Bilmemek yanılmayı ve yanlış ifadeyi tazammun eder.
Her zaman söylüyoruz. Bizim en büyük aymazlığımız bilsek te bilmesek te her konu hakkında görüş beyan etmemizdir. Şimdi bu konu açılalı 1 seneden fazla olmuş...Birileri ne düşünmüşse konuyu yine alevlenmeyi denemiş !.. Bazı kardeşlerimizin bu konu hakkında söz söylemeye herkesin sahib-i selâhiyet olamdığını görüşüne kaesinlikle katılıyorum. Yani, bu konunun forum sayfalarında halli veya neticelendirilmesi mümkün olabilir mi? Zahiri ilim erbabı ve tasavvuftan ve manevi makamattan nasibi olmayanlar bu Vahdet-i Vücuda, Rabıtaya hülâsa TASAVVUF'a karşı çıkıyorlar. Ama, İslâmiyetin ve Tevhid'in inceliklerini ve kimyasını bilenler bu yola aşkla revan olmuşlardır. Murat Sâki kardeşimiz demiş ki;
--Asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Abdulkadir-i Geylâni gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmemişler. --
Sanırım bu hüküm eksik araştırma neticesinde verilmiş bir hükümdür. Zira, Bakınız İmam-ı Rabbani Hz.leri Mektubat adlı eserinin 357. Mektubunda bu konuda ne buyurmuş:
---Vahdet-i vücuda kail olan sofiye haklidir.
Kesret hükmünü veren ulema dahi ayni sekilde haklidir.
Bu manadan olarak, sofiyenin haline münasip düsen vahdettir; ulemanin haline münasip düsen ise, kesrettir. Zira, seriatin kurulan binasi kesret üzeredir. Ahkâmin degismesi dahi kesrete baglidir. Enbiyanin daveti, uhrevi olan nimet, azap cinsinden hemen her sey kesrete mütealliktir.
Sübhan olan yüce Hak dahi, kesreti murad edip zuhuru sevdigi için, söyle buyurdu:
"Bilinmemi sevdim."
Bu mana icabi olarak beka dahi bu mertebede zaruri olmaktadir. Zira bu mertebenin tertibi dahi, alemlerin Rabbinin razi oldugu ve sevdigidir. Su mana icabidir ki, sanli Sultan karsisinda hizmetçiler, hasmet, zül, iftikar, inkisar onun azameti ve kibriyasi için lâzimdir. Isterse, vahdet-i vücud hakikat gibi; ona nisbetle kesret dahi mecaz gibi olsun. Bu mana icabi olarak, vahdet alemine:
-Hakikat alemi denmis; kesret alemine dahi:
-Mecaz alemi tabir edilmistir. Lâkin, esyaya ebedi beka ihsan edildigi ve kudret dahi hikmet libasina bürünüp çiktigi, sebepler dahi ef'al nikabi kilindigi için o hakikat bir yana birakilmistir. Bilinen dahi bu mecaz olmustur. Nokta-i cevvale, her ne kadar hakikat, o noktadan çikan daire dahi mecaz gibi ise de, lâkin o hakikat orada unutulmus ve bir yana atilmis gibidir. Görülen, bilinen artik daire olmustur.---
Keza, Abdulkadir-i Geyalani Risaletu'l -Gavsiyyesinde Cenabı Hakk'ın ona ne buyurmuş ;
---Hak Teâlâ buyurdu:
" Ey Gavs ! İnsanın cismi, nefsi, rûhu kulağı,gözü, dili, ayağı, eli ve buna benzer nesi varsa hepsini kendi nefsim için kendi nefsime yani, kendi zâtım ile kendi zâtıma, ben izhar ettim.-gösterdim- ...(İnsanda ne zahir olursa bendendir, benden gayrı değildir. Ve ben de onun gayrı değilim.) İnsan yoktur, ben vasrım ve ben insandan gayrı değilim.---
Allah–ü Teala’yı müşahade edebilmenin tabii ki O’nun peygamberlerine ve derecelerine göre veli kullarına mahsus olduğu bir gerçektir. O’nu müşahade edebilmenin çok ayrıcalıklı bir hal olduğu da söylenir. Hatem’ül Enbiya’nın varisi veli kullar, kamil insanlar isterler ki her kabiliyetli insan bu aşamaya gelebilsin, bu güzelliği, “vuslat” ı yaşayabilsin. Çünkü mümin kendisi için istediği bir güzelliği, bir hayrı kardeşi için de ister.
Niyazi Mısri bir beyitinde der ki;
Ey Mısri, özünü aşk mumunun ateşi ile yak, devamlı yok ol. Çünkü Sevgili için her yok oluşa karşılık Sevgili aşıka daha büyük bir varlık ihsan eder.
Başka bir beyitinde der ki;
Ben Cemal–i Hakk’ı cümle şeyde zahir görmüşem
Bu merayaya anınçün baktığımca hürremim.
“Ben Hakk’ın yüzünü/güzelliğini herşeyde açıkça görmüşüm.(Bakara suresi 115. ayette şöyle buyrulur; Hem Doğu hem Batı Allah’ındır. Hangi yöne dönerseniz Allah’ın yüzü (vechesi) oradadır. Şüphesiz ki Allah’ın rahmeti geniştir ve Allah bilendir.) Onun için bu aynalara baktığım ölçüde sevinçli oluyorum. Her aynadan bana Hakk’ın güzelliği yansıyor.”
Böyle bir hali henüz yaşayamasak bile birilerince yaşandığını bilmek de ne kadar güzeldir ve ne kadar önemlidir sevgili okuyucular. Eşyanın hakikatini kavramak belki de her vechede Allah’ı görebilmekle ilgili bir deyimdir.
Allah’ı bilmek için O’nu çok anmaya, dildeki zikrimizi gönlümüze indirmeye, bunun için ibretle bakmaya, hikmetle konuşmaya ve hayret etmeye de ihtiyacımız var. Peygamber Efendimizin (sav) bir duası var; “Allah’ım hayretimi arttır”. Yani alışkanlıkla bakmanın ötesine geçebilmek için.
Bu hali kazanabilmek için de belki abdallara karışmamız gerekli. Abdal demek kötü huylarından arınmış, iyi huylarla bezenmiş olmak demek. Abdalın üç özelliği var: Sehavet–ül enfüs, yani nefs cömertliği, selamet–ül sudur,yani göğsün kalbin selim olması, takva hali, üçüncüsü bütün müslümanlara, mahlukata merhamet.
Rabbimiz, bildikleriyle ameletmeyi ve bilmediği konularda da iyi bir dinleyici olmayı cümlemize nasib buyursun.