Victor hugo’nun peygamberimiz için yazdiği şiir

spesifik

آزادی قید و بند
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
24,869
Tepkime puanı
4,115
Puanları
113
Konum
Hayâlistan/bul
Victor Hugo’nun “La Légende des Siècles” (Yüzyılların Efsanesi) adlı eserinin Brüksel’de 28 Eylül 1859 yılında yapılan ilk baskısında yer alan İslam ve İslam peygamberine dair ‘Mahomet’, diğer baskılarından çıkarılmıştı. Yüzyılın Efsanesi’nde de yer alan Mahomet’i Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi), Hugo’nun ölümünden yüzyıl sonra yani 1985 yılında yayınlamıştı. Bu yayınla birlikte Hristiyan dünyasında bir çok tartışmaya neden olan Hugo’nun Müslüman olduğu da tartışılmaya başlanmıştı.Hugo’nun, gerek iki oğlu gerek erkek torununun vaftiz edilmediğini ve Hristiyanlık adetlerine göre defnedilmediğini belirten yazar, ayrıca kitabın bir çok yerinde onun sürekli evinde gizli ibadet ettiğini belirtir. Bu durum ve “Mahomet” mersiyesindeki içerik, detaylar ve anlatılan öykü Hugo’nun Müslümanlığının konuşulur hale gelmesine en büyük etkendir. Yaşar’ın çevirdiği dizeler şöyle:L’AN NEUF DE L’HEGIRE (HİCRİ DOKUZUNCU SENE)

MAHOMET (MUHAMMED -sallâllâhu aleyhi ve sellem-)

Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu
Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyorduYolda gördüğü kimselerle selamlaşıyorduHer gün sanki biraz daha yaşlanıyorduOysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalındaDurup su içen develeri izliyordu arada sıradaBöylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.Sanki Cenneti görmüş, İlahi Aşkı bulmuştuSanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştuAlnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdiKaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindiBoynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.Tufanın sırlarını bilen Nuh’un havası vardı.Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdıKimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdiSessizce dinler, en son konuşurdu kendisiAğzından dua ve zikir hiç eksik olmazdıÇok az yer, karnının üzerine taş koyardı.Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdıOturur yere, elbiselerini kendi yapardıArtık genç değildi, eski gücü de kalmamıştıYine de, herkesten daha fazla oruç tutardıAltmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunuKutsal Kitap Kur’an’ı bir kez daha okuduSonra, sancağı, Said’in oğluna teslim etti.Onlara: “Artık aranızdan ayrılma vakti geldiAllah birdir, hep onun yolunda savaş” dedi.Mahzundu, bakışlarında, yurdundan zorakiSürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sankiYine, her günkü vaktinde mescide geldi,Ali’ye tabi olanlar da arkasından geliyorduVe, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi“Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçiciBiz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O’durEy insanlar, O’ndan başka rehberim yokturOnsuz bir değerim olmazdı.”Bir zat ona : “Ey müminlerin gerçek Sultanı!Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüneSen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüneKisra sarayının üç kulesi birden devrildi” dedi.O da: “Melekler ölümümü müzakere etti;Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinizeBir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önündeBen ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi;Kime vurmuşsam, o da bana vursun” dedi.Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikteOna: “Tanrı yardımcın olsun!” diye seslendi.Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindiDalgındı; birden, şöyle dedi: “Herkes duysun!Allah benim adımı andı! Bundan emin olunTopraktan insan, nurdan bir peygamberimİsa’nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisiİsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğluO, gülü koklayan Bakire Meryem’den doğdu.Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyimKuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim;Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı;Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdıBaskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti;Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeliKorkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarıBize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehliVe kurtlar yeniden kemirir tüm bedenleriniBöylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilirCezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyımBazen bir efendi bazen de bir köle gibiyimKelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidirBir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir;Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!Karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delaleteSürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleriEngellemeye çalıştım, bağladım o pis elleriniÇoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içindeÇarpıştım durdum, görmediğim kimselerle;Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istediBana karşı sürekli kin ve kıskançlık beslediBen ise, asla, Hak davamdan vazgeçmedimOnlarla savaştım, ama kimseden incinmedimSavaş boyunca: “Bırakın yapsınlar!” diyordumKanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordumVarsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar kiZira sağ ellerine Ayı, sol ellerine GüneşiVersem de, düşmanlarım vazgeçmezdi aslaYine de saldırırlardı bana şu çileli yolculuktaFakat ne olursa olsun geri adım atmadımZira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştımİşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladımŞimdi Allah’a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.Greklerin Hermès’i, Yahudilerin de Lévi’ yiDesteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beniÇektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacakBu soğuk, ıssız geceye elbet Güneş doğacakMüminler, asla ümidinizi kesmeyin O’ndanZira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarlaDonatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.Sonra: “O’na inanıp teslim olun ” diye eklediİnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeriCennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeriKararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri;Hiç kimse tamamen günahsız değildir belkiAma çabalayın ki, Allah cezalandırmasın siziNamaz kılın, bütün azalarınız değsin yereZira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadeceO’nun için yere kapanmayan bedenleri yakarO, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar;Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedinYüce katında türlü türlü nimetler var sizin içinYedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalarHuriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeliİncilerden yapılmış köşklerde oturur her biriCehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacakCennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak.”Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütlediSonra, ağır adımlarla yürümeye devam ettiArdından : “Ey insanlar! Size sesleniyorumVakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorumBelki bu sizinle son görüşmemiz, acele edinBeni tanıyan herkes gelip son kez dinlesinBir hatam olduysa, yüzüme söylesin” dedi.Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdiGitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadıBiri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi“Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi” dedi.Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleriBakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler onaBirçoğu gözünü bile kırpmadan orada beklediBütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdiVe ertesi sabah, günün ağardığını fark edince“Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir’eKitap’ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı.”Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydıEbubekir okuyor, Muhammed ise dinliyorduNihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyorduO, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyorduVe, Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru“İçeri girebilir miyim” diye müsaade istedi“Gelsin” dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibiYine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,Ve, Melek ona : “Allah seni bekliyor” dediMemnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titrediBir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.



islam ve ihsan
 
Üst