dedekorkut1
Doçent
VİRA BİSMİLLAH DİYEREK MAVİYE GÖNÜL VERDİĞİMİZ DERYALAR
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Allah (c.c) okyanusları denizlere, yeryüzünü de kıtalara komşu kıldı. Hatta birbirine komşu kılmanın ötesinde hem karasal âlemi hem de deniz ve okyanus gibi deryalar âlemini canlılarla donatıp biyolojik hayatı diri eyledi. Nitekim derya âleminde yaşayan canlıların sayısı karada yaşayan canlıların neredeyse dört katı büyüklüğündedir. Mesela derya âleminde öyle ilginç özelliklere ve donanımlara haiz yaratıklar vardır ki zaman zaman su yüzeyine çıktıklarında sanırsın ki deryanın ortasında kara parçası vardır.
Netice-i itibariyle konumlandığımız evrende her ne canlı varlık bize ilginç gelirse gelsin şu bir gerçek nice deryalar canlılara hem yuva olmakta, hem de bağrında pek çok madenleri barındırıp yataklık vazifesi de görmekte. Nasıl mı? Mesela deniz içerisinde kayalık manzara halde bulunan mercanlar bunun en bariz örneğini teşkil eder. Gerçekten de deryalara dalan dalgıçlar bu manzaraya baktıklarında bitki sanır, dokununca da taş. Oysaki gördükleri ve dokundukları o manzara, adına polip denen küçücük canlılara ait artık maddelerin bir araya gelmesiyle deniz içerisinde meydana gelen kalkerli kabuk oluşumlarından başkası değildir. Derken belli bir zaman dilimi içerisinde mercan iskelet artıklarının kaynaşmasıyla ortaya öyle muhteşem kayalık bir manzara çıkar ki bu durum deniz terminolojisinde “resif kayalık’ olarak karşılık bulur. Tabii deniz terminolojisinde bu muhteşem manzara bir diğer adıyla “su altı kayalık” olarak karşılık bulur da deryalara açılanlar için bir başka anlamda karşılık bulmaz mı, elbette bulacaktır. Nitekim deryalara doğa harikası olarak dalanlar için turistik bir manzarayı seyretmek olarak karşılık bulduğu gibi ticari anlamda dalanlar içinde mercan toplamak olarak karşılık bulmaktadır. Bu arada mercan pazarlamak için deryalara dalanlar sayesinde mercan atölyeleri sahipleri de onlardan satın aldıkları ham ürünleri tezgâhlarında işleyip ziynet takısı üretmek suretiyle rızıklarını temin etmiş olurlar. Ancak unutmayalım ki rızkını deryalarda arayanlar için hammadde ürünü sadece mercan değil incide çok önemli hammadde ürünüdür. Tıpkı mercan gibi incinin de kökeni canlı bir hayvana dayanıp aslı yumuşakça sınıfından bir istiridye ürünüdür. Yani bu demektir ki inci denen mücevherat istiridye tarafından üretilen çok değerli organik taşın ta kendisi ziynet ve süs eşyasıdır. İstiridyenin içine kum tanesi ya da kuma benzer bir madde koyulup sedefle kaplandığında bir bakmışsın karşımıza çok değerli mücevherat inci olarak veya süs eşyası olarak çıkabiliyor. Zira kıymetli oluşundan dolayıdır ki inci meraklıları böylesi organik ürünü yerinde ve kaynağında pek rahat bırakmazlar, her daim inci toplamanın derdine düşeceklerdir. Ne diyelim, işte sizde görüyorsunuz ya, Yüce Allah (c.c) mercan, istiridye ve salyangoz gibi küçücük canlıları birer mücevherat üreticisi olarak yaratıp biz aciz kulların hizmetine sunmuştur. Ve dahi sunulan bu nimet sayesinde insanoğlu paha biçilmez derecede en değerli ziynetleri hem takı olarak kullanıyor hem de bu tür organik ürünlerden istifadeyle ticari anlamda ciddi büyük gelir kazancı elde edebiliyor. Ancak ne var ki, insanoğlu işin hep ziynet yönüne takılıp nimet boyutunu unutmuş gözüküyor. Hadi Kur’an’dan bihaber olanları anladık ta, bu arada Müminler olarak bizlere ne demeli. Maalesef bizlerde mesela kabuklu canlılardan salyangozunda kabuğunun süs eşyası olarak kullanılmasına takılıp dururuz da nimet boyutu söz konusu olduğunda yan çizip şükretmekten bile aciz duruma düşebiliyoruz. Bakın, Allah Teâlâ göz ardı edilen bu gerçeği Kur’an’da: “ O iki denizden büyük ve küçük inci mercan çıkar. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz” (Rahman, 22-23) diye beyan buyurmak suretiyle inananı inanmayanı hiç fark etmez tüm kullarını bu hususta uyarır da. Öyle ya, madem Yüce Rabbimiz kullarına ihsan eylediği nimetleri üzerinde düşünmemizi murad eylemekte, o halde deryalarda bizim için mücevherat ve süs eşyası üreten canlılardan “…takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur” (Nahl, 14) ayetinin mana ve ruhuna uygun olarak süs eşyalarını hakkıyla kullanıp şükreylememiz icab eder.
Evet, hiç şüphe yoktur ki denizler ve okyanuslar şükrünü bilen kullar için çok büyük bir nimettir. Şükrünü bilenler bu yüzden denizlere ve okyanuslara açılmak istediklerinde “Vira vira Bismillah” demekten kendilerini alamazlar da. Aynı zamanda ‘Vira Bismillah’ maviye gönül verenlerin besmelesidir de. Hele ki bizim olan topraklarda “Vira vira Bismillah” diyerek deryalara açılmak iyi başlangıç dileği manasına kullanılan bir ifade anlamı taşır. Öyle ki bu ifade bir zamanlar Akdeniz’de denizcilik yapan tayfalarımızın dillerinden düşürmeyip de denizlere ve okyanuslara yelken açmanın parolası olarak bugüne gelmiştir. Hatta sıradan bir ifade, sıradan bir parola olmadığı şundan besbellidir ki, daha kaptanın ağzından “Vira Bismillah” ifadesi çıkar çıkmaz hem deniz mürettebatı aşka gelir hem de bindikleri gemiler. Zaten ‘Vira Bismillah’ parolasıyla aşka gelinmese tarihten bu güne gelinen noktada ne Çaka Bey’den ne Barbaros Oruç Reisten, ne Hızır Bey, ne Piri Reislerden ne de bindikleri yelkenli gemilerden söz edemezdik. Ki, bu hususta Yüce Allah (c.c); “İnsanlara yarayan şeyleri denizde akıt(ıp) taşıyan o gemilerde akıllı kimseler için nice ayetler vardır” (Bakara, 164) diye beyan buyurmakla gemilerin “Vira vira Bismillah” sesleri eşliğinde kıtalardan kıtalara yelken açacağını düşünen dimağların dikkatine sunmuştur. Nitekim bu ayetin mana ve ruhu üzerinde inceden inceye düşünüp hikmetini anlamaya çalıştığımızda, Yüce Allah (c.c) sadece karada değil denizlerde de ulaşımın rahatlıkla yapılacağına işaret edip kullarının bu noktada ağaçların özgül ağırlığını sudan hafif tutup gemi yapmalarını akl etmeyi dilemiştir. Yeter ki biz aciz kullar olarak akl edelim bir bakmışsın rüzgârlar bile Yüce Allah’ın emri doğrultusunda ‘Vira vira Bismillah’ sesleri eşliğinde bineceğimiz geminin rotasını belirleyen pusulamız olur da. Nitekim maviye gönül vermiş tayfalar “Yelkenler fora” demekten kendilerini alamaz da. Böylece bu komutla sulara açılan gemi mürettebatı gittiği limanlarda demirleyebilmenin kutlu zaferini Hasan Sağındık’ın dillendirdiği “Zafer Güvercinleri” adlı şarkının dizelerinde şu şekilde anlam kazanır da:
“Göğsünü yelken gibi rüzgâra gere gere
Tunç bedenli tayfalar çıkıyor bir sefere
Belki ayın güneşin doğup battığı yere
***
Tuz kokan yosun kokan sulardadır bereket
Vira vira Bismillah başlayacak hareket
***
Akdeniz anne deniz eski çağlardan beri
Fırtına kalyonlarla tanır bizi tan yeri
Selam gökteki yıldız, selam deniz feneri
***
Gelen Türk tayfaları yol ver hey deli deniz
Rüzgârla konuşuruz pirimiz Piri Reis
***
Öpülesi yelkenler zafer güvercinleri
Bin Haçlıyı batırmış Barbaros’un kırk eri
Çalkalanır durur deniz o ulu seferden beri
***
Coşsa kudursa deniz, tufan olsa giderdik
Elde değil bir kere maviye gönül verdik”
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Allah (c.c) okyanusları denizlere, yeryüzünü de kıtalara komşu kıldı. Hatta birbirine komşu kılmanın ötesinde hem karasal âlemi hem de deniz ve okyanus gibi deryalar âlemini canlılarla donatıp biyolojik hayatı diri eyledi. Nitekim derya âleminde yaşayan canlıların sayısı karada yaşayan canlıların neredeyse dört katı büyüklüğündedir. Mesela derya âleminde öyle ilginç özelliklere ve donanımlara haiz yaratıklar vardır ki zaman zaman su yüzeyine çıktıklarında sanırsın ki deryanın ortasında kara parçası vardır.
Netice-i itibariyle konumlandığımız evrende her ne canlı varlık bize ilginç gelirse gelsin şu bir gerçek nice deryalar canlılara hem yuva olmakta, hem de bağrında pek çok madenleri barındırıp yataklık vazifesi de görmekte. Nasıl mı? Mesela deniz içerisinde kayalık manzara halde bulunan mercanlar bunun en bariz örneğini teşkil eder. Gerçekten de deryalara dalan dalgıçlar bu manzaraya baktıklarında bitki sanır, dokununca da taş. Oysaki gördükleri ve dokundukları o manzara, adına polip denen küçücük canlılara ait artık maddelerin bir araya gelmesiyle deniz içerisinde meydana gelen kalkerli kabuk oluşumlarından başkası değildir. Derken belli bir zaman dilimi içerisinde mercan iskelet artıklarının kaynaşmasıyla ortaya öyle muhteşem kayalık bir manzara çıkar ki bu durum deniz terminolojisinde “resif kayalık’ olarak karşılık bulur. Tabii deniz terminolojisinde bu muhteşem manzara bir diğer adıyla “su altı kayalık” olarak karşılık bulur da deryalara açılanlar için bir başka anlamda karşılık bulmaz mı, elbette bulacaktır. Nitekim deryalara doğa harikası olarak dalanlar için turistik bir manzarayı seyretmek olarak karşılık bulduğu gibi ticari anlamda dalanlar içinde mercan toplamak olarak karşılık bulmaktadır. Bu arada mercan pazarlamak için deryalara dalanlar sayesinde mercan atölyeleri sahipleri de onlardan satın aldıkları ham ürünleri tezgâhlarında işleyip ziynet takısı üretmek suretiyle rızıklarını temin etmiş olurlar. Ancak unutmayalım ki rızkını deryalarda arayanlar için hammadde ürünü sadece mercan değil incide çok önemli hammadde ürünüdür. Tıpkı mercan gibi incinin de kökeni canlı bir hayvana dayanıp aslı yumuşakça sınıfından bir istiridye ürünüdür. Yani bu demektir ki inci denen mücevherat istiridye tarafından üretilen çok değerli organik taşın ta kendisi ziynet ve süs eşyasıdır. İstiridyenin içine kum tanesi ya da kuma benzer bir madde koyulup sedefle kaplandığında bir bakmışsın karşımıza çok değerli mücevherat inci olarak veya süs eşyası olarak çıkabiliyor. Zira kıymetli oluşundan dolayıdır ki inci meraklıları böylesi organik ürünü yerinde ve kaynağında pek rahat bırakmazlar, her daim inci toplamanın derdine düşeceklerdir. Ne diyelim, işte sizde görüyorsunuz ya, Yüce Allah (c.c) mercan, istiridye ve salyangoz gibi küçücük canlıları birer mücevherat üreticisi olarak yaratıp biz aciz kulların hizmetine sunmuştur. Ve dahi sunulan bu nimet sayesinde insanoğlu paha biçilmez derecede en değerli ziynetleri hem takı olarak kullanıyor hem de bu tür organik ürünlerden istifadeyle ticari anlamda ciddi büyük gelir kazancı elde edebiliyor. Ancak ne var ki, insanoğlu işin hep ziynet yönüne takılıp nimet boyutunu unutmuş gözüküyor. Hadi Kur’an’dan bihaber olanları anladık ta, bu arada Müminler olarak bizlere ne demeli. Maalesef bizlerde mesela kabuklu canlılardan salyangozunda kabuğunun süs eşyası olarak kullanılmasına takılıp dururuz da nimet boyutu söz konusu olduğunda yan çizip şükretmekten bile aciz duruma düşebiliyoruz. Bakın, Allah Teâlâ göz ardı edilen bu gerçeği Kur’an’da: “ O iki denizden büyük ve küçük inci mercan çıkar. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz” (Rahman, 22-23) diye beyan buyurmak suretiyle inananı inanmayanı hiç fark etmez tüm kullarını bu hususta uyarır da. Öyle ya, madem Yüce Rabbimiz kullarına ihsan eylediği nimetleri üzerinde düşünmemizi murad eylemekte, o halde deryalarda bizim için mücevherat ve süs eşyası üreten canlılardan “…takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur” (Nahl, 14) ayetinin mana ve ruhuna uygun olarak süs eşyalarını hakkıyla kullanıp şükreylememiz icab eder.
Evet, hiç şüphe yoktur ki denizler ve okyanuslar şükrünü bilen kullar için çok büyük bir nimettir. Şükrünü bilenler bu yüzden denizlere ve okyanuslara açılmak istediklerinde “Vira vira Bismillah” demekten kendilerini alamazlar da. Aynı zamanda ‘Vira Bismillah’ maviye gönül verenlerin besmelesidir de. Hele ki bizim olan topraklarda “Vira vira Bismillah” diyerek deryalara açılmak iyi başlangıç dileği manasına kullanılan bir ifade anlamı taşır. Öyle ki bu ifade bir zamanlar Akdeniz’de denizcilik yapan tayfalarımızın dillerinden düşürmeyip de denizlere ve okyanuslara yelken açmanın parolası olarak bugüne gelmiştir. Hatta sıradan bir ifade, sıradan bir parola olmadığı şundan besbellidir ki, daha kaptanın ağzından “Vira Bismillah” ifadesi çıkar çıkmaz hem deniz mürettebatı aşka gelir hem de bindikleri gemiler. Zaten ‘Vira Bismillah’ parolasıyla aşka gelinmese tarihten bu güne gelinen noktada ne Çaka Bey’den ne Barbaros Oruç Reisten, ne Hızır Bey, ne Piri Reislerden ne de bindikleri yelkenli gemilerden söz edemezdik. Ki, bu hususta Yüce Allah (c.c); “İnsanlara yarayan şeyleri denizde akıt(ıp) taşıyan o gemilerde akıllı kimseler için nice ayetler vardır” (Bakara, 164) diye beyan buyurmakla gemilerin “Vira vira Bismillah” sesleri eşliğinde kıtalardan kıtalara yelken açacağını düşünen dimağların dikkatine sunmuştur. Nitekim bu ayetin mana ve ruhu üzerinde inceden inceye düşünüp hikmetini anlamaya çalıştığımızda, Yüce Allah (c.c) sadece karada değil denizlerde de ulaşımın rahatlıkla yapılacağına işaret edip kullarının bu noktada ağaçların özgül ağırlığını sudan hafif tutup gemi yapmalarını akl etmeyi dilemiştir. Yeter ki biz aciz kullar olarak akl edelim bir bakmışsın rüzgârlar bile Yüce Allah’ın emri doğrultusunda ‘Vira vira Bismillah’ sesleri eşliğinde bineceğimiz geminin rotasını belirleyen pusulamız olur da. Nitekim maviye gönül vermiş tayfalar “Yelkenler fora” demekten kendilerini alamaz da. Böylece bu komutla sulara açılan gemi mürettebatı gittiği limanlarda demirleyebilmenin kutlu zaferini Hasan Sağındık’ın dillendirdiği “Zafer Güvercinleri” adlı şarkının dizelerinde şu şekilde anlam kazanır da:
“Göğsünü yelken gibi rüzgâra gere gere
Tunç bedenli tayfalar çıkıyor bir sefere
Belki ayın güneşin doğup battığı yere
***
Tuz kokan yosun kokan sulardadır bereket
Vira vira Bismillah başlayacak hareket
***
Akdeniz anne deniz eski çağlardan beri
Fırtına kalyonlarla tanır bizi tan yeri
Selam gökteki yıldız, selam deniz feneri
***
Gelen Türk tayfaları yol ver hey deli deniz
Rüzgârla konuşuruz pirimiz Piri Reis
***
Öpülesi yelkenler zafer güvercinleri
Bin Haçlıyı batırmış Barbaros’un kırk eri
Çalkalanır durur deniz o ulu seferden beri
***
Coşsa kudursa deniz, tufan olsa giderdik
Elde değil bir kere maviye gönül verdik”