yalnız kuran diyenlere hadis düşmanlarına mealcilere HODRİ MEYDAN

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
SÜNNETİN BAĞLAYICILIĞINI BİZLERE RABBİMİZ BİLDİRMİŞTİR

Kur’an ve sünnet mutlak bağlayıcıdır. Ahzab Suresi 36. ve benzeri ayetler Kur’an ve sünnetin teşride delil olmasını ispatlamak için gösterilmektedirler. Kur’an Allah Teâlâ’nın kelamı, sünnet ise bu kelamın tebliğ biçimi, açıklaması ve uygulamasıdır. Yüce Allah’ın hüküm koymadığı yerlerde O’nun denetiminde yerine göre hüküm koymasıdır. Risalet döneminde hüküm konurken her hangi bir içtihadi yanılgı olduysa Allah(c.c.) anında müdahale ederek peygamberini düzeltmiştir. Zira masum olan şeriatte hatanın olamaz. Buradan çıkan sonuca göre, Peygamber Efendimiz sürekli ilahi denetim altında olmuştur. Bunun anlamı; Resulullah, Rabbimizin kontrolünde olduğundan dolayı ondan bizlere intikal eden sahih sünnet Müslümanlar için kesin bağlayıcıdır. Müslümanlar için dememizin nedeni; kâfirler risalete iman etmedikleri için peygamberliğin de hadis ve sünnetin de onlar için bir anlamı yoktur. Şu ayet, Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını en net ifade eden ayetlerden birisidir: “وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا” “Hem Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mü'min bir erkek, ne de mü'min bir kadın için (o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur! Ve her kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalâlete düşmüş olur.”[1] Ayetteki “قَضَى” fiili hükmetmek, karar vermek, emir vermek anlamlarına gelir. Nüzul sebebi olarak da Zeynep bt. Cahş’ın evliliğini konu edinir. Ayette buyrulur ki Hz. Peygamber, Hz. Zeynep’ten çeşitli hikmetlere binaen Zeyd b. Harise ile evlenmesini istemiştir. Mekke Eşrafından Cahş’ın kızı olan Zeynep, bu evliliğe sıcak bakmamıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Müslüman olduktan sonra vahiy karşısında seçme hakkının olmadığını” Zeynep’e hatırlatmıştır.[2] Ayetin iniş sebebi hususi bir sorunu çözmeye matuf olsa da hüküm umumidir. Buna göre Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman Müslümanların mutlak itaat etmeleri şarttır. Bu ayet zihnimizi vahye kotlayan ve hevanın ilahlaşmasına engel olan ayetlerin en vurgulularından sadece birisidir. Özünde hayatın Kur’an ve sünnete göre anlamlandırılması vardır. Bu ayetin kardeşleri ise Nisa suresinin 59, 65 ve 105. Ayetleridir. Numaralarını verdiğimiz ayetler grubu Allah’ın mutlak iradesi ve rızası gereğince sünnetin de bağlayıcı oluşuna atıflar yapar.

Peygamber Efendimiz sadece tebliğle görevli değildir. Onun görevleri arasında tebliğle beraber, kapalı hükümleri açıklama/tebyin, verilen emirleri uygulamak/temsil ve hüküm olmayan konularda hüküm koymak/teşri de vardır. Yukardaki açıklamaya çalıştığımız ayetle beraber şu ayet de Resulullah’ın hüküm koymada da yetkili olduğuna delil kabul edilmiştir: “الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ” “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de (sıfatlarını ve geleceğini) yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere gönülden uyarlar. İşte o peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar…”[3] Hz. Peygamber’in hüküm koyması, dini ilimlerin metodolojisini/usulünü bilmeyen ama yine de iyi niyetli olduğunu zannettiğimiz bazı kimseler tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiler hüküm konusunda Allah’ı tenzih edeceğiz derken, Peygamberi tamamen “postacı” konumuna indirgeyerek onu işlevsiz hâle getirmektedirler. Hatta peygambere bu zulmü reva görenler Kitabın beyanı konusunda pervasızca konuşarak; hadisler(!) irat ederek kendilerini sahte peygamber yerine koyduklarını unutmaktadırlar. Allah Teâlâ, Peygamberine bu yetkiyi vermişken ayetlerin bağlamlarından ve ilmilikten uzak yorumlarla yıllarca demagoji ve polemik yapılmıştır. Kadim dönemlerde bu konu hararetli tartışmalara konu olmadığı gibi, İslâm uleması da içtihad yaparken sünneti her zaman ikinci sıraya almıştır. Sünneti dışta bırakarak Kur’an’dan sonra hemen kendi görüşlerini arz etmemişlerdir. Kur’an-ı Kerim’i tenzih konusunda ise kadim dönem İslâm uleması günümüzün ideolojik ve önyargılı Müslümanlarından(!) daha titiz davranmışlardır. Ayrıca bilinmeli ki herkesin tenzih anlayışı tevhidi bilinci/marifetullahı oranındadır. İslâm’ı hayatın tüm boyutlarında tek ve tartışılmaz hayat tarzı olarak kabul etmeyenlerin tevhid anlayışları da, tenzih anlayışları da tartışmaya açıktır. Bu bilinci elde edememiş yöntemsiz kişilerin mesnetsiz sözlerinin ilmi bir değeri yoktur. Zararları kendilerinedir fakat İslâmî ilimlerde derinleşmeyen bazı yetersiz insanların sapmalarına neden oldukları için sünnetin bağlayıcılığı konusunu açmak istiyoruz.

[1] Ahzab 33/36
[2] Maturidî, Te’vîlât, c. VIII. S. 387; Bagavi, Mealim’ü-t Tenzil, s. 755.
[3] Araf 7/157.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
KUR'AN VE SÜNNET HAYATTA BOŞLUK BIRAKMAZ

Hz. Peygamberin (s.), hüküm olmayan konuları boşlukta bırakmayıp hükümler koyması O’nun teşri hakkıyla ilgilidir. O’na bu hakkı Allah Teâlâ vermiştir.[1] Allah’ın bilgisi ve denetimiyle kayıtlı olan bu alanda Hz. Muhammed (s.)’den bir hata, yanılgı veya Allah’ın (c.) rızasına muvafık olmayan bir durum meydana gelirse, Yüce Allah hemen müdahale etmiştir. Bunun anlamı şudur: Hz. Peygamber (s.), içtihatlarında ve teşri yetkisini kullanmakta Allah Teâlâ’nın denetimindedir. O’na rağmen emirlerine aykırı hükümler koyması imkânsızdır. Risalet makamının şanına da yakışmaz. Hz. Peygamber’in teşri hakkının olması sünnetin önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca şeriat masumdur. Din adına konuşan Peygamber’den hatalı içtihatlar düzeltilmeden kabul edilecek olursa, dinin masumiyeti yara almış olur. Buna da Allah (c.) müsaade etmez ve etmemiştir.

Hz. Peygamberin bizzat kendisi de teşri yetkisi ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. “Sizden birinizin koltuğuna yaslanmış vaziyette iken bir emrim veya yasağım geldiğinde; ‘Allah’ın kitabında bulamadığımız şeylere uymayız’ dediğini sakın duymayayım.[2]” Hüküm koymada Kur’an gibi sünnetin de kendisine verildiğini belirten Resulullah, kendilerini sünnetten müstağni gören şımarık kimseleri uyarmıştır.[3] Bu uyarı cümlesinden olmak üzere şu vurguyu yapmıştır: “Dikkat edin! Allah’ın Resulünün haram kıldığı da aynen Allah Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.[4]” Çünkü elçiyi gönderen Allah (c.)’tır. Elçi hareketlerinin tamamında Allah’a karşı mutlak sorumluluk içerisindedir. Böyle açık bir hükmü anlamamak kalın kafalılıktır. Hz. Peygamber, Yüce Allah’ın denetiminde olayları çözümsüz bırakmamış ve hüküm koymuşken bu durumu “Peygamberi ulûhiyet makamına çıkarmaktır” şeklinde yorumlamak salt cehalettir. Peygamber’in teşri yetkisinin ve bu yetkiyi kullanmasının önemini kavrayamayanlar hayatın hiçbir zaman öznesi olamazlar. Gâvur prangasında yaşamayı marifet sayarlar. Her zaman ütopik bir dini savunurlar. Hayata dair çözümleri olmadığı için modern dünyanın gerçek laikleri de onlardır.

Konuyla ilgili örnekler çok olmakla beraber usandırmamak için şu örneklerle iktifa edeceğiz: “Hz. Muhammed (s.), bir defasında hutbe irat ederken haccın mü’minlere farz olduğunu söylemiştir. Adamın birisi, ‘Her sene mi farz kılındı?’ deyip bu sözünü üç defa tekrarlamıştır. Resulullah (s.), daha sonra o adama dönmüş ve şu açıklamayı yapmıştır: ‘Ben her sene deseydim, her yıl farz olurdu, o zaman da siz güç yetiremezdiniz. Ben sizi hangi konuda serbest bıraktıysam soru sormayın. Zira sizden önceki ümmetler, Peygamberlerine çok soru sorup onlarla ihtilafa düştükleri için helâk oldular. Size bir şey emrettiğimde gücünüzün yettiği kadar alın, bir şey yasakladığımda ondan kaçının’[5]” Rivayetteki, “Eğer her sene farz kılındı deseydim, farz olurdu” kısmı, Hz. Peygamberin teşri hakkına işaret etmektedir. Her hangi bir ayet olmamasına rağmen Hayber Savaşı sonrası ehli/evcil merkepleri ve mut’ayı[6] haram kılması,[7] kadının teyzesi ve halasının üzerine nikâhlanmasını yasaklaması,[8] namaz ilk teşri kılındığında iki rekat iken seferde ilk farziyeti gibi kılınıp hadari durumda Resulullahın emriyle öğle, ikindi ve yatsının farzlarının dörder rekat kılınması, Hz. Peygamberin teşri örnekleridir.[9] Hz. Peygamberin teşri yetkisini Kur’an’dan ayrı düşünmek mümkün değildir.

Hz. Muhammed (s.), Kur’an kendisine gelen zattır. Kur’an’ı en iyi bilen ve anlayan kimsedir. Kimsenin Kur’an bilgisi onunla kıyaslanamaz. Onun öğreticisi Allah Teâlâ’dır. Resulullah (s.), ayetleri hem uygulamış, kapalılıkları açıklamış, örnek olmuş ve ayetin açıkça hüküm beyan etmediği hususlarda hayatta boşluk bırakıp da “tağut”lara doldurtmamak için hükümler koymuştur. Bu hükümler Allah’ın (c.) denetiminde olduğu için gayet normaldir. Şayet hatalı bir içtihat vaki olduysa yüce Allah düzeltmiştir. Fakat bu uygulamasıyla Peygamber Efendimiz, bizlere ilimde derinleşmeyi, sorumluluk almayı, hayatın öznesi olmayı, olaylara çözüm odaklı bakmayı, hayali bir din yerine gerçek dini anlatmayı ve hayatın boşluk kabul etmeyeceğini öğretmiştir. Zannederiz ki en önemli sünnette bu sayılan konuları iyi anlamaktır. İnsanlar bazı durumlarda lüzumsuz tartışmalar yaparlarken dünya sistemine ve onun yerli uzantılarına hayat verdiklerini unutuyorlar. Böylece hayatın öznesi olamadan mahkûm bir vaziyette ömürlerini tüketiyorlar. Hem kendilerini hem de nesillerini itikaden ve amelen tehlikeye atıyorlar. Bu riskli alandan çıkmanın ve tarihin öznesi olmanın yolu Resulullah’ın teşri yetkisini nasıl kullandığını doğru anlamaktan geçer.

[1] Bak: Nisa 4/59; A’raf 7/157; Ahzab 33/36 vb.

[2] Tirmizi, 10, İlim, h.no: 2663, c.V, s.37.

[3] Ebu Davud, 34, Sünnet, 6, h.no: 4604, c.V, s.10-1.

[4] Ahmed, Müsned, c.IV, s.132; İbni Mace, Mukaddime, 2, h.no: 12, c.I, s.6.

[5] Nesai, 24, Menasiku’l-Hac, h.no: 1, c.V, s.10; İbni Mace, Mukaddime, 1, h.no: 2, c.I, s.3; Beyhaki, Taharet, 221, h.no: 1029, c.I, s.330; Tahavi, Müşkilu’l-Âsâr, h.no: 535, c.I, s.159.

[6] Bazı özel durumlarda bir kadınla para veya maddi bir değer karşılığında sadece cinselliğinden yararlanmak için yapılan geçici evlilik.

[7] Ebu Davud, Sünnet, 6, h.no: 4604, c.V, s.10

[8] Ahmed, Müsned, (tah: Muhammed Şakir), h.no:9113 c.XVII, s.145.

[9] Ahmed, Müsned, c.VI, s.234.

MEHMET SÜRMELİ
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
SÜNNETİ REDDETMEK DİNİ ÜTOPİK HALE GETİRİR
Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadelesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır. Hadis ve sünneti reddedenler, yeni meseleler karşısında çözüm üretmenin en önemli iki kaynağından biri olan sünneti dışta bırakarak İslâm’ı ütopik bir din olarak algılatmayı amaçlamaktadırlar. Malum olduğu üzere, hayatın sorunları sayılamayacak kadar çoktur. Bu çok sorunu çözerken ayette çözüm bulunamadığında hadislere başvurulur ki bu bir kuraldır. Hadis külliyatımız Peygamber Efendimizin hayatın sorunlarına nebevi bakışı ve çözümü muhtevi rivayetlerle doludur. Onları hesaba katmayanlar, olayların çözüme bağlanmasında ortaya çıkan boşluğu ya dolduramayacaklar ki bunun sonunda din ütopikleşir. Veya çözümü rasyoneliteye havale edecekler ki sonuçta risalet konumunun yerini insan hevası alacaktır. Genelde insan hevasına yol açarak örtük bir peygamberlik görevi insana yüklenmek istenmektedir. Bir defa bu durum revaç buldu mu haddini bilmeyen bu güruhun yıkım alanına ayetler girecektir. Bu süreçte tartışılan ve reddedilen ayetler olacaktır. Sonuçta işlevsiz bir ilah, tarihsel bir kitap, itibarsız ve fonksiyonsuz bir peygamber anlayışı egemenlik alanı bulacaktır. Modernitenin bilerek ve plânlı şekilde Müslüman toplumlara empoze ettiği din anlayışı budur. Bazıları bunu anlamak istemese de durum bundan ibarettir.
MEHMET SÜRMELİ
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
buyrun konuşun yukarıda ilim konuşmuş
ezber tekrarını bırakın
ilimle gelin
sapık bir kaç yazardan alıntı yapılan konulara hemen atlıyorsunuz
işte yukarıda adam ilim üretmiş
konuşun
ama önce bir okuyun anlayın
ne
bu çok zor mu
haklısınız okuyup anlamak zordur
yeni bir şey öğrenmek zordur
kalıplardan çıkmak zordur
ilim zordur
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
HZ. PEYGAMBER'İN SÜNNETİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Hz. Peygamber’e beyan hakkını layık görmeyenler, kendilerinde bu hakkı görebilmekteler ve hadis-sünneti reddederek veya “yorumdur” diyerek küçük düşürmekteler ve kendileri işlevsel, sahte peygamberlik iddiasında bulunmaktadırlar. Hadis-sünnet, iyi veya kötü Müslümanı belirlemenin biricik kriteridir. Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatın genişlik alanına dair birçok uygulamada bulunmuştur. Öyle ki “tuvalete gitme adabına kadar ümmetine muallimlik yapan[1]” Resulullah (s.a.v.); siyasi, iktisadi, hukuki, eğitim-öğretim ve ahlaki alanları da boş bırakmamıştır. Hadis-sünnet, Hz. Peygamber’in Kur’an’dan aldığı ilhamla hayatı anlamlandırmasıdır. İslâm’ın dünya görüşüdür. Hayatın genişlik alanlarındaki bütün sorunlara çözümler üreten sünnet reddedilirse, İslâm’ın hiçbir dünya görüşüne alternatif olması söz konusu değildir. Hadis-sünneti kurumsal anlamda reddedenler “dünya ticaret merkezli; kapitalist dünya görüşünün” egemenliğini mutlaklaştıran kimselerdir.
Yüce Allah, birçok ayette sünnetin delil olduğuna işaret etmiştir.[2] Hz. Peygamber’in tebliğ, tebyin, temsil ve teşriye yönelik söz, fiil ve takrirleri olan sünnet sayesinde İslâm dünyasında ibadetlerde vahdet vardır. Aksi hâlde çok büyük kargaşalar doğar. Keyfilik ve boşluk oluşur. İnsanlar ibadetlerin vasfıyla oynamak suretiyle tahrif çalışmalarına girebilirler. Sünnetin en önemli hafızlarından ve âlimlerinden olan İmam Şafi (ö. h. 204) “Sünnet Kur’an’a tabidir. Hiçbir zaman Kur’an-ı Kerim’e aykırı olamaz.[3]” demek suretiyle sünnete bakışımızı şekillendirmiştir. Bütün bu konularda derinleşen İmam Şafii öğrendikleriyle sünnete daha da sarılmış; az bilgiyle milletin kafasını karıştıran cahillere pirim vermemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), birçok hadislerinde Kur’an’la beraber sünnetin bağlayıcılığına atıfta bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: “Aranızda iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya tutunursanız kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz. Allah’ın kitabı ve sünnetim…[4]” Sünneti kurumsal anlamda kabullenmek Hz. Peygamber’e itaatin tezahürüdür. Elçiye itaat eden, onu gönderene de itaat etmiş sayılır. Bu durumu Resulullah şöyle dile getirmiştir: “Kim bana itaat ederse Allah’a da itaat etmiş sayılır. Bana isyan eden ise Allah’a da isyan etmiş olur.”[5] Hz. Peygamber’in (s.a.v.), söz ve uygulamalarını reddederek sözde bir itaatten bahsetmek çok gülünçtür. Peygamber’in buyruklarını reddederek onunla ayrılığa düşenlerin akıbeti hadiste şöyle anlatılmıştır: “Sizi serbest bıraktığım hususlarda bana bir şey sormayın. Size bir şey söylediğimde onu hemen alın. Sizden önceki ümmetler, peygamberlerine (gereksiz yere) çok soru sordukları ve onlarla ayrılığa düştükleri için helak oldular.[6]” Resulullah’a zaman zaman sorular sorduklarında O, Cebrail O’na haber vermeden cevap vermemiştir.[7] Bu ifadeler sünnetin bir kısmının vahiyle alakasına ışık tutmaktadır. Dolayısıyla sünnete karşı çıkmanın vahye karşı çıkmak olduğunu söyleyebiliriz. Sufyan b. Uyeyne’nin dediği gibi “Hz. Peygamber en büyük ölçüdür. Her şey O’nun hayatına arz edilir. İnsanın ahlakı, huyu ve takip ettiği yol… O’nun hayatına uyan haktır, hayatına uymayanlar ise batıldır.”[8]
Hayatın her alanında ümmetine usve / model olan Resulullah (s.a.v.), Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede de örnek olmuştur. Tefsir bağlamında Hz. Aişe’nin (ö. 58 / 677) şu tespiti çok önemlidir: “Hz. Peygamber (s.a.v.) Cebrail’in kendisine öğrettiği sayısı belli olan ayetlerin dışında tefsir yapmadı.[9]” Eğer peygamber (s.a.v.), Kur’an’ın tamamını tefsir etseydi, kimse tefsir yapmaz ve yapamazdı. Çünkü Kur’an’ın kendisine nazil olduğu insan kadar kim Kur’an’ı anlayabilir. Resulullah (s.a.v.) bu davranışıyla ümmetinin âlimlerinin yolunu sürekli açık tutmuş ve ilmi gelişmelere zemin hazırlamıştır. Hz. Ömer’in şu sözü de Hz. Aişe’yi destekler mahiyettedir: “Faizle ilgili ayetler Resulullah’a (s.a.v.) en son inen ayetlerdir. Vefat ettiği için bu ayetleri bize yeteri kadar tefsir edemedi. Faizi ve faiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.[10]” Bir başka rivayette ise Hz. Ömer şöyle demiştir: “Şu üç hususta Hz. Peygamber gerekli açıklamayı yapsaydı bana dünya ve içindekilerden daha sevimli olurdu (dünyalar benim olurdu). Bunlar; kelâle, faiz ve hilafet meseleleridir.[11]” Her iki hadis de bize peygamberin (s.a.v.) Kur’an’ın tamamını tefsir etmediğine dair ipuçları vermektedir.
Esasında Resulullah (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim’i yaşamak suretiyle tefsir etmiştir. Bu hususta Cabir b. Abdullah (r.) şu tespiti yapmıştır: “Kur’an Resulullah’a nazil oluyordu. O Kur’an’ın te’vilini bildiği için içerisindeki şeyleri uygulayınca biz de onun gibi amel ediyorduk…[12]” Hz. Peygamber, arkadaşlarını ilim ve ameli eş zamanlı öğreterek eğitmiştir.[13] İlim ve ameli eş zamanlı götürdüğü için Abdullah b. Ömer (r.), Bakara suresini sekiz yılda öğrenebilmiştir.[14]
Kur’an-ı Kerim’i öğretme hususunda “Ben sizin için bildiklerini öğreten baba konumundayım.[15]” buyurmuş ve Kur’an’daki taharet emrinin gereğini teferruatıyla tanıtıp amel edilmesini sağlamıştır.[16] Namazla ve diğer sünnetlerle ilgili kapalılıkları sahabesine tek tek anlatmıştır.[17] İnsanlar çevre ülkelerden Resulullah’a geldiklerinde O, salâtı / namazı, sünnetlerini ve diğer farzları bu heyetlere talim etmiştir.[18]
Hayatının her alanında olduğu gibi öğretim alanında da kolaylaştırıcı olmuş ve hiçbir zaman dini yaşamayı zorlaştırmamıştır. Mescide gelip küçük abdest yapan bedeviye herkes bağırıp çağırmış ama O, “Bırakın adam işini görsün.” buyurmuş, sonra da bedeviye mescitlerin yapılış amacını anlatmış ve onun kirlettiği yeri sahabilerine temizletmiştir. Sonra da sahabeye şu hatırlatmayı yapmıştır: “Siz, zorlaştırıcı olarak değil kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz.”
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetinin bağlayıcı olduğunda ve mutlaka uyulması gerektiği hususunda İslâm bilginleri önemli açıklamalar yapmışlardır. “Sünnetten ayrılmayı sapkınlık” olarak değerlendiren “Abdullah b. Mesud, “Allah’ın Resulü size neyi verdiyse alın, size neyi de yasakladıysa ondan kaçının.”[19] ayetini sünnete uyma olarak yorumlamıştır.[20] Kur’an-ı Kerim’den sonra Resulullah’ın sünnetinin İslâm dininin ikinci kaynağı olduğunda bütün müminler ortak kanata varmışlardır.
[1] Ebu Davud, I, Taharet, IV, H. no: 7, I / 17.
[2] Bk. Bakara 2 / 129, 151; Âl-i İmran 3 / 31, 164; Nisa 4 / 59, 65, 69, 105, 136, 171; A’raf 7 / 157-158; Enfal 8 / 20; Tevbe 9 / 29; Nur 24 / 62; Ahzab 33 / 36; Cuma 62 / 2.
[3] Şafii, Muhammed b. İdris, er-Risale, DKİ, Beyrut, trsz, s.146.
[4] Hakim, Müstedrek, İlim, H. no: 319, I / 172.
[5] İbni Mace, Mukaddime, I, H. no: 3, I / 4.
[6] Abdurrezzak, Musannef, H. no: 20372, XI / 220; Tirmizi, 17, İlim, H. no: 2679, V / 47.
[7] Hakim, Müstedrek, H. no: 6029, III / 548-9.
[8] Bağdadi, Hatib, Ahlaku’r-ravi, I / 120.
[9] Taberi, Camiu’l-beyan, I / 62.
[10] İbni Mace, 12, Ticaret, 58, H. no: 2276, II / 764.
[11] İbni Mace, 23, Feraiz, 5, H. no: 2727, II / 911.
[12] İbni Kayyim el-Cevzi, Ebu Abdullah b. Muhammed, İlamu’l-muvakkîn, DKİ, Beyrut, trsz, IV / 116.
[13] İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fedail, VII / 152; Abdurrezzak, Musannef, Fedail,
III / 380.
[14] Malik, Muvatta, 4, Kitabu’l-Kur’an, 15, II / 205.
[15] Nesai, Taharet, I, H. no: 36, I / 38.
[16] Bk.Ahmed, Müsned, V / 54; Nesai, Taharet, I, H. no: 36, 42, I / 38.
[17] Nesai, İmame, 10, H. no: 38, II / 97.
[18] Ahmed, Müsned, VI / 427.
[19] Haşr 59 / 7.
[20] Abdurrezzak, Musannef, Salat, III / 145; Ahmed, Müsned, I / 415; Buhari, 65, Tefsir, 59, VI / 59.
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
HZ. PEYGAMBER EFENDİMİZ VE KUR'AN-I KERİM
Kur’an’ı Kerim öğretimine ve ona göre hayatın anlam kazanmasına önem veren Hz. Peygamber’in (sav), Kur’an’la ilgili faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz: Ezberlemek, anlatma ve tebliğ, açıklamak ve yorumlamak, tatbik ve icra etmek.[1] Tüm bu sayılanları gerçekleştirmek için Hz. Peygamber (sav), çalışmasının kapsamına toplumun bütün fertlerini almıştır. Onlar için öğrenim kurumları oluşturmuş ve bu meyanda; hicri 2. yılda Mahremetü’n Nevfel’in evinde tesis edilen ve ‘Daru’l-Kurrâ’ adını taşıyan bir mektep kurmuştur. Kuba Mescidi ve Mescidi Nebi’den ayrı dokuz mescidi daha Kur’an öğrenimine tahsis etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) emri üzerine her sahabe komşusunun evini mektep olarak kullanmıştır.[2] Evlerimizin belki de zor durumlarda fonksiyonel kullanımıyla ilgili mesaj veren Resulullah (sav), mescidinin bir bölümünü de Kur’an öğrenimine ayırmıştır. Buraya “suffe” denmektedir.[3] Hatta Medineli cömert sahabe Sad b. Ubade (r), bu mektepten seksen kadar öğrencinin her gün iaşesini karşılamıştır. Kur’an öğretiminden kadınları da mahrum etmeyen Hz. Peygamber (sav), haftanın bir gününü kadınlara ayırmıştır. Hanımlardan Hz. Aişe (r) ve Hz. Hafsa (r) öğretim ve eğitimin bizzat içindeydiler. Verilen bu Kur’an eğitiminin sonunda yaklaşık yirmi kadar hukukçu hanım yetişmiştir.[4]
Kur’an öğretimiyle yakinen ilgilenen Hz. Peygamber (sav), aldığı vahyin anlaşılmasını ve kitlelere ulaşmasını istiyordu. Eğer vahiy hayata müdahele ederek sorunları çözmezse, inandırıcı da olamazdı. İnandırıcı bir dinin önderi olan Hz. Peygamber (sav), şartlara göre hem Mekke’de hem de Medine’de insanların meselelerini Kur’an’a göre çözüme kavuşturuyordu. Kur’an’daki tümel hükümlerden yola çıkarak insanlığın problemlerine çözüm bulmak isteyenlerin birinci meselesi, Kur’an’ı doğru anlamaktır. Lafzi / literal okuma üzerinde de duran Peygamber (sav), ağırlığı anlama faliyetine vermiştir. Anlama konusunda meclisler tertip edip kurumlar oluşturmayı şu hadislerinde teşvik etmiştir: “Bir topluluk Allah’ın (cc) mescitlerinden birinde toplânır; Kur’an tilavet eder, birbirlerine onu öğretirlerse üzerlerine sekinet iner; Allah’ın rahmeti onları kaplar ve melekler onları kuşatır. Allah (cc), kendine yakın kıldıklarının yanında onları anar.”[5] Kur’an okumalarından istifade edip, rahmeti elde edebilmek için; “kalplerin ona istekli olduğu zamanda okumak gerekir.”[6] Çok hızlı okumak suretiyle anlamdan uzak kalan bir okuyuşu Abdullah b. Mesud (r), şiir türü bir okuma olarak nitelendirirken[7], Peygamber Efendimiz (sav) de üç günden kısa süreli hatimlerden bir şey anlaşılmayacağı için arkadaşlarını uyarmıştır.[8]
İnsanların hak yoldan sapmamaları için “Resulullah’tan (sav) sonra sarılmamız gereken iki kaynaktan birincisi olan Kur’an, üzerinde yoğunlaşılarak hayata katılması ve değerler üretilmesi gereken bir kitaptır. Her türlü olayın ayrıntısını Kur’an’da arayıp bulamayınca da Hz. Peygamber’in (sav) gidişatını referans kabul etmeyenleri Resulullah (sav) kınamıştır.[9] Çünkü Kur’an-ı Kerim’den sonra başvurulması gereken ikinci kaynak sünnettir. Kendimizin ve insanlığın kurtuluşu için Kur’an’daki tümel hükümlerden evrensel mesajları sürekli üretmek zorundayız. Ayetlere işlerlik kazandırmak için değil de; subjektif bir yaklaşımla insanların birbirini yenmek için ayetleri çarpıştırması, kınanması gereken bir hâldir. Böyle kötü bir hadisenin, yani; ayetleri çarpıştırmanın sebebi, her türlü ön kabulü Kur’ana söyletmek hastalığından kaynaklanmaktadır. Bugün bile Kur’an-ı Kerim’e subjektif yaklaşım, onun anlaşılmasına engel olan en büyük hastalıklardan birisidir. Bu bağlamda şu olayın çok iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. “Resulullah (sav), Kur’an ayetleri üzerinde münakaşa eden birilerini işittiğinde onlara şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki insanlar, Allah’ın kitabının bir kısmıyla bir kısmını çarpıştırdıkları için helak oldular. Allah’ın kitabının bir kısmı bir kısmını tasdik edici olarak inmiştir. Birbirini yalanlamak için değil. Ondan birşey biliyorsanız söyleyin. Bilmiyorsanız, bilen insanlara, âlimlere havale ediniz.”[10]
Ümmetini Kur’an-ı Kerim’le eğiten Hz. Peygamber (sav), sonuçta Kur’an’la düşünen, yaşayan, hayata katan ve değerler üreten bir toplum oluşturmak istiyordu. Böyle bir toplum oluşturabilmek için de Kur’an’ı anlamayı ve hayata katabilmeyi cazibeli hâle getirilmeliydi. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak Resulullah (sav), toplumsal önderlikleri en iyi Kur’an bilenlere, yaşayıp yorumlayabilenlere veriyordu. Şöyle de denilebilir; Hz. Peygamber, Kur’an’ı iyi bilip hüküm çıkarma yeteneği olanları görev vermede her zaman öncelemiştir. Mekke’ye vali olan Abdullah b. Haris (r) hac mevsiminde yerine bir köleyi vekil bırakır. Hz. Ömer (r.) de “Niçin böyle yaptın?” diye sorunca şu cevabı vermişti: “O kişi köle de olsa; Kitap’ı en iyi okuyan, farzları en iyi bilendir.”[11] Bu cevabıyla Abdullah b. Haris (r) ve onun atamasını kabul eden Hz. Ömer (r), Allah Resulü’nün (sav) yolunda olduklarını kanıtlamışlardır. Değil hayatta, insanlar öldüklerinde bile Kur’an bilgilerine göre değer kazanmışlar ve bu anlayışa göre Hz. Peygamber (sav), Uhud Savaşı’nda en iyi Kur’an bilenleri mezara önce koymuştur.[12] Peygamber Efendimiz’in (sav) örnek davranışlarını ihya eder; bu anlayışı kendi hayatımıza katabilirsek yeniden yeryüzü önderliğinden bahsedebiliriz. Aksi hâlde sızlanmanın bir faydası yoktur. Çözüm, Hz. Peygamber’dedir (sav). Kur’an’a onun gibi bakabilmektedir.
[1] Erten, age., II / 2.
[2] Hamidullah, İslâm Peygamberi, II / 77.
[3] Duman, Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar, s. 138.
[4] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I / 79.
[5] Ebu Davud, Sünen, Kitab’u-s Salat, II / 71.
[6] Müslim, Kitabu’l ilim, IV / 2053.
[7] Heysemî, Mecmua’z-Zevaid, II / 269.
[8] Buharî, Kitab’u-t Tefsir, VI / 13-4.
[9] Mâlik, Muvatta, II / 899.
[10] İbni Kayyim, İlâmu’l-Muvakkîn, II / 126.
[11] Ebu Davud, Sünen, III / 499.
[12] Age., III / 499.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
buyrun konuşun yukarıda ilim konuşmuş
ezber tekrarını bırakın
ilimle gelin
sapık bir kaç yazardan alıntı yapılan konulara hemen atlıyorsunuz
işte yukarıda adam ilim üretmiş
konuşun
ama önce bir okuyun anlayın
ne
bu çok zor mu
haklısınız okuyup anlamak zordur
yeni bir şey öğrenmek zordur
kalıplardan çıkmak zordur
ilim zordur
:) Mehmet Sürmeli'yi gönder derdim ama o da cevap vermek yerine kaçmayı tercih etti.
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
SÜNNETİ REDDETMEK DİNİ ÜTOPİK HALE GETİRİR
Hadis ve sünneti reddedenler, Hz. Peygamber’i ve tevhit mücadelesini tarihselleştirerek Müslümanların batılılaşmaya karşı alternatif bir medeniyet kurmalarını engellemek istemektedirler. Alternatif bir medeniyet oluşturmanın ayrıntıları hadis ve sünnetin içerisindedir. Hayatın genişlik alanı ve insanca kurgulanması bağlamında hadislerde birçok özel ve genel hüküm mevcuttur. Sünnet dışlandığı zaman, boşluk kabul etmeyen hayat bunu farklı dünya görüşleri ve medeniyet anlayışlarıyla dolduracaktır. Hadis ve sünneti reddedenler, yeni meseleler karşısında çözüm üretmenin en önemli iki kaynağından biri olan sünneti dışta bırakarak İslâm’ı ütopik bir din olarak algılatmayı amaçlamaktadırlar. Malum olduğu üzere, hayatın sorunları sayılamayacak kadar çoktur. Bu çok sorunu çözerken ayette çözüm bulunamadığında hadislere başvurulur ki bu bir kuraldır. Hadis külliyatımız Peygamber Efendimizin hayatın sorunlarına nebevi bakışı ve çözümü muhtevi rivayetlerle doludur. Onları hesaba katmayanlar, olayların çözüme bağlanmasında ortaya çıkan boşluğu ya dolduramayacaklar ki bunun sonunda din ütopikleşir. Veya çözümü rasyoneliteye havale edecekler ki sonuçta risalet konumunun yerini insan hevası alacaktır. Genelde insan hevasına yol açarak örtük bir peygamberlik görevi insana yüklenmek istenmektedir. Bir defa bu durum revaç buldu mu haddini bilmeyen bu güruhun yıkım alanına ayetler girecektir. Bu süreçte tartışılan ve reddedilen ayetler olacaktır. Sonuçta işlevsiz bir ilah, tarihsel bir kitap, itibarsız ve fonksiyonsuz bir peygamber anlayışı egemenlik alanı bulacaktır. Modernitenin bilerek ve plânlı şekilde Müslüman toplumlara empoze ettiği din anlayışı budur. Bazıları bunu anlamak istemese de durum bundan ibarettir.
MEHMET SÜRMELİ
Kuran ütopik bir metin yani Sürmeli için.Bu cümleyi kurabilen kişinin neden yazılarını beğeniyor ve paylaşıyorsun?
Bu sözü bir ateist söylese itiraz edersin değil mi?
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
Kuran ütopik bir metin yani Sürmeli için.Bu cümleyi kurabilen kişinin neden yazılarını beğeniyor ve paylaşıyorsun?
Bu sözü bir ateist söylese itiraz edersin değil mi?
yukarıda söyledim ya önce oku anla sonra cevap ver
mantıktan ve ilimden ayrılma
kuran genel esasları koyar uygulamayı peygamber öğretir
 

Darul_Beka

Profesör
Katılım
17 Kas 2013
Mesajlar
2,214
Tepkime puanı
174
Puanları
63
kabul etmek için değil yahu öğrenmek için okuyun
anlayın
sonra eleştirin
karşı tezin mantığı nedir neye dayanıyor bunları bilmeden kendi fikrinizi test de edemezsiniz
çok uzun metinler değil üç beş metin bir zahmet okuyup anladıktan sonra cevap yazın
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
kabul etmek için değil yahu öğrenmek için okuyun
anlayın
sonra eleştirin
karşı tezin mantığı nedir neye dayanıyor bunları bilmeden kendi fikrinizi test de edemezsiniz
çok uzun metinler değil üç beş metin bir zahmet okuyup anladıktan sonra cevap yazın
okudum muhterem önceden okumuştum itirazımı da gerekçeleriyle Sürmeli'nin facedeki sayfasından yapmıştım.
 

ihvanistanbul

AkhenAton
Katılım
4 Eki 2009
Mesajlar
7,654
Tepkime puanı
2,337
Puanları
113
Konum
istanbul
Rab,öğretendir.Sen söyledin "peygamber öğretir" diye.
peygamber öğretir tabi. Ya git işine Allah aşkına. Okumayı Rabbin mi öğretti? İnternete bağlanmayı kimden öğrendin? La pazardaki pırasanın fiyatını pazarcıdan öğreniyorsun dine geldi mi <Rabbim Öğretti> peygamber yok ortada!
 

çelebiler

Kıdemli Üye
Katılım
4 Ocak 2013
Mesajlar
7,457
Tepkime puanı
211
Puanları
0
peygamber öğretir tabi. Ya git işine Allah aşkına. Okumayı Rabbin mi öğretti? İnternete bağlanmayı kimden öğrendin? La pazardaki pırasanın fiyatını pazarcıdan öğreniyorsun dine geldi mi <Rabbim Öğretti> peygamber yok ortada!
Sen din ile mesleği sürekli karıştırıyorsun.
Dinden mi besleniyorsun diyeceğim ama seni de üzmek istemiyorum.
 
Üst