SÜNNET, TASAVVUF VE FIKIH MANALARINI KUŞATMAKTADIR
Sufiyye taifesinin münkirlerinin bir çoğu , çeşitli tuzak ve birtakım yaldızlı sözleriyle insanları aldatarak ikide bir diyorlar ki: Şu dediğin söz Kur’an’da var mı? Eğer Kur’an’da varsa kabul ederiz. Aksi takdirde hayır reddederiz demek istiyorlar.
Bununla tasavvuf lafzının Kur’an’da mevcut olmadığını, Kur’an’da mevcut olmayan şeyinde reddedildiğini iddia ederler. Böylece şer’i ve İslami tüm hükümlerde fasid kıyaslarını şu dediğin söz Kur’an’da var mı? diye bahane ederler. Avam-ı nas , onların Kur’an’ın bütün hükümlerini bildiklerini zannederler.Ve işte görüldüğü gibi zamanımızda bu tezvirle , parlak sünnetten yani tevatür ve senedle gelen hadislerin birçoğunu reddederler.
Hakikate bakılırsa , Mikdam radıyallahu anhu’dan gelen hadis-i şerifinde Rasul-u Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem
‘ Umulur ki bir adam kendisine mahsus tahtına yani koltuğuna yaslanırda , hadislerimden bir hadis dile getirilirken : ‘ Bizimle sizin aranızda hakem sadece Allah Azze ve Cellenin kitabı = kelamıdır; içinde helal bulduğumuzu helal inanırız; haram bulduğumuzu haram inanırız.’ der.Dikkat edin! Gerçekte Rasulullahın haram kıldığı şeyler de Allah Teala’nın haram kıldığının misli kadardır.’
(İbni Mace c.1s.16,17, Süneni Tirmizi c.5 s.38, Müsnedi İmam Ahmed c.4 s.131, Sünen’i Darimi c.1 s.151, Mesabih-us-Sünne c.1 s.158..) diye buyurulmaktadır.
Hadisi Şerifteki ‘kendisine mahsus tahtına yani koltuğuna yaslanmış olduğu halde ‘ diye tercüme ettiğimiz müttekien ala eriketih cümlesi,’ adam’ın vasfını beyan eden haldir.Yani dini ilimleri bilmeksizin süslü püslü , zinetli ve zamanımızda müşahede ettiğimiz koltuklar üzerine oturup konuşanın vasfının beyanıdır.Yani böyle dinde ahkam kesenlerin tanınmaları için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları vasfetmiştir.
Bilal bin Haris el-Müzeni ve Amr bin el-Müzeni radıyallahu Teala anhuma’dan gelen hadisinde de:
Her kim benden sonra terk edilmiş sünnetimden bir sünneti ihya ederse , o sünnetle amel edenlerin ecr-u mükafatından hiçbir şey eksik olmaksızın , onunla amel edenin misli kadar kendisine sevap vardır. Ve Allah ve Onun Rasulü’nün razı olmadığı, her kim sünnetimden saptıran bir bid’ati ihdas ederse , ihdas edilen bid’ati işleyen insanların günahlarından hiç birşey eksik olmaksızın, ihdas edene de onu işleyenlerin günahlarının misli kadar vardır.
(Süneni Tirmizic.5 s.45 Haşiyet-us-Sindi ala Süneni İbni Maace c.1 s 138, et-Terğib vet’Terhib c.1 s.87, Mesabih-us Sünne c.1 s.160) buyurmasıyla da terk edilmiş sünnetlerden birisini ihya’ edeni tebşir eder.
Hadis-i şeriflerde,gerek ashab ve gerekse tabiin ulemasının sözlerinde sünnet kelimesi zikredildiği zaman , itikadi olsun, yol edinilen ahlak olsun, taat ve ibadet olarak amel olsun, nafile olsun, dinin tamamını kuşatır. Binaenaleyh sünnet kelimesi, şeriat ve İslam’la eş anlamdadır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in buyurduğu’ ‘saptıran bir bid’at’ten maksat, şeriat ve sünnete muhalif her şeydir. Aynı zamanda bid’at lafzının dalalet lafzına izafeyle hududlandırıması , ’’Ebrar taifesi’’ni ‘’sufiyye’’ ismiyle isimlendirmek ,’ ’ilm-i cerh ve ta’dil’’ ve inşa’ edilen tekye, medrese, minare gibi bid’ati haseneyi çıkarır.
İKTİBAS: TASAVVUF VE TEVHİDDE PARLAK İNCİLER İSMAİL ÇETİN Rahimehullah Dilara Yayınları
Sufiyye taifesinin münkirlerinin bir çoğu , çeşitli tuzak ve birtakım yaldızlı sözleriyle insanları aldatarak ikide bir diyorlar ki: Şu dediğin söz Kur’an’da var mı? Eğer Kur’an’da varsa kabul ederiz. Aksi takdirde hayır reddederiz demek istiyorlar.
Bununla tasavvuf lafzının Kur’an’da mevcut olmadığını, Kur’an’da mevcut olmayan şeyinde reddedildiğini iddia ederler. Böylece şer’i ve İslami tüm hükümlerde fasid kıyaslarını şu dediğin söz Kur’an’da var mı? diye bahane ederler. Avam-ı nas , onların Kur’an’ın bütün hükümlerini bildiklerini zannederler.Ve işte görüldüğü gibi zamanımızda bu tezvirle , parlak sünnetten yani tevatür ve senedle gelen hadislerin birçoğunu reddederler.
Hakikate bakılırsa , Mikdam radıyallahu anhu’dan gelen hadis-i şerifinde Rasul-u Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem
‘ Umulur ki bir adam kendisine mahsus tahtına yani koltuğuna yaslanırda , hadislerimden bir hadis dile getirilirken : ‘ Bizimle sizin aranızda hakem sadece Allah Azze ve Cellenin kitabı = kelamıdır; içinde helal bulduğumuzu helal inanırız; haram bulduğumuzu haram inanırız.’ der.Dikkat edin! Gerçekte Rasulullahın haram kıldığı şeyler de Allah Teala’nın haram kıldığının misli kadardır.’
(İbni Mace c.1s.16,17, Süneni Tirmizi c.5 s.38, Müsnedi İmam Ahmed c.4 s.131, Sünen’i Darimi c.1 s.151, Mesabih-us-Sünne c.1 s.158..) diye buyurulmaktadır.
Hadisi Şerifteki ‘kendisine mahsus tahtına yani koltuğuna yaslanmış olduğu halde ‘ diye tercüme ettiğimiz müttekien ala eriketih cümlesi,’ adam’ın vasfını beyan eden haldir.Yani dini ilimleri bilmeksizin süslü püslü , zinetli ve zamanımızda müşahede ettiğimiz koltuklar üzerine oturup konuşanın vasfının beyanıdır.Yani böyle dinde ahkam kesenlerin tanınmaları için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları vasfetmiştir.
Bilal bin Haris el-Müzeni ve Amr bin el-Müzeni radıyallahu Teala anhuma’dan gelen hadisinde de:
Her kim benden sonra terk edilmiş sünnetimden bir sünneti ihya ederse , o sünnetle amel edenlerin ecr-u mükafatından hiçbir şey eksik olmaksızın , onunla amel edenin misli kadar kendisine sevap vardır. Ve Allah ve Onun Rasulü’nün razı olmadığı, her kim sünnetimden saptıran bir bid’ati ihdas ederse , ihdas edilen bid’ati işleyen insanların günahlarından hiç birşey eksik olmaksızın, ihdas edene de onu işleyenlerin günahlarının misli kadar vardır.
(Süneni Tirmizic.5 s.45 Haşiyet-us-Sindi ala Süneni İbni Maace c.1 s 138, et-Terğib vet’Terhib c.1 s.87, Mesabih-us Sünne c.1 s.160) buyurmasıyla da terk edilmiş sünnetlerden birisini ihya’ edeni tebşir eder.
Hadis-i şeriflerde,gerek ashab ve gerekse tabiin ulemasının sözlerinde sünnet kelimesi zikredildiği zaman , itikadi olsun, yol edinilen ahlak olsun, taat ve ibadet olarak amel olsun, nafile olsun, dinin tamamını kuşatır. Binaenaleyh sünnet kelimesi, şeriat ve İslam’la eş anlamdadır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in buyurduğu’ ‘saptıran bir bid’at’ten maksat, şeriat ve sünnete muhalif her şeydir. Aynı zamanda bid’at lafzının dalalet lafzına izafeyle hududlandırıması , ’’Ebrar taifesi’’ni ‘’sufiyye’’ ismiyle isimlendirmek ,’ ’ilm-i cerh ve ta’dil’’ ve inşa’ edilen tekye, medrese, minare gibi bid’ati haseneyi çıkarır.
İKTİBAS: TASAVVUF VE TEVHİDDE PARLAK İNCİLER İSMAİL ÇETİN Rahimehullah Dilara Yayınları