Yahya B. Maîn’in Hayatı, İlmî Şahsiyeti Ve Eserleri

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Doç. Dr. Cemal AĞIRMAN*


I. YAHYA B. MAÎN’İN HAYATI


A. NESEBİ


Hayatından bahseden çeşitli kaynakların kaydına göre nesebi; Yahya b. Maîn b. Avn b Ziyâd Bistâm b. Abdurrahman el-Gatafânî, el-Mürrî, el-Bağdâdî‘dir. Künyesi Ebû Zekeriyâ’dır[1]. Buna göre Yahyâ’nın babası “Maîn”, dedesi “Avn”dır. Bazı kaynaklar dedesinin adını “Gıyâs” olarak nakletmişlerdir[2]. İbn Hallikân’in (ö.681/1282) bildirdiğine göre dedesinin “Avn” olduğu daha doğrudur ve bu isim ile anılışı daha fazla şöhret bulmuştur[3].

“el-Mürrî”, muayyen kabileleri içine alan nisbedir. “Mürre-gatafân” kabilesi bunlardan biridir. İbnu’l-Esîr’in (ö.630/1232) nakline göre Yahyâ b. Maîn de bu nisbe ile anılanlardandır[4]. “el-Gatafânî”[5] nisbesi ile anılışı, Arapların meşhur kabilelerinden “Gatafân”‘ın mevlâsı oluşundandır. Zira bizzat kendisi, “Cüneyd b. Abdurrahman el-Mukrî[6], el-Gatafânî‘nin mevlâsıyım”[7] diyerek bu noktaya işaret etmiştir.

Cüneyd b. Abdurrahman (ö.115/733), Emevî halifelerinden Hişam b. Abdulmelik’ten (ö.125/743) önce Horâsân bölgesinin reisi idi[8]. Anlaşılan, Yahyâ b. Maîn’in dedeleri bu kabilenin himayesi altına girmişler; bu vesile ile de bürokratik çevrelerle yakın ilişkileri olmuştur. Babasının bir dönem kâtip, daha sonra vergi toplama memuru olarak görevlendirilmesi bu yakın ilginin neticesidir[9].

Abbâs el-Anbarî’nin (ö.246/860) Yahyâ b. Maîn’e; “Sen hangi Araplardansın?” diye yönelttiği soruya, “Ben Arap değilim, Arapların mevlâsıyım”[10] şeklinde vermiş olduğu cevaptan onun aslen Arap olmadığı da anlaşılmaktadır. Bağdât’da yetişmiş ve orada yaşamış olduğundan” el–Bağdâdî”[11] nisbesi ile de anılmıştır.

Yahyâ b. Maîn’in, aslen Horâsân yakınlarında bulunan “Serahs”[12]tan olduğunu[13]nakledenler olduğu gibi, “Anbâr”[14] şehrinin “Nikyâ”[15] köyünden olduğunu söyleyenler de vardır. Anbâr, Bağdat’ın batısında Fırat Nehri üzerinde kurulmuş bir şehrin adıdır. Bağdat ile arası on fersahtır[16]. Nikya Köyü ile Bağdat’ın arası on iki fersehtır[17].

B. DOĞUMU


Kaynaklar Yahyâ b. Maîn’in Bağdat’ta doğup büyüdüğünü ve aynı yerde yaşadığını net olarak belirtirler. Yukarıda geçtiği gibi aslen “Nikyâ”lı olduğunun yanı sıra, “Niky┑da doğduğunu söyleyenler de vardır[18].

Doğumu, Ebu Ca’fer el-Mansur’un (ö.158/775) hilâfetinin son dönemleri olan 158/775 yılının sonlarına rastlar. Yahyâ’nın, doğumu ile ilgili haberi, Hüseyn b. Fehm’in (ö.289/902) bizzat kendisinden nakletmiş olması, konuya daha da kesinlik kazandırmaktadır[19].

C. BABASI VE AİLESİ


Kaynaklar Yahyâ b. Maîn’in ailesi hakkında geniş bilgi vermezler. Ancak babası hakkında kısa bir mâlümata rastlamak mümkündür.

Yahyâ’nın babası, Maîn b. Ziyâd’dır. Ünlü kâtiplerdendir[20]. Abbâsî halifelerinden Hârun Reşîd‘in (ö.193/809) hilâfetinin 189/804 yılından önce Taberistân, Rey ve çevresinin valiliğini yapan[21] Abdullah b. Mâlik’in (?) kâtipliğini yapmış[22], daha sonra Rey bölgesinin haracını (vergi) toplamaya memur edilmiştir[23]. Maîn’in bu mevkii ve memuriyeti, oğlu Yahyâ’ya büyük bir servet bırakmaya imkân sağlamıştır[24].
Kaynaklar, Maîn’in vefat tarihi hakkında kesin bir bilgi vermemekle beraber 190/805 yılına kadar hayatta oldugunu nakletmişlerdir[25].

D. İLK TAHSİLİ VE ETKİLENDİĞİ İLK HOCALAR


Yahyâ b. Maîn ilk tahsilini Bağdat’ta yapmıştır. Kaynaklar bu konuda detaylı bilgi vermemektedir. Ancak çok genç yaşta hadis ilmine yöneldiğini, hadisin yazımı ve tedvinine başladığını söylemek mümkündür. Onsekiz yaşında hadis yolculuklarına başlaması[26], onun, bu yaşa kadar, o günün ilmî geleneğine uyarak kendi beldesinin âlimlerinden gereken ilimleri tamamladığı kanaatini uyandırmaktadır.

Yahya b. Maîn, tahsiline başladığı ilk andan itibaren hadîs ilmine yönelmiştir. İleride temas edileceği gibi, onun hadis ilmine yönelişinde olduğu kadar, muhaddis ve münekkit olarak yetişmesinde ilk tahsilini yaptığı hocaların büyük rolü olmuştur.
Kendi vatanı olan Bağdat’ta ve yaşadığı devrin çeşitli ilim merkezlerine yaptığı hadis yolculukları neticesinde, Yahyâ’nın karşılaştığı ve kendilerinden hadis tahsil ettiği hocaların sayısı oldukça fazladır. Ancak, Bağdat’ta ilk ilim tahsil ettiği ünlü hadis üstadları şunlardır:

-Ebû Kâmil Muzaffer b. Müdrik el-Horâsânî (ö.207/822)[27],
-Ebû Seleme Mansûr b. Seleme el-Huzâî (ö.210/825)[28],
-Ebû Sehl el-Heysem b. Cemîl (ö.213/828)[29].

Yahyâ, disiplinli bir eğitimden geçmiştir. Hadis tahsiline başladığında, önce sabır ve tahammüle alıştırılmıştır. Çünkü ilim, sabır işidir. Yahyâ’nın, hadis ilmini ilk defa kendisinden öğrendiği ve tahsil hayatının ilk hocalarından olan Muzaffer b. Müdrik, Bağdat’a gelip yerleştiğinde talebe olarak kendisine ilk gelen Yahyâ b. Maîn ile Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) olmuştur. Fakat Muzaffer b. Müdrik, onlara bir sene boyunca hiçbir şey anlatmamış, sabır ve tahammüle alıştırdıktan ve kabiliyetlerini ölçtükten sonra, ancak onlara hadis öğretmeye başlamıştır[30].

Hişâm b. Yûsuf’un (ö.198/812) Yahyâ’nın kabiliyetini ölçmek için uyguladığı metot daha da dikkate şayandır. Yahyâ, kendi muhitinin âlimleriyle yetinmemiş, devrin ilim geleneğine uyarak hadis alabileceği âlimlerin bulunduğu beldelere kadar gitmiştir. Hadislerin tedvîni için her türlü gayret ve fedakârlığı göstermiş, bu amaçla Yemen’e de gitmiştir[31]. Yemen’de ilk önce Abdurrezzâk b. Hemmâm’ın (ö.211/826) yanına gitmiş, onu dinleyip hadislerini yazmış, daha sonra Hişâm’a uğramıştır. Fakat Hişâm, Yahyâ’nın kendisinden hadis almasını yasaklamıştır. Yahyâ’nın orada garip ve yabancı, hatta nafakası bitmek üzere olmasına rağmen, bir ay geçmeden onun bu hadis alma yasağını kaldırmamış, bir ay boyunca, mescide girdiğinde, ona sadece selâm vermiş, başka bir şey anlatmamıştır. Hişâm, Yahyâ’nın sabır ve tahammül derecesini, özellikle de hadis almaya ne derece ehil olup olmadığını ölçtükten sonra, “Ey Yahyâ! Seni hadis almaktan men etmemin sebebi, hadis ehlinden olup olmadığını öğrenmek içindi”[32]diyerek maksadını belirtmiş, Yahyâ’nın gönlünü almıştır. Ahmed b. Hanbel, Yahyâ’nın ilk etkilendiği hocaları; Muzaffer b. Müdrik el-Horâsânî, Ebû Seleme el-Huzâî ve Heysem b. Cemîl’in sika ve güvenilir âlimlerden olduklarını, Bağdat muhaddislerinin, bu üç âlimin sika ve güvenilir olmalarında ittifak ettiklerini söylemiştir. İlelü’l-hadîs ve ricâlü’l-hadîs konularında tecrübeli ve basiretli âlimler, bunlardan tereddütsüz rivayet etmişlerdir[33].

Kaynakların verdiği bilgilere bakılığında Ebû Kâmil, Ebû Seleme ve Ebû Sehl’in daha çok, ricâl ilminde şöhret buldukları görülmektedir. Yahyâ b. Maîn de en çok bu alanda şöhret bulmuştur. Yahyâ’nın rical ilminde bu hocalardan etkilendiğini ve bunların elinde mütehassıs olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Yahyâ’nın, babasından kendisine kalan büyük serveti hadis öğreniminde harcamış olması[34], ilmî sahada yetişmesine katkısı büyük olmuştur.

E. SON YILLARI VE ÖLÜMÜ


Yahyâ b. Maîn, başta, çeşitli bölgelerden hacca gelen âlimlerle bir araya gelip danışmak, onların ilim meclislerine ve sohbetlerine katılmak, onlardan hadis ve ilim ahzetmek… gayesiyle birçok defa hacc etmiştir[35]. Bağdat’ta yetişip orada yaşamış olduğundan[36] hacc ziyaretlerine Bağdat’tan gider, önce yolu üzerinde bulunan Medine-i Münevvere’ye uğrar, sonra Mekke-i Mükerreme’ye geçerdi[37]. Hac farizasını eda ettikten sonra tekrar Medine’ye uğrar, arzu ettiği kadar orada kalır, sonra tekrar Bağdat’a dönmek üzere yoluna devam ederdi.

Son hac yolculuğu esnasında Medine’den Mekke’ye gitmek üzere Medine’ye uğrayan Yahyâ, orada hastalanmış, hac etmeden önce Peygamber Efendimiz’in (s.a.) şehri Medîne-i Münevvere’de, 233/847 yılında, Zilkade ayının bitimine bir hafta veya dokuz gün kala, Cuma gecesi vefat etmiştir[38].

Yahyâ’nın, son haccını eda ettikten sonra Medîne’ye uğradığını, orada iki veya üç gün kaldıktan sonra memleketine gitmek üzere arkadaşlarıyla beraber yola çıktığını, yolda konakladıklarında, rüyasında hatifî bir sesle kendisine hitaben; “Ey Ebû Zekeriya!, yanımızdan uzaklaşmak mı istiyorsun?!” diye bir ses işittiğini, bunun üzerine arkadaşlarına devam etmelerini, tekrar Medîne’ye dönmek arzusunda olduğunu arkadaşlarına bildirdiğini, arkadaşları devam edip kendisi geriye döndüğünü, Medîne’de üç gün kaldıktan sonra da vefat ettiğini nakledenler vardır[39].

Hatîb (ö.463/1070) bu haberi naklettikten sonra tenkidini yapmış, hac etmeden önce vefat ettiğini, doğru olanı da bu olduğunu söylemektedir[40]. Zehebî de (ö.748/1347) aynı görüştedir[41]. Zira Yahyâ’nın vefatının Zilkade ayı içinde olduğunda ittifak vardır. Hal böyle iken hac farizasını yerine getirmiş olması mümkün değildir.

Cenazesine sayılamayacak kadar kalabalık bir halk topluluğu katılmış, ölümüne herkes ağlamıştır[42]. Bir rivayete göre Hâşim oğullarının isteği üzerine[43] diğer bir rivayete göre Medîne vâlisinin emriyle[44], Yahyâ’nın mevtası Rasûlüllah’ın (s.a.) üzerinde yıkandığı serîr(teneşir)in üzerinde yıkanmış, yine Rasûlüllah’ın (s.a.) üzerinde taşındığı serîrin üzerinde taşınmıştır[45].

Bu olaydan, Yahyâ’nın gittiği ve adının duyulduğu her yerde ne derece sevilip sayıldığını, dine ve buna bağlı olarak hadise büyük ölçüde hizmet ettiğini anlamak zor değildir. Çünkü o, ömrünün tamamını dine hizmet etmek, Sünneti araştırmak, hadisleri tedvîn etmek, incelemek, hadisin sahîhini sakîminden ayıklamak, buna ilaveten eser[46] kabilinden gelen haberleri tetkik etmek, bıkmadan ve yetinmeden hadis ve râvilerini araştırmak üzere hadis yolculuklarına çıkmak, ilim meclislerine katılmakla geçirmiştir. Âlimler arasında yorulmak bilmeyen, yetinmeden araştıran biri olarak tanınmış, bu yönleriyle şöhret bulmuştur[47]. Bu sebepledir ki, Yahyâ’nın cenazesi taşınırken İbrahim b. Münzir (ö.236/850), “Rasûlüllah’ın (s.a.) hadisinde güvenilen birinin cenazesinde bulunmak isteyen varsa bu cenazeye katılsın!”[48] diye bağırmış, diğer bir münâdî ise, mevtaya işaretle, “Bu, Rasûlüllah’ın hadisinden yalanı uzaklaştıran kimsedir”[49] diye seslenmiştir.

Yahyâ Cuma gecesi öldü[50]; Bakî kabristanına, Cuma günü defnedildi[51]; cenazesini Medîne vâlisi kıldırdı[52]. Bütün bunlar, Yahyâ’nın ilme yaptığı hizmet ve şahsiyetine uygun bir şekilde makamına tevdî edildiğini göstermektedir.

Yahyâ’nın yaşı konusunda farklı rivayetler vardır. Kimileri yaşını 77 olarak naklederken[53], kimileri de 75 olarak nakletmişlerdir[54]. Doğru olanı da ikincisidir. Çünkü kaynaklarda nakledilen bilgilere göre, doğumunun Hicrî 158 yılının sonlarında gerçekleşmiş, vefâtının Hicrî 233 yılında vuku bulmuş olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Hesap yapıldığında Yahyâ’nın 75 sene yaşamış olduğu görülecektir.

Hatîb, bu olayın kritiğini yaptıktan sonra Yahyâ’nın, 75 senesini doldurup 76’ıncı yaşına girdiği hakkındaki Ahmed b. Züheyr’in (ö.279/892) rivayetinin en doğru olduğunu kesin olarak ifade etmektedir[55].

II. İLMÎ ŞAHSİYETİ


A. HADİS ALDIĞI HOCALAR


Yahyâ b. Maîn’in mülazemette bulunup ders aldığı hoca sayısı oldukça fazladır. Burada sadece önde gelen bir kısmının isimlerini zikredip hal tercemelerinin bulunduğu eserlere işaret etmekle yetineceğiz.

1. Ebû Abdurrahman, Abdullah b. Mübarek b. Vâdıh el-Hanzâlî, el-Mervezî, et-Teymî (ö.181/797)[56],
2. Ebû Süfyan, Vekî’ b. Cerrah b. Müleyh er-Ruâsî el-Kûfî (ö.197/812)[57],
3. Ebû Muhammed, Sufyan b. Uyeyne b. Meymûn el-Hilâlî el-Kûfî, el-Mekkî (ö.198/813)[58],
4. Ebû Saîd Abdurrahman b. Mehdî b. Hassân b. Abdurrahman el-Ambarî, el-Ezdî (ö.198/813)[59],
5. Ebû Muaviye Abbâd b. Abbâd b. Habîb el-Muhalleb el-Muhallebî, el-Basrî (ö.180/,81/796, 97)[60],
6. Ebû Zekeriyâ Yahyâ b. Ebî Zâide el-Kûfî (ö.182/798)[61],
7. Ebû Muaviye Huşeym b. Beşîr es-Sulemî, el-Vasıtî (ö.183/788)[62],
8. Ebû Muhammed Mu’temir b. Süleyman el-Basrî (ö.187/802)[63],
9. İbû Amr İsâ b. Yûnus b. İshâk es-Sebîcî (ö.188/803)[64],
10. Ebû Abdillah Cerîr b. Abdülhamîd ed-Dâbbî (ö.188/803)[65],
11. Ebû Abdillah Mervan b. Muaviye el-Kûfî (ö.193/808)[66],
12. Ebû Bişr İsmail b. Uleyye el-Esedî, el-Basrî (ö.193/809)[67],
13. Ebû Ömer Hafs b. Gıyâs b. Talk en-Nah’î (ö.194/809)[68],
14. Ebü’l-Müsennâ Muâz b. Muâz el-Anberî (ö.196/811)[69],
15. Hişâm b. Yûsuf es-San’ânî (ö.197/812)[70],
16. Ebû Saîd Yahyâ b. Saîd el-Kattân el-Basrî (ö.198/813)[71],
17. Ebû Yahyâ Maîn b. İsâ el-Medenî (ö.198/814)[72],
18. Ebû Hâşım Abdullah b. Numeyr (ö.199/814)[73],
19. Ebü’l-Abbâs Vehb b. Cerîr b. Hazm el-Basrî (ö.206/821)[74],
20. Ebû Sehl Abdussamed b. Abdü’l-Vâris et-Temîmî (ö.207/822)[75],
21. Yakub b. İbrahim b. Sa’d ez-Zührî, el-Medinî (ö.208/823)[76],
22. Kureyş b. Enes el-Basrî (ö.208/823)[77],
23. Abdürrezzâk b. Hemmâm es-San’anî (ö.211/827)[78],
24. Ebû Saîd Abdullah b. Kureyb el-Basrî (ö.216/831)[79],
25. Ebû Müshir Abdü’l-a’lâ b. Müshir ed-Dımeşkî (ö.218/833)[80],
26. Ali b. Ayyaş el-Humusî (ö.219/834),[81]
27. Ebû Osman Affan b. Müslim b. Abdullah es-Saffar (ö.220/835)[82].

B. TALEBELERİ


Yahyâ b. Maîn, hocaları kadar talebeleri de çok olan meşhur muhadislerden biridir. Ricâl ile ilgili konularda olduğu kadar hadislerin sahîh ve sakîmını tesbitte[83], ihtilafların çözümünde kendisine en çok müraat edilen muhaddis ve münekkidlerdendir[84].

Kaynakların nakline göre, bazıları meşhur hadis otoritelerinden olan talebelerinin bir kısmı şunlardır:

1. Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Muğîre el-Buhârî, el-Cu‘fî (ö.256/870)[85],
2. Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî (ö.261/874)[86],
3. Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl eş-Şeybânî, el-Bağdâdî (ö.241/855)[87],
4. Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş’as b. İshâk el-Ezdî es-Sicistânî (ö.275/888)[88],
5. Ebû Hâtim Muhamme b. İdris b. el-Münzir, el-Hanzalî, er-Râzî (ö.277/890)[89],
6. Ebû Ya’lâ Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temîmî el-Mavsılî (ö.307/919)[90],
7. Muhammed b. Sa’d b. Menî’ ez-Zührî (ö.230/844)[91],
8. Ebû Heyseme Züheyr b. Harb en-Nesâî (ö.234/848)[92],
9. Ebû Abdillâh Ahmed b. İbrâhim b. Kesîr ed-Devrakî (ö.246/860)[93],
10. Ebû Yûsuf Yakup b. İbrâhim b. ed-Devrâkî el-Bağdâdî (ö.252/866)[94],
11. İbrâhim b. Abullah b. el-Cüneyd (ö.260/873)[95],
12. Ebû Yûsuf Yakub b. Şeybe es-Sudûsî, el-Basrî (ö.262/875)[96],
13. Ebû Zür’a Ubeydullah b. Abdülkerîm er-Râzî (ö.264/878)[97],
14. Hüseyn b. Fehm (289/1096)[98],
15. Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Saîd el-Mervezî (ö.292/905)[99],
16. Ebû Ce’fer Muhammed b. Abdullah el-Hadramî el-Kûfî Mutayyen (ö.297/909)[100],
17. Ebü’l-Hasen Muhammed b. Yezîd b. Abdussamed ed-Dımeşkî (ö.299/911)[101],
18. Ebû Abdillah b. el-Hasen Abdulcebbâr es-Sûfî (ö.306/918)[102].

C. İLMÎ SEYAHATLERİ


Yahyâ b. Maîn’in seyahate karşı özel bir merakı vardı. Hiçbir âlimin, sadece yaşadığı bölgenin âlimlerinden ilim ahzetmesini yeterli bulmamış, ilim tahsil etmek için seyahat etmemeyi, âlimler için bir eksiklik kabul etmiştir. İlmî seyahatlerin önemine işaretle, “dört kimseden olgunluk beklenmez” diyerek, bunlardan birinin, kendi bölgesinde bulunan âlimlerden hadis yazıp da diğer muhaddislerin hadislerini elde etmek için başka memleketlere seyahat etmeyen kimse olduğunu söylemiştir[103].

On sekiz yaşında ilmî seyahatlere başlayan Yahyâ[104], ilk hadis yolculuğunu Kûfe’ye, daha sonra Basra’ya yapmıştır[105]. Kûfe’ye yapmış oluğu bu ilk seyahat esnasında Vekî’ b. Cerrâh ile görüşmüş, onun ilim meclislerine katılmıştır[106]. Vekî’in (ö.197/812) ilim sohbetlerine bu seyahatten sonra da katılmaya devam etmiştir.
Yirmi dört yaşlarında yaya olarak hacca giden[107] Yahyâ b. Maîn, Hicâz’ın dinî bir merkez olması hasebiyle çeşitli bölgelerden hacca giden ulemâ ile bir araya gelebilmek, onların ilim meclislerine katılmak, bu vesile ile onlardan hadis dinlemek ve yazmak maksadı ile hacc ziyaretlerine bundan sonra da devam etmiştir[108].

Yahyâ, Basra ziyaretinde Mu’temir b. Süleyman ile görüşmüş, ilim meclislerine katılmış, ondan hadis yazmıştır. Mu’temir’in vefat ettiği 187/802 yılına kadar da Basra ziyaretlerine devam etmiştir. Otuz dört yaşında iken Yemen’i ziyaret etmiş, orada Abdürrezzak b. Hemmâm (ö.211/826) ve Hişâm b. Yûsuf (ö.197/812) ile görüşmüş, onlardan hadis almıştır[109].

Râvilerin durumlarını incelemeye adalet ve zapt yönlerini tesbit ve denemeye[110]başladıktan sonra Yahyâ’nın şöhreti her tarafa yayılmış, râvileri inceleme tutkusuyla hadis yolculukları birbirini takip etmiştir. Rey, Vasıt, Mesîse ve Cezîre’ye[111] de gitmiş, gittiği her yerde ünlü âlimlerle görüşüp onların ilim meclislerine katılmış ve onlardan hadis almıştır. Ceîr b. Abdülhamid (ö.188/803) ve Abdullah b. Mübârek (ö.181/797) ile de Rey’de karşılaşmış, onlardan hadis almıştır.

Kaynakların verdiği bilgilere göre, Yahyâ b. Maîn, elli altı yaşında iken Mısır’a ve Şam’a gitmiş, bu arada Ebû Mushir (ö.218/833) ve Saîd b. Ebî Meryem (ö.224/838) ile de görüşmüş, grüştüğü muhadislerden bir çok hadis yazmıştır. Aynı zamanda, gelip kendisinden hadis yazanlar da olmuştur[112]. Bu arada Humus’u da ziyaret etmiştir.
Bu şekilde Yahyâ, ömrü boyunca bütün İslâm diyarının doğu, batı, kuzey ve güney bölgelerine bir çok hadis yolculukları yapmış, ilmî seyahatlerinin bu çokluğu sebebiyle de büyük bir hadis servetine[113] sahip olmuştur. Gittiği her bölgede sadece hadis almakla yetinmemiş, bir çok muhaddisin hatasını düzeltmiş[114], râviler hakkında bilgi toplamış, ayrıca, hadisleri değişik kimselerden dinlemek[115], bu vesile ile de rivayetlerde hata varsa bu hatanın nereden kaynaklandığını tesbit etmek için değişik bölgelere ziyaret etmeyi ve o bölgelerin âlimleriyle görüşmeyi kendine prensip edinmişti.

D. HADÎS İLMİNDEKİ YERİ


1. Cerh ve Ta’dîl İlmindeki Yeri


Yahyâ b. Maîn, yaşadığı devrin cerh ve ta’dîl âlimleri arasında bir otoritedir. Muasır âlimler ve hocalarının takdir ve güvenini kazanmıştır. Hadis ilmindeki imâmlığı yanında fazilet ve üstünlüğünü de kabul etmişlerdir. Yahyâ’nın ilmî otoritesi, muhaddis ve münekkitlerin her zaman, müsbet değerlendirmelerine mazhar olmuştur.

Otoriteliği yanında, son derece verâ sahibi de olan Yahyâ, zahidâne bir hayat yaşamıştır. O, İslâm’ın temel kaynaklarından, Kur’an’dan sonra ikinci sırada yer alan “Sünnet”i toplamak (tedvîn) ve ulaşabildiği bütün hadisleri bir araya getirmek için çok çaba sarfetmiş, kendisini tamamen hadîse adamıştır. İbn Hibbân (ö.354/965) bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:

“Yahyâ b Maîn dindar ve fazilet ehli bir kimse idi. O, Sünnet’i toplayıp bir araya getirmek için dünyadan el etek çekmiş, bu yolda çok çaba sarfetmiştir. Onun bütün işi, hadisleri bir araya toplamak ve ezberlemek olmuştur. Böylece o, Peygamber’den (s.a.) nakledilen hadis ile sahâbe ve tabiînden nekledilen haberlerde kendisine müraaat edilen bir imâm olmştur”[116].

Yahyâ’nın babası, Maîn b. Gıyâs zengin bir kişi idi. Bu sebeple vefatında, oğluna bir milyon elli bin dirhem bırakmıştı. Yahyâ, böyle bir servete sahip olmasına rağmen zühdü hiç bırakmamış, kendisine, giyeceği bir çift terlik kalmayıncaya kadar bütün servetini, hadis öğrenmek ve sünneti toplamak için harcamıştır[117]. O dünya malına önem vermemekle beraber, mal ve servetin kişiyi saadete ulaştıran bir vasıta olduğu görüşünü savunmuş, dünya malının, sahibini bazen de talihsizliğe sürükleyebileceğini ifade etmiştir[118].

Âlimler Yahyâ’nın hadis ilmindeki yerini ifade etmek için onu “el-İmâmü’l-hâfızu’l-cihbâz/hafız derecesine ulaşmış mütehassıs ve önder âlim”[119], “şeyhu’l-huffâz/hafızların hocası”[120], “şeyhu’l-muhadisîn/hadisçilerin hocası”[121] “imâmü’l-cerh ve’t-ta’dîl/cerh ve ta’îl ilminin önderi”[122], “imâmun rabbâniyyun/rabbânî imâm”[123] “hüccetü’l-İslâm/naklettiği haber delil kabul edilen, hadiste kendisine müracaat edilen büyük âlim”[124] ve hadiste “emîrü’l-mü’minîn/hadisçilerin başı”[125] gibi ünvanlarla tavsıf etmişlerdir. Büyük bir muhaddis ve müerrih olmasının yanında daha çok, münekkitliği ile şöhret bulmuştur. Yahyâ’nın “Hâkim” derecesine ulaştığını söyleyenler de vardır[126].
Nesâî (ö.303/915), Yahyâ b Maîn’in sika ve güvenilir hadis imamlarından biri oluğunu söylemiştir[127].

el-‘İclî (ö.261/875), Yahyâ b. Maîn’ın hadis ilmindeki yerini şöyle ifade eder: “Allah Teâlâ, hadisi Yahyâ b. Maîn’den daha iyi bilen birini yaratmamıştır. Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medînî ve bunların ayarında diğer âlimlerle bir araya geldiklerinde, onların arasında makbul hadisleri Yahyâ seçer onun önüne geçmeye kimse cesaret edemezdi. Sened ve metinleri birbirine karıştırılmış hadisler ona getirildiğinde, ‘Bu hadis böyledir, şu da şöyledir’ der, gerçekte de hadis, Yahyâ’nın dediği gibi çıkardı”[128].

Yahyâ ile çok yakın arkadaşlığı bulunan Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), “İbn Maîn, hadis ricâlini en iyi bilenimiz idi”[129] diyerek, Yahyâ’nın hadis râvileri hakkındaki vukufiytine işaret etmiş; Ferhiyânî de (ö.300/912), “Ricâli en iyi bilen Yahyâ’dır”[130] demiştir. Ebû Dâvûd’a (ö.275/888), “Ricâli Yahyâ mi daha iyi bilir, Ali b. Abdullah mi?”, diye sorulmuş, o da, “Ricâli, Yahyâ, Ali’den daha iyi bilir; çünkü Ali’nin Şam ehli hakkında bilgisi yoktur”[131], diye cevap vermiştir.

Amr en-Nâkıd (ö.232/846), “İsnadı Yahyâ’dan daha iyi bilen yoktur. Hiç kimse ona karşı isnadı ters çevirmeye kadir olamadı”[132], demiştir. Ahmed b. Hanbel de, “Şu Yahyâ b. Maîn varya! Allah onu sırf hadis için yaratmış, o, yalancıların yalanlarını ortaya dökmüştür”[133], diyerek, Yahyâ’nın isnad ve metne olan derin vukufiyetine, bu vukufiyeti ile de yalancılarla mücadele ettiğine işaret etmiştir.

Akranları ve öğrencileri tarafından bir ilim deryası kabul edilen Yahyâ’nın, ihtilafların çözümünde kendisine müracaat edilen hüccet olduğunu da kabul etmişlerdir[134]. İbn Rûmî (ö.236/850) şöyle demiştir: “Ahmed b. Hanbel’in yanında iken ona bir adam geldi ve, ‘Ey Ebû Abillah! Şu hadislere bir baksan, içlerinde hatalı olanı var mı yok mu?’ diye sordu.

Ahmed b. Hanbel de ona, ‘Sana Ebû Zekeriyâ’yı tavsiye ederim, çünkü o, hataları iyi bilir’ şeklinde cevap verdi”[135].

Abdulhâlik b. Mansûr İbn Rûmî’ye, “Ebû Saîd el-Haddad’ı, ‘Yahyâ b. Maîn olmasaydı hadis yazmazdım’, derken işittim” dediğinde, İbn Rûmî, “Bunda şaşılacak ne var!”[136] diye mukabele etmiştir.

Yahyâ b. Maîn hadiste çok titiz davranmış, gerektiğinde hocalarının hatalarını dahi düzeltmiştir. Ebû Ali Salih b Muhammed (ö.292/905), “Meşayıhın tashîfini en iyi bilen Yahyâ b. Maîn’dir”[137] diyerek, Yahyâ’nın yazı hatalarına karşı olan derin vukufiyetini belirtmiştir. Belki de Ahmed b. Hanbel bu ince noktaya işaret etmek için, “Yahyâ b. Maîn ile beraber hadis dinlemek gönüllere şifadır”[138] demiştir.

Yahyâ sadece akranlarının değil, hocalarının da saygısını kazanmış, onlara ilmî otoritesini kabul ettirmiş, ilmine her zaman saygı duymuşlardır. Harun b. Ma’rûf’un (ö.231/845) şu hatırası, Yahyâ’nın, ilmî otoritesinden dolayı gördüğü saygıyı en bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.

Harun b. Ma’rûf hatırasını şöyle nakleder: “Şam üstadlarından biri beldemize gelmişti. İlminden istifade etmek için yanına ilk gidenlerden biri de ben oldum. Şeyh’ten bana bir şey yazdırmasını isteyince bir kitap çıkardı ve o kitabı bana yazdırmaya başladı. O arada kapı çalındı; şeyh içerden, kim oluğunu sorunca, dışardan, ‘Ahmed b. Hanbel’ diye karşılık verildi. Şeyh’in izniyle Ahmed b. Hanbel içeri girdiğinde, şeyh yerinden hiç kımıldamadı, kitap da olduğu gibi elinde duruyordu.

Kapı biraz sonra tekrar çalındı ve, kısa aralıklarla, peşi sıra Ahmed ed-Devrakî (ö.246/860), Abdullah b. er-Rûmî ve Züheyr b. Harb (ö.234/848) geldiler. Her biri içeri girdiğinde şeyhin durumunda yine herhangi bir değişiklik olmadı. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra kapı tekrar çalındı. Şeyh yine diğerlerinde olduğu gibi, ‘Kim o?’ diye sordu. Şeyh, dışardan,
‘Yahyâ b. Maîn’ cevabını alınca, ellerinin titreyip kitabın ellerinden düştüğünü gördüm”[139].

Yahyâ b. Maîn, ulemanın sınırsız övgülerine mazhar olmuş nadir âlimlerden biridir. Biliniği gibi, muhaddisler arasında ve onların dışındaki ilim muhitinde adaletiyle şöhret bulan, bu vasfıyla meth ü sena edilen kimsenin tezkiye edilmeye ihtiyacı yoktur. İşte Malik b. Enes, Süfyan b. Uyeyne, Ahmed b. Hanbel…, ve Yahyâ b. Maîn bu kabil râvilerdendir[140]. Fakat yine de, Yahyâ b. Maîn ile ilgili nakletmeye çalıştığımız değişik âlimlerin ifadelerinden, özetle onun; sika, güvenilir; hadis râvilerinin durumlarını, ricâlin isim ve künyelerini çok iyi bilen, hafızası mükemmel, bütün âlimlerin takdirini kazanmış, özellikle cerh ve ta’dîl ilminde imam kabul edilmiş büyük bir muhaddis ve ünlü bir münekkit olduğunu görmekteyiz.

Râviler hakkında söz söylemiş âlimlerin kimi bütün râvilerden, kimi râvilerin çoğundan, kimi de sırası geldikçe râvilerden bahsetmişlerdir. Yahyâ b. Maîn ile talebesi Ebû Hâtim er-Râzî bütün râvilerden bahseden gruptandır[141].

Cerh ve ta’dîl ilminde münekkitler üç grupa ayrılır: Müteşeddid olanlar, mütesâhil olanlar, mutavassıt olanlar. Müteşeddid olanlar, yakaladıkları iki üç hata ile râvinin hemen cerhine karar verirler. Bunların tevsîk ettikleri râvilerin sika olduğunda şüphe yoktur. Fakat taz’îf ettikleri râviler hakkında teenni ile hareket edilir[142]. Ayrıca münekkitler, zaman itibarı ile dört tabakaya ayrılır. Her tabakada müteşeddit âlimler olduğu gibi olmayanlar da vardır. Ahmed b. Hanbel ile Yahyâ b. Maîn üçünçü tabaka da yer alır[143]. Yahyâ, Ahmed b.
Hanbel’den daha müteşeddittir[144].

Bu, şu demektir: Bir râviyi tevsîk eden biri varken bir müteşeddidin cerhine uğradı diye hemen red edilmez. Râvinin durumu iyice araştırılır. Böyle bir cerh durumunda münekkit, râvinin za’fını açıklamak zorundadır. Râvinin durumu hakkında, ona göre karar verilir. İbn Maîn kendi tabakasında müteşeddit davranan münekkitlerden olduğu için, râvinin za’f sebebini beyan etmeksizin, “fülân zayıftır” demesi yeterli değildir[145]. Mezkür üçüncü tabakada, münekkid olarak “İbnü’l-Mübârek (ö.181/797), İbn Uyeyne (ö.198/813) ve Abdurrahman b. Mehdî de (ö.198/813) bulunmaktadır. Ancak cerh ve ta’dîl ilmi Yahyâ b. Maîn ve Ahmed b. Hanbel ile zirveye ulaşmıştır[146]. Bu gerçeği İbn Rûmî, Yahyâ hakkında söylediği, “Bu kapıdan gelip geçmiş hiçbir âlim onu geçememiştir”[147], sözüyle dile getirir.

2. Yalancılarla Mücadelesi


İslâm tarihinde, tahkim olayı neticesinde ortaya çıkan Şiâ ve Havâric fırkaları hadis uydurma hareketlerinin başlamasında başlıca âmil oldukları ve daha sonra, çeşitli fırkalar tarafından bu hareketlerin devam ettirildiği bilinmektedir. Her bir fırka kendi siyasî görüşünü halka kabul ettirmek için dinî nasslara ihtiyaç duymaktaydı. Kendi lehlerine istedikleri gibi nass bulamayınca da tek çıkar yolu yeni hadis imal etmekte bulmuşlardı[148]. Hadis uydurma hareketlerine karşı ve buna paralel olarak da, her devirde altın sarrafları gibi hadis münekkitleri yetişmiş, tarihî seyir içinde bir takım kaideler ortaya konmuş, neticede, genel hadis ilimlerinin bir kolu olan “Cerh ve Ta’dîl İlmi”, yepyeni bir ilim dalı olarak ortaya çıkmıştır.

Hadis tarihinde, bu sahada yetişen en büyük âlimlerden biri de Yahyâ b. Maîn oluğunu belirtmiştik. Biz burada onun, hadis uydurmacıları ile yapmış olduğu mücadeleyi ve bu yolda takip ettiği metodu bir kaç olay ile örneklendirerek belirtmeye çalışacağız.

Ebû Hâtim er-Râzî (ö.277/890), Yahyâ b. Maîn’in yalancılarla yapmış olduğu mücadeleyi şu sözleriyle ifade etmektedir: “Bağdatlılardan birinin Yahyâ b. Maîn’e buğz ettiğini görürsen, bil ki o, yalancının ta kendisidir. Çünkü onun, Yahyâ’ya olan buğzu, ancak yalancıların durumlarını ortaya dökmesindendir”[149].

Yahyâ, hadis râvilerinin durumlarını öğrenmek ve tesbit etmek konusunda husûsi bir özen göstermiş, her hal ü kârda hadis uyduranları tesbite çalışmıştır. Onun için Yahyâ, her râvi hakkında konuşan münekkitlerden kabul edilmiştir[150]. Ayrıca o, sadece bununla da kalmamış, yalancılardan gelen bütün rivayetleri de toplamaya çalışmıştır. Hatta, münekkitleri kastederek, “Yalancılardan bin kadar hadis yazmayanın hadisçiliği nerede kaldı?!”[151] dediği rivayet edilmiştir.

Onun, hadis uyduranlardan bu denli hadis toplamasının sebebini, yine Ahmed b. Hanbel ile kendisi arasında geçen bir hatıradan öğrenelim: Ahmed b. Hanbel -San’a’da iken- Yahyâ’yı, Ma’mer’in Ebân’dan[152], o da Enes’den (r.a.) rivayet ettiği sahifeyi yazarken görmüş, biri buna muttali olunca Yahyâ durumu gizlemiş, Ahmed, Yahyâ’ya, “Mevzu olduğunu bile bile Ma’mer’in Ebân’dan, o da Enes’ten (r.a.) gelen sahifesini mi yazıyorsun? Eğer biri kalkar da , ‘Sen hem Ebân hakkında ileri geri konuşuyor, onu tenkit ediyorsun, sonra da kalkıp hadislerini olduğu gibi yazıyorsun’, derse, ne yaparsın?” deyince, Yahyâ ona şu cevabı vermiş: “Allah hayrını versin ey Ebû Abdillah! Ben bu sahifeyi Abürrezzak’tan, o da, Ma’mer’den gelen tarikle olduğu gibi yazıyor ve ezberliyorum. Bunun mevzû olduğunu da biliyorum. Ta ki bundan sonra biri kalkıp, Ebân yerine Sabit’i koyup da, bunu, Ma’mer ve Sabit[153] kanalıyla rivayet etmesin; böyle Ebân’ı Sabit yerine koyarak rivayet ettiğinde ona, ‘Yalancısın’, diyebileyim. Çünkü bu, Sabit’ten değil, Ebân’dan gelmiştir”[154].
Görülüğü gibi Yahyâ hadise karşı çok titiz davranmış, yalancılara karşı da son derece uyanık ve dikkatli olmuştur. Yalancılardan bu kadar çok hadis yazması, şuphesiz kendisi için değil, yalancıların önüne geçmek ve zararlarını önlemek gibi istikbale matuf bir takım beklentiler içindi. Böylece o, bu gayret ve çabasıyla yalancıların hadis uyurma kapılarını kapatarak önlerine set çekmiş, Sünnet-i Nebeviyye’ye uydurma sözlerin girmesine engel olmaya çalışmış, bütün gücüyle de bu uğurda savaşmıştır.

3. Çok Hadis Yazması


Bütün hadisleri bir araya toplamak arzusuyla yola çıkan Yahyâ, çok hadis yazmakla şöhret bulmuş, rivayet etmekten çok, hadis yazmaya ağırlık vermiştir. Bu noktaya temasla İbn Sa’d’ın (ö.230/844), Yahyâ b. Maîn hakkında söylediği, “O, hadis yazmakta çok ileri gitmiş, bu yönüyle meşhur olmuştu. O nerede ise rivayet etmezdi”[155] sözü, bu görüşü destekler mahiyettedir.

Ahmed b. Ukbe, Yahyâ’ya, kaç hadis yazdığını sormuş, o da, kendi eliyle altı yüz bin hadis yazdığını söylemiştir[156]. Muhammed b. Nasr et-Taberî ise, Yahyâ b. Maîn’in kendi eliyle bir milyon hadis yazdığını, bizzat kendisinden duyduğunu bildirmiştir[157].
Yahyâ b. Maîn’in, kendi eliyle yazdığı hadislerin miktari hakkında nakledilen bu iki rivayette, herhangi bir çelişki yoktur. Zira kendisinden nakledilen bu iki söz, ayrı ayrı zamanlarda söylenmiştir. Yahyâ’nın topladığı hadislerin çok olmasında veya topladığı hadisleri rakam olarak belirtmekte de herhangi bir gariplik yoktur. Zehebî (ö.748/1347), bu rakamın, mükerrerleriyle bu kadar olabileceğini söylemiştir[158]. Ayrıca Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), muhaddislerin Yahyâ b. Maîn’den bir milyon iki yüz bin hadis yazdıklarını söylemiştir[159]. Yahyâ’nın yazdığı hadislerin çokluğunu Ali b. el-Medînî (ö.234/848), “Yahya b. Maîn kadar hadis yazanı bilmiyorum” sözüyle ifade ederken, Muhammed b. Nasr da şu sözüyle ifade etmiştir: “Bir gün Yahyâ’nın yanına gittim. Odasında, şöyle yığınlarca defterler gördüm. O esnada Yahyâ’nın, yığınlar halinde duran defterlere işaret ederek, ‘Bunlarda bulunmayan hadis, hadis değildir, o ancak bir yalandır’ dediğini işittim”[160]. Zira o, yaşadığı devrin önde gelen bütün âlimleriyle görüşmüş, rivayet ettikleri hadislerin tümünü yazmıştır. Çünkü onun, hadis yazımı ve tedvinine karşı aşırı bir tutkusu vardı. O, bu istek ve arzusunu şu sözleriyle ifade eder: “Evi kitaplarla dolu olan bir hocaya varayım ve tek başıma o kitaplardaki bütün hadisleri yazayım istiyorum”[161].

Ahmed b. Hanbel, “Yahyâ b. Maîn’in bilmediği hadis, hadis değildir”, diğer bir rivayete göre, “O hadis sahih değildir”[162] diyerek, onun, bütün hadislerden haberdar olabileceğine dikkat çekmiştir. Çünkü o, ilim muhitlerini ziyaret etmiş[163], görüştüğü bütün hocalardan hadis almıştır. Ali b. el-Medînî, “Adem’den (a.s.) beri Yahyâ b. Maîn kadar hadis yazanı bilmiyoruz”[164], sözüyle bu gerçeği ifade etmiştir.

4. Hadis Toplamada Takip Ettiği Metot


Hadislerin hem yazımında, hem rivayetinde çok dikkatli davranan Yahyâ, önce, hadisleri hiçbir seçime tâbi tutmadan bir araya toplamayı şiar edinmiş, daha sonra seçime tabi tutmuştur. Bu metodun önemini, “Hadisleri seçerek yazan pişman olur, seçmeden her şeyi yazan pişman olmaz”[165], sözüyle ifade etmiş, bütün rivayetlerden haberdar olmanın gereğini vurgulamıştır. Çünkü muhaddis, seçime tâbi tutmadan yazdığı hadisleri, bilahare ve istediği anda intikâd etme imkânı bulur. Ayrıca o, kendisinden rivayet edilen, “Yazdığın zaman ne bulursan yaz ve topla fakat rivayet ettiğin zaman iyice teftiş et!”[166] sözüyle hadis toplama metodunu en açık bir şekilde ortaya koymuş, gerekçesini de yukarıdaki sözün bir benzeri olan, “Hadis alırken seçerek alan kimse pişmanlığın fayda vermediği bir anda mutlaka pişman olur”[167], gibi veciz sözüyle açıklamıştır.

Mübtedi durumunda olan hadis talibinin de hadisleri seçmeye kalkışmaması gerektiğini, aksi takdirde pişman olabileceğini söylemiştir[168]. Hadis talibinin hokkasını ve kalemliğini yanında bulundurması gerektiğini, yeri ve zamanı geldiğinde hiçbir şeyi küçümsemeden, duyduğunu hemen yazması gerektiğini ifade etmiştir[169].

Bir hadisi değişik vecihlerden almayı prensip edinen Yahyâ, “Hadisi otuz vecihten almazsak onu iyi anlayamayız”[170], demiştir. Hatta bazı hadis yolculuklarını, sırf hadisleri değişik üstadlardan dinlemek için yapmıştır.

Muhammed b. İbrâhim b. Hammâd, bu gerçeği, Yahyâ b. Maîn ile kendisi arasında geçen şu hatıra ile ifade eder: “Ebû Seleme et-Tebuzekî’ye gitmek için Yahyâ’nın benimle bir yolculuğu olmuştur. Bu yolculuğun neticesinde o, Hammâd b. Seleme’nin Câmî’ini Ebû Seleme et-Tebuzekî’den semaan almıştır. Halbuki o, bu Câmî’i on yedi kişiden sema yoluyla almış bulunuyordu”[171]. Ayrıca Yahyâ, “Biz hadisleri elli defa yazardık, yoksa bilemezdik”[172], diyerek, metin ve ricâlin bu metotla hafızalarda iyice kökleşebileceğini ifade etmiş; böylece o, değişik vecihlerden aldığı hadislerde hata veya farklılık bulunursa bu hata veya farklılığın kimden ve nereden kaynaklandığını tesbite çalışmıştır.

Hadis toplama işleminde Yahyâ’nın takip ettiği metodlardan biri de, hadis alma çemberini geniş tutmasıdır. O, sadece sika veya sika olma ihtimali olan râvilerden değil, yalancılardan dahi, hadis yazmıştır. “Yalancılardan çok hadis yazdık, sonra onları fırına attık da, fırından pişmiş bir ekmek çıkardık”[173], gibi ifadelerinden, yalancıların rivayetlerini önce yazdıklarını, ezberledikten sonra da onları yaktıklarını anlıyoruz. Tâ ki yalancılardan gelen bu rivayetlerin “Hadis” diye karşılarına çıktığında mevzû veya yalancılardan geldiklerini bilebilsinler ve karşılarındakine bunu söyleyebilsinler.

Netice olarak bütün bu merhalelerden sonra hadis ilimleri sahasında çok iyi yetişen Yahyâ’nın, hadis tarihinde müstesna bir yeri olduğunu tereddütsüz söyleyebiliriz.
İlke olarak, bütün hadisleri bir araya getirmeye çalışmış, ömrü boyunca hadislerle haşir-neşir olmuştur. Hadisleri değişik vecihlerden elde etmeye çalışmakla da hadislerin gizli illetlerini keşfedebilmiş, hadisin sihhatine halel getirecek bütün zaaf noktalarını tesbit etme ve sağlam hüküm verme derecesine ulaşmıştır. Hatta o hadisin sihhatine halel getiren bozuklukların kimden ve nereden kaynaklandığını dahi keşfedebilecek ince hüküm verebilme melekesini kazanabilmiştir. Tamamlayıcı mahiyette sunacağımız şu bilgiler, konuya daha da ışık tutacaktır:

Ebû Ubeyd’den (ö.223/837) gelen bir rivayete göre hadis ilmi dört kişiye varır dayanır: Onların hadiste en fakih olanı Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), en çok hadis yazanı Yahyâ b. Maîn, hadisleri en iyi bileni Ali b. el-Medînî (ö.234/848), hadiste en hafız olanı Ebû Bekr b. Ebî Şeybe (ö.235/849) idi[174]. Ebû Ubeyd’den gelen diğer bir rivayete göre ise, “Hadis ilimleri Yahyâ b. Maîn’de zirveye ulaşmıştır. Hadisin sahîh ve sakîmını o dört kişiden en iyi bileni Yahyâ b. Maîn idi”[175], demiştir. Böylece Yahyâ bütün isnadları kendinde toplamış, büyük bir hadis servetine sahip olmuştur.

Ali b. el-Medînî, “İlim, Basra’da Katâde (ö.117/735) ve Yahyâ b. Ebî Kesîr’de (ö.232)846); Kûfe’de, Ebû İshak (ö.126/743) ve A’meş’de (ö.148/765); Hicaz’da; İbn Şihâb (ö.124/741) ve Amr b. Dînâr’da (ö.126/743) zirveye ulaşmıştır. Bu altı hadis âliminin ilmi de on iki kişiye varır dayanır. Basra’da: Saîd b. Ebî Arube (ö.156/773), Şu’be (ö.160/776), Ma’mer (ö.153/770), Hammad b. Seleme (ö.167/783) ve Ebû Avâne’ye (ö.176/792); Kûfe’de: Süfyanü’s-Sevrî (ö.161/777) ve Süfyan b. Uyeyne’ye (ö.198/813); Hicâz’da: Malik b. Enes (ö.179/795); Şamd’da: Evzâî’ye (ö.156/774) ulaşmıştır.

Bütün bunların ilmi de; Muhammed b. İshak (ö.151/768), Hişâm (ö.146/763), Yahyâ b. Saîd (ö.198/813), İbn Ebî Zâide (ö.193/808), Vekî’ (ö.197/812) İbn Mübarek (ö.181/797) -Bunların arasında en geniş ilme sahip olan İbn Mübarek’tir-, İbn Mehdî (ö.198/813) ve İbn Adem’e (ö.203/818) varmıştır. Sonra bütün bunların ilmi Yahyâ b. Maîn’e varıp toplanmıştır”[176].

5. Mezhebi


Yahyâ’nın mezhebi hakkında ileri sürülen bazı görüşler vardır. Ancak o devrin İslâm dünyasına bir göz attığımızda karşımıza fıkhî görüş açısından birbiriyle münakaşa eden ve “Medrese” diye adlandırılan iki ekol buluruz: Medîne Medresesi (ekol), Kûfe Meresesi. Her iki medreseden de büyük âlimler yetişmiştir. Hanefî Mezhebinin kurucusu İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (ö.150/767) Kûfe Meresesinden yetişen âlimlerdendir[177]. Her bir ekol muayyen müctehid imamlar tarafınan temsil ediliyordu.

Her ne kadar temelde ilk hocalarının görüşleri doğrultusunda seyretmekte iseler de bazan kendi hocaları arasında bile ihtilafa düşebiliyorlardı.

A’meş (ö.148/765) Kûfe’den, Malik b. Enes (ö.179/795) Medîne’den, Osman el-Bettî (ö.143/760) Basra’dan hacca gitmişler, Mescîd-i Haram’da oturup fetva verirlerken birbirleriyle muhalefet etmişlerdi. Bu durum karşısında biri kalkıp A’meş’e, “Medîne halkına muhalefet mi ediyorsun?” diye sorunca, A’meş’in cevabı, “Biz çok önceleri birbirimize muhalefet etmişiz. Biz kendi âlimlerimizi benimserken, onlar da kendi âlimlerini benimsediler”[178], şeklinde olmuştur.

Bu iki ekolün yanında, bir de “Hadis Ekolü”nun bulunuğunu belirtmekte yarar var.
Ahmed b. Hanbel’e (ö.241/855), Abdurrahman b. Mehdî’nin fıkıkta hangi mezhebe uyduğu sorulmuş, o da, İbn Mehdî’nin fıkıh alanında geniş bir ilme ve Yahyâ b. Maîn’den daha geniş bir görüşe sahip olduğunu, Yahyâ’nın Kûfelilerin görüşüne meylettiğini, İbn Mehdî’nin bazan hadis ehlinin görüşlerine uyarken, bazanda Medînelilerin görüşüne uyduğunu[179], İbn Medînî’nin ihtilafları Vekî’den daha iyi biliğini, Vekî’in de Kûfe ehlinin mezhebine uyduğunu[180]söylemiştir. Yahyâ’nın, önce Kûfe daha sonra Basra üstadlarıyla gerçekleşen yakın ilişkisinden dolayı[181] onun en çok Kûfe muhaddisleri ve fukahasından etkilendiğini, bu vesile ile de Kûfe ehlinin görüşlerine meyettiğini söylemek mümkündür. Ayrıca Yahyâ, Sevrî’ye de son derece hayrandı. O bu hayranlığını, “Biri Sevrî’ye muhalefet ederse, söz Sevrî’nindir” sözüyle ifade etmiştir. Sevrî’nin müstakil bir mezheple tanındığı[182], ayrıca bilinmektedir.

Yahyâ böyle temayüller göstermiş olmasına rağmen, hemen hemen her hadisçinin yaptığı gibi, tam olarak belli bir mezhebe bağlanmış değildir. Verdiği fetvalardan[183], veya yaptıkları ilmî münazaralardan bunu açıkça görmek mümkündür. Meselâ, “Mess-i zeker” konusunda Medinelilerin yanında yer almıştır[184]. Fakat bu, “O, Medinelilerin mezhebine uyuyordu”, demek değildir. Çünkü o, ictihadında bazan Kûfelilerle[185], bazan Medinelilerle ittifak eder,[186] bazan da her iki tarafa zıd düşen ayrı bir görüşü seçer ve benimserdi[187]. Bazan da muhaddislerden ayrı düşer, kendi görüşüne uyardı[188].
Genelde böyle olmakla beraber Zehebî (ö.748/1347) gibi Tağrîberdî[189] de (ö.874/1469) Yahyâ b. Maîn’in Hanefî mezhebinden olduğunu söylemiştir.
İbn Maîn’e, bir kimsenin Hanefî ve Şâfiî’nin görüşlerine karşı nasıl hareket etmesi gerektiği sorulmuş, o da, “Şâfiî’nin görüşleri doğrultusunda hareket etmesinden ziyade, Hanefî mezhebinin görüşleri doğrultusunda hareket etmesi bana daha sevimlidir” şeklinde cevap vermiştir. Bu habere dayanarak Zehebî, Yahyâ b. Maîn’in, furûda Ebû Hanîfe’nin mezhebine uyduğunu belirterek, Yahyâ’nın, yukarıdaki sözü bunun için söylediğini, fakat burada onun, Şâfiî’nin görüşlerinden ziyade Hanefî mezhebinin görüşlerine meylettiğini ve bu mezhebin görüşlerine daha çok sempati duyuğunu söylemiştir[190].
Netice olarak, kendisinden nakledilen görüş ve fetvaları bu iddiayı kesin olarak doğrulamamaktadır. Ancak, ekseriyetle Hanefî mezhebinin uleması ve görüşleri yanında yer aldığını söylemek mümkündür.

Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olup olmama konusundaki görüşü, mahlûk olmadığı yönündedir. Çünkü o, “Kur’an Allah (c.c.) kelâmıdır, mahlûk değildir”[191], demiştir. Talebesi ed-Dûrî (ö.271/884), bu sözü ondan defalarca duyduğunu söylemiştir. Ancak, halife Me’mûn’un (ö.218/833) Bağdat’taki nâibi karşısında “halku’l-Kur’ân” inancını kabul etmeyen Yahyâ ve önde gelen diğer bazı hadisçiler, halifenin karargahında ve ölüm tehdidi karşısında ikrar etmek zorunda kalmışlar, daha sonra Bağdat’a geri gönderilmişlerdir[192].
Yahyâ’ya göre iman, dil ile ikrar ve amelden ibarettir; artar ve eksilir[193].

6. Hadis Rivayet Usûlü


Hadis rivayetinde son derece dikkatli ve müteyakkız olmaya çalışan Yahyâ, “Bir hadisi rivayet ederken hata yapma korkusu ile çok dikkatlı davranır, uyanık olmaya çalışırım”[194], demiştir. Rivayet etmekte dikkatli davrandığı gibi rivayet esnasında kullanılması gereken lafızlar üzerinde de titizlikle durmuştur. Ayrıca o, rivayet esnasında kullanılan bu lafızların ayrı bir mânâ ifade edeceği için üyük bir önem arzettiğini belirtmiştir.
Rivayet esnasında râvinin kullanacağı lafızlar hakkında Yahyâ, râvinin, bir hadisi şeyhinden hangi yolla almışsa, bu durumu rivayet esnasında belirtmesi gerektiğini söylemiştir. Abbâs ed-Dûrî’nin naklettiği Yahyâ’nın şu sözleri mevzuya daha da ışık tutacaktır: “Râvî bir hadisi şeyhinden aldığı şekilde nakletmelidir. Eğer hadisi şeyhinden işiterek (semaan) almışsa (حدثنا) tabirini kullanmalı; şayet hocasına, rivayet edeceği hadisleri arz etmişse, bunu belirtmek için (عرضت) : (şeyhe) arzettim” demelidir. Hadisleri icâzet yoluyla almışsa, bu durumu yine belirtmeli, (أجاز لي) veya (إجازة) tabirini kullanmalıdır. Talebe hadisleri hocasından kıraat yoluyla almışsa (قرأت فلانا) tabirini kullanmalı, (حدثنا)’yı kullanmamalıdır. Başka biri okurken talebe dinlerse bu yolla aldığı hadisleri rivayet ederken (قرأت فلانا وأنا شاهد) desin. Hülâsa râvi hadisi şeyhinden nasıl almışsa onu aynen belirtmesi gerektiği görüşündeyim”[195].

III. ESERLERİ


Cerh ve Ta’dîl ilminde, Yahyâ b. Maîn’in bütün münekkidler tarafından imam olarak kabul eildiği bilinmektedir. İleride bahsedileceği gibi, Yahyâ, sadece ricâl ilminde değil, hadis sahasında da ileri gelen imamlardandır. Ahmed b. Hanbel bu noktaya işaretle, “Yahyâ’nın bilmediği hadis, hadis değildir”[196], diyerek çok geniş hadis ilmine sahip olduğunu belirtmiştir.

Bu kadar geniş bir ilme sahip olmasına rağmen ricâl ve tenkit sahasında bizzat kendi eliyle bir eser tasnif etmiş değildir. Bu konuda kendisine ait eserler talebeleri tarafından kaleme alınmıştır. Zaten talebeleri onu bu işten müstağnî kılmışlar, özellikle, en çok şöhret bulduğu cerh ve ta’dîl ile ilelü’l-hadîs konusunda kendisinden duydukları her şeyi kaydetmişlerdir.

Talebelerinden Abbas b. Muhammed ed-Dûrî (ö.271/884) bunlardan biridir. Ricâl konusunda Yahyâ b. Maîn’den duyduklarını bir araya getirerek “Kitâbü’r-ricâl an Yahyâ b. Maîn” adlı eseri oluşturmuştur[197].

Vefatında Yahyâ, kitaplarla dolu 114 dolap geriye bıraktığını, Muhammed b. Nasr et-Taberî’nin, Yahyâ b. Maîn’in yanına gittiğinde, odasında koca bir yığın defter gördüğünü, Yahyâ’yı, defterlere işaret ederek; “Bu defterlerde bulunmayan bir hadis, uydurulmuş bir yalandır” derken işittiğini kaynaklar bildirmektedir[198]. Ancak günümüze kadar gelme şansına ulaşmış, bir kaç hadis cüzünden başka, kendisine ait bir eseri yoktur[199].

Yahyâ b. Maîn’in eserlerini ele alırken yetiştirdiği talebeleri gözden uzak tutmak haksızlık olur. Onun geriye bıraktığı en büyük eserleri, şüphesiz yetiştirdiği talebeleridir. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Hâtim gibi zevatın ona talebelik yapmış olarak ilim ve feyzinden istifade etmiş olmaları küçümsenecek bir olay değildir. Ayrıca burada, Buhârî’nin, “Yahyâ b. Maîn’den başka, kimseye karşı kendimi bu kadar küçülmüş görmedim”[200], dediğini hatırlatmak yerinde olacaktır. İşte Yahyâ b. Maîn’in eserlerini ele alırken bu açıdan bakmak en insaflı bir tutum olacaktır.

Kaynakların bildirdiğine göre Yahyâ b. Maîn’in günümüze ulaşan eserleri şunlardır:

1. et-Tarîh ve’l-ilel [201]
Bu eseri Yahyâ’nın talebelerinden Ebu’l-Fadl Abbas b. Muhammed b. Hâtim ed-Dûrî[202]rivayet etmiştir. Hocası Yahyâ’dan duyduklarını bir araya getirmekle oluşturuğu bu eser, alfabetiktir[203]. Müellifin en hacimli eseri budur. Eser, Ahmed Muhammed Nur Seyf’in tahkiki ile dört cilt olarak Mekke’de, 1979’da basılmıştır.

2. Ma’rifetü’r-ricâl [204]
a. Zahiriyye Ktp./Şam, Mucmua nu: 1 (1-2. cüzden müteşekkil, 1a-42b vr., VI. h. asır yazmalarındandır.)
b. Zahiriyye Ktp./Şam, Mucmua nu: 39 (I. Kısım, 1-39 vr. IV h. asır yazmalarından).
c. Zahiriyye Ktp./Şam, Hadis mecmuası, nu: 387 (1a – 6a vr. h. 617 yazması).
Eser, genel olarak metin tenkidi ile ricâl tenkidini ihtiva eder. Hadis râvilerinin durmlarından, onlara arız olan hallerden bahsederken, illetleri dolayısiyle veya başka bir münasebetle bir takım hadislerden de bahseder. Bunun yanında hadis ıstılahları ile ilgili bir takım hükümler ve Yahyâ’nın ilim meclislerinde söylediği şiirler de yer alır.

3. Ma’rifetü’r-ricâl ve suâlâtü İbrâhîm b. Abdillah el-Cüneyd el-Huttelî [205]
a. Topkapı Sarayı Ktp., III. Ahmed Bl., Mecmua nu: 624/4 (29b – 56 vr., VIII. h. asır yazması)
b. Topkapı Sarayı Ktp., III. Ahmed Bl., Mecmua nu: 624/5 (63b – 85b vr., h. 628 yazması)
c. Saib Ef. Ktp./Ankara, Mecmua nu: 1557 (14a – 26b vr., h. 732 yazması)

4. Kelâmu Yahyâ b. Maîn fi’r-ricâl [206](Kitâbu’l-mecrûhîn)
a. Topkapı Sarayı Ktp., III. Ahmed Bl., Mecmua nu: 624/6 (21b – 29a vr., VIII. h. asır yazması).
b. Saib Ef. Ktp./Ankara, Mecmua nu: 1557 (29a – 36b vr., h. 732 yazması).

5. Cüz’ün min Târîhi Ebî Saîd Hâşim b. Mersed et-Taberânî an Yahyâ b. Maîn fi’t-ta’dîl [207]
Topkapı Sarayı Ktp., III. Ahmed Bl., Mecmua nu: 624/10 (86a-87a vr. h. 628 yazmalarından).

6. “Müsned” fî Rivâyeti Ebî Bekr Ahmed b. Alî el-Mervezî [208]
Zahiriyye Ktp. /Şam, Hadis mecmuası nu: 38/12, mecmua halinde (19 vr) dır.

7. “Hadîs Cüzü” [209]
a. Zahiriyye Ktp. /Şam, Hadis, 230/2, Mecmua nu: 38 (II. Kısım 151a-169b vr., h. VII. Asır).
b. Aynı yer. Mecmua nu: 120/5, (70a-87b vr. H. 519 tarihinde semaan yazılmıştır.
Bunların haricinde müellifin tesbit edebildiğimiz eserleri şunlardır:

8. Cüz’ün fîh Hadîsu’s-Sûfî [210] an Yahyâ b. Maîn [211]
a. Millet Ktp. Feyzullah Ef. Bl. Mecmua. nu: 507/5 33a-39b vr.)

9. “Cüz’ün fîh Hadîsu’ş-Şeybânî an Yahyâ b. Maîn” [212].
***

BİBLİYOGRAFYA


Ahme b. Hanbel, Kitabu’l-ilel ve ma’rifeti’r-ricâl, Ankara 1963. (İlâhiyât Fakültesi Yayınları, Cild I)(Ma’rife)
Babanzade, Ahmed Naim, Sahîhi Buhhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, I-XII, Ankara 1982.(Tecrid Tercemesi)
Brockelman, Carl, Geshicte der Arabichen Litteratür Erster Supplement, I-III, Leiden, 1937-1942.
el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, et-Târîhü’l-kebîr, I-IX, Haydarabad 1362-1943.
Çakan, İsmail Lütfi, Hadis Edebiyâtı, İstanbul 1985.
Dihlevî, Abdülazîz b. Şah Veliyüllah, Bustanü’l-muhaddisîn, (trc. Ali osman Koçkuzu), Ankara 1986.(Bustân)
Ebu Nu’aym, Ahmed b. Abdullah el-Isbahanî, Hilyetü’l-evliyâ ve tabakâtü’l-asfiyâ, I-X, Mısır 1351/1932 ve 1974-1979. (Hilye)
el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit, el-Câmi’ li ahlâkı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’, (Th. Mahmud et-Tahhân), Riyad 1403/1983. (Câmi‘)
——– Tarîhu Bağdâd, I-XIV, Mısır 1343/1931.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. el-Hasen, Tarîhu Medînet-i Dımeşk, I-XI, (Yazma, Süleymaniye Ktp. Damad İbrahim Paşa Bl. nu: 872-882) Ayrıca, bir kışmı altı cilt halinde baslmış olandan da istifade edilmiştir, Dımeşk 1402-1404/1982-1984).
İbn Ebî Hâtim Ebû Muhammed Abdurrahman er-Râzî, el-Cerh ve’t-ta’dîl, I-IX, (Mukaddime dahil), Haydarabad 1371-1373. (Cerh) (Not: Mukaddimesini oluşturan birinci cild Takdimet’l-Cerh diye anılır).
——— Takdimet’l-Cerh ve’t-ta’dîl, Haydarabad 1371-1373. (Takdime)
İbn Ebî Ya’lâ Ebü’l-Hüseyn Muhammed b. el-Hüseyn, Tabakâtü’l-hanâbile, I-II, Kahire 137/1952.
İbnü’l-Esîr Ebu’l-Hasen İzzüddin Ali b. Muhammed, Üsdü’l-ğâbe fî ma’rifeti’s- sahâbe, I-V, Kahire 1280. (Üsdü’l-ğâbe)
——— el-Lübâb fî Tehzîbi’l-ensâb, I-III, Beyrut ts. (Lübâb)
İbn Hacer, Ebu’l-Fadl Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut 1325.
——— ed-Durerü’l-kâmine fî a’yâni’l-mieti’s-sâmine, I-IV, Beyrut ts. (Durer)
——— Lisânü’l-Mizân, I-VII, Haydaraat 1331. (Lisân)
İbn Hallikân, Ebu’l-Abbâs Şemsuddin Ahmed b. Muhammed,Vefeyâtü’l-A’yân ve enbâi enbâi’z-zamân, (Th. İhsan Abbas), I-VIII, Beyrut, 1398/1978.(Vefeyât)
İbn Hibbân, Muhammed b. Saîd b. Muhammed, el-Mecrûhîn mine’l-muhaddisîn ve’d-du’afa ve’l-metrukîn, I-III, Halep 1396-1976. (Mecruhîn)
İbnü’l-‘İmâd Ebü’l-Fellâh Abdülhayy Ahmed b. Muhammed, Şezerâtü’z-zeheb fî ahbâri men zeheb,I-VIII, Beyrut ts. (Şezerât)
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Sa’d b. Menî’, et-Tabakâtü’l-kübrâ, I-IX, Beyrut 1388)1968. (Tabakât)
İbn Tağrîberdî Ebü’l-Mehâsin Yûsuf b. Tağrîberdî el-Atabekî, en-Nucûmü’z-zâhire fî mülûki Mısr ve’l-Kahire, I-XVI, Kahire 1348/1929. (Nucûm)
Kandemir, M. Yaşar, Mevzû Hadisler, Ankara 1980.
Kehhâle, Ömer Rizâ, Mu’cemü’l-müellifîn, I-XV, Beyrut ts. (Mu’cem)
el-Kettânî, Muhammed b. Ca’fer, er-Risâletü’l-müstatrafe, İstanbul 1986. (Risâle)
Koçyiğit, Talat, Hadîs Tarihi, Ankara 1977.
el-Mizzî, Yusuf b. Abdurrahman, Tehzîbü’l-Kemâl fî esmâi’r-ricâl, (Yazma, Süleymaniye Ktp. Hamidiyye Bl. nu: 228, X cild). (Tehzibu’l-Kemâl)
en-Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddin b. Şeref, Tehzîbü’l-esmâ ve’l-lügât, I-III, Beyrut ts.(Tehzîbü’l-esmâ)
Özek, Ali, Hadîs Ricâli, İstanbul 1967.
es-Safedî Ebu’s-Safâ’ Salahuddin Halil b. Aybek, el-Vâfî bi’l-Vefiyyât, I-XXII, Weisbaden 1962. (Vâfî)
es-Sem’ânî, Ebû Sa’d Abdülkerim b. Muhammed, el-Ensâb, I-X, Beyrut 1400- 1401/1980-1981.(Ensâb)
Sezgin, Fuad, Tarîhu’t-türâsi’l-arabî, (trc. Mahmud Fehmî Hicâzî), I-II, (X mücelled), Suudî Arabistan 1983. (Tarîhu’t-türâs)
——— Buhârînin Kaynkları, İstanbul 1956.
Subhî es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları, (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981.
es-Suyûtî, Ebü’l-Fadl, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebû Bekr, Tabakâtü’l-huffaz, Beyrut 1403/1983.
et-Taberî, Ebû Ca’fer, Muhamme b. Cerîr, Tarîhu’t-Taberî, I-XI, Kahire 1358.
Yahyâ b. Maîn, Ebû Zekeriyya el-Murrî, et-Tarîh, (Th. Ahmed Muhammed Nûr Seyf), I-IV, Mekke 1399/1979.
Yâkût el-Hamevî, Ebû Abdillah, Yâkût b. Abdillah, Mu’cemü’l-büldân, I-V, Beyrut ts. (Mu’cem)
ez-Zehebî, Ebû Abdillah, Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-i’tidâl fî nakdi’r-ricâl, I- IV, Beyrut 1382/1963. (Mîzân)
——– Siyeru A’lâmi’n-nübelâ, I-XXIII, Beyrut ts. (Siyerü’n-nübelâ)
——– el-Kâşif fî ma’rifeti men lehu rivâyetü fi’l-kütüb-i sitte, I-III, Beyrut 1983. (Kâşif)
——– el-‘İber fî haberi men ğaber, I-IV, Beyrut 1405. (‘İber)
——– Tezkiretü’l-huffâz, I-IV, Haydarabat 1375/1955. (Tezkire)
ez-Ziriklî, Hayruddin, A’lâm, Kahire 1374. (X Cild V mücelled; Beyrut 1389/1969, XI Cild; Beyrut 1984, I-VIII Cild)


https://agirman.wordpress.com/2007/12/06/yahya-b-mainin-hayati-ilmi-sahsiyeti-ve-eserleri/
 
Üst