Yahyalılı Hacı Hasan Efendi

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
4188h12tj.jpg


Hacı Hasan Efendi (k.s) 1914 yılında Kayseri'nin Yahyalı ilçesinin Kavacık mahellesinde dünyaya geldi. Büyük dedeleri, seyyitlerden Hacı Osmanzade, dedesi H. Ahmet Efendi, babaannesi de Halime hanımdır. Babaları Erbili Muhammed Esat Efendi Hazretlerinin halifesi Mustafa Hulusi Efendi'dir, anneleri Baba Hocalardan Hacı Mehmet Hoca'nın kızı Aişe Hanım'dır.

Her iki yönden peygamberimizin (s.a.v.) nur nesline dayanan asil bir ailedendir. Böyle bir ana babanın evlatları olan Hacı Hasan Efendi, daha çocuk yaşlarda, gelecekte insanlara büyük bir örnek olacağına işaret eden tavır ve hareketleri ile herkesin dikkatini çekiyordu.

Ondördünde vurdular manevi aşı

Durmadı akardı gözümün yaşı

dizeleriyle başlayan şiirlerinden anlaşıldığına göre ondört yaşında, babalarından vazife alarak fiilen tasavvuf yoluna girerler. Giyim-kuşam ve temizlik konusunda sonderece dikkatlidirler. Dışlarındad da, içlerindeki gibi bir düzen ve tertip hakimdi. Zamanın hakimlerinden Mustafa Hoca Efendi'nin fıkıh derselrine katıldılar. Dini eğitimin yasak olduğu dönemdir ve pederleri Mustafa Hulusi Efendi endişelidirler. Anneleri Aişe hanım: "Telaş etmeyin efendi, ben evladımı rüyamda Efendimiz (s.a.v.)'in dizinin dibinde okurken gördüm" buyurmuştur. Zaman hızla akıp gitmektedir. Bu ara Hacı Hasan Efendi, babaları Mustafa Hulusi efendi'nin medreseden arkadaşı, Adana yöresinden Ali Hoca'nın kızı Meryem Hanım ile izdivaç ederler. Çeyiz eşyası olarak bir yorgan, halı, heybe, yastık ve birkaç parça kab...

1939'da askerlik münasebetiyle Adana Dörtyol'a giderler ve sonrasında İstanbul Yalova'ya geçerler; bu arada da manevi hizmetlere devam ederler.

Sami Ramazanoğlu (k.s.)'nun Kayseri'nin Yeşilhisar ilçesindeki içmeye teşriflerinde, Babaları Mustafa hulusi Efendi, kayın pederleri ve Kılavuz Hafız ile ziyaretlerine giderler. Orada Sami Efendi Hazretleri, Mustafa Hulusi Efendiye hitaben: "Hasan Efendi'ye icabet veriyorum, bundan sonra ihvanın derslerini sormaya, vazife vermeye kendisini tayin ediyorum." der. Kadiri icazetinide yine aynı yerde 1965 yılında alırlar. Hacı Hasan efendi Adana Şeyhoğlu camii, sonraları da Ceyhan, Kozan, Niğde, Develi gibi çevre yerleşim yerlerinde vaazlarına devam etti.

1976 yılında çok ciddi bir şekilde şeker hastalığına yakalanırlar. Şekeri 450'ye çıkmış olmasına rağmen ihvana sohbete devam ederler. 1982'de gözlerinden katarak amaliyatı olurlar. 1987 yılında kalp rahatsızlığı sebebiyle, Kayseri Tıp Fakültesi Hastanesi'nde yoğun bakıma alındılar. 27 ocak 1987 akşamı bir ihvanın evinde, elleri semaya açık iken dünya hayatına veda ettiler. Ertesi gün yurdun dört bucağından gelen gönüldaşların eşliğinde kendi yaptırdığı Yahyalı Kavacık mahellesindeki, Kalemdar camiine defnedildiler. Cenab-ı Hak şefaatlarına mazhar kılsın.
[IMG]http://img312.imageshack.us/im... oldukları Kalender Camii'ndedir.[/COLOR][/B]
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Şiirleri


Tercüme-i Hal


Besmele, hamdele başladım söze,

Mevlâ fütühat lûtfetsin bize.



Muhammed Mustafa'ya salavât olsun,

Âl ve Ashab'ı bizleri bulsun.



Geçirdiğim gözden devr-i alemi

Bi-izni Hüda, çektim kalemi.



Yakın elli'ye, sorman yaşımdan,

Geçti çok şeyler dahi başımdan.



Beş-altı yaşımda vardım hocaya,

Elifi bitirdim, geçtim heceye.



Okudum Kur'an-ı yedi yaşımda,

Var idi bir sevda dahi başımda.



Gayet sever idim zikir çekmeyi,

O güzel mecliste boyun bükmeyi.



Kadrî'yle nakşî'den halife peder,

Bu aciz oğluna tevaccüh eder.



Sekiz ile dokuz, on'u bitirdim,

İlmihâlimi çok şükür yetirdim.



Onbir onikide sohbet arardım,

Pederimden müşkillerim sorardım.



Onüç dedim, maneviyat açıldı,

Gönül alemine ferah saçıldı.



Ondörtte vurdular manevi aşı,

Durmadan akardı gözümün yaşı.



Kötü akrandan daim kaçardım,

Rabıtada füyuzatlar içerdim.



Onbeş ile yirminin arası,

Nefs-i emmarenin çoktur yarası.



Basınca kardeşim yirmibire,

Muayene oldum, o hazık Pîr'e.



Ramazanoğludur tabibin adı,

Gönüllerde yaşar bu zatın tadı.



Hastahanesine girenler bilir,

Emretse, bu fakir uğrunda ölür.



Ayetle hadisten recete yazdı,

Evrad-u Ezkâr'dan ilaçlar dizdi.



Yirmider otuzuna varınca,

Herkes imrenirdi bizi görünce.



Bu arada askerliği bitirdim,

Bilirim ya tecrübebi artırdım.



Halam ilim düştük hicaz yoluna,

Çok şükür kavuştuk cihan gülüne.



Evimizi yaptırdım bu arada,

Fışkırırdı sevgiler bu sırada.



Otuzdan kırka vadık, on sene,

Vaaz verip hizmet ettim bu dîne,



Otuz sene kürsülerde konuştum,

Sebeb oldu çok insanla tanıştım.



Bu arada levha yazdım, doldurdum...

Muterizin sözlerini kaldırdım.



Hak, rızkımı bu sebeple taşırdı,

Rahatlığı başımızdan aşırdı.



Sayısızca şükür olsun yaradan,

Esirgesin hıgıd, ucub, riyadan,



Lakin ahret derdi düştü içime,

Tövbe olsun yaptıtklarım suçuma.



Düşüncem hele imanla ölmek,

Halık-ı Barî'nin rızanı bulmak.



Ziyaretci üst üstüne gelirdi,

Sohbetlerde feyz-i Rahman alırdı.



Fırsat yoktu dışarıya çıkmaya,

Kardeşlerim lâyıktı bakmaya.



Ayrı ayrı derslerini sorardım,

Tomur tomur güllerini dererdim.



Hafta geçmez tekrar gelip görüşür,

Edep ile letâifin danışır.



Cümlesinden razı olsun yaradan,

Dünya ahret seçme bizi aradan.



Yalvarırım, iman ile ölelim,

Mevlâmızın rızasını bulalım.



Kırkı bitirdik, yaklaştık elli,

Devr-i mezalim olduğu belli.



Kurtulur haksız, haklı dövülür,

Alim yobazdır(!), cahil övülür.



Genç nesil bozuldu, etmez itaat,

Şimdi mübah oldu; menhiyyat.



Çıkmaz kahveden evi orası,

Şeytan ile gayet iyi arası.



Korkmaz Allah'tan içki içiyor,

Duyunca ezanı, nasıl kaçıyor.



Halık'ımız ıslah eylesin sizi,

Mümkün değil ise kurtarsın bizi.



Bu sene hicazdan nasip açıldı,

Gönül alemine ferah saçıldı.



Salih refiklerle beraber gittik,

Ederken tavaf, üstada yettik.



Kayseri vilayet, Yahyalı kazam,

Binüçüzotuz tevellüt yazam.



Kavacık mahallem, doğdum burada,

Mevlâmız halketmiş böyle sırada.

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Şifa Tarifesi


Besmele geçsin başına

Gelsin mü'minler hoşuna

Geçirme ömrün boşuna

Kur'anına devam lâzım.



ALLAH'a hamdeder kulu

Peygamber göstermiş yolu

Şükre devam eyle, ulu

Bu nimeti bilmek lâzım.



Gelip kıldırdı dumanı

Kula öğretti imanı

Resul'dür etme gümanı

Salavata devam lâzım



Bilin Muhammed Mustafa (a.s.)

Vazifeyi etti îfa,

Al-i Ashab ruha safa

Yollarından gitmek lâzım.



Namaz, İslâm'ın binası

Şahâdet oldu hanesi

Tenvir etti, uyan nası

Tehvid'e çalışmak lâzım.



Savm ile kır nefsin belini

HAK sever zekat veren kulunu

Hacc et, gör Mekke ilini

Farz olana gitmek lâzım.



Evvelâ ilim olmalı

Amel nehrinden dolmalı

İhlâs bahrine dalmalı

Bu işe ihtimam lâzım.



Tarikat temeli bunlar

Rabıtayla kalbi dinler

Teslim olup işi anlar

Meyyit gibi olmak lâzım.



Tarifeye hile etme

Eksik yahut fazla gitme

Kendi fikrin sözün tutma

Başını indirmek lâzım.



Letâif dersini alan

Mahsun olma, geri kalan

Riyakârlar bela bulan

Yokluğa atılmak lâzım.



Kardeş gel benliği bırak

Gerek gayet temiz yürek

Yakın sanma, yol çok ırak

Tedarikin görmek lâzım.



Kalbin zikri soldan başlar

Ruh'un dahi, sağdan işler

Sır çalışır, olur üçler

Tarifeyi tutmak lâzım.



Hafî, sağ memenin üstü,

Ahfa'nın, Muhammed dostu

İhvanın tez geçmek kasdı

Lâkin burda durmak lâzım.



Beşini bir eyle burda

Daima kalbinden kur da

Çok durdukça şifa derde

Temel muhkem olmak lâzım.



Söylemeden tez tez geçme

Tarifçiye yara açma

Her arkın suyundan içme

Menbaını bulmak lâzım.



Beş'den sonra alna çıkan

Adû nefse zincir takan

Zikrin aleviyle yakan

Rabıta çok olmak lâzım.



Şeytan, dünya hücum eder

Meyledersen zikir gider

Yetişen var etme keder

Hazrete çağırmak lâzım.



Bundan sonra zikr-i kül'e

Bir sızı çökmeli bele

Zikir hiç gelemez dile

Cemi' âza demek lâzım.



Zikr-i sultanî'ye dönen

Mâ, hevâ, nâr, turab binan

Bütün vücud bir dil sanan

Yarenlarla sohbet lâzım.



Bundan sonra nefy-ü isbat

Gelir tevhid, gider zulmez

Lâkin çok istermiş gayret

Fikren buna devam lâzım.



Nefesini çeken içe

Tek olacak, varın üçe

Yirmi bire yol aça

Maksut, matlub, rıza lâzım.



Yazmakla bu iş bilinmez

Sadr'a yazılır silinmez

Bu ders herkesde bulunmaz

Lâkin tarif etmek lâzım.



Gir murakabe içine

Katın ebrarlar göçüne

Bunlar gelmesin hiçine

Hedefin gözetmek lâzım.



Kalbin arşa tam açmalı

ALLAH'ın feyzini içmeli

Fena ahlâktan geçmeli

Nefsini çiğnemek lazım.



Üç şey bu derslere zarar

Hasta, derde deva arar

Üstazımız vermiş karar

Reçetesin tutmak lâzım.



Şeriatsız işi yapmak

Fenalık ardına kopmak

İğne kadar haktan sapmak

Zararını bilmek lâzım.



Şeriatsız tarîk olmaz

Cahil sofu dinin bilmez

Belki camiye de gelmez

Bu kavimden kaçmak lâzım.



Kadınla zikre oturur

"Helâl" der, dînin yitirir

Girdiği köyü batırır

Namusu korumak lâzım.



Ekserî cahil toplanır

Varır ilmeye saplanır

Yumurta olsan kulplanır

Cahillerden kaçmak lâzım.



Böyle olur kerametten azan

Şeriat, elde bir mizan

Aldatır, "sen de keramez kazan"

Her şahsı bir tartmak lâzım.



İkinci, gafille sohbet

Aman, bu işten et nefret

Sana lâzım gözüm uzlet

Halvete çekilmek lâzım.



Üçüncü, dünyayı sevmek

Kalbine sevgisin koymak

Daima lâfını etmek

Bu sözlerden hazer lâzım.



Kalemdar, kusurun dolu

Bu üç şey sende var, belî

Öyle ise niden eli

Kendini düşünmek lâzım.



&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&


Sakınmak Gerek


Beş şey kalbi öldürür,

Zikrin gülünü soldurur,

Gaflet içine daldırır,

Bunlardan sakınmak gerek.



Evvelkisi fazla yemek

İkincisi çok uyumak

Üçüncüsü gıybet demek

İşte bundan hazer gerek



Dördüncüsü pek gülmesi

Beşincisi rızık kaygısı

Yoldan çıkarır, çok nası

Emrazını bilmek gerek.



Beş şey kalbini taş eder

Böyle dedi büyük peder

Sakınmazsan cevher gider

Muhafaza etmek gerek.



Birisi günah kesreti

İkinci, tokluk zulmeti

Üçüncü zulüm gayreti

Hadisleri bilmek gerek.



Dördüncü, namaz geçirmek

Beşinci, sol elle yemek

Yapsan bunu gider emek

Sünnete rivayet gerek.



Münafıkda, üç alâmet

Herkes bunu eder nefret

Boşa çekilmesin zahmet

Kendini veznetmek gerek.



Söylerse ol, yalan söyler

Va'deylese hulf eyler

Emanete hiyanet eder

Bu fiilden uzak gerek.



Şu beş eve melek girmez

Aklı olan sûret komaz

Pis içkiye, iyi demez

Bundan çok sakınmak gerek.



Ebeveyne âsî olma

Misafiri geri kovma

Köpekler eve koyma

Meleklere ta'zim gerek.



Dört alâmet akıllıda

Feyizden alır ol gıda

Allah için ağlar dîde

Gözden yaşlar dökmek gerek.



Evvel, gelmeyene gider

Zulmedenleri affedir

Vermeyene ita eder

Kötülüğe iyilik gerek.



Kalemdâr ahlâkın fena

Bu fiille gitme sine

tutar bunu, akîldâne

Ahlâk güzel olmak gerek.




&&&&&&&&&&&&&&



Ziyaret Adabı


Huzura abdestli varın

Gayet hafif selam verin

Yedine varınca erin

Yüksek söyleme sözünü



Gösterdiği yere otur

Nefsini önüne yatır

Kalbin bir araya getir

Her yere eğme özünü



Kardeş gölgesine basma

Huzurda kimseyi kesme

Zahmet etme o nur cisme

Dağıtma orda ağzını



Kalksa yerine oturma

Gam verecek söz götürme

Çok bakıp edep yitirme

Daima dikme gözünü



İncitecek işi yapma

Öyle bir kutuptan şaşma

Huzurda başka el öpme

Dönderme sakın yüzünü



İzin almadan gidene

Ne deyim zahmet edene

Kılıçlar vurur bedene

Yarama atma tuzunu



Aman az olsun kelamın

Feyz akmaksa emelin

Muhkem kurulsun temelin

Kurban et oğlun kızını



Kalkmak için ta’cil eyle

Müşkilin var ise söyle

Mürşidine edep böyle

Uzak yakın çök dizini



Ele söyler kendi bilmez

Nefsi serkeş kendi gelmez

Kalemdâr bu böyle olmaz

Başkaya açma raz’ını.



&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&


Genç Varki


Genç var ki imanı kuvvetli

Din-i âliye hizmetli

Büyüklerine hürmetli

Adam olacağı belli...



Genç var ki insafa gelmiyor

Öğüt versen tesiri olmuyor

Büyük, küçüğü bilmiyor

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki abdestini alıyor

Beş vakit namazını kılıyor

Halis mü’minleri buluyor

Adam olacağı belli...



Genç var ki cami görmemiş

Secdeye yüzün sürmemiş

Alim yanında durmamış

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki Kur’an elinde

Allah’ın zikri dilinde

Büyük zatların yolunda

Adam olacağı belli...



Genç var ki kahvede yatar

Evin eşyasını satar

Derya-yı günaha batar

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki ilme çalışır

Vaaz vermeye alışır

Büyük zatlarla buluşur

Adan olacağı belli...



Genç var ki sinema işi

Yitirmiş ekmeği aşı

Geçiyor kıymetli yaşı

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki camiden çıkmaz

Elin namusuna bakmaz

Fanilere boyun bükmez

Adam olacağı belli...



Genç var ki namazdan kaçar

Korkmaz Hakk’tan içki içer

Salyasın etrafa saçar

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki anneyi kırmaz

Babasına karşı durmaz

Sigaraya para vermez

Adam olacağı belli...



Genç var ki babasını döver

Din, iman, anneye söver

Para için insan boğar

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki söylersen tutar

Gayet tevazulu yürür

Din yolunda canın verir

Adam olacağı belli...



Genç var ki gayet açık suçu

Danslarda ağarmış saçı

Siyonizm’i sever içi

İnsan olmayacağı belli...



Genç var ki kürsüye çıkar

Sözü mü’minleri yakar

Gözlerinden yaşlar döker

Adam olacağı belli...



Genç var ki açık bacağı-başı

Şeytanın tam olmuş eşi

Gece-gündüz kumar işi

İnsan olmayacağı belli...




&&&&&&&&&&&&&&&&&&66



Nefis Muhasebesi


Bu kadar yaş heba oldu

Düşündükçe gözüm doldu

Pay-i tahtı düşman aldı

Mavzerini sıktın nefis.



Amelime riya katar

Ahlaklarım beter beter

Aklım anın sözün tutar

Zincirini taktın nefis.



İstediği yere çeker

Manevi evlerim yıkar

Bal içine zehir döker

Masiyete çektin nefis.



Hak’dan da haya etmedin

Dost buyruğuna gitmedin

Süluk’de adım atmadın

Döşlerime çıktın nefis.



El gördülük yaptın amel

Buzdan kurmuş idin temel

Şöhret ile olmaz kemal

Evlerimi yıktın nefis.



İhvana göründün güzel

Dedin, “kardeşlerim düzel”

Kendi bağın oldu gazel

Bir çızgı ile yaktın nefis.



Amelin dünyaya alet

Bütün bildiklerin galat

Aşk ile getirmen Salat

Bellerimi büktün nefis.



Çok tuzağı, geçemedim

Bir aynımı açamadım

Kanat urup uçamadım

Zindanlara tıktın nefis.



Huzurda yüzlerim kara

Dışım iyi içim yara

Yüzüm yok gitmeye Pir’e

Yar aşağı attın nefis.



âli meclise çok vardın

Ben bilirim neler gördün

O meclisde, “yapmam” dedin

Haramlara baktın nefis.



Fena ahlak bütün bende

Ayıp, der saklarım canda

Ağularlar bizi günde

Zehirini döktün nefis.



Mahcubum hep yarenlerden

Bize sual soranlardan

Geri kaldım erenlerden

Burnum yere soktun nefis.



Kalbimi aklımdan aldı

Köklerime sular saldı

Gönül arsasını buldu

Mikropları ektin nefis.



Geri dön, gel eyle gayret

Kalemdâr’a şifa sohbet

Teveccüh buyursa, Hazret

Bu sözümden korktun nefis.



&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&


Yahu Nerdesin?


Aşık maşukunu durmadan arar

Muhabbetsiz geçen gün ihvan zarar

Tabi bu meslekten etmedin firar

Gel bir görüşelim yahu nerdesin?



İstihare ile bulmuştun bizi

Bekliyor yolunu acizin gözü

Ölsem de terketmem kardeşim sizi

Gel bir bilişelim yahu nerdesin?



Yüzünü görmüyor, soruyom elden

Geçen günler ise düşmezdin dilden

Sağlam teslimiyet, bağlansan belden

Gel bir buluşalım yahu nerdesin?



Geçtik mektubundan, gelmiyor selam

Hak, Rezzak-ı Alem çekmeyin elem

Mevla huzurunda şahittir kalem

Gel bir sarışalım yahu nerdesin?



Yaz-kış demeyip her an koşarken

Muhabbette ihvanları aşarken

Ağlayarak sohbetlerde düşerken

Gel bir alışalım yahu nerdesin?



Dersini alırken çöktüğün dizler

Kardeş, nereye gitti o kadar sözler?

Bekleyi bekleyi kırıldık bizler

Gel bir barışalım yahu nerdesin?



Sizi bizden sorar bazı yarenler

Bu meslek içinde gonca derenler

Bizi çok ileri geçti erenler

Gel bir erişelim yahu nerdesin?



Hubb-u dünyaya nefsimiz kandı

Acep bu alemde ölmek mi sandı

Yıkıldı herhalde feyziyin bendi

Gel bir çalışalım yahu nerdesin?



“Ölsem ihvanlardan ayrılmam” derdin

Halin inkar etme çok şeyler gördün

Acep nerden artıyor senin bu derdin?

Gel bir bilişelim yahu nerdesin?



Kalemdâr gibi kendini vurma

Bilen var derdini, ağyardan sorma

Küsüpte yakana, yalnız durma

Gel bir sarışalım yahu nerdesin?
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Mustafa Demirci

Seni görme bahtiyarlığına erişenlerdenim. Görür görmez sevmiştim hem de. “Yavrularım”, “kuzularım” diyordun etrafında halkalanmış olan sevenlerine. Ne kadar içten, ne denli sıcak bir hitaptı bu… Hatta hitap ötesi bir şeydi. İçimizi ısıtan, yüreğimizi hoplatan, sarıp sarmalayan, sımsıkı tutan bir şey… Hâlâ kulaklarımda yankılanmaktadır. Seslendiğini duyar gibiyim. “Kuzularım nasılsınız? Ne haldesiniz?” Kalbim, özlem dolu; o ipeksi, lâtif, müşfik sesine. Biliyorum birçok kardeşim var bu özlemle, buruk bir yürekle, hasretini rüyalarına taşıyan.
Neredesin efendim? Seni çok özledim!
Bir vesîle ile gelmiştim huzuruna. Çocukça, çocuksu duygularla... Konuşmakta zorlanıyordun. Hasta olmana rağmen, ruhumu şekillendirecek öğütler vermek için gösterdiğin çabaya hayran kalmıştım. “Evladım!” diyordun, “Şikâyetçi değilim. Allah’tan gelen bazı hastalıklar sebebiyle muzdaribim. Ancak sizlere bir ikramda bulunmadıkça rahat edemem. Asıl ızdırab o zaman başlar. Oturun, biraz olsun sohbet edelim…” Dinliyordum. Her şeyi anlayamıyordum belki. Ama anlamasam da dinliyordum. Hissedebiliyordum. Ben anlamasam bile kalbim anlıyordu. Ruhumu ferahlatan sözlerinle kendimden geçmiştim. Yüzündeki nur, gönül dünyamı aydınlatıyordu. Bakışların, kalbimin derinliklerine nüfûz ediyordu. Sözlerin, nefsimi uyutuyor, rûhuma inşirah veriyor, kalbimi parlatıyordu. Ben, az önce kapıdan giren ben değildim. Senin huzurunda değişmişti her şey. Hayatın anlamı, dünyanın alımlı figüranları, insanlığımın aldatan yanları...
Ne kadar latîf bir duruşun vardı. Gözlerim, sana bakarken hiç yorulmuyordu. Yüzündeki tebessüm, cemâl sıfatının tecellîsinin işâretiydi sanki. Bakışlarının, aksayan yanlarımı onardığına, küllenen kalbimi alevlendirdiğine, ihtirasa varan duygularımı körelttiğine şahit oldum. Her sözün gönül tellerimi okşuyor, ruhumun derinliklerine kazınıyordu. Allah (c.c.) derken sarsılıyordun. Sarsıyordun hem de. İlâhî bir neşe ile doluyordu kalbimiz. Korku ile ürperiyor, ümit ile serinliyorduk. Allah (c.c.)’ı tanımanın önemine işaret etmiştin.

Ve şunları söylemiştin: “Sevmek, ‘Ben Allah’ı seviyorum.’ demekle olmaz. Gerçekten Allah (c.c.)’ı sevmek için tanımak (ma’rifet) gerek… Tanıdıkça sevginiz artar, sevdikçe de ma’rifetiniz. Ama her şeyden önce istikamet sahibi olmalıyız. Dosdoğru yolda… Şeriat caddesinde yürümeliyiz. Kur’an ve sünnet çizgilerini takip etmeliyiz. Sakın kerâmet levhaları sizi aldatmasın. Önemli olan istikamettir. Ancak bu yol sizi Allah’a ulaştırır. Ma’rifet ancak bu güzergâhta elde edilebilir…”
Öyle çok istiyordum ki Allah (c.c.)’ı sevmeyi. Her şeyden çok O (c.c.)’nu sevmeyi. Bir tek O (c.c.)’na yönelmeyi. Hatta O (c.c.)’nun da beni sevmesini… Sendeki Allah (c.c.) sevgisi öylesine âşikârdı ki. “Allah!” deyişin bir âşığın sevgilisine hitabından daha yanıktı. Hasret kokuyordu. Aşk kokuyordu. Samimiyet kokuyordu. Ülfet kokuyordu. Hepsinden önemlisi ma’rifet kokuyordu. Dedin ki, “Allah (c.c.) onları sever, onlar da Allah (c.c.)’ı.” (Mâide, 5/54) “Ne güzel!” dedim kendi kendime. “Onlar” dan olmak ne güzel. Özendim. Gıpta ettim. İçimi çektim. Keşke, keşke ben de “Onlar”dan olabilseydim. Soramadım sana, kim bunlar diye. Ama sen cevabını ben sormadan vermiştin. “Onlar; ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah (c.c.)’ı anarlar.” (Âl-i İmran, 3/191) Anmak! Ne derin mânâlar içeriyordu. Bunu en çok, sen, Allah’ın ismini andığında fark etmiştim. Bütün zerrelerin ilâhî şevk ile dile geliyor ve sen bir kez Allah derken sanki milyonlarca kere O (c.c.)’nun ismi zikrediliyordu. Kâinat korosunun yek âhenk “Allah!” demesi gibi. “Yerde ve gökte her ne varsa Allah’ı zikrettiği halde insanoğlu neden gaflet etmektedir?” diye sordun bize. Sorunun içinde cevabı da vardı. Allah’ı anmaktan gâfil olmayalım diyordun. Acaba O (c.c.) da bizi anar mı? “Allah!” desem, “Allah’ım!” desem… Ben bunları düşünürken sen bir âyet okuyordun. Âyetin meali şöyleydi: “Siz beni anın, zikredin ki ben de sizi katımda zikredeyim.” (Bakara, 2/152) Bu ne müthiş müjde idi.

Allah katında bir kulun isminin anılması. Eğer benim ismim O Yüce Yaratıcı (c.c.)’nın katında anılırsa bu beni sevdiğine işarettir, diye düşündüm. O halde Allah (c.c.)’ı çokça anmalıydım. Ama nasıl? Gelişigüzel bir çaba ile bu mümkün müydü? “Hayır!” dedin Yunusca… “Bu yol uzundur menzili çoktur/ Geçidi yoktur derin sular var.” Bu derin sulardan geçebilmek için iyi bir rehbere, deneyimli bir kılavuza ihtiyaç vardır. Yine soramadım. Ama sen cevap verdin. Bu aşılması güç menzillerden de söz ettin. Bunların her biri birer muhabbet basamağıdır ki, birlikte yola çıktığın aşk ehli zevâtı sevmekten geçer. Hem nasıl sevmek… Kendi nefsine onları tercih edecek kadar sevmek. Seni sana unutturacak kadar güçlü bir muhabbetle sevmek. Bir adım ötede rehberin bekliyor. Mürşidin, yol göstericin, kılavuzun, vesîlen… Bu basamakta muhabbet daha da yoğun… Sevmek yetmiyor. O’na benzemeye çalışmalısın. Hatta onun rengine bürünmelisin. O’nun yaşadığı gibi yaşamaya, duygularını yakalamaya, Kur’ân ve Sünnet çizgisinde bıraktığı izleri tek tek takip etmeye çalışmalısın. İstikamette olduğu sürece hep onun işaretlerine yönelmelisin. Yanlış levhalara itibar etmemelisin. Bil ki kullukta temel düstur; “Allah (c.c.)’a isyanda mahlûka itaat yoktur.” (Müslim, İmâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87) Keşke, demiştin. Keşke bunlar anlatıldığı kadar kolay olsaydı. “Kulluk zaten bir imtihan değil mi?” diye ekledin. Üslûbun ne kadar güzeldi. Müjdeler veriyor, ümitlendiriyor ve yeri geldiğinde korkutuyordun. Bu, usta bir eğiticinin tarzıydı. Bir kâmil mürşidin donanımlarıydı. İçimde fırtınalar kopmaya başladı. Bir sonraki adımı, gelecek menzili bekliyordum. Heyecanım artmış, kalbim biraz daha hızlı atmaya başlamıştı. Ben bunları düşünürken sen yine bir âyet okuyordun… “De ki; Eğer Allah (c.c.)’ı seviyorsanız bana tâbî olun ki Allah (c.c.) da sizi sevsin!” (Âl-i İmran, 3/31)

Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’den bahsediyordun. “Yavrularım! Kuzularım! Bu menzillerin Allah (c.c.)’a açılan kapısı Rasûlullah (s.a.v.)’tır. O (s.a.v.)’nu sevmeden, O (s.a.v.)’nu hoşnut etmeden içeri giremezsiniz. Daha doğrusu Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gerçek mânâda ümmet olmadan Allah (c.c.)’ı râzı edemezsiniz. Çünkü O (s.a.v.), bütün âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı iki cihan güneşidir. Sevgililer sevgilisidir. Özelde bütün velîler, sâlihler, sâdıklar, âşıklar ve genelde bütün insanlık O’nun nûru ile aydınlanır. Bütün peygamberlerin peygamberi, nebîlerin serveri, insanlığın yegâne önderi, eşsiz modeli Muhammed Mustafâ (s.a.v)’dır…” Anladım. O (s.a.v.)’nu ne kadar övsek yetersiz kalıyor… O (s.a.v.)’nu ne kadar sevsek doyumsuz oluyor… Sahâbe’nin sevgisinden örnekler verdin. Sanki onlarla birlikte yaşamış, o muhabbeti kana kana içmiş gibi tasvir ettin. Öyle ki; Saadet Asrı’na gittim bir an. Rasûlullâh (s.a.v.)’ın muhabbet sofrasında oturan güzîde insanlarla birlikte oturdum sanki… Allah’ım diyordum. Hiç bitmese bu zevk. Bu ilâhî neşe, bu ilâhî muhabbet hep benimle olsa. Kalbimde başka hiçbir şeye yer kalmasa… Bu sevgi ile yaşayıp, bu muhabbet ile sana kavuşsam… Ben bu duygularla dopdolu gözyaşları dökerken seninle göz göze geldiğimi fark ettim. Utandım. Başımı önüme eğdim. Daha fazla bakamadım. Daha doğrusu kendimde bakacak cesareti bulamadım. Kendimi nurdan bir heykelin karşısında hissettim. Bakışların bana çok şey anlatıyordu.
Meğerse bir vesîle ile “BİR VESÎLE”ye gelmişim. Bunu sonradan fark ettim. Öyle demiyor muydu yüce Allah (c.c.), “O (c.c.)’na ulaşmaya vesîleye arayın.” (Mâide, 5/35) İşte tutundum himmet eteğine… Tut elimden kaldır beni…

 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Gönül Dosta Gider

Mesut Uçakan, kendisini her şeyiyle Allah’a adamış olan Yahyalılı Hacı Hasan Efendi’nin hayatını filme çekti. “Gönül Dosta Gider” adıyla bugün 18.00’de Fırat Kültür Merkezi’nde galası yapılacak olan filmin gösterimleri daha sonra çeşitli illerde sürecek.
1914-1917 yılları arasında Kayseri`de yaşamış olan, Nakşi şeyhi Sami Ramazanoğlu`ndan icazetli, büyük zat Yahyalılı Hacı Hasan Efendi`nin hayatı film oldu..
Uzun bir aradan sonra yeniden film çalışmalarına başlayan Usta Yönetmen Mesut Uçakan`ın yönetiminde ve Safa Vakfı`nın sponsorluğunda çekimleri Kayseri`de yapılmış olan Gönül Dosta Gider adlı film bugün Fırat Kültür Merkezi`nde yapılacak özel gösterimle izleyici karşısına çıkıyor.
Hacı Hasan Efendi 1914 yılında Yahyalı`da doğdu ve o dönemin meşhur mürşit ve alimlerinden eğitim aldı. Babası Şeyh Mustafa Hulusi efendi, Esad-ı Erbili`ye bağlı ve onun halifesi idi. Esad-ı Erbili`den sonra irşad görevini yürüten Sami Ramazanoğlu (k.s.) belli bir donemden sonra Hacı Hasan Efendi`ye irşad görevi verdi. 1965 yılına gelindiğinde Sami Ramazanoğlu (k.s.) Hacı Hasan Efendi’ye bu defa Kadiri icazetnamesini de takdim etti. Hacı Hasan Efendi 12 Şubat 1984’te vefat eden Sami Ramazonoğlu’nun vefatına kadar ve kendisinin Hakk’a yürüdüğü 27 Ocak 1987 yılına kadar irşat görevini sürdürdü.
Kendisini her şeyiyle Allah’a adamış olan Hacı Hasan Efendi (k.s.), hayatı ve yaşadıkları ile; öğrenilmesi, örnek alınması gereken bir mücadele insanı. Küçük yaşlardan itibaren dini ilimlerde yetiştirildiği gibi manevî bir atmosferi de sürekli teneffüs etti. 73 yıllık çileli ömrünü; insanları iyiliğe, güzelliğe, Hakk’a çağırmak için geçiren Hacı Hasan Efendi; sohbetleri, sosyal ilişkileri ve örnek davranışları ile kendinden sonra gelen nesil üzerinde silinmez izler bıraktı.
Yaşadığı dönemin zorlukları ve kendi yaşadıkları ile gelecek nesillere örnek olacak Hacı Hasan Efendi’nin hayatı ve yaşadıkları büyük bir titizlikle ve hiçbir kısıtlamaya gidilmeden filme dönüştü. Senaryosunu Mesut Uçakan ve Mehmet Uyar’ın yazdığı filmde Hacı Hasan Efendi’nin çocukluk yıllarını torunu Ahmet Salih Dinç, gençlik yıllarını Abdurrahman Bayraktar, ve olgunluk çağını Yakup Taşçı canlandırdı. Teknik kadrosu ile de dikkat çeken filmde yaklaşık 300 kişi rol aldı.
Yönetmenlik hayatına çok genç yaşta başlayan ve birçok başarılı sinema filmine imza atan (Reis Bey, Kelebekler Sonsuza Uçar, Yalnız Değilsiniz vb.) Mesut Uçakan “…uzun bir aradan sonra böyle bir projeyle izleyiciyle buluşmanın farklı bir duygu” olduğunu dile getirdi.
Bugün saat 18:00’de Fırat Kültür Merkezi’ndeki gala ile başlayacak gösterimler, ülkemizin çeşitli illerinde devam edecek. Özel Gösterimlerin tamamlanmasının ardından VCD aracılığıyla izleyiciyle buluşması beklenen film büyük yankı uyandıracağa benziyor.
Bilgi için tel: 0212 531 3787
 

Byrocktar

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
2,500
Tepkime puanı
11
Puanları
0
Konum
RoCk CiTy
emeğine sağlık kardeşim ama hepsini okuyamadım
 
A

ada

Guest
Ben Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretlerini tanımıyordum sayende bilgi sahibi oluyorum Allah Razı olsun Efendimiz soyundan gelirde bizler nasıl tanımayız gerçekten çok üzücü
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com


- Muhterem Efendim! Okul yıllarınız hakkında konuşacak olursak, nasıl bir okul hayatı geçirdiniz? Arkadaş ortamınızdan bahsetmek gerekirse neler söylemek istersiniz?
- Okul yıllarında hep öğrenci evlerinde kaldık. Sobalı evlerde başladı öğrenciliğimiz, sonraları kaloriferli bir eve geçmek nasip oldu. Evimizde her gün sohbet olurdu. Eve Kayserili dostlar da gelirlerdi. Civar şehirlerden de gelenler oluyordu. Bütün sohbetler güzel olmakla birlikte, bir defasında olan sohbetin hazzını hala unutamayız. Bu sohbette, herkes kendinden geçmiş bir vaziyette idi. Zikrimiz, sabaha kadar devam etsin istiyorduk. Gözlerimizden yaşlar geliyor, aşk ile ciğerlerimiz dağlanıyordu. O tarihlerde birlikte kaldığımız arkadaşlarımız bu zevki hiç unutamazlar.



- Bu dönemde, H. Hasan Efendi (k.s.) ile sık sık görüşebiliyor muydunuz?

- Elbette. Okuldaki öğrenci arkadaşlarla sıkça Yahyalı’ya giderdik. Aslında, okul harçlığımın dışında fazla da param olmuyordu. Bulduğum imkân nisbetinde minibüs tutar, arkadaşları Üstazımız (k.s.)’a getirmeye gayret ederdim. Bir defasında Üstazımız (k.s.), Kayseri’yi teşrif buyurdu. Üstazımız (k.s.)’ı Boğazköprü’de, öğrenci ve esnaf arkadaşlarla karşıladık. Parkta, kendilerini karşılayanlara sohbet buyurdular. Değişik mekânlarda görüşmeler oldu. Sohbetlerinin tesiriyle hal ehli amcalar, birbirlerinin ellerinden tutarak, gözlerini yumup dakikalarca mânen demleniyorlardı. Ev sahiplerinden bir kısmı, Üstazımız (k.s.)’ı yolcu ederken evimiz-barkımız, çoluğumuz-çocuğumuz size feda olsun dercesine, evlerinin anahtarlarını takdim ediyorlardı. Hunat Camii’nde onu tanıyan da, tanımayan da ellerini öpmek için sıraya geçti. Kim olduğunu öğrenenler, arabalarının arkasından hayran hayran bakıyorlardı.

Üstazımız akşamüstü bir sohbetlerinde, ders çekerken dikkat etmemiz gereken hususları anlattılar. Camii Kebir’de sabah namazını kılan cemaatten birkaç kişi, “Efendim! Evrad ve ezkârımızı öğrettiğiniz şekilde çekince, bambaşka lezzet ve şevke mazhar olduk. Mevlâ (c.c.) sizden razı olsun.” diyorlardı. Evlerinde kaldıkları kimseler, neşelerinden pek yatamıyor, sevgilerini şiir halinde kâğıtlara aktarıyorlardı. Gaz lambasının altında bu hasretini kaleme alanlardan biri de bu fakirdi. Uzunca yazılmış olan bir şiirin bir kıtası şu şekilde idi:



Duyunca teşrifin, sevindik hep birden,

Müsaade alıp geldin, Hazreti Pîr’den,

Sohbetinle yıkandı, gönüller kirden.

Vücudun rahmettir âlemde bizlere,

Mezarım kazsınlar bastığın yere.



Kendileriyle tanışma nimetine mazhar olanlar -Allah’ın izni ile- bulundukları yerlerde çok güzel hizmet veriyorlardı. Ziyaretlerine gelen öğrenciler, çay dağıtmayı sohbette büyük bir şeref kabul ediyorlardı. Kardeşlerimiz, tevazulu, gözü yaşlı ve gönlü ateşli olmuştu.



- Gerek İmam Hatip Lisesi’nde gerekse ilahiyatta iken sizin, arkadaşlarınızla ilişkileriniz nasıldı?
Yüksek okula girmenin havasıyla, sigara illetine tutulanlar olmuştu. Bunlardan, bizi görünce sigarayı avucunun içine saklayanlar da oluyordu. Birine, “Kardeşim! Bizden değil, her halimizi gözetleyen Cenab-ı Hak’tan korkalım.” demiştim.

Bir gencin yetişmesi için, çağında bulunan hakikat ehilleriyle tanışıp-görüşmesi gerektiğini ifade etmeye gayret ediyorduk. O genç yavrulara hizmet ederken biz de gayrete geliyorduk. Üstazımız (k.s.)’ın sohbetlerine alışan gençler, Sami Ramazanoğlu (k.s)’nu da ziyaret ediyorlardı. Arkadaşlarımızdan Muhammed Batmantaş ve Ünal Tan, Sami Efendimiz (k.s.)’i ziyarete gidenler arasındadır.

Okulda, zaman zaman dinî konular ele alınıyordu. Aramızda ibadetin edâ ediliş şekilleri tartışılıyordu. Bu gibi konularda, “Bizim örneğimiz âlim, ârif üstazlarımızdır.” diyorduk.Okulda, arkadaşlar, bize bir kıymet yükleyerek, mânevî hallerden, rüya ve keşiflerinden soru sorarlardı. Hocalarımızdan da bu gibi ahvali soranlar oluyordu.

Arkadaşlarla beraber dâvet olunduğumuz yerler pek çoktu. Kitaplar okunur, dinî mübaheseler yapılırdı. Tatillerde topluca piknik yaptığımız da olurdu. Orta ve lise öğreniminde okuyan talebeleri de yanımıza alır, onlara hayırlı tavsiyelerde bulunurduk. Onları da yavaş yavaş; ilme, amele yönlendirirdik.



- H. Hasan Efendi (k.s.)’nin arkadaşlarınızla diyalogu nasıldı? Bu konudaki gözlemlerinizi öğrenmek isteriz.
- Beraber gittiğimiz arkadaşlarımıza, ilmin dili olan Arapça’yı talim etmeyi tavsiye ederlerdi. Öğrenciler, toplu halde Üstazımız (k.s.)’ın Cuma vaazlarına da iştirak ederlerdi. Sözler, gönüllerine tesir ediyor olmalı ki, gece namazlarına kalkar, seccade üzerinde ağlarlardı.

Üstazımız (k.s.), kendilerini ziyaret için beraber geldiğimiz arkadaşları görünce, “Evladım! Bunlardan birini olsun bana ver.” buyurdu. Hâlbuki bu kardeşlerimiz, kendilerinin telkinleriyle Hakk’ı bulup, evrad ve ezkâr almışlardı. Tevazuundan böyle bir telepte bulunuyorlardı.



- H. Hasan Efendi (k.s.)’nin sizin üzerinize titrediği görülüyor. Onun, gerek tahsil hayatınızda, gerekse geleceğe ilişkin diğer hâl ve hareketlerinizde sizi ne gibi yönlendirmeleri olmuştur?
- Hayatımız bütünüyle onun yönlendirmeleri ile şekillenmişti. Tefsir çalışmalarında takdir ettiğimiz Ahmet Coşkun Hocamız, koltuğuna çantasını alıp evimize geldi. “Sizin geçmişiniz sûfi meşrep, okulumuzda da tasavvuf üzerine çalışma yapan yok, yabancı dile ağırlık vererek bu meslekte sizi söz sahibi yapalım.” dedi. Çalışmalara başladım. Bir gün Üstazımız (k.s.), bu gayretimi görünce, “Oğlum! Tasavvuf kâl (söz) ilmi değil, hal ilmidir. Kendi içine dön.” buyurunca, artık bu yönde bir çalışma arzum kalmadı.

Ara sıra şiir de yazardım. Bu çabamı görünce, “Yavrum! Gönlüne misaller gelirse onu kaydet. Misal ilmi ledünni, Hak tarafındandır. Bazen dalgalanırsan şiir yaz.” buyurdu.

Üstazımız (k.s.), benlik ve kibre düşmeyelim diye, bize -sohbetlerine iştirak eden köylü-kentli- her kesimden insanın elini öptürüyordu.



- H. Hasan Efendi (k.s.)’ye karşı nasıl bir muhabbet beslerdiniz? Baba sevgisi ile mürşid sevgisi aynı potada nasıl birleşir?
- Babamdı ama aynı zamanda mürşidimdi; ruhumun babasıydı. İnsan babasını görünce heyecanlanır mı? Biz ise onu görünce babamız olmasına rağmen kendimizden geçerdik. Ruhta birlik olduğu gibi cesette de beraberlik vardı. Okulda, ayağımın üzeri şiddetle ağrıyordu. Meğer kendilerinin de mübarek kadem-i şerifleri ağrırmış.

İlkokul hocama, “Benim rahatsızlanmama oğlum çok üzülür. Onun bu hoşnutsuzluk halini anlayışla karşılayın.” demişlerdi. Üstazımız (k.s.)’ın hasta ve kederli anlarında; yeni elbise giymeyi ve eğlenmeyi unuturduk. Neşesiyle neşelenir, kederiyle mükedder olurduk. Ne yapalım, onu çok seviyorduk.

Hafta sonları eve gidiyordum. Çantayı sırtımdan indirip mübarek ellerine muhabbetle kapandım. Bu esnada bir başkası da eğilmek isteyince, “Sen bunun gibi samimiyetle öpebilecek misin?” deyiverdi ona.



- İlişkinize babanız tarafından bakacak olursak, onun size tavrı nasıldı?

- Lâyık olmadığımız meth ü senâları olurdu. Ara sıra ayağa kaldırıp, baştan ayağa dikkatlice süzer, iltifatlar ederlerdi. Fakat lâyık olamayışımızı gördükçe ister istemez dertleniyorum. Şimdi huzura mahcup bir kimse olarak çıkmaktayım. Yaptığım hataların ızdırabını gönlümün derinliklerinde hissetmekteyim.

Vaaz ve sohbetlerinde görüşmelerine bizi de dahil ederdi. Evrat ve ezkâr vermemizi, letaif dersleriyle meşgul olmamızı emir buyuruyorlardı.

Üzerimizde himmet-i âlilerini de açıkça müşahade ederdik. Himmetleri, mânevî yardımları pek güçlü idi biiznillahi teâlâ. Tomarza’ya kardeşlerimizin derslerini görüşmek için gitmiştim. O zaman şimdiki gibi müstakil vasıtalar pek yoktu. Yahyalı’ya giderken, bütün taşıtlar bize hazırlanmış gibi ulaşımda hiçbir sıkıntı çekmeden yol aldık. Akşam karanlığı basmıştı. “Kavacığa nasıl çıkacağım?” derken, otobüsün camına biri vurarak, “Gel seni Kavacık’a götüreyim arabamla.” diyordu. Himmetleri ile hiçbir zorlukla karşılaşmadan –biznillah- gidip-gelmek nasip oldu.



- Onların büyüklüğü sürekli anlatılır, yazılır. Acaba evliyâullahın Allah (c.c.) katındaki kıymetini takdir edebilmemiz mümkün müdür?
- Bu husus ancak ehline mâlumdur. Onları anlamada bizlerin aciz kalacağı kanaatindeyim. Onları takdir edebilmenin mümkün olup olmaması meselesinden ziyade, onların büyüklüklerine işaret eden birkaç husus üzerinde durmak isterim:

Üstazımız (k.s.), Hacc’da Pakistanlı bir profesörle, tercüman aracılığıyla görüşür. Tercümanlık yapan kişi, H. Hasan Efendimiz (k.s.)’in sözlerini nakilde bazı yanlış tercümeler yapınca Üstazımız (k.s.), “Dilim ne kadar Acemi (Arab olmayan) de olsa, kalbim Arabi’dir. Neden yanlış tercüme ediyorsun der.” Bu fasla geçtiğimiz zaman söz uzar da uzar. Çünkü onların; Hak dostlarıyla, ilim ehilleri ve halkla görüşmeleri farklı farklıdır.

Ülema-i Kiramdan Hacı Hüseyin Aksakal ve Abdullah Develioğlu birbirlerine kimle konuşup-görüştüklerini sorarlar. Aralarında, Esad-ı Erbili Hazretleriyle (k.s) sohbet ettiklerini, ilimlerinin de kendi ilimleri gibi olduğunu söylerler. Daha sonra Esad Erbili (k.s.)’nin huzuruna vardıklarında, onun mübarek kelamlarından hiçbir şey anlayamazlar. “Efendim! Ne buyuruyorsunuz, anlayamıyoruz?” dediklerinde, “İlmi de bizim ilmimiz gibi dememiş miydiniz? Biz tenezzül edip, seviyenize göre konuşmasak hiçbir şey anlayamazsınız?” buyurduklarında hata ettiklerini anlayıp, “Estağfurullah.” derler.

Bir defasında Üstazımız (k.s.)’la Sami Efendimiz (k.s.)’i ziyaret etmiştik. Gözleri birbirlerinin gözlerinin içinde, eleri de ellerindeydi. Konuşmalarının bir kısmı anlaşılmıyordu. Görüşmelerinde şifreli kelamlar vardı. Bu buluşmayı müteakip hâl ehillerinden biri bize şöyle dedi. “Siz zahirde konuşulanları dinlediniz; bâtınî görüşmeleri ise bir başkaydı.”

Muhyiddin-i Arabi (k.s.), “Öyle bir hâle geleceksiniz ki; nebâtat, bitkiler sizinle konuşacak, “Ben şu derdin devasıyım.” diyecek. Siz bunlara takılıp kalmayın, ileriye gidin. Hayvanat konuşacak, size derdini dökecek, yine oyalanmayıp ileriye geçin de Mevla’nın rızasını bulun.” der.

Bir gün Üstazımız, Sami Efendimiz (k.s.)’e, “Efendim! Karınca kadar yaptığım hatalar gözüme şimdi Erciyes dağı gibi görünüyor.” dediklerinde, “Elhamdülillah, bu kemâl halidir.” diyerek Üstazımız (k.s.)’ı tebrik ederler.

Belki bu örnekler onların büyüklüğünü anlamamıza yardımcı olur.




- Hakk dostlarının Allah (c.c.)’a yakınlığı nasıl bir haldir, nasıl bir inceliktir ki onları böylesine dikkatli kılmaktadır?- Bunu şu örnekle açıklamak isterim: Kendini bilmez bir çoban, dağda, ağzına geleni söyler. Ama devlet yetkililerine yakın olanlar, kendisi hakkında aleyhte bir durum oluşturmaması için, muhalif bir söz ederim diye elini ağzına kapatır ve hafifçe konuşur. “Cahil cesurdur.” fehvasınca, Hak Teâlâ’yı tanımayanlar da yersiz söz ederler. Takva nedir, havf-i İlahi nedir, bilmezler. Dilin Hakk Teâlâ’nın kalemi olduğunu, her nefesten sorguya çekileceğini, amel defterinin bütün insanlığın önünde açılacağını düşünmezler.

Taha el-Hariri (k.s.), amel defterini müşahede eder. Meleklerden, karalanıp silinen bir satırın sebebini sorar. Melekler cevaben, “Abdest alırken siz, suyu bulandıran bir kurbağayı attığınızda, derisi yüzüldü; bu, amel defterinize hata olarak geçti. Bu hata ise, abdest azanızdan dökülen sular ve kıbleye karşı durup okuduğunuz şehâdet kelime-i tayyibesiyle silindi.” derler.



- Allah (c.c.) dostlarını, dost yapan da her halde onların bu rikkatleri. Ve tabiî ki Dost’un hukûnu koruyana O da ikramda bulunmaktadır.

- Elbette. Allah (c.c.)’ın hukûkuna riâyet ettiklerinden dolayı, onlara yapılan ikramın daha iyi anlaşılması için Sâmi Efendimiz (k.s.)’in hayatından, şu hadiseyi aktarmak isterim:

Sami Ramazanoğlu (k.s.)’nun torunları, bize, Sami Efendimiz (k.s.)’in, yabancı bir ülkeden gelen ziyaretçilere onların diliyle konuştuğunu nakletmişlerdi. Şöyle anlatmışlardı: “Rumca konuşan bir heyet Üstazımız (k.s.)’ı ziyarete geldi. Acaba nasıl anlaşacaklar diye düşünüyordum. İngilizce konuşsalar pat-çat bir şeyler söyleyebilirdim fakat ziyaretçiler Rumca biliyordu. Bir de ne görelim, Efendimiz Rumca konuşmaya başladı. Validemize, “Efendimiz Rumca konuşuyor.” deyince, hiç heyecanlanmadan, “Evladım! Babanızın bilmediği dil mi var?” dedi.

Bu bize Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatında yer alan şu olayı hatırlatmaktadır: Peygamberimiz (s.a.v.) dilleri ayrı olan kabilelere altı temsilci göndermeyi arzu buyurmuşlardı. Bu ülkelere gidecek temsilciler, sabah, gidecekleri kabilelerin dillerini öğrenmiş vaziyette kalkıyorlardı. On sekiz bin âlemde konuşulan diller ehlince mâlumdur.



- Bu ay da bizlere zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

- Ben teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dilerim.
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
ada' Alıntı:
Ben Ali Ramazan Dinç Efendi Hazretlerini tanımıyordum sayende bilgi sahibi oluyorum Allah Razı olsun Efendimiz soyundan gelirde bizler nasıl tanımayız gerçekten çok üzücü

Kayserili Olup Da Yahyalı Sultanını Tanımamak Olur Mu? (Şaka Şaka)

İnşallah Efendi Hazretlerini Ziyaret Etmek De Nasip Olur...
 
A

ada

Guest
İnşAllah inşAllah bende şimdi bunu düşünüyordum Allah kısmet ederse bende isterim tabiki
 

Cümle Mühendisi

Ordinaryus
Katılım
2 Tem 2006
Mesajlar
4,181
Tepkime puanı
110
Puanları
0
Konum
İzmir
Web sitesi
muhammedesad.blogcu.com
Ben Bir Yahyalı'da Yaşasam...

Hocaefendinin Yanından Bir An Olsun Ayrılmam...

Gerçi Kayseride Yaşasam Da Ayrılmam Da...

Neyse Unutmadan Efendi Hazretleri Aynı Zamanda Kayseride İkamet Ediyor...

Yalnızca Yahyalı'da Değil Yani..

Ziyaret Etmek İsteyenlere Duyurulur...
 

YagmuR

Üye
Katılım
18 Ağu 2006
Mesajlar
2,504
Tepkime puanı
586
Puanları
0
Yaş
35
Konum
¤´ UnuTuLu§taN `¤
Web sitesi
www.gencislam.com
Sanirim bu acidan Cok §ansLiyim :)

KendiLerinin EvLeri arkada§imin evinin ordan görüLüyor.

Mirac gecesi programi yapLdi Camii'de..Buradan GeLen oLdumu?
 
Üst