Yaşlı Bilge

zaman

Asistan
Katılım
3 Eyl 2006
Mesajlar
520
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaşlı ve fakir bir bilge varmış. Tek serveti, uçuşan bembeyaz yeleleri, güçlü kasları, upuzun boynuyla, köy halkında hayranlık uyandıran muhteşem bir atmış. Kıt kanaat yaşamasına rağmen, atı satın almaya gelen taliplerin hepsini geri çevirirmiş.

Günün birinde at yok oluvermiş... Haber yayıldığında, köylüler bilgenin karşısına dikilip :" Vah vah, demek ki atın çalındı, ne şanssızlık! Keşke inat etmeyip satsaydın. Şimdi hiç olmazsa birkaç kuruşun olurdu," demişler. Yaşlı adam: "Çalındığını nerden biliyorsunuz... Ve bunun bir şanssızlık olduğuna nasıl karar verebilirsiniz?" diye sormuş. "Gerçek olan tek şey, onun şu an ahırda bulunmadığı."

Aradan birkaç hafta geçtikten sonra ormana kaçtığı anlaşılan at, yanında bir düzine kadar yabani atla geri dönmüş. Bunun İlahî bir lütuf olduğuna kanaat getiren köylüler: "Sen çok haklıymışsın... Başına devlet kuşu kondu, ne kadar şanslısın!" dediklerinde, "Hâlâ anlamadınız!" diye bağırmış yaşlı adam, "Bu bir kutsama mıdır, değil midir, kim bilebilir ki?..."

Bilgenin delikanlılık çağındaki oğlu, yabani atlardan birini terbiye ederken düşüp iki bacağını birden kırmış. Şaşkın köylüler gene toplanıp: "Ah, ne talihsizlik! Ne yapacaksın şimdi?" diye sormuşlar. Yaşlı adam, son derece lakayt bir tavırla cevap vermiş: "Ortadaki gerçek, oğlumun bacaklarının kırıldığıdır. Bu olayın gelecekte neleri doğuracağını hiçbirimiz bilemeyiz. Çünkü yaşam, parça parça oluşur. Sizler, kitapta okuduğunuz tek bir sayfayla, kitabın tümünü yargılıyorsunuz..."

Kısa bir süre sonra, ülke savaşa girmiş. Eli silah tutabilen bütün erkekler askere alınmış. 'Geride, bilgenin sakatlanan oğlu kalmış. Köylüler bu kez acıyla isyan etmişler: " Evlatlarımız gitti! Oğlun belki sakat kalacak, ama yaşayacak. Ne kadar şanslısın..."

Sözünü sakınmayan bilge iyice sinirlene*rek: "Yetti artık!" demiş, "Sadece şunu söyleyebilirsiniz: 'Oğullarımız zorla askere alındı; seninkiyse yürüyemediğinden yanında kaldı.' O kadar. Bunun hayır mı, şer mi oldu*ğunu Allah’tan başka hiç kimse bilemez..."

Tekdüze, sadece duyu araçlarını kullanmadaki yeterliliğin alabildiğine usandırıcı, hatta tahammül edilemez olduğunu gösteren bir hikâye, yaşlı fakir bilgenin başından geçenler.
Sıkı bir şekilde gözlendiğinde, bizi çözümlemeye temel olabilecek bir dizi hipoteze götürüyor.

Birincisi, kişilerin kendilerini akıllı, karşısındakini aptal gibi görme düşüncesinin tersine çevrilmesi.

İkincisi, yaşlı bilgenin bildiğini keskin ve muğlak olmayan ifadelerle, kırılganlıklara aldırmadan söylemesi, insanları olaylara basiretle bakabilmeye davet etmesi, bunu üstün zekâsı ile fevkalâde açık hale getirmesi.

Üçüncüsü, hadiseler karşısında, düşüncelerde kayma, paranoyalara teslim olma halinin önlenmesi.

Dördüncüsü, hayrın ve şerrin ne olduğunu nefis mesajlarla aktarması, yansıtmasıdır. Özellikle, bu noktanın altını çizmek gerekiyor.

Dünya ile sıkı ilişki içinde olan, aklına gelen her şeyi yapmak isteyen ya da başına gelen her olayı incelemeden tepkiyle karşılayanın bunları hayalinde canlandırabilmesi ve bu mesajlardan ders alması şarttır.

Yaşamak durumunda kaldığımız bir serüvenin ya da basit bir olayın bizim için hayır mı, şer mi olduğunu bilemediğimizden, ulu orta konuşup yorumlarda bulunmak bir hatanın işaretidir.

İslâm dini, “Hayır ve Şer Allah’tandır” diyerek, sonuçta beklentilerin boşa çıkabileceği yönünden bizleri uyarmaktadır.

Zira, bu beklentiler bizi algılama sıkıntılarına, çalkantılı ortamlara sürükler. Alınacak önemli derslerden biri de budur.

Açıkçası, yaşlı bilgenin ahlakına sahip olabilmek, bu formatı bulmuşken onu kullanabilmek gerekiyor!
 
Üst