Yeni Mesaj'dan Aziz Karaca'nın makalesi:
”Adam Amerika’da oturuyor ama bütün fetvaları direkt veya dolaylı olarak Türkiye ile ilgili.
Ocağının başında oturduğu ülkenin yapıp ettiklerine dair, devirdiği çamlara dair, yaktığı ülkelere, yıktığı yuvalara dair bir fetvasını işitmedik.
Amerikan müftüsünden bugüne kadar hiç duydunuz mu ki, geçsin kameranın karşısına da bir kez olsun Amerika’nın Afganistan’da, Irak’ta işlediği cinayetleri eleştirsin.
Siyasete asla ve kata karışmadığı söylenen sayın müftünün gırtlağına kadar iç ve dış siyasetin içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır.
Anayasa değişikliği paketinin “made in USA” bir paket olduğu sayın müftünün ilginç çıkışı ile bir kez daha belgelenmiş oldu.
AB sözcüleri “evet”çiler arasında.
Amerikan yetkilileri “evet”çiler arasında idi, şimdi bir de Amerikan müftüsü “evet”çilerden olduğunu ilan etti.
Hem de ne ilan etmek…
Eşiktekini-beşiktekini, makberdekini-mezardakini ayağa kaldırıp yollara dökerek hem ölülerden hem de dirilerden “evet” toplamak için seferber etmeyi düşünecek ve dillendirecek kadar… Sayın müftünün bu gayreti, bu celadeti ve de cevvaliyeti ocağının başında oturduğu ülkenin direktiflerinden ve dahi menfaatlerinden mütevellit olmasın sakın?..
Ne bilelim, ocağının başında oturduğu ülkenin organizesindeki haçlı işgal orduları Irak’ta bir buçuk milyon Müslüman’ı katlederken sayın müftünün servi boyunu gören olmadığı gibi sesini-soluğunu duyan da olmadı.
Her sıkıştığında derhal imdadına yetiştiği AKP iktidarı tarafından ülkenin bütün yer altı ve yer üstü zenginlikleri haraç-mezat satılırken de karşıt her hangi bir fetvasını işitmedik. Yoksa, yok pahasına alıcıların çoğu, ocağının başında oturduğu ülkenin şirketleri miydi?
Sayın müftünün bir dediğini iki etmeyen, her dediğini emir telakki eden bağlılarının,seçmen listelerine köylerindeki-kentlerindeki mezarlık nüfuslarını da ilave etme ihtimalleri karşısında Yüksek Seçim Kurulunu şimdiden uyarıyoruz.
Ya, önceki seçimlerde de bu metot uygulandı ise?”
Yine Yeni Mesaj'tan M.Emin Koç da Fethullah Gülen'i eleştirdi:
”Türk milletinin yüzde 70’ini aşkın çoğunluğu, AKP’nin paketine karşı “hayır” üzere ittifak etmiş görünüyor. Doğal olarak kamuoyu yoklamalarına bu tablo yansıyor. Öyle ki, AKP, kendi internet sitesinden anketi kaldırmak durumunda kalıyor.
Görünen şu ki, Başbakan R. T. Erdoğan, son kertede kendisi gibi gömlek değiştirmiş SP’li yeni “evet”çi yamağı Numan Kurtulmuş ile yalnız kaldı. Erdoğan’ın gerginliği, konuşmalarında açığa çıkıyor, yüzüne–sözüne vuruyor.
Erdoğan, hemen burnunun dibinde 28 Şubat ve 27 Nisan e–muhtırasının ve mimarlarının hesabı dururken; referandumu, halk nezdinde 12 Eylül ihtilalının rövanşına çevirmeye çalışıyor. Ağlıyor, gözyaşı döküyor; her türlü tiyatral vaziyete bürünüyor.
..........
.........
......
Gülen ve ekibi, hiçbir zaman siyasetle uğraşmaz, siyasete bulaşmaz; başları sağ alta yapışık elleri böğürlerindeki bağımlıları, halka öyle yansıtıyorlar. Zaman zaman en üst üstatları gibi, siyasetten Allah’a bile sığınıyorlar. Lakin Amerika’da halvete çekilen Gülen, tam yerine rast geldiğinde “vaziyetten vazife çıkartarak veya çıkartılarak” siyasetin göbeğinde zuhur ediyor. Nitekim Mavi Marmara olayında, İsrail haklıydı, ondan izin alınmalıydı, çıkışı yapıyor. Benzer çıkışını 12 Eylül referandumu için sergiliyor, ölüleri ayağa kaldırmaya bile kalkışıyor. Bu demektir ki, paket ölü bir pakettir; paketin “evet” oranı, işin “ölülere kaldı”ğının göstergesidir,
Gülen’in “ölüleri ayağa kaldırma” mesajı, hermenötik perspektiften de okunabilir. Mesela, geçen seçimin sandık kayıtları ve bilgisayarlara aktarımları üstünde yaşanan mühendislikler ve spekülasyonlar göz önüne alındığında, “kabristandaki ölü”leri ayağa kaldırma mesajının, politik–hermenötik bir şifre taşıdığı söylenemez mi? Mühür kimde ise Süleyman odur; dolayısıyla öyle olsun ki, kabirdeki ölüler bile oy kullansın, kullandırılsın, ne olursa olsun sandıktan “evet” çıkartılsın, demek olmaz mı?!
YSK ve hakimler, sandıkları, bu hermenötik tuzaktan korumalıdır, diye düşünüyorum.
...............
...........
Şöyle diyordu Gülen: “Oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu… Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu…
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz” (Fethullah Gülen, Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21).
Zamane şakirtlerden Faruk Mercan’ın anlattığına göre Gülen, 12 Eylül’de güya “arananlar listesi”nde bulunmasına rağmen 1 gün bile içeri alınmadı, cezaevine konmadı. 6 yıl arandı, arananlar listesinde ismi vardı; kendisini kimse bulamadı. Gülen, Türkiye’yi gezdi dolandı, sohbet etti, vaaz verdi. 6 yıl sonra Özal tarafından re’sen dosyası kapatıldı.
Gülen ve ekibiyle de röportajlar yapan Mercan, kitabında şunları anlatıyor: “12 Eylül dönemiydi ve Fethullah Gülen, gözaltına alınması gerekenler listesindeydi… İzmir’deki Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Fahrettin İçmiz Gülen’i tanıyordu. Fakat 12 Eylül 1980 ihtilalinden kısa süre önce bu komutan Ankara’ya tayin oldu. Bu komutanın İzmir’den ayrılması Gülen için sıkıntılı bir dönemin başlangıcı oldu. Çünkü İzmir’deki bir tugay komutanı olan Tuğgeneral Hayri Terzioğlu Gülen’e karşı önyargılıydı ve ihtilal gecesi kaldığı eve baskın düzenledi. Böylece ihtilalin ertesi günü Sıkıyönetim emri ile aranan bir kişi durumuna düşen Gülen, ihtilal şartlarında uzun süre cezaevinde kalırım endişesiyle teslim olmadı. Ankara’da Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık’ın yardımcısı Tuğgeneral Hasam Sağlam devreye girdi ve Gülen için İzmir’deki komutan Terzioğlu’nu aradı. Ancak daha sonra tümgeneralliğe terfi eden Terzioğlu’nun Gülen’e karşı tutumunda bir yumuşama olmadı… Böylece altı yıl boyunca aranan Gülen bu süreçte hep Türkiye’deydi, hiç yurtdışına çıkmadı. Nihayet 12 Ocak 1986 günü Burdur’da, gözaltına alındı. Bunun üzerine dönemin Başbakanı Turgut Özal devreye girdi. Özal’ın, ‘Memlekette hala sıkıyönetim mi var. Bir suçu varsa mahkemeye sevk edilsin, suçu yoksa serbest bırakılsın’ demesi üzerine bir gece Burdur Emniyeti’nde gözaltına alınan Gülen ertesi gün İzmir’e götürülüp serbest bırakıldı.” (Bkz. Faruk Mercan, Fetullah Gülen, Doğan Kitap Yay., İst).
”Adam Amerika’da oturuyor ama bütün fetvaları direkt veya dolaylı olarak Türkiye ile ilgili.
Ocağının başında oturduğu ülkenin yapıp ettiklerine dair, devirdiği çamlara dair, yaktığı ülkelere, yıktığı yuvalara dair bir fetvasını işitmedik.
Amerikan müftüsünden bugüne kadar hiç duydunuz mu ki, geçsin kameranın karşısına da bir kez olsun Amerika’nın Afganistan’da, Irak’ta işlediği cinayetleri eleştirsin.
Siyasete asla ve kata karışmadığı söylenen sayın müftünün gırtlağına kadar iç ve dış siyasetin içinde olduğu da gözden kaçmamaktadır.
Anayasa değişikliği paketinin “made in USA” bir paket olduğu sayın müftünün ilginç çıkışı ile bir kez daha belgelenmiş oldu.
AB sözcüleri “evet”çiler arasında.
Amerikan yetkilileri “evet”çiler arasında idi, şimdi bir de Amerikan müftüsü “evet”çilerden olduğunu ilan etti.
Hem de ne ilan etmek…
Eşiktekini-beşiktekini, makberdekini-mezardakini ayağa kaldırıp yollara dökerek hem ölülerden hem de dirilerden “evet” toplamak için seferber etmeyi düşünecek ve dillendirecek kadar… Sayın müftünün bu gayreti, bu celadeti ve de cevvaliyeti ocağının başında oturduğu ülkenin direktiflerinden ve dahi menfaatlerinden mütevellit olmasın sakın?..
Ne bilelim, ocağının başında oturduğu ülkenin organizesindeki haçlı işgal orduları Irak’ta bir buçuk milyon Müslüman’ı katlederken sayın müftünün servi boyunu gören olmadığı gibi sesini-soluğunu duyan da olmadı.
Her sıkıştığında derhal imdadına yetiştiği AKP iktidarı tarafından ülkenin bütün yer altı ve yer üstü zenginlikleri haraç-mezat satılırken de karşıt her hangi bir fetvasını işitmedik. Yoksa, yok pahasına alıcıların çoğu, ocağının başında oturduğu ülkenin şirketleri miydi?
Sayın müftünün bir dediğini iki etmeyen, her dediğini emir telakki eden bağlılarının,seçmen listelerine köylerindeki-kentlerindeki mezarlık nüfuslarını da ilave etme ihtimalleri karşısında Yüksek Seçim Kurulunu şimdiden uyarıyoruz.
Ya, önceki seçimlerde de bu metot uygulandı ise?”
Yine Yeni Mesaj'tan M.Emin Koç da Fethullah Gülen'i eleştirdi:
”Türk milletinin yüzde 70’ini aşkın çoğunluğu, AKP’nin paketine karşı “hayır” üzere ittifak etmiş görünüyor. Doğal olarak kamuoyu yoklamalarına bu tablo yansıyor. Öyle ki, AKP, kendi internet sitesinden anketi kaldırmak durumunda kalıyor.
Görünen şu ki, Başbakan R. T. Erdoğan, son kertede kendisi gibi gömlek değiştirmiş SP’li yeni “evet”çi yamağı Numan Kurtulmuş ile yalnız kaldı. Erdoğan’ın gerginliği, konuşmalarında açığa çıkıyor, yüzüne–sözüne vuruyor.
Erdoğan, hemen burnunun dibinde 28 Şubat ve 27 Nisan e–muhtırasının ve mimarlarının hesabı dururken; referandumu, halk nezdinde 12 Eylül ihtilalının rövanşına çevirmeye çalışıyor. Ağlıyor, gözyaşı döküyor; her türlü tiyatral vaziyete bürünüyor.
..........
.........
......
Gülen ve ekibi, hiçbir zaman siyasetle uğraşmaz, siyasete bulaşmaz; başları sağ alta yapışık elleri böğürlerindeki bağımlıları, halka öyle yansıtıyorlar. Zaman zaman en üst üstatları gibi, siyasetten Allah’a bile sığınıyorlar. Lakin Amerika’da halvete çekilen Gülen, tam yerine rast geldiğinde “vaziyetten vazife çıkartarak veya çıkartılarak” siyasetin göbeğinde zuhur ediyor. Nitekim Mavi Marmara olayında, İsrail haklıydı, ondan izin alınmalıydı, çıkışı yapıyor. Benzer çıkışını 12 Eylül referandumu için sergiliyor, ölüleri ayağa kaldırmaya bile kalkışıyor. Bu demektir ki, paket ölü bir pakettir; paketin “evet” oranı, işin “ölülere kaldı”ğının göstergesidir,
Gülen’in “ölüleri ayağa kaldırma” mesajı, hermenötik perspektiften de okunabilir. Mesela, geçen seçimin sandık kayıtları ve bilgisayarlara aktarımları üstünde yaşanan mühendislikler ve spekülasyonlar göz önüne alındığında, “kabristandaki ölü”leri ayağa kaldırma mesajının, politik–hermenötik bir şifre taşıdığı söylenemez mi? Mühür kimde ise Süleyman odur; dolayısıyla öyle olsun ki, kabirdeki ölüler bile oy kullansın, kullandırılsın, ne olursa olsun sandıktan “evet” çıkartılsın, demek olmaz mı?!
YSK ve hakimler, sandıkları, bu hermenötik tuzaktan korumalıdır, diye düşünüyorum.
...............
...........
Şöyle diyordu Gülen: “Oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu… Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu…
Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz” (Fethullah Gülen, Sızıntı, Ekim 1980, Cilt 2, Sayı 21).
Zamane şakirtlerden Faruk Mercan’ın anlattığına göre Gülen, 12 Eylül’de güya “arananlar listesi”nde bulunmasına rağmen 1 gün bile içeri alınmadı, cezaevine konmadı. 6 yıl arandı, arananlar listesinde ismi vardı; kendisini kimse bulamadı. Gülen, Türkiye’yi gezdi dolandı, sohbet etti, vaaz verdi. 6 yıl sonra Özal tarafından re’sen dosyası kapatıldı.
Gülen ve ekibiyle de röportajlar yapan Mercan, kitabında şunları anlatıyor: “12 Eylül dönemiydi ve Fethullah Gülen, gözaltına alınması gerekenler listesindeydi… İzmir’deki Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Fahrettin İçmiz Gülen’i tanıyordu. Fakat 12 Eylül 1980 ihtilalinden kısa süre önce bu komutan Ankara’ya tayin oldu. Bu komutanın İzmir’den ayrılması Gülen için sıkıntılı bir dönemin başlangıcı oldu. Çünkü İzmir’deki bir tugay komutanı olan Tuğgeneral Hayri Terzioğlu Gülen’e karşı önyargılıydı ve ihtilal gecesi kaldığı eve baskın düzenledi. Böylece ihtilalin ertesi günü Sıkıyönetim emri ile aranan bir kişi durumuna düşen Gülen, ihtilal şartlarında uzun süre cezaevinde kalırım endişesiyle teslim olmadı. Ankara’da Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık’ın yardımcısı Tuğgeneral Hasam Sağlam devreye girdi ve Gülen için İzmir’deki komutan Terzioğlu’nu aradı. Ancak daha sonra tümgeneralliğe terfi eden Terzioğlu’nun Gülen’e karşı tutumunda bir yumuşama olmadı… Böylece altı yıl boyunca aranan Gülen bu süreçte hep Türkiye’deydi, hiç yurtdışına çıkmadı. Nihayet 12 Ocak 1986 günü Burdur’da, gözaltına alındı. Bunun üzerine dönemin Başbakanı Turgut Özal devreye girdi. Özal’ın, ‘Memlekette hala sıkıyönetim mi var. Bir suçu varsa mahkemeye sevk edilsin, suçu yoksa serbest bırakılsın’ demesi üzerine bir gece Burdur Emniyeti’nde gözaltına alınan Gülen ertesi gün İzmir’e götürülüp serbest bırakıldı.” (Bkz. Faruk Mercan, Fetullah Gülen, Doğan Kitap Yay., İst).