Darul_Beka
Profesör
- Katılım
- 17 Kas 2013
- Mesajlar
- 2,214
- Tepkime puanı
- 174
- Puanları
- 63
SÜNNETİN BAĞLAYICILIĞINI BİZLERE RABBİMİZ BİLDİRMİŞTİR
Kur’an ve sünnet mutlak bağlayıcıdır. Ahzab Suresi 36. ve benzeri ayetler Kur’an ve sünnetin teşride delil olmasını ispatlamak için gösterilmektedirler. Kur’an Allah Teâlâ’nın kelamı, sünnet ise bu kelamın tebliğ biçimi, açıklaması ve uygulamasıdır. Yüce Allah’ın hüküm koymadığı yerlerde O’nun denetiminde yerine göre hüküm koymasıdır. Risalet döneminde hüküm konurken her hangi bir içtihadi yanılgı olduysa Allah(c.c.) anında müdahale ederek peygamberini düzeltmiştir. Zira masum olan şeriatte hatanın olamaz. Buradan çıkan sonuca göre, Peygamber Efendimiz sürekli ilahi denetim altında olmuştur. Bunun anlamı; Resulullah, Rabbimizin kontrolünde olduğundan dolayı ondan bizlere intikal eden sahih sünnet Müslümanlar için kesin bağlayıcıdır. Müslümanlar için dememizin nedeni; kâfirler risalete iman etmedikleri için peygamberliğin de hadis ve sünnetin de onlar için bir anlamı yoktur. Şu ayet, Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını en net ifade eden ayetlerden birisidir: “وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا” “Hem Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mü'min bir erkek, ne de mü'min bir kadın için (o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur! Ve her kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalâlete düşmüş olur.”[1] Ayetteki “قَضَى” fiili hükmetmek, karar vermek, emir vermek anlamlarına gelir. Nüzul sebebi olarak da Zeynep bt. Cahş’ın evliliğini konu edinir. Ayette buyrulur ki Hz. Peygamber, Hz. Zeynep’ten çeşitli hikmetlere binaen Zeyd b. Harise ile evlenmesini istemiştir. Mekke Eşrafından Cahş’ın kızı olan Zeynep, bu evliliğe sıcak bakmamıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Müslüman olduktan sonra vahiy karşısında seçme hakkının olmadığını” Zeynep’e hatırlatmıştır.[2] Ayetin iniş sebebi hususi bir sorunu çözmeye matuf olsa da hüküm umumidir. Buna göre Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman Müslümanların mutlak itaat etmeleri şarttır. Bu ayet zihnimizi vahye kotlayan ve hevanın ilahlaşmasına engel olan ayetlerin en vurgulularından sadece birisidir. Özünde hayatın Kur’an ve sünnete göre anlamlandırılması vardır. Bu ayetin kardeşleri ise Nisa suresinin 59, 65 ve 105. Ayetleridir. Numaralarını verdiğimiz ayetler grubu Allah’ın mutlak iradesi ve rızası gereğince sünnetin de bağlayıcı oluşuna atıflar yapar.
Peygamber Efendimiz sadece tebliğle görevli değildir. Onun görevleri arasında tebliğle beraber, kapalı hükümleri açıklama/tebyin, verilen emirleri uygulamak/temsil ve hüküm olmayan konularda hüküm koymak/teşri de vardır. Yukardaki açıklamaya çalıştığımız ayetle beraber şu ayet de Resulullah’ın hüküm koymada da yetkili olduğuna delil kabul edilmiştir: “الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ” “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de (sıfatlarını ve geleceğini) yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere gönülden uyarlar. İşte o peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar…”[3] Hz. Peygamber’in hüküm koyması, dini ilimlerin metodolojisini/usulünü bilmeyen ama yine de iyi niyetli olduğunu zannettiğimiz bazı kimseler tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiler hüküm konusunda Allah’ı tenzih edeceğiz derken, Peygamberi tamamen “postacı” konumuna indirgeyerek onu işlevsiz hâle getirmektedirler. Hatta peygambere bu zulmü reva görenler Kitabın beyanı konusunda pervasızca konuşarak; hadisler(!) irat ederek kendilerini sahte peygamber yerine koyduklarını unutmaktadırlar. Allah Teâlâ, Peygamberine bu yetkiyi vermişken ayetlerin bağlamlarından ve ilmilikten uzak yorumlarla yıllarca demagoji ve polemik yapılmıştır. Kadim dönemlerde bu konu hararetli tartışmalara konu olmadığı gibi, İslâm uleması da içtihad yaparken sünneti her zaman ikinci sıraya almıştır. Sünneti dışta bırakarak Kur’an’dan sonra hemen kendi görüşlerini arz etmemişlerdir. Kur’an-ı Kerim’i tenzih konusunda ise kadim dönem İslâm uleması günümüzün ideolojik ve önyargılı Müslümanlarından(!) daha titiz davranmışlardır. Ayrıca bilinmeli ki herkesin tenzih anlayışı tevhidi bilinci/marifetullahı oranındadır. İslâm’ı hayatın tüm boyutlarında tek ve tartışılmaz hayat tarzı olarak kabul etmeyenlerin tevhid anlayışları da, tenzih anlayışları da tartışmaya açıktır. Bu bilinci elde edememiş yöntemsiz kişilerin mesnetsiz sözlerinin ilmi bir değeri yoktur. Zararları kendilerinedir fakat İslâmî ilimlerde derinleşmeyen bazı yetersiz insanların sapmalarına neden oldukları için sünnetin bağlayıcılığı konusunu açmak istiyoruz.
[1] Ahzab 33/36
[2] Maturidî, Te’vîlât, c. VIII. S. 387; Bagavi, Mealim’ü-t Tenzil, s. 755.
[3] Araf 7/157.
Kur’an ve sünnet mutlak bağlayıcıdır. Ahzab Suresi 36. ve benzeri ayetler Kur’an ve sünnetin teşride delil olmasını ispatlamak için gösterilmektedirler. Kur’an Allah Teâlâ’nın kelamı, sünnet ise bu kelamın tebliğ biçimi, açıklaması ve uygulamasıdır. Yüce Allah’ın hüküm koymadığı yerlerde O’nun denetiminde yerine göre hüküm koymasıdır. Risalet döneminde hüküm konurken her hangi bir içtihadi yanılgı olduysa Allah(c.c.) anında müdahale ederek peygamberini düzeltmiştir. Zira masum olan şeriatte hatanın olamaz. Buradan çıkan sonuca göre, Peygamber Efendimiz sürekli ilahi denetim altında olmuştur. Bunun anlamı; Resulullah, Rabbimizin kontrolünde olduğundan dolayı ondan bizlere intikal eden sahih sünnet Müslümanlar için kesin bağlayıcıdır. Müslümanlar için dememizin nedeni; kâfirler risalete iman etmedikleri için peygamberliğin de hadis ve sünnetin de onlar için bir anlamı yoktur. Şu ayet, Kur’an ve sünnetin bağlayıcılığını en net ifade eden ayetlerden birisidir: “وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا” “Hem Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mü'min bir erkek, ne de mü'min bir kadın için (o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur! Ve her kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalâlete düşmüş olur.”[1] Ayetteki “قَضَى” fiili hükmetmek, karar vermek, emir vermek anlamlarına gelir. Nüzul sebebi olarak da Zeynep bt. Cahş’ın evliliğini konu edinir. Ayette buyrulur ki Hz. Peygamber, Hz. Zeynep’ten çeşitli hikmetlere binaen Zeyd b. Harise ile evlenmesini istemiştir. Mekke Eşrafından Cahş’ın kızı olan Zeynep, bu evliliğe sıcak bakmamıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Müslüman olduktan sonra vahiy karşısında seçme hakkının olmadığını” Zeynep’e hatırlatmıştır.[2] Ayetin iniş sebebi hususi bir sorunu çözmeye matuf olsa da hüküm umumidir. Buna göre Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman Müslümanların mutlak itaat etmeleri şarttır. Bu ayet zihnimizi vahye kotlayan ve hevanın ilahlaşmasına engel olan ayetlerin en vurgulularından sadece birisidir. Özünde hayatın Kur’an ve sünnete göre anlamlandırılması vardır. Bu ayetin kardeşleri ise Nisa suresinin 59, 65 ve 105. Ayetleridir. Numaralarını verdiğimiz ayetler grubu Allah’ın mutlak iradesi ve rızası gereğince sünnetin de bağlayıcı oluşuna atıflar yapar.
Peygamber Efendimiz sadece tebliğle görevli değildir. Onun görevleri arasında tebliğle beraber, kapalı hükümleri açıklama/tebyin, verilen emirleri uygulamak/temsil ve hüküm olmayan konularda hüküm koymak/teşri de vardır. Yukardaki açıklamaya çalıştığımız ayetle beraber şu ayet de Resulullah’ın hüküm koymada da yetkili olduğuna delil kabul edilmiştir: “الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِندَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ يَأْمُرُهُم بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَاهُمْ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ” “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de (sıfatlarını ve geleceğini) yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere gönülden uyarlar. İşte o peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar…”[3] Hz. Peygamber’in hüküm koyması, dini ilimlerin metodolojisini/usulünü bilmeyen ama yine de iyi niyetli olduğunu zannettiğimiz bazı kimseler tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Bu kişiler hüküm konusunda Allah’ı tenzih edeceğiz derken, Peygamberi tamamen “postacı” konumuna indirgeyerek onu işlevsiz hâle getirmektedirler. Hatta peygambere bu zulmü reva görenler Kitabın beyanı konusunda pervasızca konuşarak; hadisler(!) irat ederek kendilerini sahte peygamber yerine koyduklarını unutmaktadırlar. Allah Teâlâ, Peygamberine bu yetkiyi vermişken ayetlerin bağlamlarından ve ilmilikten uzak yorumlarla yıllarca demagoji ve polemik yapılmıştır. Kadim dönemlerde bu konu hararetli tartışmalara konu olmadığı gibi, İslâm uleması da içtihad yaparken sünneti her zaman ikinci sıraya almıştır. Sünneti dışta bırakarak Kur’an’dan sonra hemen kendi görüşlerini arz etmemişlerdir. Kur’an-ı Kerim’i tenzih konusunda ise kadim dönem İslâm uleması günümüzün ideolojik ve önyargılı Müslümanlarından(!) daha titiz davranmışlardır. Ayrıca bilinmeli ki herkesin tenzih anlayışı tevhidi bilinci/marifetullahı oranındadır. İslâm’ı hayatın tüm boyutlarında tek ve tartışılmaz hayat tarzı olarak kabul etmeyenlerin tevhid anlayışları da, tenzih anlayışları da tartışmaya açıktır. Bu bilinci elde edememiş yöntemsiz kişilerin mesnetsiz sözlerinin ilmi bir değeri yoktur. Zararları kendilerinedir fakat İslâmî ilimlerde derinleşmeyen bazı yetersiz insanların sapmalarına neden oldukları için sünnetin bağlayıcılığı konusunu açmak istiyoruz.
[1] Ahzab 33/36
[2] Maturidî, Te’vîlât, c. VIII. S. 387; Bagavi, Mealim’ü-t Tenzil, s. 755.
[3] Araf 7/157.