Yaptiğimiz yanlişlar

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
GÜNLÜK YAŞAYIŞIMIZDA YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR

1.Bir haberi araştırmadan inanmak, propagandaya kanmak
“Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.“(Hucurat Suresi 6. Ayet)
Yukarıdaki ayeti kerimede bildirildiği gibi duyduğumuz her haberi doğruluğundan emin olmadan inanmamamız konusunda uyarılıyoruz. Bu özelde de genelde de böyledir. Mahalle ölçeğinde olsun memleket ölçeğinde olsun farketmez. Ben genelden örnekler vermek istiyorum.
Medyanın birinci görevi tarafsız bir habercilik yapmaktır. Ancak günümüzde medya bu ayetteki fasık misali kitleleri yönlendirmek onları belli odakların menfaatleri doğrultusunda düşündürmek ve algı operasyonları yapmak için kullanılmaktadır. Milletimizi bölüp parçalamak isteyen dış güçler içimizde işbirlikçileri vasıtasıyla etnik gruplar ve mezhepler arasında ihtilaf çıkarıp çatıştırmak istemektedir. Bu tür yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine aralıksız devam etmektedirler. Bunun için asparagas ve asılsız haberlerle devamlı belli toplum kesimleri belli kesimlere karşı devamlı tahrik edilmektedir. Tarihi birçok olay da aynı şekilde saptırılarak yanlış olarak hala anlatılmaktadır. Bunlardan biri Kubilay hadisesidir. Kubilay olayı uyuşturucu kullanan bir serseri grubunun genç bir teğmeni öldürmesi irticai kalkışma olarak takdim edilmiş ve gerçekler ortaya çıktığı halde hala öyle takdim edilmektedir. Bu olayla Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren dindarlara baskı ve zulüm artırılmıştır. Hatırlayınız daha yakın zamanda Danıştay baskınında bir hakim güpegündüz öldürülüyor, katil elini kolunu sallaya sallaya dışarı çıkıyor, önceden planlı bir şekilde kameralar bozuluyordu. Tesadüfen bir polisin dikkati ile katil yakalanıyordu. Olayın hemen ardından daha olay aydınlanmadan Cumhurbaşkanı Sezer bu işi irticacıların yaptığını söyleyerek (irticacı diye dindarları kastettiği için) dindarları suçluyor, Danıştay Başkan vekili Hanım da katilin ‘’ Allahüekber ‘’ dediği yalanını söylüyor. İş bununla da kalmadı, ilgili mahkeme yeterli araştırma yapmadan dosyayı örtbas etmeye çalıştı. Eğer o gün katil yakalanmasaydı olacakları tahmin bile edemiyorum. 32 kısım tekmili birden bir kumpas ancak bu kadar olur. Bu şekilde komplolar hükümeti yıkmak milleti huzursuz etmek için yapılıyor. Maalesef bunun örnekleri sayısız denecek kadar çok ve hala benzeri komplolar tertipleniyor. Bu nedenle başta da ayette belirtildiği gibi haberleri araştırmadan tahkik etmeden inanmamalıdır. Merhum Mahir Kaynak böyle olaylar gerçekleştiğinde bu olay önce kimin işine yarayacak sorusu ile failin bulunabileceğini söylemektedir. Buna benzer maalesef birçok olay var ki, toplum aslı astarı olmayan haberlerle kolayca tahrik edilmiş ve kaos meydana getirilmiştir.
2.Kanaat Etmemek tamah etmek
Çoğu insan kanaat nedir bilmez. Günümüzde teknolojinin her gün yenilenmesi ve gelişmesi ve insanlara sağladığı konfor tüketim çılgınlığını kamçılamakta ve hırslarının tutkularının esiri yapmaktadır. Böyle olunca da insanların geliri giderine yetmemektedir. Bunun için de birçok insan ya çok çalışır gece gündüz yoğun mesai yapar veya meşru olmayan yollara tevessül ederler. Kazançlarına haram karışır. Evine ailesine çocuklarına zaman ayıramazlar. Aile içi sorunlar başlar. Aslında ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız lazım. Hadisi şerifte iktisat eden fakirlik görmez buyuruluyor. Kanaat tükenmez bir hazinedir derler.
3.Yazılı sözleşme yapmadan yapılan alış veriş borçlanma ve ticari işler:
Günümüzde çoğu para alış verişlerinde borçlanmalarda karşılıklı güvene dayalı olarak bir senet yazıp imzalamayı ihmal ediyoruz. Halbuki bu konuda tam bir sayfa bir ayet var.Bundan önceki yazımda vurguladığım Bakara suresindeki bu en uzun ayeti(282)n mealini okumalıyız. Yani senet yapmadan yapılan borç alma verme de bir başka yanlışımızdır.
4.Toplum içinde iletişim kurmada da mizacımızdan kaynaklanan yanlışlar:
İnsanlar gurur ve kibirleri yüzünden çevresi ile iletişim kurmakta zorlanır. Bunun sonucunda ortamdan dışlanır, kimseyi beğenmez kimse de onu beğenmez. Sert mizaçlı olunca da aynı şekilde sevilmez. Yalan dedikodu ve iftira gibi kusurlar da çevrede güvensizlik oluşturur. Dolayısıyla bu ve benzeri kusurlar başarıları engeller. Bir asker arkadaşım ve meslektaşım vardı. Sert mizaçlı bir doktordu. Benden bir sene sonra İstanbul’un büyük bir hastanesinde Radyoloji Şefi oldu. Hastanede diğer Radyoloji Şefi ile arası açıldı. Asistanlarının diğer şefin asistanlarıyla görüşmesini yasakladı. Diğer bölümde olan cihazlar bu bölümde yoktu. O nedenle asistanlarının eğitimi yarım kaldı. O sıralarda ultrason yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Bizim asistanlık devremizde ultrason yoktu, uzmanlığımızın ilk yıllarında ultrason özelde İstanbul’da iki üç yerde vardı. Uzatmayayım, bu arkadaş benim gibi hoca olmasına rağmen eski radyolog olduğundan ultrasonu bilmiyordu ve maiyetindeki başasistan ve asistanlardan öğrenmek istedi. Bu sert mizacından dolayı kimse de amiri olduğu halde ona yardımcı olmadı ve ultrasonu öğrenemedi. Muayenehanesinde sadece konvansiyonel röntgen vardı. Sonunda muayenehanesini kapatmak ve emekli olmak zorunda kaldı.
Buna benzer bir çok hoca bilirim yanındaki yardımcısının asistanının gelişimini destekleyecek yerde onları köstekler. Bölüm başkanlarının sırf kapris ve çekememezliklerinden olayı o birim veya bölümlerde çalışanların illallah dediklerini bilirim. Birçok üniversitede bölüm başkanları maiyetindeki asistan ve uzmanların önünü açacak yerde ama ideolojik ama kaprisi nedeniyle engeller.
Meşhur sözdür ‘’Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı’’ Yine bir söz daha vardır ‘’ Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır’’. Konuşmada üslup başarıyı doğrudan etkileyen bir faktördür.
Empati yapmak birçok yanlış davranışı önler. Karşımızdakinin durumunu düşünerek, kendimizi onun yerine koyarak davranmak ve konuşmak yanlış anlama, lüzumsuz tartışma ve kavgaları önler. Ayrıca karşımızdakini dinlemek biraz zaman alsa da sonuçta onun kalbini kazanmaya veya bizim için muhtemel bir fırsatı kaçırmamaya yarayabilir. Karşımızdakinin müşkülünü halledebilir. Hekim olarak hastalarımızla ilişkilerimizde sık sık karşılaşırız. Hastalarımızın söyledikleri bazen çok saçma gelir, bazen bizi haksızlık yapmakla ayırım yapmakla suçlayabilirler. Vatandaşın çoğu bizim sistemimizi çalışma tarzımızı bilmez. Bunu anlatmamız da kolay değil. Bu nedenle suçlamalara çoğu sabretmek zorunda kalırız.
5.İdarecilik : Bir mevkide makamda bulunan şahıs maiyetindekilere adaletli davranmalıdır. Ayrımcılık ve zulüm iş ortamını çekilmez hale getirir. İş yerinde insanları idare etmek de bir maharettir. İnsanların severek çalışması başarılarını ve iş verimliliğini artırır. Bu da büyük ölçüde o birim amirine bağlıdır.
6. Bir işi zamanında yapmamak veya zamanı ekonomik kullanamamak:
İnsanların çoğu vakti olmadığından işlerin yoğunluğundan bahseder. Bu çoğu zaman yanlıştır. İşleri zamanında (on just time) yapmak önemlidir. Mesela telefonla 5 dakikada halledilecek bir işe 1-2 saat zaman ayırmak israftır. Veya gününde yapılması gereken bir iş yapmamak başka sorunlar ortaya çıkarır. Namazın da ilk vaktinde kılınması en sevaplı amellerden biri değil midir? Bir tarihte Merhum Es’ad Hocamız vaktiyle bir konuda beni ikaz etmişti. ‘’İş adamı sabah karar verir, akşama kadar kararını uygular, akşam karar verir sabaha işi bitirir ‘’demişti. O zaman da ne arabam ne telefonum vardı. Telefon görüşmesini ancak markette jetonlu telefonla yapabiliyordum. Bir defasında da (askerde iken) Mehmet Zahit Kotku Hocamız benden bir arkadaşıma bir hususta mektup yazmamı söylemişti. Ben bu mektubu ancak 5 gün sonra yazmıştım. Arkadaşımdan aldığım cevapta Hocaefendinin mektubu seninkinden önce geldiğini okuyunca başımdan kaynar sular dökülmüştü. İşler zamanında yapılmazsa birikir ve altından kalkılamaz hale gelir.
7. Ön Yargı
Önyargı veya peşin hüküm genel bir hastalık veya kusurdur. Çoğumuzda karşımızdakini hemen kusurlu ve suçlu görme düşüncesi ve eğilimi vardır. Karşımızdakini dinleme gereğini duymayız. Empati yapabilirsek bu yanlışa düşmeyiz. Karşı iki taraf arasında hüküm verirken hakim iki tarafı da dinler, davalının savunmasını alır. Yoksa adaletli karar veremez. Günlük yaşamımızda da birisi hakkında iletişim kopukluğu da varsa önyargı ile yanılmak büyük ihtimaldir. Güngörmüş geçirmiş olgun insanlar böyle yanlışlara düşmezler.
Toplumda genellikle dindar kesimler ile laik kesimler arasında keskin bir önyargı vardır. Bunu daha önce de yazmıştım. Dindarlar laikçilere din düşmanı gözüyle bakarlar, laikçiler de dindarlara gerici yobaz diyerek hor görürler. Bu tabii ortama ve yetişme tarzına bağlıdır. Aleviler ile Sünniler, Türkler ile Kürtler Solcular ile sağcılar arasında böyle zıtlaşma ve önyargı mevcuttur. Aklı başında ve samimi olmak kaydı ile zıt dünya görüşünde olan insanlar karşılıklı konuşabilseler uzlaşma ve anlaşma sağlanabilir. Fakat bu uzlaşma ve anlaşmayı önlemek üzere merkez medya ben bildim bileli ayrılıkları körüklemektedir.
Olgun bir Müslüman’ın bakış açısı her gördüğünü hızır, her geceyi kadir bilecek bir düşünce yapısına sahiptir.
Ön yargı ile ilgili güzel bir kıssayı paylaşmak istiyorum.

Padişahın işi ne

Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i a’zam Siyavuş paşa sorar:
- Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer:
- Kimdir bu?
- Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!
- Nereden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.

Bir başkası tafsilata girer. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı, mimli kadın varsa takar peşine.

Hele yaşlının biri çok öfkelidir; isterseniz komşulara sorun, der, sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu?

Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar:
- Nereye?
- Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek.

- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
- Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naşı kaldırmalıyız en azından.
- Yapmayın sultanım, bunun yıkanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya‘dan Süleymaniye’den, en azından Fatih camiinden.
- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez.

Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına koyarlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım der, yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı, yetimleri vardır.
- Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın aralar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar. Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir! Bizim efendi bir âlemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.

Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı diye sorar, onlar da aldın derlerdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek dedikten sonra çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal, Huccetül İslam okurdum ..

- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, bak efendi dedim, sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
- Doğru öyle ya!
- Kimseye zahmetim olmasın, diye mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?

Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalb ile boyun büker ümmet-i Muhammede, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

İşte nalıncı baba o adsız şânsız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evinin bahçesine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanında, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.


7.Kul Hakkı
Kul hakkı malum Allah CC nın ancak hak sahibiyle helalleşmeden hakkını vermeden affetmediği büyük bir günahtır. Şehitlikte de kul hakkı affedilmiyor. Ancak deniz kazasında şehit olursa affediliyor. Bir de Cenabı Hak sevdiği birisi kul hakkı ile kendisine geldiğinde o kulunu hak sahibine affetmesi karşılığında cennette mükafatlar verebilir. Yani Allah sevdiği kulunun kul hakkını kendisi affetmiyor, hak sahibine affettiriyor. Bunun için de Allahın sevgili kulu olmak lazım. O da her zaman için mümkün değil. Bu nedenle kul hakkında dikkatli olmak lazımdır. Günümüzde birçok kul hakkı ortaya çıkmaktadır. Piyasada ihtikar ve karaborsa yapmak (halkın ihtiyacı olan gıda maddelerinin fiyatını artırmak için saklamak ve böylece halkın fakirlerin cebinden haksız para kazanmak) kul hakkıdır Mesela üniversitede bir bölümü kazanıyorsunuz o bölümü okuyorsunuz ancak mezun olunca o işi yapmıyorsunuz. Yapmayacağınız bir mesleği seçerek bir başkasına engel olmuş oluyorsunuz. Kul hakkına girmiş oluyorsunuz. Otoparkta arabanızı öyle park ediyorsunuz ki başka arabaların parktan istifade etmesini engelliyorsunuz. Veya parktan çıkacak bir arabanın çıkmasına engel olacak şekilde arabanızı park ediyorsunuz. Adamın parktan çıkacak çıkamıyor bekletmiş zamanını çalmış oluyorsunuz. Bunlar düşüncesizlik ve karşısındakine saygısızlıktan doğan kul hakkına giren yanlışlar.
Kul hakkı ile ilgili olarak Vehbi Vakkasoğlu Hocamızdan dinlediğimiz güzel bir hatırayı paylaşmak istiyorum.
Bir Müslüman ile bir Yahudi bir işte ortak çalışmaktadırlar. İş konusu nedir bilmiyorum ama Müslüman ortak Yahudi ortağına ortak kimsenin bize hakkı geçmesin, sen müşteriye biraz fazla ver fakat sakın noksan verme kul hakkından sakın dermiş. Bu böyle devam etmiş. Yahudi bir gün ortak bu kul hakkı nedir diye sormuş. Müslüman ortak Valla ben bu kadar biliyorum, daha öğrenmek istersen sana iki telefon vereyim, onlardan hangisine istersen sor öğren demiş. Vehbi Vakkasoğlu Hocamızın ismi ile bir isim daha vermiş. Yahudi Vehbi Hocamızla telefonlaşarak randevu almış. İnternette Vehbi Hocamız hakkında bir araştırma yapıyor bakıyor ki Hocamızın kitapları var konferansları var, aynı zamanda eğitimci olduğunu görüyor. O sırada Ramazan ayıdır. Yahudi düşünüyor bu hoca çok yoğun üstelik Ramazan. Hocanın bir de iftarı sahuru teravihi vardır diyerek daha serbest bir zaman için tekrar randevu alıyor. Başakşehir’debir mekanda bir gün randevulaşıyorlar. Bu görüşme yarım saat düşünülüyor iki saat sürüyor. Yahudi çok etkileniyor başka bir gün tekrar randevu alıyor. Yahudi kafasındaki soruların cevabını alıyor ama kul hakkı Yahudilikte (Musevilikte) niye yok; var damı ben bilmiyorum diye kafasına takılıyor. Hahama sormaya karar veriyor. Haham kul hakkı ben bilmiyorum diyor. Git baş hahama sor diyor. Baş hahama soruyor o da bizde kul hakkı diye bir şey yok diyor. Olsa biz böyle zengin olabilir miydik diyor. Yahudi bunun üzerine düşünüyor düşünüyor ve sonuçta Müslüman oluyor. İşte bir Müslümanın kul hakkı duyarlığı ve sonucu. Müslüman ortak bir yanlıştan sakınırken Yahudi ortak hidayete erişiyor.
Kul hakkının bir çeşidi de Devlet eliyle yapılan ve yakın zamana kadar üniversite giriş sınavlarında yapılan katsayı zulmüdür. Bu uygulama ile on binlerce imam hatip lisesi mezunu öğrencinin puanı çalınarak onların istedikleri ve üniversitelerde hak ettikleri bölümlere girmeleri ve istedikleri mesleği seçmeleri önlenmiş oldu. Başörtü zulmü ile de okulunu bitirmeye az kalmış nice genç kızın okuma hakkı zorla elinden alınarak hayatları karartıldı. Ayrıca günümüzde daha kötü bir kul hakkı gaspı daha var ki onun telafisi nasıl olur bilmem. KPSS soruları ve diğer kamu kurumlarına (Emniyet, yargı ve benzeri) girişte sınavlarda organize bir şekilde soruları çalıp kendi elemanlarının sınavlarda tam puan almasını sağlayarak binlerce gencin geleceğini çalan paralel yapının yaptığı hırsızlığın tarihte bu çapta eşine benzerine rastlanmış mıdır bilmiyorum. Hem haram yemedik diyorlar hem bu şekilde binlerce gencin haklarını çaldıklarını inkar ediyorlar. Önceki yazılarımdan birinde(Yanlışlar 13) alıntı yaptığım guguk kuşu hikayesi bu hırsızlığı anlatan ibretlik bir hikayedir.
Bu kul hakkı gaspının hırsızlığının telafisi de mümkün değil. Bu zulüm diğer kul hakkı gaspına da benzemiyor. Onun için cezası da hiç şüphe yok çok ağır olacak.


/Alıntıdır
 
Üst