Vahdet-İ VÜcud Nedİr?

Arifane

Profesör
Katılım
27 Kas 2006
Mesajlar
843
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Yaş
56
Konum
Bursa
o şiir gece bilgisayarından çıakr seni yer :)



kardeş, yazılarında duvarları yıkıyorsun allah dostlarına nasıl
dil uzatırsın sen heyecanını anlıyorum ama düşünmeden yazma
kimseye dil uzatma sen sadece yorumunu yaparsın, o zaman.
allahtan başkasını kabul etmeyelim yeni bir din getirelim ne dersin
allah yeter bize diyelim yaratılmışlara inanmıyalım aklına gelebilecek
her yaratılmış olsun anlaştıkmı vahdeti vücutçulara bir daha dil uzatma
lütfen rica ediyorum hu......
 

hirahos

Kıdemli Üye
Katılım
9 Kas 2006
Mesajlar
35,948
Tepkime puanı
483
Puanları
0
Yaş
55
Yaşamayan, o makamı geçmeyen bir insan, en doğru şekilde Vahdet-i Vucudu tarif etse, en isabetli kelimeler ile Vahdet-i Vucudu açıklasa dahi yine yalancıdır.. Çünkü yaşamayanın anlatması muhakkak yalancılıktır..

Vahdet-i Vucud anlatılmaz.. Yaşanır ve geçilir.. Nihayet değildir.. Ondan öte daha nice makamlar vardır..

Vahdet-i Vucud haktır.. Sadece müşahade ve murakebe ile tadılır.. O hali, o hale ait kimi sözleri Şirk filan diye niteleyenler, o tevhid halinin kokusunu dahi duymuş değillerdir.. Vahdet-i Vucud, hal olarak tam bir tevhiddir.. Allah'tan başka hiç bir varlık kalmaz.. Allah, her varlığı, kahrı ile yokluğa esir eder.. Eşyanın varlığı yok olduğu için sadece ve sadece Allah var olur.. Gören de görünen de O'dur.. O halde bilen de bilinen de O'dur..:


40- MÜ’MİN 16. Bugün Hükümranlık kimindir? Kahhâr olan tek Allah’ındır.

39- ZÜMER 5. Allah, gökleri ve yeri Hak ile yarattı.

57- HADÎD 1. Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, Azîzdir, Hakîmdir.

04- NİSÂ 126. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır ve Allah her şeyi kuşatmıştır.

45- CÂSİYE 37. Göklerde ve yerde azamet yalnız O’nundur. O , Azîzdir, Hakîmdir.

06- EN’ÂM 3. O, göklerde ve yerde tek Allah’tır.


Ayet-i Kerimelerinde Vahdet-i Vucud haline işaret vardır..
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bilmemek yanılmayı ve yanlış ifadeyi tazammun eder.

Her zaman söylüyoruz. Bizim en büyük aymazlığımız bilsek te bilmesek te her konu hakkında görüş beyan etmemizdir. Şimdi bu konu açılalı 1 seneden fazla olmuş...Birileri ne düşünmüşse konuyu yine alevlenmeyi denemiş !.. Bazı kardeşlerimizin bu konu hakkında söz söylemeye herkesin sahib-i selâhiyet olamdığını görüşüne kaesinlikle katılıyorum. Yani, bu konunun forum sayfalarında halli veya neticelendirilmesi mümkün olabilir mi? Zahiri ilim erbabı ve tasavvuftan ve manevi makamattan nasibi olmayanlar bu Vahdet-i Vücuda, Rabıtaya hülâsa TASAVVUF'a karşı çıkıyorlar. Ama, İslâmiyetin ve Tevhid'in inceliklerini ve kimyasını bilenler bu yola aşkla revan olmuşlardır. Murat Sâki kardeşimiz demiş ki;
--Asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Abdulkadir-i Geylâni gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmemişler. --
Sanırım bu hüküm eksik araştırma neticesinde verilmiş bir hükümdür. Zira, Bakınız İmam-ı Rabbani Hz.leri Mektubat adlı eserinin 357. Mektubunda bu konuda ne buyurmuş:
---Vahdet-i vücuda kail olan sofiye haklidir.
Kesret hükmünü veren ulema dahi ayni sekilde haklidir.
Bu manadan olarak, sofiyenin haline münasip düsen vahdettir; ulemanin haline münasip düsen ise, kesrettir. Zira, seriatin kurulan binasi kesret üzeredir. Ahkâmin degismesi dahi kesrete baglidir. Enbiyanin daveti, uhrevi olan nimet, azap cinsinden hemen her sey kesrete mütealliktir.
Sübhan olan yüce Hak dahi, kesreti murad edip zuhuru sevdigi için, söyle buyurdu:
"Bilinmemi sevdim."
Bu mana icabi olarak beka dahi bu mertebede zaruri olmaktadir. Zira bu mertebenin tertibi dahi, alemlerin Rabbinin razi oldugu ve sevdigidir. Su mana icabidir ki, sanli Sultan karsisinda hizmetçiler, hasmet, zül, iftikar, inkisar onun azameti ve kibriyasi için lâzimdir. Isterse, vahdet-i vücud hakikat gibi; ona nisbetle kesret dahi mecaz gibi olsun. Bu mana icabi olarak, vahdet alemine:
-Hakikat alemi denmis; kesret alemine dahi:
-Mecaz alemi tabir edilmistir. Lâkin, esyaya ebedi beka ihsan edildigi ve kudret dahi hikmet libasina bürünüp çiktigi, sebepler dahi ef'al nikabi kilindigi için o hakikat bir yana birakilmistir. Bilinen dahi bu mecaz olmustur. Nokta-i cevvale, her ne kadar hakikat, o noktadan çikan daire dahi mecaz gibi ise de, lâkin o hakikat orada unutulmus ve bir yana atilmis gibidir. Görülen, bilinen artik daire olmustur.---
Keza, Abdulkadir-i Geyalani Risaletu'l -Gavsiyyesinde Cenabı Hakk'ın ona ne buyurmuş ;
---Hak Teâlâ buyurdu:
" Ey Gavs ! İnsanın cismi, nefsi, rûhu kulağı,gözü, dili, ayağı, eli ve buna benzer nesi varsa hepsini kendi nefsim için kendi nefsime yani, kendi zâtım ile kendi zâtıma, ben izhar ettim.-gösterdim- ...(İnsanda ne zahir olursa bendendir, benden gayrı değildir. Ve ben de onun gayrı değilim.) İnsan yoktur, ben vasrım ve ben insandan gayrı değilim.---
Allah–ü Teala’yı müşahade edebilmenin tabii ki O’nun peygamberlerine ve derecelerine göre veli kullarına mahsus olduğu bir gerçektir. O’nu müşahade edebilmenin çok ayrıcalıklı bir hal olduğu da söylenir. Hatem’ül Enbiya’nın varisi veli kullar, kamil insanlar isterler ki her kabiliyetli insan bu aşamaya gelebilsin, bu güzelliği, “vuslat” ı yaşayabilsin. Çünkü mümin kendisi için istediği bir güzelliği, bir hayrı kardeşi için de ister.
Niyazi Mısri bir beyitinde der ki;
Ey Mısri, özünü aşk mumunun ateşi ile yak, devamlı yok ol. Çünkü Sevgili için her yok oluşa karşılık Sevgili aşıka daha büyük bir varlık ihsan eder.
Başka bir beyitinde der ki;
Ben Cemal–i Hakk’ı cümle şeyde zahir görmüşem
Bu merayaya anınçün baktığımca hürremim.
“Ben Hakk’ın yüzünü/güzelliğini herşeyde açıkça görmüşüm.(Bakara suresi 115. ayette şöyle buyrulur; Hem Doğu hem Batı Allah’ındır. Hangi yöne dönerseniz Allah’ın yüzü (vechesi) oradadır. Şüphesiz ki Allah’ın rahmeti geniştir ve Allah bilendir.) Onun için bu aynalara baktığım ölçüde sevinçli oluyorum. Her aynadan bana Hakk’ın güzelliği yansıyor.”
Böyle bir hali henüz yaşayamasak bile birilerince yaşandığını bilmek de ne kadar güzeldir ve ne kadar önemlidir sevgili okuyucular. Eşyanın hakikatini kavramak belki de her vechede Allah’ı görebilmekle ilgili bir deyimdir.
Allah’ı bilmek için O’nu çok anmaya, dildeki zikrimizi gönlümüze indirmeye, bunun için ibretle bakmaya, hikmetle konuşmaya ve hayret etmeye de ihtiyacımız var. Peygamber Efendimizin (sav) bir duası var; “Allah’ım hayretimi arttır”. Yani alışkanlıkla bakmanın ötesine geçebilmek için.
Bu hali kazanabilmek için de belki abdallara karışmamız gerekli. Abdal demek kötü huylarından arınmış, iyi huylarla bezenmiş olmak demek. Abdalın üç özelliği var: Sehavet–ül enfüs, yani nefs cömertliği, selamet–ül sudur,yani göğsün kalbin selim olması, takva hali, üçüncüsü bütün müslümanlara, mahlukata merhamet.
Rabbimiz, bildikleriyle ameletmeyi ve bilmediği konularda da iyi bir dinleyici olmayı cümlemize nasib buyursun.
 

cüneytkaya

Profesör
Katılım
21 Ağu 2007
Mesajlar
1,681
Tepkime puanı
4
Puanları
0
Vahdet-i vücud, tasavvufun gayesi değildir. Gayeye götüren yolculuklarda, kalbde hasıl olan ve akıl ile, fikir ile, madde ile ilgisi olmayan bilgilerdir. Bunlar kalbde bulunmaz, kalbde görünür. Onun için, vahdet-i vücud yerine Vahdet-i şühud demelidir. Kalb, temizlenince, ayna gibi olur. Kalbde görünenler, Allahü teâlânın zatı da, sıfatları da değildir. Sıfatlarının suretleridir. Allahü teâlâ kendi, görme, işitme, bilme gibi sıfatlarının suretlerini, benzerlerini, insanlara vermiştir. Verdikleri Onunkiler gibi değildir. Onun görmesi, ezelidir, ebedidir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, âletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir. İnsanın görmesi, o görmenin sureti, zıllidir. Görmesinin zılli gözde, işitmesinin zılli kulakta tecelli ettiği gibi, sevmesi, bilmesi ve başka birçok sıfatlarının zılleri de, insanın kalbinde tecelli eder, hasıl olur.

Gözün görebilmesi için, hasta, bozuk olmaması gerektiği gibi, kalbin de, bu tecelliye kavuşabilmesi için, hasta olmaması gerekir. Kalbin hasta olması, günahlar ile kararmasıdır. Günahlardan kaçıp ibadet ederek kalbi temizlemelidir.





m ali demirbaş
 

cüneytkaya

Profesör
Katılım
21 Ağu 2007
Mesajlar
1,681
Tepkime puanı
4
Puanları
0

Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) muhabbetle zikir yapması esnâsında, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız O'nu bilmesi hâli.
<A name=r15698>"Vahdet-i vücûd vardır. Her şeyde Allahü teâlâyı görüyoruz ve her şey O'dur" diyen tasavvuf büyükleri; her şey Allahü teâlâ ile birleşmiş, O, her şeyden ayrı değil, her şeye benzer, bu âlem ile berâber ve birlikte var oldu, işte O görünüyor gibi şeyleri demek istemiyorlar. Böyle söylemek îmânı giderir. Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir. Onların aynı değildir. Onlara benzer değildir. O, hep var idi, hep öyledir. O, hiçbir bakımdan mahlûklarına, yarattıklarına benzemez, O'nun varlığı lâzımdır. O'ndan başkası olsa da olur, olmasa da. O büyüklerin her şey O'dur demeleri, hiçbir şey yoktur. Yalnız O vardır. Her şey Allahü teâlânın yaratması ile meydana gelmiştir demektir. Tasavvuf büyükleri hâricde, eşyânın varlığını vehmî, hayâl olarak biliyor. Böyle vücûd devamlıdır.Yâni bizim vehmimizin yok olması ile yok olmaz. Âhiretin sonsuz hayâtını bu vücûda (varlığa) bağlı bilirler. Âlimler eşyâyı hâricde mevcud bilir, âhiretin sonsuz hayâtı, bu eşyâya göre olacaktır der. Bununla berâber eşyânın hâricde varlığını Hak teâlânın varlığı yanında zaif, kuvvetsiz, hattâ yok bilir. Görülüyor ki, her iki taraf da, eşyâya hâricde var diyor. Dünyâ ve âhiret işlerini, bu varlık üzerine kuruyor. Vehmin, hayâlin yok olması ile yok olmaz, diyor. Yalnız, sofiyye, bu varlığa vehmî diyor. Çünkü, bunlar, tasavvuf yolunda yükselirken, hiçbir şey görmüyor. Hak teâlânın varlığından başka, bir şey gözlerine görünmüyor. Âlimler ise, bunların varlığına vehmî demekten kaçınıyor, câhillerin, yanlış anlayıp, hayâlin yok olması ile, yok olur sanacaklarından ve ebedî sonsuz azâbı ve sevâbı inkâr etmelerinden korkuyorlar. (İmâm-ı Rabbânî)
<A name=r15699>Vahdet-i vücûd, tasavvufun ince mes'elelerindendir. Felsefecilerin akıllarına göre bahsettikleri vahdet-i vücûddan tamâmen başkadır. Çünkü, tasavvuftaki vahdet-i vücûd tatmakla anlaşılan bir hâldir.Bunu o yüksek makâma yükselenler bilir. Felsefecilerin bahsettiklerine gelince, o akl ile anlaşılan bir şeydir. (Abdülhakîm Arvâsî)
 

dayi

Profesör
Katılım
15 Kas 2006
Mesajlar
1,918
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Yaş
69



Görünene çıkmış,Zahir olmuş,yani MADDE ;tümüyle Allah C.C Hu nun Latif olan İlmi İlahisinin en alt basamak olan bu alemde KESİFLEŞMESİ,madde olarak görünmesidir..yani evveli Allahın İLMİDİR.....şu bizim dediğimiz bedenlerimizde Allahın İlminden ibarettir..

VÜCUD,bir bütündür..düşünce ile Görüntü ile..Vahdeti incelerken maddeyide göz ardı etmeyin..ve DÜŞÜNCE tarafı ''O'' vücudun..İlmi ile VAR olan BEDENLEDEN çıkan tüm düşüncelerin kaynağıda ''O''dur..TEK BİR,dir..

Bedeni ve düşüncesiyle TEK BİR olanı İDRAK edebilenler VAHDANİYETE ya varmışlardır,yada pek yakın olmuşlardır...

Vahdedi Vücud denilince Allah C.C Hu nun Vücudunu hayal etmek çocukça bir idrak ve düşünceden başka ne olabilirki..sözü edilen VAHADANİYETİ biz kendimizde göremiyorsak fuzuli ilimden başka bir şey değildir..İlmin sahibinin HUZURUNA İlim ile çıkacak kadar İlimsiz olmayalım inşallah...
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Büyük bir önemle belirtelim ki ;
Vahdet-i Vücûd öğretisini veya nazariyesini kendisine şiar edinmemiş hiçbir tarikat veya tasavvufi yol yol değildir. Çünkü, Vahdet-i Vücûd tasavvufun ve Hakk yolda olan tairkatların olmazsa-olmazlarındandır. Bu öğretiyi tahsil etmeyen ya da bu öğretiden nasibi olmayan hiç kimse mana yolunda bir adım dahi atamaz. Çünkü, Kelime-i Tevhidin birinci basamağı olan LÂ MEVCÛDE İLLÂLLAH zikri bu öğreti ile husûle gelir ve müridlerin şirkin her türlüsünden kurtulması ancak bu zikir ve öğreti ile husûle gelir. Bundan haberi olmayanların ise, gizli şirk dahil her türlü manevi vartalarla karşılaşmaları mukadderdir. Son yıllarda herhangi bir HAK tarikata dahi mensub olmadan tasavvufu yaşadığını veya böyle bir tercihle tasavvufun yaşanabileceğine inanan cahil zümreler türemiştir. Bunlara zinhar inanılmaması ve sözlerine ve söylemlerine hiç itibar edilmemesi gerekir. En bariz özelliklerinden birincisi ve başlıcası, evliyânın kerametlerine inanır gözükmelerine rağmen, her fırsatta keramet gösterenleri ve basit de olsa başka müslümanların üzerinde görünen ve fakat kendilerinin yapamadıkları bazı kerametleri sürekli tenkid etmeleri ve bunları şaklabanlık olarak nitelemeleridir.
Güya bunlar, sanki keramete hiç önem vermeyen ve sadece istikamet üzerinde olduklarını ve istikameti en büyük keramet olarak gören zümre olduklarını iddia ederler. Elbetteki şer'i şerif üzerinde bir hayat sürmek en büyük keramet ve istikamettir. Ancak, bu iş lafla ve söylemekle olmaz. Bu hususta başkalarının onay ve beyanı ve gözlemlenmiş müşahhas yaşantıların müslümanlr tarafından tasdiki gerekir.
Vesselâm.
 

kebîkec

İhvan Forum Üye
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
8,082
Tepkime puanı
1,922
Puanları
113
Dinle İMANIM


Dervişlik özüne hâkim olmaktır,
Esir-i nefs olan derviş değildir.
Aşkı rehber edip hakkı bulmaktır,
Keşkül, teber, âsa, tığ, şiş değildir.

İbadet nâmına kalkıp oturma,
Bağırma, tepinme, göğsüne vurma,
"Yâ Hû!" "Yâ Hak!" diye köpürüp durma,
Zikr-i Hak hazım için geviş değildir.


Sırr-ı hakîkatı gönülden öğren,
Gönüldür aşk ile dîdârı gören,
Ârif-i âgâha o zevki veren,
Beng-ü bâde, afyon, haşiş değildir.

Dünya cennete girenler varsa,
Vech-i Hakk'ı ayân görenler varsa,
"Enel Hak" sırrına erenler varsa,
Sarhoşluk yüzünden ermiş değildir.


Boz yılanı tuttu, çivi yuttu derler,
Pirimiz duvarı yürüttü derler,
Kerâmet olsa da böyle hünerler,
İnsanlığa yarar iş değildir.

Kerâmet umma hiç necef taşından,
Ayrılma insandan, öz kardaşından,
Hakk'ı göremezsin bağlar başından,
Gerçek er sultandır, keşiş değildir.


Mâmûrede doğar, mânevî insan,
Terbiyeyle büyür, kudret-i, imân,
Senin aradığın nimet-i irfân,
Yaban yerde biter yemiş değildir.

Ham ervah her yerde var yığın yığın,
Nedir onlar ile verip aldığın?
Uzlete mâil ol, gönlüne sığın,
Cihân gönül kadar geniş değildir!


Rıza'dan himmet al, berzahta kalma,
Serden geçmedinse ummâna dalma,
Dervişlik sözünü ağzına alma,
Demir leblebidir, kişniş değildir.

Rıza Tevfik (Feylosof)
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Bu tür dörtlükleri bir elinde sazı ile söyleyenleri AŞIK (!) diye TV'lere çıkarıyorlar !Yoksa, sen de onlardan mısın ?
 
Üst