Veysel Karani (? - 657)

mustafa

Profesör
Katılım
8 Haz 2006
Mesajlar
1,972
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Konum
Ankara
Veysel Karani (? - 657)




Ülkemizde Veysel Karani olarak tanınmaktadır. Asıl adı Üveys'tir. Peygamber Efendimizi görme arzusuyla yanıp tutuşmasına rağmen hasta, kör ve kötürüm annesini emanet bırakabileceği kimsesi olmadığı için, ziyaretine gidememiştir.


Yüce Peygamberin iltifatına mazhar olmuş, kendisi için "iyilik ve ihsanda Tabiinin hayırlısıdır" ifadeleri kullanılmıştır.Her yıl Ramazan ayında, İstanbul'daki Hırka-i Şerif Camiinde müminlerin ziyaretine açılan "Hırka-i Şerif", Peygamber Efendimiz tarafından kendisine emanet olarak bırakılmış ve Hz. Ömer ile Hz. Ali tarafından kendisine teslim edilmiştir. Risale-i Nur'da, Cenab-ı Hakk'a yaptığı münacatı aktarılmakta, ayrıca makamının yüceliğine de atıfta bulunulmaktadır. (Mektubat, s. 398, 432)

Üveys, Yemen'deki Karn Köyünde dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Köyün ismine atfen Karnî lakabıyla anıldı. Geçimini deve güderek sağlamaya çalıştı. Deve sahiplerinden her hangi bir ücret istemeden, ne verirlerse onu alırdı. Aldığının önemli bir kısmını ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Fakir olmasına rağmen cömertliğiyle tanındı. Özellikle hayırlı işlerde köyde kimse kendisiyle yarışamazdı. Hayvanları güderken ıssız vadilere çekilerek ibadetle meşgul oldu. Hal ve hareketini kimse anlamadığı gibi, divane gözüyle bakanlar da oldu.

Üveys'in annesinden başka kimsesi yoktu. O da çok yaşlı idi. Ayrıca kör ve yürüyemez halde idi. Annesinin hem gözü hem de kulağı olan Üveys, yedirir, içirir, yıkar ve en güzel bir şekilde bakmaya çalışırdı. Sözünden de dışarı çıkmazdı. Her isteğini yerine getirmeye ve memnun etmeye çalışırdı. Bu davranışından ötürü annesinin kölesi olarak telakki ediliyordu. En önemli özelliklerinin başında hiç yalan söylememesi geliyordu. Günlerini zikirle geçirerek Allah'tan mağfiret dilerdi. Resulullah'ı görme arzusuyla yanıp tutuşmasına rağmen ziyaretine gidemedi. Çünkü, annesini emanet edebileceği kimsesi yoktu. Ancak, duygularına da hakim olamıyor ve sürekli bir şekilde görme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Bir anlık bile olsa Habib-i Erkemi (asm) görmek ve sohbetinde bulunmak en büyük arzusu idi. Nihayet, hasreti dayanılmaz hale geldi ve Peygamber Efendimizi ziyaret etme arzusunu annesine açtı. Medine-i Münevvere'ye gitme isteğinin gerçekleşmesi için annesini razı etmesi gerekiyordu. Annesi buna pek sıcak bakmadı. Çünkü, biricik evladından başka kimsesi olmadığı gibi, yaşlı kadın bir süre için ihtiyaçlarını yalnız başına giderebilecek durumda değildi.

Üveys, durumu açıklayınca annesi omuz silkerek, "istiyorsan git" dedi. "Git bakalım, ama beni kime emanet edeceksin?" diyerek karşılık verdi. Zaten evladından başka nazını çekecek kimse yoktu. Üveys de annesinin rızası olmayan hiçbir şeyi yapmazdı. Bu karşılıklı konuşmadan sonra bir daha bu konuyu açmadı. Peygamber Efendimize (asm) olan hasret kor bir ateş gibi yüreğini yakarken, duygularını hep içine gömdü. Gizli gizli göz yaşlarını akıtmaya, hasretini dağlarla, taşlarla, güttüğü hayvanlarla paylaşmaya çalıştı. Dünya gözü ile ziyaret etme ve görme imkânını elde edemeyecekti.

Üveys, Resulullah (asm) aşkı ile yanıp tutuşurken, Peygamber Efendimiz (asm) ara sıra mübarek yüzünü Yemen'e çevirip, "Yemen tarafından rahmet rüzgarı estiğini duyuyorum" diyerek, Üveys'in duygularının karşılıksız olmadığını ve yerine ulaştığını bildirmekteydi. Ayrıca, görüşmenin mümkün olmayacağını, ancak Sahabeleriyle görüşüp Üveys'in Tabiin olacağını ima eden Resul-i Ekrem (asm), "Üveys-i Karnî ihsan ve iyilikte Tabiinin hayırlısıdır" demek suretiyle övgülerde bulunmaktaydı.

Peygamber Efendimizin (asm) vefatından sonra, Üveys Hac vazifesini yerine getirmek maksadıyla önce Mekke'ye ve ardından Medine'ye gitti. Hz. Muhammed'in (asm) türbesini ziyareti esnasında kendisinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılıp kendine gelince hemen oradan götürülmesini istedi. Çünkü, Peygamber Efendimizin medfun bulunduğu bir yerde durmaya tahammül edemeyeceğini, hayatından lezzet alamayacağını biliyordu. Memleketi olan Yemen'e döndü. Bir süre burada yaşadıktan sonra Basra taraflarına gitti.

Hz. Ömer (ra), halifeliği sırasında Peygamber Efendimiz (asm) tarafından Üveys'e verilmek üzere emanet bırakılan Hırka-i Şerif'i teslim etmek üzere Hz. Ali (ra) ile birlikte Küfe'ye, Üveys'in bulunduğu yere gittiler. Yanına vardıklarında namaz kılıyordu. Namazını bitirdikten sonra ismini sordular. Üveys karşılığını aldıktan sonra sağ elini göstermesini söylediler. Çünkü, Peygamber Efendimiz (asm) Üveys'in bazı özelliklerini kendilerine söylemiş ve nasıl tanıyabileceklerini tarif etmişti. Hz. Ömer ve Hz. Ali, aradıkları özellikleri gördükten sonra emaneti sahibine tevdi ettiler. Peygamber Efendimizin (asm) selamını ilettikten sonra, "Alıp giysin, ümmetime de dua etsin" mealindeki vasiyetini ilettiler.

Üveys bu büyük hadise karşısında çok heyecanlandı. Günahkâr ve aciz, zayıf bir insan olduğunu belirterek, emanetin başka birisine gönderilmiş olabileceğini söyledi. Ancak, aranan kişi kendisi idi. Hz. Ömer, emanetin kendisine gönderildiğini, eşkal ve vasfının Peygamber Efendimiz (asm) tarafından kendilerine anlatıldığı gibi olduğunu belirterek Hırka-i Şerif'i teslim ettiler. O da emaneti öpüp alnına koydu. Üveys'e gönderilen bu mübarek hırka 1617-1618 tarihlerinde Şükrullah Efendi tarafından İstanbul'a getirilmiş olup, kendisinden sonra çocuklarına intikal etmiştir. Uzun süre kendilerine "hırka-i şerif şeyhleri" adı verilen bu ailenin elinde Fatih/Yavuzselim'deki bir evde muhafaza edilmiştir. Bu evin yetersiz kalması sebebiyle I. Abdülhamid, bugün Hırka-i Şerif Camii avlusunda kalan söz konusu odayı inşa etmiş ve Hırka-i Şerif 1780 yılından itibaren burada sergilenmeye başlanmıştır. Zamanla ziyaretlerin yoğunlaşması sebebiyle bu oda da yetersiz kalınca Sultan Abdülmecid, Hırka-i Şerif adını taşıyan camiyi inşa ettirerek (1851), emaneti mihrabın arkasındaki bir mahfazaya yerleştirmiştir. Hırka-i Şerif, her yıl Ramazan ayında söz konusu camide halkın ziyaretine açılmakta ve büyük ilgi görmektedir.

Üveys, Hırka-i Şerifi aldıktan sonra insanlardan uzak ve bilinmeyen yerlere gitti. Bir ara Hz. Ömer'in (ra) daveti üzerine Medine'ye gitti. Kendisine büyük bir hürmet ve alaka gösterildi. Akabinde Basra'ya giderek gözlerden uzak yaşamaya devam etti. Bu durumunu Hz. Osman'ın (ra) halifeliği zamanında da sürdürdü. Hz. Ali (ra) zamanına da yetişen Üveys bir süre daha mütevazi hayat sürmeye devam etti. Ömrünün sonuna doğru halife Hz. Ali'nin huzuruna çıktı. Kendisine tabi oldu. Sıffin Savaşına katıldı ve bu savaşta şehit oldu. Anadolu'da kendi adına türbe ve ziyaretgah olmasına karşılık, hiçbir zaman buralara gelmemiştir.

Bediüzzaman bir münacatında, Cenab-ı Hakk'a yakarırken, "Yâ Rab! Nasıl büyük bir sarayın kapısını çalan bir adam, açılmadığı vakit, o sarayın kapısını, diğer makbul bir zâtın sarayca menus sadâsıyla çalar, tâ ona açılsın. Öyle de, biçare ben dahi, Senin dergâh-ı rahmetini, mahbub abdin olan Üveysü'l-Karânî'nin nidâsıyla ve münâcâtıyla şöyle çalıyorum. O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç!" (Sözler, s. 594), diyerek Üveys'in meşhur münacatıyla yalvarmaktadır:

"Allah'ım! Sen benim Rabbimsin, ben ise Senin bir kulunum. Sen her şeyi yaratan Halık'sın, ben ise Senin bir mahlûkunum. Sen rızık veren Rezzâk'sın, ben ise Senin rızkınla beslenen bir merzûkunum. Sen mülk sâhibi Mâlik'sin, ben ise Senin kölen olan memluküm. Sen gerçek izzet sahibi olan Azîz'sin, ben ise âciz ve zelilim. Sen hazîneleri bitmeyen zenginlik sahibi Ganî'sin, ben ise Senin ihsanına muhtaç fakr-ı mutlak içinde bir fakirim. Sen gerçek hayat sahibi Hayy'sın, ben ise, Senin hayat verişin olmasa, bir ölüyüm. Sen varlığı ebedî olan Bâkî'sin, ben ise gelip geçici bir fânîyim. Sen sonsuz izzet ve şeref sahibi Kerîm'sin, ben ise zillet ve kötülükler içinde bocalayan bir leîmim. Sen sonsuz ihsan sahibi Muhsin'sin, ben ise günah ve kötülük işleyen bir âsiyim. Sen günahları bol bol bağışlayan Gafûr'sun, ben ise bir günahkârım …"

Risale-i Nur'da Üveys'in makamı için de bazı ifadelere yer verilmektedir; "Makamât-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve Kutb-u Âzama has bir nispeti göründüğü ve Hazret-i Hızır'ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi, bazı meşâhirle münasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara Makam-ı Hızır, Makam-ı Üveys, Makam-ı Mehdiyet tabir edilir." (Mektubat, s. 432)
 

yurdanur

Üye
Katılım
10 Haz 2006
Mesajlar
46
Tepkime puanı
0
Puanları
0
urumda acemde asik oldugum
yemen illerinde veysel karani
soylemez yalani,yemez harami
ol Rasulullahin sadik yareni !

anasindan dogup dunyaya geldi
melekler altina kanadin yaydi
Rasulun hirkasin tacini giydi
yemen illerinde veysel karani


erenler onunde kemer belinde
ak nurdan beni var o sag elinde
uveys sultan derler Hak divaninda
yemen illerinde veysel karani !


sabah namazini kilar giderdi
gizlice rabbine niyaz ederdi
onun isi gucu deve guderdi
yemen illerinde veysel karani !


bin deveyi bir akceye guderdi
aninda nisfini zekat ederdi
develer adedince tevhid ederdi
yemen illerinde veysel karani !


elinde asasi hurma dalindan
asla hata gelmez onun dilinden
sirtinda hirkasi deve yununden
yemen illerinde veysel karani !


yastigi tas idi,dosegi postu
cennetlik eylemek ummeti kasti
Hakkin sevgilisi habibin dostu
yemen illerinde veysel karani !


anasindan destur aldi durmadi
kabe yollarini gecti boyladi
geldi ol Rasulu evde bulmadi
yemen illerinde veysel karani !


Rasulullah mescitten evine dondu
uveysin nurunu kapida gordu
sordu Fatimaya "eve kim geldi ? "
yemen illerinden VEYSEL KARANi !


Yunus ey der gelin bizde varalim
ayagin tozuna yuzler surelim
Hakk nasip eylerse komsu olalim
yemen illerinde veysel karani !



VEYSEL KARANi !
ne mubarek bir zattir..nerde bulsam okurum,paylasiminiz icin tesekkurler..
rabbim sefaatine nail olanlardan eylesin..amin..
 

Sabr-el-Hayat

Profesör
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
3,776
Tepkime puanı
6
Puanları
0
sayin zerâre, arama yapmama ragmen bir sonuc cikmayinca konu acmamada bir sakinca görmedim, kusura bakmayin...

selametle insallah...
 

agbi

Yasaklı
Katılım
2 Kas 2006
Mesajlar
25
Tepkime puanı
382
Puanları
0
Konum
İzmir
İslami önderler konularında okumak benim için pisikolojik tedavi oluyor.Allah razı olsun vesile olanlardan.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Yemen illerinde Veysel Karani

VEYSEL KARÂNÎ HZ.

Peygamber Efendimiz(sav) zamânında yaşamış büyük velî. İsmi Üveys bin Âmir el-Karnî'dir. Yemen’in Karn köyünde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 657 (H.37) târihinde şehîd edildi. Peygamber efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîne’ye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında Medîne’ye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. SonraBasra'yagitti.

Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarınaveannesineharcardı.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.

Peygamber efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır.” buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum.” buyururdu. “Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir.” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm; “Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. Peygamber efendimiz; “Allah’ın kullarından biri.” buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. “Üveys.” buyurdu. Nerelidir? dediler. “Karnlıdır.” buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. “Baş gözü ile görmedi.” buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. “İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.” buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr’e; “Sen onu kendi zamânında göremezsin.” Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin.” buyurdu.

Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.

Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karnî'ye verin.” buyurdu. Resûlullah’ın vefâtından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. “Onu arıyorum.” buyurdu. Sonra hazret-i Ömer’le hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet buyurdu, dedi.

“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevâbını verdi.

Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:

“Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.” dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.

Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır. Harem bin Hayyan anlatır: "Üveys’in şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında mâlûmâtım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi?” dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. “Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de!” dedi."

Resûlullah Efendimizden bana bir haber ver, dedim. “Ben onu görmedim, O’nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam.” dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım.” (Zâriyât sûresi: 56) “Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım.” (Enbiyâ sûresi: 16) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. “Bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem.” dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. “Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin.” Birkaç duâ daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.

Devamlı ibâdet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. “Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’dir.” demiştir.

Veysel Karânî hazretleri Mekke’de hac yapıp, Medîne’ye gidince, işte Resûlullah’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; “Beni buradan götürün. Resûlullah efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz.” buyurdu.


 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Rabbim şefaatine nail etsin.

Efendim mervidir ki ;
Uveysi Karani Hz.leri Rasulullah Efenidmizin Hırka-ı şerifini aldıktan ve bir müddet durduktan sonra "siz uhudu gördünüz mü ? dedi Onlar " tabi oradaydık "dediler . Veysel Karani Hz. "siz peygamber (a.s.m.)'ın dişi kırılınca ne yaptınız deyince Onlar"çok üzüldük" diyince Veysel Karani Hz. dişlerini göstererek " bakın bende kırılmamış bir tek diş kalmadı hepsini kırdım taki onun çekiği acıyı biraz çekebilmek için...

Not : Yine rivâyet edilir ki, Uveysi Karani Hz.lerinin bu Peygamber Aşkı sebebiyle dişlerini sökmesi neticesinde beslenme sorununu giderebilmesi için kapısının önünde bir muz ağacı yetişmiştir.
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Üveys Karnî (Veysel Karânî) -kuddise sirruh-

Ol mahbûb-i Yezdânî (Allah'ın sevgilisi) ol hemnefes-i Rahmânî (Rahmânî nefes sahibi), ol süheyl-i Yemenî Hazret-i Üveys Karnî -kuddise sirruh'l-azîz-'i iki cihân güneşi Peygamberimiz -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz medh ile:

- ''Üyevs tâbiinin hayırlısıdır,'' buyurmuştur.

Ve mübârek vech-i saadetini Yemen'den yana dönerek:

''Yemen'den yana bana Allah nefesinin eseri gelür,'' buyururdu.

*

Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri kıyâmet gününde yetmişbin ferişteh (melek) yarada, küllisinin sûreti Üveys sûretinde ola, Üveys anları arasında uçmağa (cennete) gire, hiç kimse ânı bilmeye. Zirâ dünyada dahî hakk kubbesi altında gizli ibâdet kılardı. Kendisini halkdan gizlerdi. Nitekim Hak Teâlâ buyurur:

''Benim velilerim benim kubbelerim altında gizlidir. Anları benden artık kimse bilmez.''
 

cüneytkaya

Profesör
Katılım
21 Ağu 2007
Mesajlar
1,681
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Peygamber efendimizin sağlığında müslüman oldu. Fakat görmediği için Sahâbî olamadı. Peygamber efendimiz zamânında Medîne’ye gelmedi. Tâbiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında Medîne’ye geldi. Çok alâka ve hürmet gördü. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. Sonra Basra'ya gitti.

Veysel Karânî hazretleri, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sâdeydi. Hasta, âmâ ve ihtiyar annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse kabul ederdi. Fakir olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakirlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyaçlarına ve annesine harcardı.


Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimizin aşkı ile yanıp tutuştu. Bir an bile Rabbini unutmadı. Kulluğunda o dereceye yükseldi ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat oldu. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı; Peygamber efendimize olan aşkı, ibâdete canla başla devâmı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını aldı. Resûlullah efendimizi görmeği çok arzu ediyordu. Defâlarca Peygamber efendimizi görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.

Peygamber efendimiz; "Üveys-i Karnî, ihsân ve iyilikte Tâbiînin hayırlısıdır.” buyurdu. Resûlullah efendimiz, zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve; “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum.” buyururdu. “Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabîlelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefâat edecektir.” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabîlenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Eshâb-ı kirâm; “Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. Peygamber efendimiz; “Allah’ın kullarından biri.” buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir? dediler. “Üveys.” buyurdu. Nerelidir? dediler. “Karnlıdır.” buyurdu. O sizi gördü mü? dediler. “Baş gözü ile görmedi.” buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin! dediler. “İki sebepten: Biri hallerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyar bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar.” buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hazret-i Ebû Bekr’e; “Sen onu kendi zamânında göremezsin.” Ama hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’ye; “Siz onu görürsünüz. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. Ona varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin.” buyurdu.

Veysel Karânî hazretleri gece-gündüz ibâdet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona dîvâne gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anladılar, çok ikrâm ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.

Peygamber efendimizin vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karnî'ye verin.” buyurdu. Resûlullah’ın vefâtından sonra hazret-i Ömer ile hazret-i Ali Kûfe’ye geldiklerinde, Ömer (radıyallahü anh) hutbe esnasında; “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karn’dan kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hazret-i Ömer, onlardan Üveys’i sordu. Biliyoruz. O, sizin bildiğinizden pek aşağı bir kimsedir. Dîvânedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Arne vâdisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. “Onu arıyorum.” buyurdu. Sonra hazret-i Ömer’le hazret-i Ali, onun olduğu yere gittiler. Onu namaz kılar gördüler. Allahü teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, hazret-i Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazret-i Ömer; “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, yâni Allah’ın kulu.” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster.” buyurdu. Gösterdi. Hazret-i Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip; “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin.” diye vasiyet buyurdu, dedi.

“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âid olmasın?” deyince; “Hayır yâ Üveys, aradığımız kimse sensin. Peygamber efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevâbını verdi.

Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; “Siz burada bekleyin.” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:

“Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben fakir, âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş.” dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günahkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.

Veysel Karânî hazretleri, kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse onu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır. Harem bin Hayyan anlatır: "Üveys’in şefâatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, onu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, onu aradım. Nihâyet Fırat Nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında mâlûmâtım olduğundan onu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfeha etmek istedim, elini vermedi. “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu o kadar sevmiştim, ona o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıftı. O da ağladı ve; “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan! Nasılsın ey kardeşim! Beni sana kim gösterdi?” dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. “Her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü müminlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de!” dedi."

Resûlullah efendimizden bana bir haber ver, dedim. “Ben onu görmedim, O’nun haberini başkalarından işittim. Hadîs yolunu kendime açmayı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmayı istemem. Benim meşguliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam.” dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele okudu ve çok ağladı. Sonra; “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibâdet etmeleri için yarattım.” (Zâriyât sûresi: 56) “Gökü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım.” (Enbiyâ sûresi: 16) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Sonra bir feryad etti. Aklının gittiğini sandım. Sonra; “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. “Bir kimsenin Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir mânâ veremem.” dedi. Bana vasiyet, nasihat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsî olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun.” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır. dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasihat kabul etmez.” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halîfesi Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!.. Ah Ömer!..” dedi. Allah sana rahmet eylesin, hazret-i Ömer ölmemiştir dedim. “Allahü teâlâ, onun öldüğünü bana bildirdi.” dedi. Salevât okuyup, kısa bir duâdan sonra şu vasiyeti yaptı: “Ben ve sen, ölülerdeniz. Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırât-ı mustakîmi, doğru yolu elden bırakma ve ölümü bir an unutma! Kavmine ve akrabâna varınca onlara nasihat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dînini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehennem’e düşersin.” Birkaç duâ daha etti, sonra; “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni! Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim.” dedi. Bir zaman onunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.

Devamlı ibâdet ve tefekkür hâlindeydi. Devamlı insanlardan uzak yaşar kimseyle görüşmezdi. “Benimle en çok konuşan, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’dir.” demiştir.

Veysel Karânî hazretleri Mekke’de hac yapıp, Medîne’ye gidince, işte Resûlullah’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca; “Beni buradan götürün. Resûlullah efendimizin medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz.” buyurdu.

Rebî’ bin Haysem anlatır: Üveys'i görmeye gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta başladı ve; “Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım.” dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim.

Geceleri hiç uyumazdı. Bir gece; “Bu gece kıyâm gecesidir.” dedi. Diğer gece, “Bu gece rükû gecesidir.” Öbür gece, “Bu gece secde gecesidir.” dedi. Bir geceyi kıyâm, bir geceyi rükû, bir başka geceyi de secdeyle geçirdi. “Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeye nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde; “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem. Halbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibâdetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmemektedir.” dedi.

Kendisine, namazda huşû nedir? dediklerinde; “Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır.” dedi. Kendisine nasılsın? dediler: “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?” dedi. İş nasıldır? dediler. “Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!” dedi.

Birisi Veysel Karânî hazretlerini ziyârete gitti. Ona hitâben; "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bana bir nasîhatta bulun?" dedi. Veysel Karânî hazretleri; “Allahü teâlâyı bilir misin?” Evet bilirim. “Öyle ise, Allahü teâlâdan gayri şeyleri unut. Bu yetişir.” buyurdu.

Yâ Üveys, bir nasihat daha söyle! “Allahü teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir. “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allahü teâlânın bilmesi senin için kâfidir.” dedi.

Veysel Karânî hazretlerini çocuklar bâzan taşa tutardı. O ise çocuklara; “Yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp namaz kılmakta bana zorluk olmasın.” derdi.

Veysel Karânî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken, bir koyunun kendisine doğru geldiğini gördü. Koyun, ağzında o bir altınla önünde durdu. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip; “Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allah’ın rızkını Allah’ın kulundan al.” dedi. Altını almak için elini uzatınca, onu eline bıraktı ve koyun kayboldu.

Buyurdu ki:

“Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.”

“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çâresi O’na itâattedir.”

“Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasihatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.”

Veysel Karânî hazretlerine Peygamber efendimiz tarafından hediye edilen Hırka-i şerîf, Van civârında İrisân Beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Osman Hana getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecîd Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmisini yaptırmıştır. Günümüzde bu hırka, her sene Ramazan ayında camekân içinde halkın ziyâretine açık tutulmaktadır.

KEFEN

Veysel Karânî hazretlerine; “Şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok” dediler. “Beni oraya götürün.” buyurdu. Veysel Karânî’yi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. “Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allah’dan alıkoydu. Sen Allah’ı düşünecek, zikredecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün.” buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryâd ederek o kabre düşüp can verdi.
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Haberde gelmişdir kim:

Kıyâmet gününde Sultan-ı enbiyâ Muhammed Mustafa -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- mübârek başını topraktan kaldırıp becid (küçük) bir nesne ister gibi ive ive dört yana isteye.

Cenâb-ı Hak'dan hitâb gele kim:
- Ya Habibim! Ne istersin?
-Sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri de:
- Ya Rab! Üveys'i isterim ve ânı ararım, diye.
Yine Hitâb-ı İzzet gele kim:
- Ya Habibim! Hiç rence (zahmete) girme. Nitekim dünya da görmedin, buda dahi görmezsin.
Sultan-ı enbiyâ Muhammed Mustafa -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- ide:
- İlâhî, Üveys dostu kendedir (nerede)?
Hak Celle ve Alâ Hazretlerinden nidâ gele kim:
- Üveys padişah katında sıdk makamındadır.''
Hazreti Peygamber -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- ide:
- Ol beni görmeyiser mi? (Görmeyecek mi?)
Hak Teâlâ Hazretleri buyura:
- Ya Habibim! Ol kim beni görür, seni görmeği nider? Ya Muhammed! Seni gören bizim için görür. Ol kişi kim, sensiz bizi görür, seni görmek hâcet değildir. Seni görmek bizsiz ne faide ider ve bizi görmek sensiz ne ziyân ider.
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Peygamberimiz -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurur:

- ''Benim ümmetimde Üveys adında bir er vardır. Kıyâmet gününde Rebîâ ve Mudar kabilesinin koyunlarının tüyü sayısınca günahlı kişilere şefâat idecektir.''

Arab içinde bu iki kabile gibi çok davarlı yokdur.

Sahâbîler:
- Ya Resûlallah! Üveys seni görmedi mi?
Buyurdu ki:
- Gördü, lâkin zâhirde görmedi.
Yine dediler ki:
- Ol nice âşıktır kim peygamber kapısına gelmeğe ivmedi? (Acele etmedi?)
Buyurdu ki:
- İki sebebden: Birisi hal galebesinden. İkinci şeriat azametinden. Yani bir gözsüz karıcık anası var idi, ânı yalnız koyup gelmed. Şerîat emrini tuttu, analık hakkını gözetti.
 

TevekkuL

...
Katılım
4 Mar 2007
Mesajlar
1,660
Tepkime puanı
12
Puanları
0
Konum
İs. / Üs.
Web sitesi
mutevekkil.blogcu.com
Üveys Hazreti, deve güder idi. Hakkını alıp anasına ve hem kendisine nafaka iderdi.

Sahâbiler itdiler (dediler):
- Ya Resûlallah! Biz ânı göre miyiz? Buyurdular ki:
- Ebû Bekir görmiye. Ömer, Ali göreler.

Hâce-i Enbiyâ Hazret-i Muhammed -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz ölüm döşeğine yattı. Hazret-i Ömer ve Ali -radıyallahu anhüma-'ya vasiyyet kıldı ki murakkaını (Hırka-i saadetini) Üveys Hazretine götürüp vireler ve buyurdu ki:

- ''Gövdesi kılludur. Sağ elinin ayasında ak nurdan bir akçe kadar ben vardır... Varın ânı görün ve benden selâm edin, benim murakkaımı giysin, âsî ümmetime duâ kılsın.''

İki cihân güneşi Muhammed Mustafa -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri dünyadan irtihâl buyurdu. Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali -radıyallahu anhüma- Kûfe şehrine geldiler. Suâl etdiler. Bir pîr dedi ki:

- Yâ Emîre'l-Mü'minîn! Üveys'i ne sorarsın? Bir deli-divâne, fakîr-yoksul kişidir. Deve güder, Halka karışmaz. Kimse ile söyleşmez, virânelerde gezer. Hiç şâd u gam bilmez. Âdemîler gülicek ol ağlar.

Hazret-i Ömer ve Ali -radıyallahu anhüma- vardılar. Gördüler ki namaza durmuş, Hak Teâlâ Hazretleri bir ferişteh vermiş develeri güder. Hazret-i Üveys için melek hizmet eder. Namazdan fâriğ oldu. Hazret-i Ömer ileri vardı. İkram ile selâm verdi. Üveys Hazreti dahi selâmını aldı. Fâruk:

- Adın nedir? dedi.
- Abdullah yâni Allah'ın kuluyum, dedi.
Ömer eyitti (dedi):
- ''Küllünâ ıbadullah'' yani hepimiz Hak Teâlâ'nın kuluyuz. Mahsûs adın nedir?
- Üveys, dedi.
Ömer, sağ eli avucuna baktı, nurdan ak beni gördü, dedi ki:
- Ya Üveys! Peygamber ulusu Muhammed Mustafa -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- sana selâm kıldı. ''Ümmetime duâ ve şefaât kılsun'', dedi.
Üveys dedi ki:
- Sen duâ kılmağa daha yeğreksin. Ben zaif günahkâr kulum.
Hazret-i Ömer eyitti:
- Ben kendim dua kılarım, amma Peygamber Hazreti -sallallahu aleyhi ve sellem- size vasıyyet kıldı ki ümmetine duâ kılasınız. Mübârek murakkaını alıp giygil ve ümmeti için duâ kıl, dedi.

Üveys Hazreti, murakkaı şerifi aldı, öptü, yüzüne gözüne sürdü.
- Siz burada durun, dedi ve uzağa gitti ve murakkaı aşağa koydu ve mübârek yüzünü toprağa urup münacata başladı:

''İlâhâ! Hudâvendâ! Ben kulun bu murakkaı giymezem. Ta Muhammed ümmetinin küllisini yarlığamayınca ve denli ümmetlerini bana bağışlamayınca. Zirâ senin Habibin Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Fâruk'u ve Murtazâ'yı bana verip de ve ben zaif kulunu şefi' tutundu.

Hıtâb-ı İzzet geldi kim:
- Buncasını sana bağışladım, murakkaı giygil, dedi.
Üveys eyitti:
- Yok tâ küllîsini bana bağışlamayınca giymezem, dedi. İşbu resme yüzünü toprağa koyup Cenab-ı Allah ile münâcât ederdi ve Hıtâb-ı İzzet işidirdi.

Üveys Hazreti, eğlendiğinden Hazret-i Ömer ve Ali -radıyallahu anhuma- ''ne işdedir'' diye Üveys'in yanına vardılar.

Üveys bunlara eyitti:
- Ah, ivdiniz (acele ettiniz) niçin geldiniz. Eğer gelmeseydiniz murakkaı giyecek değildim. Ta Muhammed Ümmetini bir kezden yarlığamayınca. Ve illâ sabretmediniz, dedi.

Hazret-i Ömer, Üveys'i gördü. Bir kilim giyerdi. Başı kaba, yalın ayak idi. Ömer bir kere bakdı. Ol kilim altında onsekizbin âlemi gördü. Ömer kendi halifeliğinden bezdi ve eytti kim; ''Halifeliğim bir ekmeğe satun alına.''
Üveys eytti:
- Ol nesne kim aklı yok ider, ânı kim satın ala; bırak kime gerekse ala, dedi. Burada satı-pazar ne ister, dedi.

Hazret-i Ömer halifeliğini terketmek istedi. Sahâbîler feryâd kıldılar:
- Ya Emîre'l-Mü'minîn! Peygamberimiz seni halife etti. Ebû Bekir'den sonra Halife-i Rasûl sensin. Senin bir saat adlin yetmiş yıl taat kılmaktan yeğrektir, dediler.
 

Berre Tuna

Nazende
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,816
Tepkime puanı
587
Puanları
0
Konum
İstanbul
Karen'de parlayan pırlanta Veysel Karâni Hazretleri

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karen'de parlayan pırlanta Veysel Karâni Hazretleri[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sahabe Efendilerimizin Rasûlullah (a.s.) ile olan ilişkilerinin en belirgin özelliği ‘sevmek’ti. Sevmek, öğrenmek ve yaşamak. Onlar, Efendimiz’i (a.s.) aşk derecesinde sevdiler; dinle, îmanla alâkalı her şeyi harfiyen öğrendiler ve aynı hassasiyetle yaşadılar… Onlar, İslâm ve Rasûlullah (a.s.) uğrunda mallarını ve zamanı geldiğinde canlarını, hiç gözlerini kırpmadan feda ettiler. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İşte bu sevginin tezahürlerinden birisi de Karen’den parlayan bir yıldız: Veysel Karâni Hazretleri.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Efendimiz’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) bilinen iki hırkası vardır. Bunlardan biri Kaside-i Bürde’nin yazarı büyük şair Kaab bin Züheyr’e verilir ki, Topkapı Sarayı’nı ziynetlendirir. Diğeri de Karenli Üveys’e gönderilir. Hasılı bu iki kutlu miras da İstanbulumuz’a nasip olur. Belki de ona bu yüzden İslambol derler... Kimbilir? Karen adını hiç duymayanlar için biraz anlatalım efendim..[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karen, Yemen taraflarında adı bilinmedik bir beldedir. Etrafı kum dağları ile çevrilidir, kuraktır, çoraktır. Ortalıkta birkaç kuyu vardır, üç beş ağaç. Sonra hepsi birbirine benzeyen toprak damlı evler... Sadece develerin ve bedevilerin yaşayabildiği bu kavurucu coğrafyanın sakinleri kervan ağırlamakla geçinirler. Bir şey ekip biçmezler, hayvanlarını ise Üveys isimli bir çobana emanet ederler.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Üveys garip biridir. Dünyadadır, ama ne dünyalığı vardır, ne de dünyalık gibi bir kaygısı. Güttüğü develer için ücret istemez. Verenden alır, vermeyene sormaz bile. Adı üzerine çobandır işte, fakirdir. Ama iş cömertliğe geldi mi onunla yarışmak kimsenin harcı değildir. Paylaşacak çok şeyi yoktur, ama hayırda daima başı çeker.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Üveys, bizim bildiğimiz ismi ile Veysel Karani Hazretleri mütevazı yaşar. Ama halinden memnundur. Sessiz, dostları arasında yalansız, dolansız bir hayat sürer. Issız vadilerde, kaya kovuklarında ibadet eder. İnsanlar ona hep divane gözüyle bakarlar, ama aldıran kim?[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ANASININ KÖLESİ[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mübareğin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. Veysel Karani onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Veysel Karani Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammede dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karani’nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Server’i görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşar. Efendimizin hasreti kor olur, ciğerini yakar. Onu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse...[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildir. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla “İstiyorsan git!” der, “Git bakalım, beni kime emanet edeceksen?” Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktur. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilir ki? Onun nazını kim çeker sonra?[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]HASRETİNİ YÜREĞİNE GÖMER[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Üveys hasretini yüreğine gömer. Bir daha bu konuda tek kelime etmez. Ama o günden sonra daha fazla ağlar, daha fazla yalvarır. Aşkını kayalara, kumlara, anlatır. Kuşlarla, develerle dilleşir, serin seher yeliyle selâmlar yollar Haremeyn’e. Ve ufuklar perde perde açılır, dağlar çekilir aradan. Artık o gün boyu ibadet eder, sürüyü melekler bekler. Hayvanlar mı? İnanın muma döner.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Evet Üveys, Allah Resulünün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemez, ama mânâ aleminde çok şeye kavuşur. Efendimizle aralarında imrenilecek bir dostluk başlar. Hoş onlar için mesafelerin ne önemi vardır. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra “feyz” nehir olur akar.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve “Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor” buyururlar, “İhsan ve iyilikte Tabiinin en iyisi Üveys-i Karni’dir!”[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]MÜJDELER[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yine Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki; “Kıyâmette Allahü teâlâ Üveys sûretinde yetmiş bin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennet’e gider ve Allahü teâlânın dilediği (bildirdiği)nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.” -ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar -[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Eshab-ı kiram sorar:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Ya Resullallah kimdir bu nasipli?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Allahın kullarından biri.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Peki adı nedir?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Üveys![/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Ya memleketi?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Karen![/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- O sizi gördü mü?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, “Baş gözü ile hayır!” derler. Sahabeden “Hayret!” diyenler olur, “Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza?” Efendimiz izah eder: - Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar”.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hazret-i Ebubekir sorar:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Ya Resulallah biz onu görür müyüz?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Efendimiz mübarek kafalarını “ne yazık ki hayır” manasında sallar, “Sen göremezsin” buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye dönüp müjdeyi verirler: “Onu, siz göreceksiniz!” Sonra bir bir vasıflarını tarif ederler ki, bu işaretlerden biri avucunun içindeki gümüşi beyazlıktır.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“Aşık için zaman geçmez” derler, ama aradan yıllar geçer. Hani o dakikaları asırlaşan yıllar... Efendimiz hayatlarının son soluklarını aldıkları demlerde mübarek hırkalarını çıkarır ve “Bunu Üveys-i Karni’ye verin!” buyururlar.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Resullullah’ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer ve Hazreti Ali yollara düşer, Veysel Karani’nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele “Üveys’i arıyoruz!” cümlesine çok şaşırırlar. “O divanenin tekidir” derler, “İnsanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!”[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hazret-i Ömer dikkatle dinler, “Bilakis!” der, “Aradığımız o olmalı!”[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisi’ne getirirler. Veysel Karani’yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys misafirlerine döner. “Hoşgeldiniz!” der. Hazret-i Ömer önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar “Kimsin sen?”[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Abdullah! (Allah’ın kulu)[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Evet hepimiz Abdullah’ız, ama seni ne diye tanırlar?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Üveys derler.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Sağ elini açar mısın?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Açar. Efendimiz’in belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe “Ben Hattapoğlu Ömer’im” der, “Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!”[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer bozar: - Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki “Alıp giysin, ümmetime dua etsin!”[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]BEN GÜNAHKARIN BİRİYİM[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Veysel Karani ağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle “Ya Ömer” der, “Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?”[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hazret-i Ömer “Hayır sensin!” buyurur. “Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.”[/FONT]


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Üveys-i Karani mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimizin gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır. “Ya Rabbi !” der “Bu ne nimettir. Yüzü suyu hürmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer ve Ali gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. N’olur. Bu hırkanın hakkı için!”[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Gaibden bir ses gelir. “Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!”[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Hepsini ya Rabbi! Hepsini.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Şunları, şunları, şunları da bağışladım.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Diğerlerinin hali n’olacak Ya Rabbi? N’olur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına...[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]HIŞŞT BAKSANA GİDİYORLAR[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar. “Misafirlerin dönmeye niyetliler” diye ikaz eder güya, “Onlara diyeceğin bir şey yok mu?”[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Veysel Karani “Ahh!” der, “Ahh bu hali bozmayacaktın işte. İnanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.”[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Aradan günler geçer. Karenliler şaşkın, hatta pişmandırlar. Öyle ya, elinin altında Üveys gibi bir cevher olsun da, sen onun kıymetini bilmemiş olsunlar. Ama bu kez mübareği hürmet ve ilgiyle bunaltırlar. Huzurunda el pençe divan durur, ısrarla nasihat isterler. Hele bazıları aşikare keramet bekler. Veysel Karani gibi mütevazı biri, ilginin böylesinden sıkılır. İşte tam o günlerde biricik annesi vefat eder ve onu Karen’e bağlayan hiçbir şey kalmaz. Ve o da yollara düşer.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mübâreğin ilk hedefi elbette Haremeyndir. Önce hacceder, sonra Medine’ye gider. Ancak o münevver şehrin hüzünlü yüzünü görür ve Resullulah’ın yaşamadığı Peygamber beldesinde duramaz. Çeker çarığını, yürür uzaklara. Bir ara Basra’da eyleşir, bir ara Kufe’ye yerleşir. Yine eskisi gibi deve güder. Aç kalır, açıkta kalır. Horlanır, aşağılanır. Garip bu ya milletin gücü hep ona yeter. Hatta ufacık veledler bile sataşır, taş yağdırırlar. Büyük veli, çığlık çığlığa saldıran afacanlara gülümser “N’olur ayaklarımı kanatacak kadar büyükleri atmayın” der, “Abdestim bozulmasın e mi?” Zira o güne kadar bir kez olsun abdestsiz basmamıştır zemine.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]MELEKLERİN İBADETİ[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Veysel Karani Hazretleri bazen sehere kadar secdede, bazen sabahlara kadar rükûda kalır. “Bırakın üç kere Sûbhane rabbiyel âla demeyi, ben bir keresini bile beceremiyorum” diye yakınır. Eh onun özlediği ibadet meleklerinkinden farksız olmalıdır. “Namazda huşu öyle olmalıdır ki” der: “Bağrına bıçak sokulsa duyulmaya.”[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Biri sorar: “Nasılsın?” Cevap manidardır: “Akşama çıkacağını bilmeyen biri nasıl olursa!” Sevenleri ısrarla nasihat isterler. O gülümser:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Allahü teâlâyı bilir misiniz?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Evet biliriz.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Öyleyse başka şeyleri bilmeseniz de olur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Aman efendim bir nasihat daha.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Allahü teâlâ sizi bilir mi?[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Elbette bilir.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]- Öyleyse başkaları bilmese de olur.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mübarek, Allahü teâlâdan çok korkar ve buyururlar ki: İnanın Allahü teâlâ’yı tanıyana gizli kalmaz.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Veysel Karani hazretleri hayatını kendi ifadesiyle şöyle hülâsa eder. “Yüksekliği tevazuda buldum, liderliği nasihatte... Nesebi takvada buldum, şerefi kanaatte... Rahatlığı zühdde buldum, zenginliği tevekkülde.”[/FONT]


[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Veysel Karani Hazretlerinin kutlu hırkası elden ele geçer ve Van civarında hüküm süren İrisan Beyleri’ne gelir. Hicri 1028 yılında 2. Osman Han’a hediye edilen nurlu emanet İstanbul’da heyecanla karşılanır. Asitane halkı ona “Hırka-ı Şerif” der, ramazanlarda ziyaret ederler. Buğulu gözlerle ilmeklerine dalar, Efendimizi hatırlarlar.[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Gel zaman git zaman büyük izdihamlar yaşanır. Hırkanın saklandığı ve sergilendiği küçük bina kalabalığı kaldırmaz olur. Abdülmecid Han bu mübarek hırkanın şerefine, Fatih’te koca bir mahalleyi istimlak eder ve biblo güzelliğinde bir cami yaptırır. Bu uğurda şahsi servetini fedadan çekinmez. Belki de şu ferah mabedi böylesine sevimli kılan, temelindeki ihlâstır, kimbilir?[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]ASIRLIK GELENEK[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ve asırlık gelenek yaşar. Hırka-i şerif, gözü yaşlı aşıkların ziyaretgahı olur. Medine’ye, Mescid-i Nebi’ye ulaşamayanlar hasretlerini burada dindirmeye çalışırlar. [/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kimi baş gözü ile kimi de [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mevlevî dervişi olan Leylâ Hanım’ın gönül dilinden dökülen nameleri gibi hasretini dile getirir. [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu cismim âteş-i aşkınla yansun yâ Rasûlallah[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Dü-çeşmim hâb-ı gafletden uyansun yâ Rasûlallah[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Gidüp boynumda zencîrimle ben ol Ravza-i pâke[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Görenler hep beni dîvâne sansun yâ Rasûlallah[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]O rütbe ağlayam çöllerde feryâd eyleyem ben kim[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Sirişk-i dîdem al kana boyansun yâ Rasûlallah[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Şu kâfir nefs elinden bu dil-i bî-çareyi kurtar[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yeter cürm ü kabâhatdan usansun yâ Rasûlallah[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kulun Leylâ’yı mahşer ehline Sen eyleme rüsvay[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Günahından bu dünyada utansun yâ Rasûlallah[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Eh ne diyelim!... Allahü teâlâ bizleri yalan dünyayı Veysel Karani gibi görenlerden ve [/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Resulü Ekrem’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) şefaatine erenlerden eylesin![/FONT]
[/FONT]
 

zzeynep

Üye
Katılım
10 Şub 2008
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Alalah Razi Olsun Gozyaşlari Ile Okudum... Inşalalh Bizlerde Peygamber Aşkiyla Yanip Kavruluruz
 

Meryem

Komplike
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
15,309
Tepkime puanı
759
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Sahabeden sonra ilk ismi anılan şahsiyet... Mevla Teala Tekaddes hazretleri şefaatlerine nail eylesin inşa'Allah... Biz de gözümüzde yaşla, yanağımızda tebesüssümle okuduk... Allah razı olsun.
 

ummuhan

Kıdemli Üye
Katılım
1 Eyl 2007
Mesajlar
12,943
Tepkime puanı
1,042
Puanları
0
Konum
Arz
Veysel karani

Anasından doğdu dünyaya geldi,
Melekler altına kanadın yaydı,
Resulün hırkasın tacını giydi,
Yemen illerinde Veysel Karani.

Sabah namazını kılar giderdi,
Gizlice Rabb'ine niyaz ederdi,
Anın işi gücü deve güderdi,
Yemen illerinde Veysel Karani.

Bin deveyi bin akçeye güderdi,
Anında nısfını zekat verirdi,
Develer bilesince tevhit ederdi,
Yemen illerinde Veysel Karani.

Elinde asası hurma dalından,
Asla hata gelmez onun dilinden,
Eğninde hırkası deve yününden
Yemen illerinde Veysel Karani.

Yastığı taş idi döşeği postu,
Cennetlik eylemek ümmeti kastı,
Hakkın sevgilisi Habib'in dostu,
Yemen illerinde Veysel Karani.

Anasından destur aldı durmadı,
Kabe yollarını geçti boyladı,
Geldi o Resulü evde bulmadı,
Yemen illerinde Veysel Karani.

Peygamber mesciddet evine geldi,
Veysin nurunu kapıda gördü,
Sordu Fatıma'ya eve kim geldi,
Yemen illerinde Veysel Karani.

YUNUS eydür, gelin biz de varalım,
Ayağı tozuna yüzler sürelim,
Hak nasip eylesin komşu olalım,
Yemen illerinde Veysel Karani.


Yunus Emre
 

SeTTaR

Profesör
Katılım
1 Eyl 2009
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
135
Puanları
63
Konum
Biryerlerde
Rebî’ bin Haysem anlatır: Üveys'i görmeye gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhâsıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece ona kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta başladı ve; “Yâ Rabbî, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım.” dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Asrın Sultanı, Müceddidi ve Gavsı Sami Ramazanoğlu hz.leri ile yolculuk edilirken üç gün boyunca hiç uyumadıkları görülmüş. Vücud zikre alışınca, kendini zikirle yeniler buyurmuşlar. Zaten hazretin dilinde uykunun adı istirahattir. Dergahta himzet ettikleri müddetçe, uyku yerine, diz üstü otururlarken üzerlerine bir örtü alıp, biraz dinlenir sonra kalkarlarmış.

Vefatlarına yakın Hz. İbrahim aleyhisselam, Hz. Cebrail aleyhisselam ve sahabeden bir zat ile birlikte Veysel Karani hz.leri de kendilerini ziyarete gelmişler.
 
Üst