şöyle anlatmıştır: “Ben, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin meclisinde iken, Resûlullahı ( aleyhisselâm ) ve enbiyâyı gördüm. Melekler onun meclisine gelmek için bölük bölük gök yüzünden inerlerdi. Bir defasında da Hızır aleyhisselâmı görmüştüm. Her kim dünyâda felah bulmak ve saadete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir’in meclisine devam etsin buyurmuştu.”


Ebü’l-Hasen Ali el-Mukrî, İbn-i Kudâme’den naklen şöyle söylemiştir: “561 (m. 1166) yılında Bağdad’a girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini ilmin zirvesine yükselmiş olarak gördük. O, ilmi ile amel ediyor, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar veriyor, ihtirâs sahibi olan kimselere karşı sabır ve metanet gösteriyordu. Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sâhib idi. Onun gibi bir zâta daha hiç rastlamadık.”
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
İbrâhim bin Sa’d ed-Dârî şöyle demiştir: “Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri âlim elbisesi giyer, süslenir ata binerdi. Kürsiye çıkıp konuşurdu. Konuşması serî, açık ve seçik olup, gayet güzel anlaşılırdı. Konuştuğu zaman dinlenir, birşey emrettiğinde emri derhal yerine getirilirdi. Kalbi katı olan biri onu görse, derhal kalbi yumuşardı.”


Abdullah el-Cübbâî, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin şöyle buyurduğunu nakletmiştir. “Her halükârda, dâima irşâd vazîfesi yapıyordum. Din hakkında konuşup anlatmasam, boğazım tıkanacak, boğulacak gibi olurdum. Va’z ve nasihat yaparken, önceleri yanımda birkaç kişi bulunurdu. Fakat daha sonra, halk duyunca kalabalıklaştı. Bulunduğum yer, gelenleri almaz oldu. Bâb-ül-Hibe’deki mescide gittim. Halk peşimi bırakmadı. Orada irşâd hizmetine devam ettim. Gelenler çok kalabalık olduğu için, dışarıya büyük ve yüksek bir kürsi koydular. Oradan va’z etmeye başladım. Halk, geceleri ellerinde kandiller ile toplanırlar, anlattıklarımı can kulağı ile dinlerlerdi. Daha sonra, burası da gelenlerle dolup taştı. Artık cemâati almaz oldu. Bu defa, büyük bir tepe üstüne bir kürsi koydular, orada va’z ve nasîhat ettim. İnsanlar, akın akın oraya toplandı. Atlar üzerinde gelip, beni aşk içinde dinlediler. Gelenler, ekseriya binlerce kişi olurdu.”


Müerric bin Benhan şöyle anlatmıştır: ilimdeki şöhreti, keşf ve kerâmetleri her tarafa yayılıp duyulduktan sonra, yüz kişilik bir grup âlim, onu tecrübe etmek istemişlerdi. Herbiri ayrı bir suâl hazırlayıp sormak üzere Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin huzûruna geldiler. Onlar huzûruna gelince, öyle bir galeyana geldi ki, göğsünden nûrdan şimşekler ve kılıç gibi şeyler saçılmaya başladı. Suâl sormaya gelenler, hayret ve ızdırab içinde feryâd etmeye başladılar, öylesine bir inilti çıkardılar ki, işitenler zelzele oluyor zannetti. Sonra suâl hazırlayanların her birinin göğsüne basarak, “Senin suâlin şudur, cevâbı da şudur” buyurarak, hepsinin suâllerini cevaplandırdı. Daha sonra ben o âlimlerin herbirine, “Bu hâdisede size neler oldu?” dedim. “O anda, bildiğimiz herşeyi unutmuştuk. Göğsümüze basınca hatırladık. Bilmediğimiz birçok şeyi de öğrendik” dediler.


Abdulkâdir-i Geylânî hazretleri, asrının en meşhûr âlimi ve mürşid-i kâmili idi. İnsanları rüşd ve hidâyete kavuşturmuş, nice gönüller onun feyizleriyle nurlanmıştır. Onun huzûrunda beşyüz yahudi ve hıristiyan müslüman olmuş, binlerce günahkâr onun sohbetleri sebebiyle tövbe etmiştir.


Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehiddi. Önceleri Şafiî mezhebinde iken, Hanbelî mezhebinin ortadan kalkmak üzere olduğunu görerek, Hanbelî mezhebine geçti. Böylece bu mezheb yayıldı. Tasavvufda en yüksek dereceye ulaşmıştır. Tasavvuf ilminde ve hâllerinde, yüksek derecede âlim ve büyük bir mürşid-i kâmil idi. Kadirî tarikatının kurucusu ve mürşididir.


Tasavvuf; bir müslümanın İslâm ahlâkı ile ahlâklanması için lâzım olan bilgileri ve yolları öğreten ilimdir. Tıb ilmi, beden sağlığına âit bilgileri öğrettiği gibi, tasavvuf ilmi de, kalbin, rûhun kötü huylardan kurtulmasını öğretir. Kalb hastalığının alâmetleri olan kötü işlerden uzaklaşdırıp, Allah rızası için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlar. Zâten dînimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra öğrendiklerine uygun iş ve ibâdet yapılmasını ve bütün bunların da Allah rızâsı için olmasını emrediyor. Kısaca din; ilim, amel ve ihlâstan ibârettir, insanın ma’nen yükselmesi, dünyâ ve âhıret saadetine kavuşması, bir uçağın uçmasına benzetilirse, îmân ile ibâdet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi ya’nî benzinidir. Maksada ulaşmak için, uçak elde edilir. Ya’nî îmân ve ibâdet kazanılır. Harekete geçmek için de, kuvvet, ya’nî tasavvuf (ahlâk) ilminin yolunda ilerlemek gerekir. Tasavvufun iki gayesi vardır. Birincisi; îmânın vicdânîleşmesi, ya’nî kalbe yerleşmesi ve şüphe getiren te’sîrlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delîl ve isbât ile kuvvetlendirilen îmân böyle sağlam olmaz. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde Ra’d sûresi 28. âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: “Kalblere îmânın sinmesi, yerleşmesi, ancak ve yalnız zikr ile olur.” Zikr; her işte ve her harekette Allahü teâlâyı hatırlamak, O’nun rızâsına uygun iş yapmak demektir. Tasavvufun ikinci gayesi; fıkıh ilmi ile bildirilen ibâdetlerin seve seve kolaylıkla yapılmasını ve nefsi emmâreden doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir, ibâdetlerin kolaylıkla seve seve yapılması ve günah olan işlerden de nefret ederek uzaklaşılması, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür. Tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaybden haber vermek, nûrlar, rûhlar ve kıymetli rü’yâlar görmek için değildir. Tasavvuf ile elegeçen bilgilere, ma’rifetlere, bilgilere ve hâllere kavuşmak için, önce îmânı düzeltmek, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenip, bunlara uygun iş ve ibâdet yapmak lâzımdır. Zaten bu üçünü yapmadıkça, kalbin tasfiyesi kötü huylardan temizlenmesi, nefsin tezkiyesi, terbiye edilmesi mümkün değildir. Tasavvuf bilgileri mürşid-i kâmiller tarafından öğretilir. Mürşid-i kâmil, yol gösteren, rehberlik eden yetişmiş ve yetiştirebilen âlimdir. Böyle olan âlimlerin, belli usûllerle gösterdikleri bu yollara tarikat denilmiştir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de büyük bir mürşid-i kâmil olup, onun insanları saadete kavuşturmak için tasavvufta ta’kib ettiği usûllere ve gösterdiği yola, “Kâdiriyye tarikatı” denilmiştir.
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,920
Tepkime puanı
2,066
Puanları
113
Konum
Mars
Evvela siz Fetullah Gülen'e bir bakın,

Konu bu değil ki!! Bir başlık açın onuda tartışalım

şimdi asıl meseleye gelelim

seni duyan kim? Allah kuluna yetmiyor mu? Allah kullarının çağrısına cevap vermiyor mu?

Dünyada olduğu gibi başkanlık sistemi mi var?
 

Zülkarneyn-23

Doçent
Katılım
7 Kas 2013
Mesajlar
556
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Bunlar sizin iftiranız. Söylenmemiş şeyler üzerinden kendi kendinize fanteziler üretiyorsunuz. Evvela siz Fetullah Gülen'e bir bakın, kendi kerametlerine, kendi kendine neler anlattığına.

Fethullah en azından yaşıyor. Geylani ölmüş gitmiş. Yetiş yaaaa geylani, bana biraz borç para ver desem veremez. Ama Fethullah amcaya bana borç ver desem verir, en azından canlı insan. Ölmüş gitmiş adamı çağırınca sana gelecek tek şey vardır, o da şeytan !
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Ey oğul!Seni ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olma, ilgilendiren şeylerle meşgul ol.Abdülkadir Geylani (k.s)
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Şeytanın sana karşı kullanabileceği silahların en güçlüsü insanlardır. / Abdülkadir Geylani (k.s)
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,920
Tepkime puanı
2,066
Puanları
113
Konum
Mars
Hani Lukman oğluna -öğüt vererekdemişti ki; 'Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.'
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,920
Tepkime puanı
2,066
Puanları
113
Konum
Mars
'Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah latif olandır, (her şeyden) haberdardır.'
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ عِبَادٌ أَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum fed’ûhum felyestecibû lekum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).

1.inne ellezîne: muhakkak ki onlar
2.ted'ûne: dua edersiniz
3.min dûni allâhi: Allah'tan başka
4.ıbâdun: kullar
5.emsâlu-kum: sizin gibi
6.fed'û-hum (fe ud'û-hum): öyleyse onları çağırın
7.fe li yestecibû: o zaman icabet etsinler
8.lekum: size
9.in kuntum: eğer siz ... iseniz
10.sâdıkîne: sadıklar, doğru sözlüler

Allah'tan başka çağırıp, yakardığınız, sığındığınız dua ettiklerinizin hepsi, sizler gibi yaratılmış kullardır. Eğer sözünüzde sadıksanız haydi onları çağırın da dualarınıza icabet etsinler!
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,920
Tepkime puanı
2,066
Puanları
113
Konum
Mars
'İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.'
 

adams77

Kanalizasyoncu
Katılım
14 Haz 2013
Mesajlar
25,920
Tepkime puanı
2,066
Puanları
113
Konum
Mars
15. “Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.”
16. (Lokmân, öğütlerine şöyle devam etti:) “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”
17. “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”
18. “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”
19. “Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!”
20. Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi? Yine de insanlar arasında, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışıp duranlar vardır.
21. Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?
22. Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Allah meydan okuyor, Haydi çağırın da görelim!

Dünyada en azılı işkence zulüm altındaki milletler müslüman milletleriyken bu söylenenler ne kadar ironik, trajikomik.

Allah'ın açık vahiy ile bildirdiği haberlerine rağmen Allah'ın dunundan aşağısından berisinden yarattığı aciz kullarına yakarıp imdat edenler, Sadece Allah'a ait rabliği kulları ile kendisi arasında pay ediyorlar.
Hakkı hak sahibinden alıp haksıza zemmediyorlar ki bunun adı zulümdür.
Kime zulmettiğinize dikkat edin, Şirk en büyük zulümdür çünkü en büyük makama zulmediyorsunuz.
 

Zülkarneyn-23

Doçent
Katılım
7 Kas 2013
Mesajlar
556
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Cübbeli ne diyordu:

Allah ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü. Demek ki Allah haşa bizim Mahmutmuş.

Mahmuttan Allah yapan, geylaniden de Allah yapar.

Peygamberler peygamberi Hz. Muhammed (sav), şu anda içinde bulunduğumuz ahir zamanda bir çok kafir şeyhin, müslümanları yoldan çıkaracağı uyarısında bulunmuştur.
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Cübbeli ne diyordu:

Allah ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü. Demek ki Allah haşa bizim Mahmutmuş.

Mahmuttan Allah yapan, geylaniden de Allah yapar.

Peygamberler peygamberi Hz. Muhammed (sav), şu anda içinde bulunduğumuz ahir zamanda bir çok kafir şeyhin, müslümanları yoldan çıkaracağı uyarısında bulunmuştur.

Cİnlerle iletişime geçtiğinde bu konuyu onlara hiç sordun mu?
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Cübbeli ne diyordu:

Allah ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü. Demek ki Allah haşa bizim Mahmutmuş.

Mahmuttan Allah yapan, geylaniden de Allah yapar.

Peygamberler peygamberi Hz. Muhammed (sav), şu anda içinde bulunduğumuz ahir zamanda bir çok kafir şeyhin, müslümanları yoldan çıkaracağı uyarısında bulunmuştur.

Fetullah canlı da Mahmud efendi vefat mı etmiş oldu şimdi. Kainat fetullah gülen için dönerken sorun yok da başka yerlerde mi sorun var?
 
Üst