Vahdet-İ VÜcud Nedİr?

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Muhyiddin-i Arabi bizden olmayanlar kitaplarımızı okumasın demişler...
Vahdet-i Vücud hakkında bilmeyenin konuşması zehirdir...
Vahdet-i Vücud herkes farklı olarak algılıyor ama iş onların algıladığı gibi değildir...
VAhdet-i VÜcud yaşanır ancak...Yaşayanlar konuşur yaşamayansa sadece zannını konuşturur
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
“İçinizde... Görmüyor musunuz? (Zâriyat: 21)

Ne oldu şimdi? İçinizi bir yoklayın, kimler var acaba? İşte bu Vahdet-i vücud’çular bunu bilmeyerek bahsediyorlar. Allah-u Teâlâ “İçinizdeyim, görmüyor musunuz?” buyurunca duruyorlar. Demek ki bu Âyet-i kerime bütün bu kalemleri yutmuş oldu.

Eğer bir insan görüyorsa “Görüyorum yarabbi!” dediği zaman, bu Âyet-i kerime’nin sırrına mazhar olmuştur, başkalarına şamil değildir. Ancak “Ben ben değilim, bir benliğim var benden içeri” diyenlerin işidir, lâf işi değildir.

Yani kendisini ifnâ etmiş, Hakk’ı görüyor, kendisini görmüyor.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde:

“Ey akıl ve basiret sahipleri! İbret alın.” buyuruyor. (Haşr: 2)


Bir Âyet-i kerime’sinde de buyurur ki:

“Allah göklerin ve yerin nûrudur.” (Nur: 35)

Göklerin ve yerin nur olduğunu görebiliyor musun? Göremiyorsan vahdet-i vücuddan nasıl bahsediyorsun? Hem Vahdet-i vücud’dan bahsediyorsun, hem de kendini görüyorsun, dağı, taşı, denizi görüyorsun, kendi kendini yalancı çıkarmış oluyorsun. Kendi varlığın Hakk’ı görmene, hakikatı bilmene mani oluyor.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Ancak selim akıl sahipleridir ki, iyice düşünürler.” (Rad: 19)

Bu Vahdet-i vücud mevzusu her velinin işi dahi değil. Bunlar nadiren gelenlerdir. Zahirî ulemânın hiç işi değil, cühelânın ise asla işi değil. Bu kesin olarak bilinmeli.
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
İyi hoş ta
Güneşi tarif için illa güneşe mi gitmeli
Ucundan köşesinden birşeyler
Yani bu işi kurcalayan kimselerin şerhlerini aktarıyorum ben
iki satır yazıya cevap değil aslında

Evet kainatta mulkat varlık Allah acze ve Celle midir? Yoksa onun varettiği varlıklarda mevcutmudur
Maddenin ezeli olması dahi bu kuramdan daha kolay
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Senin söylediğin sözler Karanlık bir odada file dokunan körlerin hikayesini andırıyor...
Vahdet-i Vücudu yaşamayan kimse de ancak bu körler misali anlatır...
O yüzden bu mevzuyu uzatmaya gerek yok...
 
M

Murat Sâki

Guest
Merhaba;

Aslında bütün eşya ve hadiseler Allah’a O’nun isimlerine dayandırılmadığı takdirde izah edilemeyeceği ehlince sabit bir hakikattir. Böyle bir anlayışta da az-çok aynı manada bir tevhid düşüncesi sezilir ki tasavvufçuların düşünce tarzına oldukça yakındır.

Zate, Sa’düddin teftazani de ‘’Şerhu’l- Makasıd’’ında vahdet- vücuda taraftar olanları iki sınıfa ayırarak bunlardan bir zümranın ehl-i sünnet’in düşünce sistemi içinde olduğunu söyler ki bu ehl-i sünnet dediğimiz zümrenin tevhid anlayışı zaten hiç bir zaman münakaşa sebebi olmamıştır.

İmam teftazaniye göre vehdet-i vücudçular iki zümredir. Sofiye ve mutasavvife.

İkinci bir konu ise;

Asırlarına yön vermekle vazifeli, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Abdulkadir-i Geylâni gibi mümtaz zâtlar böyle bir yolda gitmemişler. Bütün gayretlerini nübüvvet vazifesi dediğimiz, insanları irşad etme, ikaz etme, hakkı sevdirme, bâtıldan nefret ettirmede merkezleştirmişler. Bunlar ise, istiğrak değil, sahv yâni uyanıklık hâlinde icra edilebilecek büyük hizmetlerdir. Nitekim, Vahdet-ül Vücud meşrebinin meşhur sîması büyük velî Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin ismini mücedditler silsilesinde göremiyoruz. “Bizim mertebemize çıkmayan kitabımızı okumasın” buyurmakla, meşrebinin hususî kaldığını kendisi de bizzat beyan etmiş bulunuyor.

Risale-i Nur'da ise çok harika bir izahat vardır;

bu meşrebe giren bir velînin sadece İman-ı billâhta, yâni Allah’a imanda terakki ettiği, buna karşılık diğer iman rükünlerini hayal sayma gibi bir hatanın eşiğine geldiğidir. İstiğrak hâlinde söylenen “lâ mevcude illâ hu” yahut “lâ meşhude illâ hu” sözlerinin uyanık halde söylenemeyeceğinin önemli bir sebebi, bu sözün diğer beş iman rüknünü dikkate almamasıdır.

Başka bir konu;

Yunus emre demiş ''cennet, cennet dedikleri bir kaç huri bir kaç ev'' yani yunus emre öyle bir makama ve öyle bir maneviyata ulaşmış ki artık cennet'in gözünde bir değeri kalmamış. Yani “lâ mevcude illâ hu” diyebilmek için muazzam bir makamımız olması lazım ki bizdede o yok.

Şu anki tasavvuf ehlinin ülfet edindikleri ve yanıldıkları konuda bu “lâ mevcude illâ hu” lafzını yerli yersiz kullanmaları.

Yanlış anlaşılmasın ehli tasavvuf değilim sadece bu konuya açıklık getirmek istedim..

Saygılarımla.
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kaf: 16)

Bu yalnız vahdet-i vücudçulara ait değil, şimdi kendimize dönelim. Allah-u Teâlâ “Ben size sizden yakınım.” buyuruyor. Acaba bu yakınlığı biz neden hissedemedik, neden göremedik, neden bilemedik? Karşımızda Âyet-i kerime var.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Resulüm! Kullarım sana beni sorunca haber ver ki, ben onlara yakınım.” (Bakara: 186)

Allah-u Teâlâ her şeyden her şeye yakındır, her şeyde O’nu görebiliyor musun? Senden de sana yakın, O’nu içte hissedebiliyor musun? Yoksa perdede mi kaldın? Eğer hissediyorsan kendinin bir maske olduğunu bilmen ve görmen lâzım. Bunu göremiyorsan, bu hale gelmemişsen, sen Vahdet-i vücud’dan nasıl bahsedebilirsin?

Bu hale gelmeyen kimsenin bunlardan bahsetmesi, nefsine zulmetmesi demektir.

Cenab-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Onlardan kimi nefsine zulmedendir.” (Fâtır: 32)

Hem nasıl bir zulüm biliyor musunuz? Hiç engeli olmayan bir uçurumdur, insanı cehenneme atar. Çünkü Vahdet-i vücud’u hiç bilmiyor, böyle iken kalemine ve diline dolamış.
 

manifesto

Yasaklı
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
0
Tepkime puanı
334
Puanları
0
Konum
Kocaeli
Şu anki tasavvuf ehlinin ülfet edindikleri ve yanıldıkları konuda bu “lâ mevcude illâ hu” lafzını yerli yersiz kullanmaları.
Evet burası doğru
Zeten genelde Vahdet-i Vücut yaklaşımını ikiye ayırmışlardır
Ehli Hak olan ve Batıla olan
Yani Allah'ın şah damarına yakınlaşması için damar olması gerekmez

Bir yakınım geldi... vesair

Bu konu uzatma amaçlı değil bakışları ifade etmek için
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
"Bana bakanlara tecelli ederek varlığını gösterdi. Görünen her varlıkta
onu bir surette görürüm, ilahi zat açığa çıkıp göründüğü anda gaybim
bana gösterildi ve kendimin ondan başka olmadığımı gördüm. Mahv'dan
sonra sahv'da ondan başkası değildim. Zatım zatıma bürün-düğü
zaman tecelli eden yine zatımdı.

İkilik olmadığından, sıfatım onun sıfatı ve şekli benim şeklimdir, çünkü
biz biriz.

O çağrılınca cevap veren benim, ben çağrılırsak, beni çağırana o karşılık
ve cevap verir.

Aramızda muhatap tâ'sı (sen, ben) kaldırılmıştır, yüceliğim, fark
ayrılığının kaldırılmasındadır.

Hiç bir felek yoktur ki irademle hidayete eriştiren ve batınımın
nurundan olan bir melek ihtiva etmesin.

Ben olmasaydım ne varlık olur, ne şahit olur, ne de bir kimse söz ve
ahit üstlenmiş olurdu.

Hayatı hayatımdan olmayan hiç bir canlı yoktur, her nefis benim
isteğimi ister.

Yapılan hac, umre ve diğer ibadetlerle altı yön bana yönelmiştir,
makamda kıldığım namaz onun içindir ve orada onun bana namaz
kıldığına şehadet ederim.

İkimiz de namaz kılıyoruz, her secdesinde birimiz cem' ile diğerinin
hakikatine secde etmektedir.

Başkası sana namaz kılmış değildir, her secde edişimde de başkasına
namaz kılmış değilim." [1]

Tevhid inancı bozulmamış ve dini, kişilerin hatırı için feda etmeyen
mümin bir insan acaba bu sözlerden İbn el-Farıd'ın Allah ile bir olduğu,
onunla bütünleştiği ve görünen ibn el-Farıd'ın Allah'tan başka bir şey
olmadığından başka acaba ne anlar?

Şimdi de Muhyiddin ibn Arabi'ye bakalım.

"Onlar kendisi olduğu halde, eşyayı açığa çıkaran münezzeh olsun." [2]

"Arif, hakkı (Allah'ı) her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak
görendir." [3]

"Her şeyin haddi (tarifi) aynı zamanda Hakkın tarifidir. Yaratıkların ve
eserlerin müsemmalarında sirayet etmiştir. Gören de, görülen de odur.
Alem onun suretidir. Alemin ruhu ve yöneticisi de odur. O, büyük
insandır." [4]

"O ortaya çıkanların kendisidir. Ortaya çıktığı durumda gizli olanların da
kendisidir. Ortada başkasının gördüğü başka bir şey yoktur.
Kendisinden bâtın olacak bir şey de yoktur. O kendisine zahir ve
kendisinden gizlidir. Ebu Said el-Harraz diye adlandırılan da odur.
Görülen ve isimlendirilen başka varlıklar da odur." [5]

"Hakkın, yaratıkların sıfatlarıyla ortaya çıktığını görmüyor musun? Bunu
kendisi belirtmiştir. Noksanlık ve kötülük sıfatlarıyla ortaya çıktığını da
kendisi ifade etmiştir. Yaratıkların da başından sonuna kadar hakkın
sıfatlarıyla ortaya çıktığını görmüyor musun? Yaratıkların sıfatları onun
için hak olduğu gibi, onun sıfatları da yaratıklar için haktır." [6]

"Kâmil arif, tapılan her şeyin hakkın açığa çıktığı ve kendisinde hakka
ibadet edildiğini görendir. Onun için tapılan bu tanrılara taş, ağaç,
hayvan, insan, yıldız, melek gibi özel ismi yanında tapanlar onlara ilah
adını vermişlerdir." [7]

"Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz ona muhtaç,
nefsinde zuhuru için o bize muhtaçtır... Sen ahkamla onun gıdası, o da
varlıkla senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise onun özelliği odur. Emir
ondan sana olduğu gibi, senden de onadır. Ne var ki sen mükellef diye
adlandırılıyorsun. Gerçi halinle sen ona 'Beni mükellef kıl' dediğin için
seni mükellef kılmıştır. Ama o mükellef diye isimlendirilmez. O bana
hamleder, ben ona hamlederim, o bana ibadet eder, ben ona ibadet
ederim." [8]

İbn Arabi'nin bu sözlerini tevhid inancı ile bağdaştığını herhalde hiç bir
muvahhid söyleyemez. Bunun örnekleri burada sayılayamayacak kadar
çoktur, isterseniz onun değerlendirmesini de tasavvuf felsefesi
uzmanlarından Dr. Abdulkadir Mahmud'dan dinleyelim:

"Bu şekilde vahdeti vücut nazariyesi bizi dünyadan yok olma, diriliş ve
amellerin karşılığı konularında İslam'ın kesin prensiplerini inkar etmeğe
götürür" [9]. "Şüphe yok ki vahdeti vücut nazariyesinin mantığı İslam
dinini tümden yıktığı gibi, semavi bütün dinleri ve uluhiyetin ayırıcı
özelliklerini de yıkmaktadır. Bu bakımdan Dr. Ebu'l-Ala Afifi'nin 'ibn
Arabi, şeriatın zahirinin enkazı üzerine ruhaniyette daha derin ve daha
çok tatmin eden bir din bina etmek için yıkmaktadır' (Fususi'l-Hikem,
'Giriş', s. 43) sözlerine katılmıyoruz." [10]

İbn Arabi'nin sarihlerinden olup vahdeti vücut nazariyesinin felsefesini
yaparak şirk bataklığına daha çok batıran Abdulkerim el-Cili'den de
örnekler verelim:

"Zatı itibariyye yüce olan Hak'kın açığa çıktığı her varlığa tapmak
gerekir. O, âlemin zerrelerinde açığa çıkmış(zahir olmuş)tur." [11]

"İki alemde de mülk benimdir. İkisinde de benden başkasını görmedim.
Onun ya iyiliğini umarım yahut ondan korkarım.

Kemalin her türlüsüne sahibim ve Küllün büyüklüğünün cemaliyim, ben
ondan başkası değilim." [12]

"Gördüğün ne kadar maden, bitki, hayvan ve seciyeleriyle insan,
gördüğün ne kadar deniz, çöl, ağaç veya yüksek bina, gördüğün ne
kadar manevi suret ve göze hoş gelen güzel manzara, gördüğün ne
kadar melek şekli ve manası iblis olan görünüm, gördüğün ne kadar
beşeri bir şehvet ve elde edilen birhak, gördüğün ne kadar arş,
kuşatıcısı, kürsüsü, yüce refref, işte onlar hepsi benim, hepsi benim
manzaram (görünüşüm)dür. Onun hakikatinde teceli eden benim, o değildir. Halkın rabbi ve efendisi benim. Bütün alem isim, zatım ise
müsemmasıdır." [13]

"Allah, Muhammed'in nefsini kendi zatından yarattığı -ki Allah'ın zatı iki
zıttı bulundurmaktadır- zaman hidayet, nur ve güzellik, sıfatları
bakımında melekleri Muhammed'in nefsinden yarattığı gibi, zulmet ve
celal sıfatlarıy bakımından iblis ve tabilerini de Muhammed'in nefsinden
yarattı." [14] "Bil ki varlık ve yokluk iki karşıttır ve uluhiyet feleği ikisini
kuşatır. Çünkü uluhiyet eski-yeni, hak-halk, varlık-yokluk gibi iki zıttı
birlikte bulundurur..." [15]

Bir de Bayezid (Ebu Yezid) el-Bistami'den bazı örnekler verelim:

"Allah'tan Allah'a çıktım. Nihayet bende 'Ey ben sen olan' diye
seslendi." [16] "Sübhani (noksanlık sıfatlarından münezzehim), mâ
a'zame şe'nî (şanım ne yücedir)!" [17]

"Çadırımı Arş'ın yanına kurdum." [18] "Allah'ım! Senin bana itaatin
benim sana itaatimden daha büyüktür." [19] "Allah'a yemin ederim ki
sancağım Muhammed'in sancağından daha büyüktür. Nurdan olan
sancağamın altında cinler, insanlar ve peygamberler
bulunmaktadır." [20] "Beni bir defa görmen, rabbini bin defa
görmenden hayırlıdır." [21] "Öyle bir denize daldım ki, peygamberler
onun sahilinde kalmışlardı." [22]

Aynı inançları bu meşhurların izleyicileri olarak Sadreddin Konevi,
Celaleddin er-Rumi, Yunus Emre, Şair Cami, Nazmi Efendi, ibn Sebîn,
Tilimsani, Şebusteri, Zinnun el-Mısrî, Kaygusuz Abdal, Seyyid Hüseyin
Nasr ve Rene Guenon gibi muhtediler devam ettirmişlerdir. [23]



Gümüşhanevi şöyle diyor: "Hakkın suretleri Muhammed'in kendisidir. Çünkü ehadiyet ve vahdaniyet hakikati ile taayyün etmiştir." [24] "ilk
taayyunla beraber olan zattır. Esmau'l-Husnası vardır ve Allah'ın ismi
a'zamıdır." [25]

Muhammed ed-Demirtaş da şöyle demektedir: "Hakikatlerin hakikati
bütün mertebeleri ihata eden ilahi kemalli insani mertebedir. Hazratu'l-
Cem', ehadiyyetu'l-cem' diye isimlendirilir. Daire onunla tamamlanır.
Zatın yokluğunda taayyün eden ilk mertebedir ve o hakikati
muhammediyedir." [26]

İbn Arabi de şöyle demektedir: "Alemin başlangıcı hava(boşluk)tur.
Alemde ilk mevcut, rahmani arşın üzerin istiva ile nitelenen rahmani
hakikati muhammediyedir. Rahmani arş ilahi arştır. Ayrı bir varlık
sözkonusu olmadığı için onu ihata etmek de sözkonusu değildir. O,
neden var olmuştur? Nerede var olmuştur? Hava (boşluk)da var
olmuştur. Ne şekilde var olmuştur? Kendisini bilmekle ifade edilen Hak
(Allah)da mevcut olan misal (şekil) üzere var olmuştur. Karışımdan
kurtulmak ve karışım olmaksızın her alemin yaratıcından nasibini
almasını sağlamak, gayesi hakikatlerini izhar etmek ve en büyük
alemin feleklerini bilmektir." [27]

Yine şöyle demektedir: "Allah'ım! Salavatının bağı (sılası)nı ve
selamlarının selametini rabbani körlük (boşluk)tan doğan taayyunatın
ilki ve insan türüne katılan tenezzülatın sunucusu üzerine saç.
Mekke'den Medine'ye hicret eden Allah'tı ve onunla beraber ikinci bir
şey yoktu. Daha önce ne ise şimdi de odur. Varlığında beş alemin

(ilahizatın aşamaları) hazaratını toplamıştır. Hüviyet sırrı her şeyde
sirayet etmiştir. Ubudiyetle rububiyeti şahsında toplamış, imkan ve
vücudiyeti kapsamıştır. [28]
Abdulgani en-Nablusi de şöyle demektedir: "Muhammed'e ancak
Muhammed salat okumuştur. Çünkü kulların ona salatı isminin
suretinden bir emriyle kullardan sadır olmuştur. (Yani Kur'an'da Allah müminlere Muhammed'e salat okumalarını emrederken, gerçekte
emreden Muhammed'in kendisiydi ve Allah salat okuyan kulların
suretine bürünmüştür.)" [29]

el-İbriz kitabının sahibi Abdulaziz el-Debbağ da şöyle demektedir: "Arş ve ferşiyle, yer ve gökleriyle, cennet ve perdeleriyle, alt ve üstleriyle
ne varsa, hepsi bir araya getirilip bakıldığında Muhammed'in nurundan
bir parça olduğu görülür. Muhammed'in bütün nuru biraraya getirilip Arşa konulsa, Arş erir. Arşı örten yetmiş kat perdeye yöneltilse,
perdeler parçalanırlar. Bütün yaratıklar bir araya getirilip o büyük nura
tutulsa, hepsi dökülür ve dağılırlar." [30]
Ömer İbn Said el-Fûnî de şöyle demektedir:

"Muhammed'in nuru yaratıldığı zaman, taayyün eden kainatta
dağılmadan önce bütün peygamberlerin ve evliyanın ruhları ehadi bir
bütünlükle bu Muhammedi nurda toplanmıştı. Bu da birinci akıl mertebesinde olmuştur." [31]

Ahmed Abdulmumin el-Hulvani de şöyle demektedir: "İnsanlar yok iken
bütün varlıklardan önce, fert fert parlak bir nur olarak var etmiştir. Ondan sonra bütün yaratıklar senin yüce nurundan varlığını almıştır. Bu
ne büyük bir şereftir! Onun için bütün yaratıklar bu dünyada ve daha
çetin kıyamet gününde sana sığınır. Başlarına bir sıkıntı geldiği zaman,

sadece insanların değil, diğer yaratıklar da dahil, hepsinin sıkıntısını
giderirsin. Bana cömertlik yap. Şüphesiz Rahman'ın hazineleri sağ
elindedir. Ve sen dağıtanların en cömerdisin." [32]

Meşhur mutasavvıf şair el-Busiri de "el-Burde" kasidesinde şöyle
demektedir: "Bütün peygamberlere gelen âyetler onun (Muhammed'in)
nurundan onlara gelmiştir." [33]

İbn Arabi de şöyle demektedir: "Nuru içinde bir lamba bulunan kandile benzer. Lambaya benzetilmiştir. O boşlukta akılla adlandırılan hakikati
Muhammed'den daha çok kabul edeceği bir şey yoktu. Akıl denilen bu
hakikati Muhammed bütünüyle âlemin başlangıcı ve varlık olarak ilk
zahir olandır. O'nun varlığı o ilahi nurdan, boşluktan ve külli
hakikattandır. Boşlukta kendisi var olmuş ve alemin kendisi onun
tecellisinden var olmuştur. Onun en yakını, alemin imamı ve bütün
peygamberlerin sırrı Ali ibn Ebi Talib'dir." [34]



1.Bkz.: Ibn el-Farid, Divanu ibn el-Farıd, Talyye Kasidesi", Kahire, 1341

h.

2.Muhyiddin Ibn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, 2/604.

3.Muhyiddin Ibn Arabi, Fususu'l-Hikem, Bali Şerhi, 374, Kaşani Şerhi,
1/192, thk. Dr. Ebu'l-Ala Afifi.

4.Fususu'l-Hikem, 111, el-Halebi baskısı.
5.Fususu'l-Hikem, 77, el-Halebi baskısı.

6.Ftısusu'l-Hikem, 80, el-Halebi baskısı.

7.Fususu'l-Hikem, 1/195, Afifi neşri. Ibn Arabi'nin islam dışı bilgi kaynakları hakkında bilgi için bkz.: Dr. Ebu'l-Ala Afifi, Muhyiddin
Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, Çev. Dr. Mehmed Dağ, AÜlF Yay., No. 127.

8.Fususu'l-Hikem, 1/83.
9.Dr. Abdulkadir Mahmud, el-Felsefetu'l-Sufiyye fi'l-islam, 511, Daru'l-
Fikri'l-Arabi, Kahire.

10.Dr. Abdulkadir Mahmud, a. g. e., s. 515.

11.Abdulkerim el-Cîlî, el-lnsanu'l-Kamil fi Marifeti'l-Evahir ve'l-Evail,
2/83, hicri 1293.

12.Abdulkerim el-Cîlî, a. g. e., 1/22.
13.A. g. e., 1/22.

14.A. g. e., 2/41.

15.A. g. e., 3/27.

16.Dr. Abdurrahman Bedevi, Şatahatu's-Sufiyye, 28-32; Feriduddin
Attar, Tezkiretu'l-Evliya, 1/160, Neşr. Nicholson, 1905-1907.
17.Dr. Abdurrahman Bedevi, a. g. e., s. 30.

18.A. g. e., 29.

19.A. g. e., 30.

20.Aynı yerde.

21.Aynı yerde.

22.A. g. e., 31. "Bunlar 'safahattır, dolayısıyla sahipleri sorumlu olmaz."
gibi bir savunma geçerli değildir. Çünkü her şeyden önce din insanlara
akıllı olmayı ve akıllarını kullanmayı öğretmektedir, deli olmayı değil.
Diğer taraftan bu şatahat sahiplerinin güya akılları başlarına geldikten
sonra da şatahatları üzerinde ısrar ettikleri ve o sözlerden
vazgeçmedikleri bir gerçektir. Safahatından tevbe edip söylediği din
dışı şeylerden istiğfar eden hiç bir tasavvufçu gösterilmemektedir.
Aksine, şatahatları üzerine ısrar ettiklerini kendi kaynaklan
söylemektedir. "Kemal ehlinin en basit hali şathdır. Çünkü onlatın hangi manalar içerdiğini biliyorlar." Bkz.: ibn Haldun, Mukaddime, 333; Şifau's-Sail H Tehzibi'l-Mesail, 84-86; Kadı lyaz, eş-Şifa, 4/538-544; ez-Zebidi, Şerhu Ihyai Ulumid-din, 8/139; Ebu Talib el-Mekki, Kutu'l-Kulub, 1/267; Ebu Nasr es-Serrac et-Tusi, el-Luma, 454-461.
23.Bunlardan alıntılar ve örnekler için bkz.: Celaleddin Vatandaş, Tevhid ve Değişim, 227-242, Pınar Yay., İst.-1992; Zubeyr Yetik, insanlığın Yüceliği ve Guenoniyon Batınîlik, değişik bölümler, Fikir Yay,, lst-1992
24.Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul, 107, Kahire, 1329 h.
25.A. g. e., "Hakikati Muhammediye" bölümü.
2.6.Muhammed ed-Demirtaş, Risale fi Marifeti'l-Hakaik, 7'den naklen Abdurrahman Abdulvekil, el-Fikru's-Sufi 1i Dav'tti'l-Kitap ve's-Sunne, 74, Mektebetu Ibn Teymiyye, Kuveyt.
27.ibn Arabi, el-Futuhatu'l-Mekkiyye, 1/152-154.
28.Ibn Arabi, Mecmuatu'l-Ahzab, 2, istanbul, 1298 h.
29.Abdulgani en-Nablusi, Mecmuu'l-Ahzab, 557, istanbul baskısı.
30.Abdulaziz ed-Debbağ, el-lbriz, 2/84.
31.Ömer Ibn Said el-Funi, Rimahu Hizbi'r-Rahim, 14'den naklen, Abdurrahman el-vekil, Hazihi Hiye's-Sufiyye, 87, Beyrut, 1984.
32.Ahmed Abdulmunim el-Hulvani, Risale, 14'den naklen Abdurrahman Abdulvekil, a. g. e., 87.b
33.Kaside-i Bürde Şerhi ve Tercümesi, 39. beyit, s. 52-53, istanbul, 1977. Süleyman Çelebi'nin Mevlidi'nde de aynı ifadeler bulunmaktadır.
34.Ibn Arabi, e;-FuftJ/ıafu7-MeWc/yye, 1/152-154.
35.Ali Şeriati, Ali Şiası Safevi Şiası, 153, Yöneliş Yay., istanbul, 1990. Tasavvufçular bu inançlarına dayanak olması için de "Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım.", "Gizli bir hazine idim... benimle beni tanıdılar." gibi hadisleri uydurmuşlardır.
36.Geniş bilgi için bkz.: Ibn Arabi, Fususu'l-Hikem, 1/191-196, Harun Fassı, Dr. Afifi neşri.
37.Fususu'l-Hikem, 1/62, el-Halebi baskısı; Futuhat-ı Mekkiyye, 353. bölüm. Ebu Hamid el-Gazali, İhyau Ulumidin, 3/19, el-Mektebetu't-Ticariyye, Mısır; eş-Şarani, el-Yevakıt ve'l-Cevahir, 2/85-86, ikinci baskı, 1307; Ibn Teymiyye, Hakikatu Mezhebi'l-İttihadiyyin, 63-77, Faysalabad, Pakistan.
38.Şuara, 192-195.
39.Fussilet, 41-42.







Şu yukarılardaki sözleri söyleyenlerin tevhid akidesini çok merak ediyorum ???
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
ibn el-Farıd, ibn Arabi, Hallaç, Ebu Yezid el-Bistami, Abdulkerim el-Cilli

Ve benzeri sapkınların görüşleri asla kabul edilemez.

Adı ister tasavvuf olsun ister başka bişey, yuakreıda yazılanları okudunuz...

Hangi grupta, veya akımda olduğu önemli dğeil sapıklık sapıklıktır, sufi akrdeşlerimiz bu lekelerden uzak durmalı, tevhide sarılmalıdır...



Tek ilah'tan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O tek olan ilah da, şeriki olmayan Yüce Allah'tır. Çünkü ibadete layık olan, ancak O'dur.

Zira Allah (c.c.) dışındaki mabutların ilahlık iddiası batıldır. Çünkü O'ndan başka bir şey ibadete (dua edilmeye, emir ve yasak koymaya, nizam tespit etmeye) layık değildir.

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayın..." (Nisa: 4/36)

"... Biz her ümmete, yalnız Allah'a kulluk etmeleri ve tağuttan da sakınmaları için Rasul gönderdik." (Nahl: 16/36)

"...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." (A'raf: 7/59)

"Onlara "La ilahe illallah" denildiği zaman kibirlenirlerdi ve "mecnun bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz" derlerdi." (Saffat: 37/35-36)
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,059
Tepkime puanı
1,751
Puanları
113
Tevhid akideleri; Allah'i zatinda, sifatinda ve fiillerinde essiz ve ortaksiz bilirler. Tipki sizin, bizim gibi... Aradaki fark onlar hucrelerine kadar hissederler...
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
Tek ilah'tan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O tek olan ilah da, şeriki olmayan Yüce Allah'tır. Çünkü ibadete layık olan, ancak O'dur.

Zira Allah (c.c.) dışındaki mabutların ilahlık iddiası batıldır. Çünkü O'ndan başka bir şey ibadete (dua edilmeye, emir ve yasak koymaya, nizam tespit etmeye) layık değildir.

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayın..." (Nisa: 4/36)

"... Biz her ümmete, yalnız Allah'a kulluk etmeleri ve tağuttan da sakınmaları için Rasul gönderdik." (Nahl: 16/36)

"...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." (A'raf: 7/59)

"Onlara "La ilahe illallah" denildiği zaman kibirlenirlerdi ve "mecnun bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz" derlerdi." (Saffat: 37/35-36)
 

zebih

Kıdemli Üye
Katılım
22 Ara 2006
Mesajlar
4,033
Tepkime puanı
100
Puanları
63
Konum
kayseri
Burada hak iki meşreb vardır. Şöyleki:

Birinci meşreb: Muhakkak saliklerin sulukü ( yolu ) biterken, Tevhid ve irfan denizinde ve ilminde istiğrak bulurlar, muzmahil olurlar. Şöyleki zatları O'nun zatında ve sıfatları O'nun Sıfatında yok olur. Kendileriyle birlikte bütün masivayı kaybederler. O zaman " La mevcud " makamında masivayı görmezler. Buna fena fitTevhid ( Fenafillah) diye isim verirler.

Zatları O'nun zatında ve sıfatları O'nun Sıfatında yok olur demeleri hulul ve ittihad ifadesi değildir. Âlî bir mesele, âdi bir misalle anlatılmak istenilirse, şöyle denilir:

Bir genç oğlan, bir kızı sever ve ondan uzaklaşırsa; haliyle aşk ve sevgisinden tahammülsüz dereceye gelir; arar, arar... Ansızın tenha bir yerde korku ve utanç olmaksızın karşı karşıya gelir. Acaba o anda kızın istek ve arzuları, bedeni ve güzelliğinden başka bir şey aklında kalır mı?.. Elbette kalmaz.. Kalmayınca, titrer mi?.. Titrer.. Birleştik der mi?.. Der.. Yahud düşüp bayılır mı?.. Bayılır.. İşte bunu gören: " Şu genç, bu kıza meftûn olmuş. " der. Ayılınca, gençten sorsan: Nedir bu senin halin?. " Canım onun canı için feda olmuş; istek ve buyruklarına hazırım. Onun isteği, benim isteğimdir; ben yoğum o var.. " demez mi?.. der.. Bundan daha âlî ünsiyet makamı... Bu " O benim içime.. Ben de onun içine girdim." demek değildir.

Adamın belinde bir silah var. Cebinde kaçak bir eşya var. Ansızın polisler etrafını sarar.. O anda, polislerin korkusundan titrer mi? Titrer.. Şok geçirir mi?.. Geçirir.. Polisin zatından ve silahından , bir de merhametinden başka, hiçbir şey aklına gelir mi?.. Gelmez.. Korkusu ümidine galebe çalar mı?.. Çalar.. İşte bu adam, polisten meftun oldu mu?.. Oldu.. Hele hele, kendisini takatsız ve mukavemet edemeyecek derecede görürse.. Ve bundan âlî, mahcubiyet makamı...

İşte kızı sevdiğimiz kadar Allah Teâlâ'yı seversek; arzusu için arzumuzu terk edersek; yahud polisten korktuğumuz kadar Allah'tan korkarsak, yasaları için yasaklardan kaçınırsak, fânî olmuş oluruz.
Bu fenâyı bulanlardan kimisi soğukkanlı olur: " Emrinde yok oldum" der. " Aşkında yok oldum" der. " Sanatına hayran oldum" der. Kimisi de heyecanlanır: Zâtım O'nun Zât'ında ve sıfatım O'nun Sıfatında yok oldu der. Soğukkanlı, ehli temkin.. bu ise ehli sekirdir..

Teftezânî , Şerh-ul Mekâsıd'da bu meşrebi kabul edip der ki: Biz bu fenanın kenarında itikad ederiz ki bu fenanın yolu ayan ve beyan. "


İbnu Kesîr'in naklettiği Ebî Seleme ve Ebî Hureyre'den gelen sahih bir rivayette, Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.

" Sözün en doğrusu, şair Lebîd'in söylemiş olduğu: ' Dikkat, Allah'tan başka herşey zeval halinde, helaktedir.' sözüdür. "

İbnu Kesir diyor ki: Bunun muktezası şudur: Gerçekte Allah teâlâ'dan başka her şey, bütünüyle fanidir, zevaldedir. Bârî Teâlâ'nın Zât'ı, herşeyden önce ilk.. ve herşeyden sonra sondur.
Kâdı Beydâvi El-Kasas sûresinin son ayetinin tefsirinde: " Gerçekte Allah Teâlâ'nın Zât'ından başka her şey mümkündür; haddi zatında zevalde ve ma'dumdur." Er-Rahman sûresinin " Yeryüzünde her şey fânîdir. İkram ve Celal sahibi Rabb'inin Zât'ı bâkî kalacaktır." meâlindeki 26-27'nci ayetinin tefsirinde de " Eğer sen mevcudatın cihetlerini araştırsan ve zatlarını teftiş etsen, Allah Teala'nın Zat'ından başkasının, haddi zatında zevalde olduğunu görürsün; Rabb'inin rızasının ciheti müstesna.. " demektedir.

Mercânî bunu naklettikten sonra diyor ki: Ariflerin ittifakıyla, mümkinatın hepsi; helak, zeval ve fenâ halindedir. Hakiki vucudları yoktur. Ancak hakiki mevcud, doğrusu vücud, Allah Teala'dır. Bir şahs-ı vâhid, muhtelif bir çok aynalarda zuhur ettiği gibi, Allah Teâlâ'da mümkünlerde tecelli eder. Bu tecelli ve zuhurdan başka, mümkünlerin hiçbir vucudu yoktur.

Tarif edilen istiğrakı, ruhen, kalben ve aklen müşahade etmek; bu müşahade esnasında sarhoşluktan dolayı varlığını unutmak, Fenâ.. Kendi varlığını idrak etmek, Bekâ... İki varlık arasında fark etmek ve mümkinata da bir nev'î vucud payını vermeye hükmetmek, Vahdet-i şuhud ve Bekâ... İşte İmam Rabbânî Mektubat'ında bu makamı tercih ederek, Vahdet-ul-Vucud'u inkar etmektedir. Ounun inkarı, Vahdet-ul-Vucud meselesinin yokluğu veya geçersizliği için değildir. Daha mükemmel makâmâtı idrak etmek içindir.

Hâlık'a inanıp, O'nun emriyle nefsî arzularını yok eden yok mu, işte o kimse, O'nda yok olur. Kısa tabirle, nehiyleri terk etmek ve emrleri yapmak.. Yani O'nun için her yasakları terk eden, O'nun için alçak nefsi öldüren ve muhalefet eden sâlik yükselir; doğrusu başkalaşır
Rûhen de bütün emrleri yerine getirerek Kur'an'ın ahlakıyla başbaşa kalırsa, Bekabillah olur. Doğrusu iki insan olur.

Hakikatte Vahdet-ul-Vücud'a kail olanlar, Arif-i Billah ve hakiki müslümanlardır. Mişkat-ul Envar kitabının tabiriyle " Ehli Vahdet-ul-Vücud"; Üstad Hazretlerinin tabiriyle " Ehli Vahdet-uş-Şuhud"; mecazın en derin çukurundan çıkıp, hakikatin zirvesine... İmam Şa'ranî'nin tabiriyle; ayn-ul-yakîn mertebesindeki hakikatlere varmışlardır.

Hakikatte onlarca, tek bir varlık vardır. O da Allah.. Lâ mevcûde filhakîkati İllallah demişlerdir. Kainat hayalidir; veyahud ayna gibidir. Var görülür, hakikatte yoktur. Bu meşreb, Vacib-ul-Vücud'un Zat'ını değil, masivayı yok bilirler; "masiva yokluğa mahkumdur" demezler. Kâdı Beydâvî, Er-Rahman sûresinin 27 ve 287inci ayetlerinin tefsirinde bu meşrebi muteber görmüştür.
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
La İlahe İllallah'ın manası:

Tek ilah'tan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O tek olan ilah da, şeriki
olmayan Yüce Allah'tır. Çünkü ibadete layık olan, ancak O'dur.

Bu kelimenin gereği, Allah'ın (c.c.) dışındaki bütün sahte ilahları reddetmektir.

Zira Allah (c.c.) dışındaki mabutların ilahlık iddiası batıldır. Çünkü O'ndan başka bir
şey ibadete (dua edilmeye, emir ve yasak koymaya, nizam tespit etmeye) layık
değildir.

Uluhiyetin başkaları için reddedilmesi, ilahlığı sadece ortağı olmayan Allah'a (c.c.)
ait kılmayı ve O'nun yanında ikinci bir ilah edinmemeyi gerektirir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayın..." (Nisa: 4/36)
"Kim tağutu inkar edip Allah'a iman ederse, muhakkak kopması mümkün olmayan
sağlam bir kulpa (La İlahe İllallah'a) yapışmış olur. Allah işitendir,
bilendir." (Bakara: 2/256)

"... Biz her ümmete, yalnız Allah'a kulluk etmeleri ve tağuttan da sakınmaları için
Rasul gönderdik." (Nahl: 16/36)

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kim La İlahe İllallah der ve Allah'tan başka tapınılanları (ibadet edilenleri)
reddederse malı ve kanı haram olur..." (Müslim, İman: 8)

Bütün rasullerin kavimlerini davet ettikleri söz şudur:

"...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilahınız yoktur..." (A'raf: 7/59)

İbn-i Receb (Allah ona rahmet eylesin) şöyle demiştir:

"İlah; yüceliğiyle, aşk ve muhabbetiyle korku ve ümidiyle kendisine güvenilen,
tevekkül edilip dayanılarak kendisinden istenilen, kendisine dua ve yakarışta
bulunulan, itaat edilip isyan edilmeyendir. Tüm bunlar ancak aziz ve celil olan yüce
Allah'a yaraşır."

İşte bu sebeple; Rasulullah (s.a.v.) Kureyş müşriklerine:

"La ilahe illallah" deyiniz, dediğinde müşriklerin cevabı;

"İlahları tek bir ilah mı kıldı? Gerçekten bu çok acayip bir şey" (Sa'd: 38/5) demek
olmuştur.

Kelime-i Şehadet'in genel manası Allah'ın (c.c.) dışında ibadet edilenleri reddeder ve
batıl kılar. Yani tağutu red ve Allah'a (c.c.) iman etmeyi gerektirir.

Tağutu reddetmek, Allah'ın (c.c.) emir ve yasağına ters düşen emirlerde bulunan kişi

ve kurumları, hevayı ve şeytanı reddetmektir. "La ilahe illallah" ın manasıyla birlikte
gereğini de yerine getirmek, ibadette Allah'ı (c.c.) birleyerek O'na benzer tutulanları
terketmektir.

Kul, "La ilahe illallah" dediğinde; ibadette Allah'ı (c.c.) birlediğini, Allah'tan (c.c.)
başkalarına, putlara, kabirlere, evliyalara ve salihlere ibadet etmenin batıl olduğunu
ilan eder.

"La ilahe illallah" ın gereği, Allah'tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığını,

yaratıcı, kudret sahibi ve her şeye kadir olanın Allah (c.c.) olduğunu kabul etmek,
Allah'tan (c.c.) başka hiç kimsenin hakimiyet hakkı olmadığına inanmaktır. Çünkü
hakimiyet yalnız Allah'a (c.c.) aittir. Kim, "La ilahe illallah" ı bu şekilde inanarak
açıklarsa mutlak olarak tevhidin hakkını vermiş olur.

Allah'a (c.c.) yaklaşmak için ölülere kurban kesen, türbelerden yardım isteyen,
kabirlerin etrafını tavaf eden ve adak adayanlar, Allah'ın (c.c.) yaratıcı ve her şeyin
sahibi olduğuna inansalar bile, ilk Arap müşrikleri gibi Allah'a (c.c.) şirk koşmuş
olurlar. Mekke müşrikleri, kabirlere ve putlara tapmadıklarını söylüyor fakat
uygulamada aksini yapıyorlardı. Onlar yaratıcı ve rızık verici olduğuna
inanmadıkları halde, sırf kendilerini Allah'a (c.c.) daha çok yaklaştırsınlar diye salih
olduğuna inandıkları bazı kişilere ibadet ediyorlardı.

Hakimiyet, "La ilahe illallah"ın gerçek manasının tamamını değil sadece bir cüzünü
oluşturur. Çünkü ibadette şirk koşan bir kimsenin, şeriatın hükmünü kabul
etmesinin bir faydası yoktur. Şayet "La ilahe illallah"ın manası onların zannettiği gibi

olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) ile müşrikler arasında herhangi bir mücadele olmaz,
onlar da Rasulullah'a (s.a.v.) bağlanırlardı.

Böyle bir durumda, Rasulullah (s.a.v.) onlara:

"Allah'ın varlığını ve her şeye kadir olduğunu tasdik edin. Hukuki, meselelerde

şeriatın hükmüne tabi olun" der ve onları ibadetlerinde serbest bırakırdı. O zaman
Allah Rasulü'ne tabi olurlardı.

Bunlar, Arap lisanının ehli olan bir kavim oldukları için "La ilahe illallah" ın putları
tapmayı reddettiğini ve sadece lafzi bir mana taşımadığını anlıyorlardı. Bundan
dolayıdır ki bu kelimeden nefret ederek uzaklaştılar ve şöyle dediler:

"...İlahları tek bir ilah mı kıldı? Şüphesiz bu çok acayip bir şey..." (Sa'd: 38/5)

Allah (c.c.) onları şöyle vasfediyor:

"Onlara "La ilahe illallah" denildiği zaman kibirlenirlerdi ve "mecnun bir şair için
ilahlarımızı mı terk edeceğiz" derlerdi." (Saffat: 37/35-36)

Onlar, "La ilahe illallah"ın Allah'ın (c.c.) dışında ibadet edilen her şeyi reddetmek,
ibadette sadece Allah'ı (c.c.) birleme manasına geldiğini çok iyi biliyorlardı.

Şayet müşrikler "La ilahe illallah" dedikleri halde putlara ibadet etmeye devam
etselerdi, kendi içlerinde çelişkiye düşerek bundan rahatsız olurlardı.

Günümüzde kabirlere ibadet edenler, bu şiddetli çelişkiden hiç rahatsız olmuyor,
onlar "La ilahe illallah" demelerine rağmen birçok ibadeti ölülere yapmaya devam
ediyorlar.

Ebu Cehil ve Ebu Leheb, bu kelimenin manasını günümüzde kabirlere ibadet
edenlerden çok daha iyi biliyorlardı. Onların bile eli kurudu!

Sonuç olarak:

Kim bu kelimeyi, manasını bilerek söyler, gereğiyle amel edip açık ve gizli şirkten
kaçınırsa, ibadeti tam bir itikatla yalnız Allah'a (c.c.) has kılıp bununla amel ederse,

işte o gerçek bir mümindir.

Kim "La ilahe illallah" deyip inanmadığı halde zahiren amel ederse, o da münafıktır.
Kim bu kelimeyi diliyle söyler, fakat onu bozacak amellerden birini işler ve Allah'a
(c.c.) şirk koşarsa o da müşriktir.

"La ilahe illallah" kelimesinden kastedilen; manasını bilip bu mananın gerektirdiği
şekilde Allah'a (c.c.) ibadet etmektir.

İbadet, muamelat ve bütün meselelerde Allah'ın (c.c.) hükümlerini kabul edip,
beşeri kanunları reddetmek, insan ve cin şeytanlarının revaca çıkardığı bütün

hurafeleri ve bid'atleri ortadan kaldırmak bu kelimenin ameli gereklerindendir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Yoksa onların dinde Allah'ın izin vermediği bir şeyi kendileri için din gösteren
ortakları mı vardır?" (Şura: 42/21)


"...Eğer siz onlara itaat ederseniz, muhakkak ki müşrik olursunuz..." (En'am: 6/121)

"...Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu Mesih'i Rabler
edindiler." (Tevbe: 9/31)

Nebi (s.a.v.) bu ayeti kerimeyi okudu. Bunun üzerine Adiyy b. Hatem Rasulullah'a
(s.a.v.) dedi ki:

"Muhakkak onlar, onlara ibadet etmiyorlar ki.

Rasulullah (s.a.v.):

"Onlar Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları
zaman onlara itaat etmiyorlar mı?" dedi.

Adiyy b. Hatim: "Evet" deyince,

Rasulullah (s.a.v.):

"İşte böylece onlara ibadet ediyorlar." buyurdu. (Tirmizi, Tefsir: 10; Taberi: 14/210
(61632-61634); Suyuti, Durru'l-Mensur: 3/230; Beyhaki, Sünenü'l-Kübra)

Şeyh Abdurrahman b. Hasan dedi ki:

"Allah'tan başkalarına itaat etmekle alimlerini rabler edindiler. Aynı olaylar bu
ümmetin içinde de vuku bulmaktadır. Bu ise en büyük şirk olup, "La ilahe illallah" ın
manasını ortadan kaldırır."

Bu kelimeyi söyleyen bir kimsenin, beşeri kanunlarla muhakeme olmayı da
reddetmesi gerekir. Çünkü sadece Allah'ın kitabıyla hükmolunmak, onun dışında
kalan beşeri sistemleri terketmek farzdır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"... Eğer bir şeyde ihtilafa düşerseniz onu Allah'a ve Rasulü'ne götürün." (Nisa: 4/59)

"Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onun hakkında hüküm vermek
hakkı Allah'ındır. İşte benim Rabbim olan Allah O'dur..." (Şura: 26/10)

Allah (c.c.) kendi indirdiği şeriatle hükmetmeyenler hakkında kafir, zalim, fasık diye
hüküm vermiştir. Allah'ın (c.c.) indirdiğinin dışında hüküm veren kişide iman
yoktur.

"La ilahe illallah" müslümanların yaşamlarının her yönüne hakim olması gereken bir
hayat nizamıdır.

Bazılarının zannettikleri gibi, sadece manasını anlamadan gereğiyle amel etmeden,
sabah ve akşam virdlerinde bereket için tekrar edilen bir söyleyişten ibaret değildir.

"La ilahe illallah"ın gereklerine bağlılık, Allahû Teala'nın isim ve sıfatlarına Allah
(c.c.) ve Rasûlünün (s.a.v.) bildirdiği şekilde iman etmeyi gerektirir.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin. Onun isimlerinde ilhad
etmeyin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir." (A'raf: 7/180)

Abdurrahman b. Hasan dedi ki:

"Arap dilinde ilhad kelimesinin manası, Allah Teala'nın isim ve sıfatları hakkında
sapmaya meyletmek ve yalana yönelmektir.

Bilerek veya bilmeyerek birtakım tevillerle Allah'ın (c.c.) isim ve sıfatlarının hak
olan manasını inkar etmek ve O'nu mahlukata benzetmektir."

Her kim Allah'ın (c.c.) isim ve sıfatlarını bozar, tevil eder veya kabul etmez, Celil
olan manalarına delalet eden manasını ortadan kaldırırsa, Cehmiyye, Mutezile,
Eş'ariler gibi La ilahe illallah'ın delaletine muhalefet etmiş olur. Çünkü ilah, isim ve
sıfatlarıyla dua edilen ve vesile olunandır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"... En güzel isimler Allah'ındır. Onunla O'na dua edin..." (A'raf: 7 /180)

İsim ve sıfatları olmayan nasıl ilah olur? Kendisine ne ile ve nasıl dua

edilir?" (Fethu'l-Mecid: 237-238)

İmam ibn-i Kayyım dedi ki;

"İnsanlar ahkam ayetlerinin tefsirinde ihtilafa düştüler. Fakat Allah'ın (c.c.)
sıfatlarıyla ilgili ayet ve hadislerin herhangi birinde ihtilafa düşmediler, bilakis
sahabe ve tabiin bu ayetlerin manasını anladılar ve gereğiyle amel ettiler.

Kur'an'da bulunan ahkam ayetlerinin manasını ilim ehlinden başkası anlayamaz,
fakat sıfat ile ilgili ayetlerin manasını bütün insanlar anlayabilirler. Bundan
kastettiğim mananın kefiyetinin değil de aslının anlaşılmasıdır." (İbn Kayyım el-
Cevziyye, Medaricu's-salikin: 1/29-30)

"Bu konu selim fıtrat ve semavi kitaplarla bilinen bir konudur. Kemal sıfatlarını
yitiren ilah, müdebbir ve rab olamaz. Bilakis eksikliği sebebiyle kendisiyle alay
edilir.

Hamd, ezelde ve ebedde celal ve kemal sıfatlara sahip olana aittir. Çünkü hamd'e
layık olan sadece O'dur. (Muhtasar Sevaiku'l-Mürsele: 1/10)

Allah'ın (c.c.) kemal sıfatlara sahip olduğuna ve bütün noksan sıfatlardan ve
mahlukata benzemekten uzak olduğuna mutlaka inanmak gerekir." (İbn Kayyım el-
Cevziyye, Medaricu's-salikin: 1/26)
 

İbrahim Tevhidi

Profesör
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
765
Tepkime puanı
7
Puanları
0
Yaş
41
Web sitesi
www.rebeze.com
Muhyiddin-i Arabi bizden olmayanlar kitaplarımızı okumasın demişler...
Vahdet-i Vücud hakkında bilmeyenin konuşması zehirdir...
Vahdet-i Vücud herkes farklı olarak algılıyor ama iş onların algıladığı gibi değildir...
VAhdet-i VÜcud yaşanır ancak...Yaşayanlar konuşur yaşamayansa sadece zannını konuşturur



Anlatılmaz, yaşanırmı diyorsun... :)

İyide anlamadığım bişey var, bunun islamla ne alakası var...
 

adalı

Profesör
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
1,907
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Web sitesi
adali81.blogcu.com
Vahdet-i Vücud’dan Kim Bahsedebilir?

Bu mevzuda ancak bilenin konuşması lâzımdır, diğerlerinin değil.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, ne bir bilgiye, ne de bir rehbere ve ne aydınlatıcı bir kitaba istinad etmeksizin Allah hakkında mücadele (münakaşa) eder.” (Lokman: 20)

Bir şeyi anlatmak için o işin hakikatını bilip konuşmak şarttır, aksi halde yalandır. Bu şartlar size Âyet-i kerime’lerle bir bir belirtilecek.
Allah-u Teâlâ kime o hayatı yaşattı ise, yaşadığı kadarını bilir. Diğerleri ise o hayatı zan ile kaleme alır. Alır da halka “Biliyormuş, yaşıyormuş...” gibi izaha kalkar. Bu ise diri ve ölü misaline benzer. Birisinin ruhu hayatta, nefsini öldürmüş; diğerinin ise nefsi hayatta, ruhu ölmüş. Fakat beşeriyet bunları ayırt edemiyor.

Meselâ kamış iki türlüdür: Bir pekmez kamışı vardır, sıktığın zaman pekmez çıkarır. Bir de süpürge kamışı vardır, ne kadar sıksan bir şey çıkmaz, çünkü içi boştur.

Ve size şimdi Âyet-i kerime ile temsil getireceğiz.

Vaktaki Firavun’un sihirbazları sihirlerini yere attı, Musa Aleyhisselâm da asasını atınca, sihirbazların sihirlerini yutmaya başladı.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Bunun üzerine Musa da asasını attı, onların uydurduklarını yutmaya başlayıverdi.” (Şuarâ: 45)

İşte size arzedeceğimiz Âyet-i kerime’ler, bunların sihirli kalemlerini yutmuş olacak.

Hazret-i Allah’ın varlığı ile övünürüm
Varlığımdan utanırım.
Hükümsüz ve değersiz mahlukum
Hüküm ve değer Sahibim’e aittir.



Tasavvufsuz Vahdet-i vücud olamaz. İyi bilin ki tasavvufun en son merhalesi, Vahdet-i vücud’un bidayetidir.

Daha sıfat-ı hayvaniyesinden sıyrılmamış, ahlâk-ı zemimeden kurtulamamış bir kimse Vahdet-i vücud’dan nasıl bahsedebilir?



 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
Vahdet-i Vücut, sufi'nin seyr-u süluk esnasında yaşadığı, bir ruh hali, bir his galatı, bir şaşkınlık ifadesidir...Kesinlikle hulul ve ittihad iddiası değildir, hulul ve ittihad iddiasında bulunan küfürdedir...
 

EbuMahir

Asistan
Katılım
7 Ara 2006
Mesajlar
286
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Ibni Arabi Hzleri kitabinin girisinde 'Ey Veli kardesim' diye seslenir. Yani kitabinda yazdiklari belirli makamlara gelebilmis veliler icindir avam bunu asla anlayamaz ki kendiside bunu dile getirmis ve kitabinin avam tarafindan okunmasini yasaklamistir. Ibni Arabi Hazretleri cikis noktasi olarak 'Kendini bilen Rabbini bilir' Hadisi serifini alir.

Vahdet-i vucut 'Lailahe Illallah'i biz avam gibi 'Allahtan baska ilah yoktur' diye anlamaz 'Ilahlar yok, sadece Allah var' olarak anlarlar.

'Kendini bilen Rabbini bilir' Hadisi Serifinde gizlidir hakiki Vahdet-i Vucut anlayisi...
 

Ahi Evran

Profesör
Katılım
18 Haz 2007
Mesajlar
1,695
Tepkime puanı
14
Puanları
38
Yaş
45
vahdet-i vücut anlayışının gizli olduğu sahih hadisler varken...
vahdet-i vücut müteşabih'dir...
 

Cenan

Ordinaryus
Katılım
13 Eyl 2007
Mesajlar
3,059
Tepkime puanı
1,751
Puanları
113
Cenana kardeşim, bizim zühdü ve takvayı esas almış, akidesini yitrmemiş, evliyaullahlar bir lafımız yok, fakat yukarıd a az önce yazanları ben değil İbni arabi gibiler yazdı..

Tevhid ile alakası varmı acaba??

Allah bana muhtaç ben allah diyor :)

Bunalrı tevil edeceksek, ebu cehilin suçu neydi??

Muhterem kardesim, acizane bizim gibi cahillerin aciklama yapmasina gerek kalmadan Ismail abimiz gerekli aciklamayi yapmis zaten.

Alıntı:
elmnightmare - İsimli Üyeden Alıntı
Vahdet-i Vücud hakkında bilmeyenin konuşması zehirdir...
Vahdet-i Vücud herkes farklı olarak algılıyor ama iş onların algıladığı gibi değildir...
VAhdet-i VÜcud yaşanır ancak...Yaşayanlar konuşur yaşamayansa sadece zannını konuşturur


Allah kendilerinden razi olsun elmnightmare kardesimiz en guzel sekilde cevap vermisler.

Bu sular derin sular ve herkes bu sularda yuzemez... Selametle...
 
Üst