Üstadin talebelerinden olan Berlin'deki Abdulmuhsin Muhsin Alev el-Konevi'den Seyh Nazim'a Mektub

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
Üstadin talebelerinden olan Berlin'deki Abdulmuhsin Muhsin Alev el-Konevi'den Seyh Nazim'a Mektub

Biismihi Sübhanehu Esselamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü Ebeden Daimen

Aziz Muhterem Ağabeyim Şeyh Nazım Hakkani Kıbrısi Efendim ve Kıymetli Kardeşim Abdullah

Ve Rısale-i Nurun neşrinde fedakarane çalışan hizmet arkadaşlarım Şükran Vahide Hanım ve Mehmed Güleç Fırıncı Efendiler,

Eski devirlerde sulh yapan devletler sulh alameti olarak oğullarını birbirlerine rehin olarak verirlermiş, Hititlerle Mısırdaki Firavunlar böyle yapmışlar. Aciz biçare ve serseri kardeşiniz Konyalı Muhsin Alev, Abdül-Muhsin Alkonavi olan ben de 60 seneden beri ve son 52 seneden beri de Almanyada çeşitli guruplar arasında böyle çalışmaya çalıştım.

Hoca Selım oğlu, Molla Mehmad oğlu olup sonradan Konyaya gelip yerleşen babam Bakırcı Hafız Mustafa Efendinin ve Osman Hodoğlu kızı ve annem Konyalı Fatma Hanımın oğlu olarak 1931’ de Konyada doğup 1949’ da liseyi bitirip Istanbula tahsile gittim. Konyaya gelip hizmet eden aslen Filibeli Mevlevi Şeyhi Sıddık Efendi ve Konyada Arablar mahallesınde mukim Mehmed Bilal Efendiler sayesinde rahmetli babam Mevlevı Tarikatına intisapla zikir ve ibadetle yaşadı, Konyada Arablar mahallesınde mukim Mehmed Bilal Efendiyle Kuran’ı hatim ettim. Konya lisesinde okurken Ahmet Atak, Hatipoğlu ve Salahattin Erdoğandan Eskişehirde Işık matbaasında basılmış Gençlık Rehberini ve Ineboluda Nazıf Çelebi’nin daktiloda mumlu kağıda yazıp teksirle bastırdığı Asay-ı Musayı alıp okudum, çok beğendim. 1948 yaz tatilinde Konyada Halıcı aslen Erzurumlu Sabri Efendi Afyon hapsinde iken oğlu Mehdi Halıcı babasının eskimez yazıyla yazılmış bütün Risale-i Nur Külliyatını bize, lisede okuyan 4 gence, teslim etti; biz de Hayat Apartımanının karşısında küçük ve modern bir caminin yukarısında müezzin mahfelinde 3 ay gündüzleri okuduk. Konyada Ermenekli Telgraf memuru Ziver, Zübeyir Gündüzalp ve Konya lisesinden mezun Yusuf Ziya Arunla tanışıp Nur’a çalışmağa çalıştık. 1949/1950 Kış sömestresinde Istanbul’da Fındıklı’da okuduğumuz Edebiyat Fakültesinin karşısındaki yokuştaki Hurıiye Hanımın evinde kiralık bir odada Ziya Arun, Ziver Zübeyir Gündüzalp ve ben beraber oturduk. Zübeyir Gündüzalp ağabey her gün iktisad için yaya olarak Fındıklı’dan Sirkeciye Bab-ı Alideki Sebil-ür Reşad yazıhanesine Eşref Edip Beyin yanına giderdi. Üstadın biraderzadesi Abdurrahman’ın yazıp neşrettiği Tarihçe-i hayatla ve ona ilaveler yaparak yeni bir Tarihçe-ı hayat yazarak Eşref Edip Beye verdi. O da 1952 de Akşehir Otelinde Üstadla olan görüşmesini ve mahkeme sahnelerıni ve Gençlik Rehberinin Bereat haberini yazarak neşretti. Üstad Bediüzzeman Said Nursi hazretleri bir lahika mektubunda Eşref Edip Beğin Zübeyir Gündüzalpten alıp ilavelerle neşrettiği bu yeni Tarihçe-ı hayatı ‚Üniversitecilerin’ neşrettiğini yazdılar. O zaman ne Ankara ve ne de Istanbuldaki üniversitelilerden bu kitebı yazacak veya Konferans verecek Zübeyir Gündüzalpten başka bir ‚Üniversiteci’ veya üniversiteli yoktu.

1953 senesinde Üstadımız hazretleri Samsundaki Büyük Cihat Gazetesinde neşrolan bir makalesi sebebiyle açılan davaya gitmek için Istanbula gelip Samsuna Vapurla Yusuf Ziya Arunla Ahmet Aytimur ve beni alıp gidecekti. Biçare ben ise 19 Mayıs 1919’da Samsuna Vapurla vatanı kurtarmağa gidene rekabet olmasın, Risale-i Nur’un mesleği müsbet hareketle kendi mesleğini sevip başkalara adavet etmez diyerek Samsuna Vapurla gitmeğe itiraz ettim. Istanbuldan ayrılamaz diye rapor alınıp Isatanbul’a nakledilen davanın yapılacağı günün ön gecesi Üstad hazretleri çok hiddetliydi Ziya Arun, Abdullah Yeğin, Ahmet Aytimur ve Hüsnü Bayram ayakta iken ben ise önünda otururken hepimize ‚Hayatımın en üstün gayesi olarak İmana, Kurana ve Risale-i Nura hizmet edeceğim’ diye yemin ettirdiler. Ama ertesi günü mahkemeye sadece beni alıp götürdüler. Mahkemeye girmeden koridorde yanında Avukatımız Abdurrahman Şeref Laç ve Tahiri Mutlu Ağabeyin akrabası Istanbul zenginlerinden manifatura tüccarı Nazif Çelebi ile beraber otururlarken ben ise önlerinde ayakta duruyorken, Üstad hazretleri içerde mahkemedeki hakime suç görülen makalesini okuyacağını söyleyince: ‚Aman efendim bunu hiç okumayın çok zarar verir’ dediler. Bu sözlerinin hiç tesiri olmadığını görünce bana ‚Üstadına söyle sakın okumasın yoksa çok zarar verir.’ dediler. Ben ise dün geceki fırtınaya nisbeten bu makale hiç hükmünde kalır diye düşünüp hiç cevap vermeden yüzlerine aptal aptal baktım. İçerde hakimin önünde Üstad hazretleri suç mevzuu makalesini okudular. Ben de sağında ve arkasında durarak hakimim yüzüne bir tanıdık gibi bakarak içimden ‚lütfen bu Ihtiyar ve hastanın kusuruna bakmayın’ diye düşündüm. Bu yakınlarda Alman ‚Spiegel’ mecmuası insanın alnının arkasında kafasının içinde ‚Ayna sinirleri’ varmış ve insanın karşısındakilere düşüncelerini nakledermiş. Üstad hazretleri de dışarı çıkınca ‚Keçeli hakimi nasıl kandırdın’ dediler. Bundan sonraki diğer iki Afyon Makemelerine Istanbul’dan her seferinde bir avukatla gidip yine Üstad hazretlerinin yanında durarak hakimlerin yüzlerine bir tanıdık gibi bakarak içimden ‚lütfen bu Ihtiyar ve hastanın kusuruna bakmayın’ diye düşünmekle berata bir vesile oldum. Elhamdü lillah. 1953 ile 1954 arasındaki güz,kış ve baharın başında altı ay kadar Ispartada Üstad hazretlerinin evinde ayrı bir odada kalarak daktilo ve teksir makinelerimle bir çok eserlerni basıp neşir ettim. Isparta Sorgu hakimliği hakkımda dava açıyordu. Afyon hapishanesinde bir müddet kalan Mustafa Oruç Ramazanoğlu büyük bir salonda yere serili yataklerda nasıl ikamet ettiklerini ve yataklarının arasına konmuş bir tahta kulübede zaruri hacet ve yıkanmayı nasıl yaptıklarını anlatmıştı. Hapse düşmeyeyim diye harice Almanyaya kaçmağa karar verdim. Üstad hazretlerinin yanlarından ayrılırken. ‚Gitme Uhuvvet Risalesini yazıp bas’ buyurdular. Altı ay evvel bunu Istanbul’da yapmıştım. Üstad hazretleri durmayacağımı görünce ‚‚Abdül-Muhsin, Uhuvvet Risalesini hayatına düstur edinmiş onun tatbikine çalışıyor’’ buyurdular. Almanyaya, Batı Berline Yunanıstan ve Yugoslavya üzerinden tirenle Gümülcine, Üsküp.. şehirlerinde bir müddet kalıp oradaki müslümanları biraz tanıyıp geldiğimden Üstad hazretlerine‚Oralarda Risale-i Nur’a çok ihtiyaç var bir kardeşimizi lütfen oraya gönderiniz’ diye yazdım. Üstad hazretleri buna cevaben ‚ Abdül-Muhsin üniversite tatillerinde oralara gitsin’ diye bildirince artık Türkiyeye dönmeme bir ihtiyaç kalmadığını anladım. Maalesef sadece 1964,1966 ve 1972 senelerinde gidip bir müddet oralarda kalarak Risale-i Nura hizmet ettim. 1964 Ağustos ve Eylül aylarında Yunanistanda Gümülcine Şehrinde bir kiralık evde yeni iki yaşını doldurmuş olan oğlumuz Selim Said Hamdi ve annesi Cemile Rotraud Scheer ile oturduk. Açık hava çay ev ve bahçelerinde oturan kalabalık müslümanlara ’Risale-i Nur’lardan okuyup ’’ Risale-i Nur artık davasını kazandı.’Yargıtay’, ’’bir defa beraat eden eserler tekrar dava edilip yasak edilemez’’diyor. Diyanet Dairesi de bu eserlerde zararlı hiç birşey yok diye rapor veriyor’’, diye tekraren açıkça ilan ettim. Oradan Ankara’ya idarede olan İsmet İnönü’ye daima haber veriliyordu. Sonradan kati kanaatim geldi ki; o sırada İran şahı Rıza Pehlevi, İnönüye ’’bizde hapiste dik kafalı bir molla var onu ne yapayım’’ diye sormuş. İnönü de ’öldürme bize gönder, ben onları tanıyorum. Ahirete gidenlere pasaport vermeye çalışıyorlar. Yoksa Avrupa bize fena muamele eder’, deyip İmam Humeyni’yi Bediüzzeman Said Nursi hazretlerine benzetmiş. Böylece İmam Humeyni Ekim ayı başında önce Bursaya gelip ve yedi ay kalıp ondan sonra önce Irak’a sonra Fıransa’ya geçmiş.Daha sonrada 1979’da İrana dönüp devrim yapıp Şahı kaçırıp başa geçmiş. 1964 Ağustos ve Eylül aylarında Yunanistan’da Gümülcine şehrinde ’İsbat’ adı altında 8 sahifelik 3 Buroşür, ikisi eskimez Kuran hatlarıyla birisi yeni harflerle olarak neşir ettim. Artık ’Yumuşak yastık gibi kalınmayıp din namına sert kuvvete topuza sarılınacak ’devrim yapılacak’’. Ama Risale-i Nur’un topuza, sert kuvvete, ihtiyacı yok. Bediüzzeman Said Nursi hazretleri Risale-i Nur’da ‚Yüz elimiz de olsa ancak Nur’a kafi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok. Hem topuz olsa kafir yüz derece daha fena olan münafık olur hiçbir daha idare ve terbiye edilemez.’ diye yazıyor. Hem idareci dünyevilere diyor ki: ’Efendiler benden korkmayınız, çünkü benim idealim 300 sene sonra tehakkuk eder. Sizler ise o zamana kadar yaşayamıyacaksınız. Ama bana mani olursanız bu hayatınızda çok kötü felaketler başınıza gelecekler. ’

11.12.1965’de oğlumuz Hamdinin bir kız kardeşi Anisa Saida Nuriye dünyaya geldi. Anneleri Cemile Rotraud Alkonavi Hanım 1966 yaz aylarında beni tek başıma hizmet seyahatine gönderdi. Viyana’da bir iki ay Dr. İsmail Baliç Beyin ’Sosyal Dienst’ dairesinde kaldım. Ben ona Türkçeden Almancaya oda bana Almancadan Boşnakcaya, ’Serbo Kroatiş’e tercümeler yaptı. Onun ’Sosyal Hizmet’ dairesinde mumlu kağıda daktilo ile yazıp teksir makinesinde Almanca, Türkçe ve Boşnakça olarak bir buroşür neşrettim. Bunları alıp Yugoslavya’ya götürdüm. Saray Bosna’da dağıttım ve mahkemeye verildim 21 gün hapis veya 70 Alman markı para cezasına çarptırıldım. Bir hırvat olan hakim ’kendi neşrettiğin güzel hakikatlara kendin muhalif hareket etmişsin.’ Bak ne güzel yazılmış deyip şöyle bir parçasını okudu:’ Milletin ve vatanın hayat-ı içtimaiyesini anarşilikten kurtarmak ve büyük tehlikelerden halas etmek için beş esas lazımdır ve zaruridir. Birincisi:Merhamet, İkincisi:Hürmet, Üçüncüsü: Selamet, Dördüncüsü: Haramı helalı bilip haramdan çekinmek, Beşincisi: Serseriliği bırakıp iteat etmektir.’ Dışarda basıp burada dağıtmakla kanunlarımıza muhalif hareket etmişsin. Bizde burada basıp dağıtsaydın hiç mani olmazdık.’ dedi. Maalesef 1972’de bir daha gidip tam hizmet edemedim.

Berlinde 1925’de bütün müslümanların birlikte kurduğu fakat Hindistandan Ahmedilerin sahip çıktığı Berlin Camisinde 1955’de bir Cuma günü bir misafir olan müslüman Şam alimi Profesor Mustafa Sibai Efendi orada namaz kılmış olan 4 müslüman alman gencine tercümanıyla ’Sizler Ahmedi olarak mı müslüman oldunuz’ diye sordu. Ben de yanlarında olduğumdan bunu inkar ettiler. Ben de orada hemen bu büyük misafire Risale-i Nur’dan 20. Lem’a ’İhlas Risalesi’nin arabcasını hediye ettim. Onda Bediüzzeman ’İslamiyet dairesinde hangi meslekten olursa olsun ittifak etmeyi,..Ehl-i Hak ile ittifakın ’Tevfik-i İlahiye’nin ve dindeki İzzetin sebebi olduğunu’ hatırlatıyordu. Mustafa Sibai Efendi bu davete icabet ederek hayatının sonuna kadar ’Hadarat-ı İslamiyet’ mecmuasında Risale-i Nur’dan makaleler neşretti. Üstadım Bediüzzeman Said Nursi hazretleri 1952’de Istanbulda benim matbaada neşrettiğim ’Gençlik Rehberi’ mahkemesi esnasında kaldığı ’Akşehir Oteli’nde bu aciz, biçare ve serseri Abdül-Muhsin’e ’Ben seni Mustafa Sungur gibi varislerimden kabül ettim fakat kimseye söylemedim.’ buyurdular. Ben de iyi ki söylemediniz daha da söylemeyiniz diye düşününce bana ’Senin cesaretin fıtratından mı yoksa imanından mı’ diye sordular. Ben de ’Efendim ben çok korkağım, ama İmanımın telkini ile kendimi cesaretlendiriyorum.’ diye cevab verdim. Bunun üzerine ’Benim ölüm haberimi alınca dünyanın neresinde olursa olsun hemen gel!’ buyurdular. Bu emirlerine ’İhtiyaç olunca ben hayatta olduğumda ne söyleyip ne yepacaksam aynen onu Risale-i Nur’dan anlat ve onun tatbikine çalış!’’ manasını vererek Risale-i Nur’dan onu anlatıp tatbikine çalışıyorum.

Muhterem Ağabeyim Şeyh Nazım Hakkani Kıbrısi Efendim Hazretleri!

üstadım Bediüzzeman Said Nursi hazretleri Sizin gibi Şeyh Efendilere ’Eğer benim kardeşlerime alaka duyarsanız bu dairemize girin, Risale-i Nur’ları okuyup neşirlerine çalışın,Eğer Meziyetiniz varsa kardeşlerime Ağabey olursunuz!’ davetinde bulunuyorlar.

’Nurcular Risale-i Nur’ları çoklar okuyup anlamadıklarından Mevlevilerin Mesneviyi okuyup anlattıkları gibi yapsınlar’ diyerek Meziyeti göstermişsiniz! Lütfen Bediüzzeman Said Nursi hazretlerinin Kuranın mucizelerini gösteren ’İşaret-ül İcaz’ eserinin arabça aslını ve ingilizce tercümesini televizyon, radyo ve internette okuyup ilan ediniz.

Almanya vekiliniz Abdullah Halis Dornbrach kardeşimize terğib ve teşvik ederek ’İşaret-ül İcaz’ eserinin almancaya tercümelerini yaparak televizyon, radyo ve internette neşirlerini yapmasını emir buyurunuz. Uzun zamandan beri Risale-i Nur’ları arabcaya tercüme ve neşreden üstad Said Ramadan al-Buti’den geri kalmayıp daha mükemmel ve üstün olunuz!

21.7.2006 Cuma/Cumartesi
Aciz, biçare ve serseri kardeşiniz Abdül-Muhsin Alkonavi

Bu mektup "Risaleden geçinenler"in elinden-dilinden Said-i Nursi Hz. nin kurtarılması için çok önemlidir.

Almanya'nın Berlin şehrinde yaşayan bir kardeşimiz Said-i Nursi Hz. nin yakın talebesi Muhsin ALEV ile görüşüp bu ilginç mektubun yazılma sebebi"ni öğrenilebilse çok şey aydınlanacak... Belki de RisaleiNur takipçileri ile tarikat ehli arasındaki ihtilaflar bitecektir. O kadar önemli.

Tarihi bir hizmet olur bu...
 

sufi7007

Profesör
Katılım
24 Nis 2007
Mesajlar
1,161
Tepkime puanı
15
Puanları
0
’Nurcular Risale-i Nur’ları çoklar okuyup anlamadıklarından Mevlevilerin Mesneviyi okuyup anlattıkları gibi yapsınlar’ Şeyh Nazım Kıbrısî'den nakleden Muhsin Alev el-Konevi)

Şu 2006'da yayınlanan "AÇIK MEKTUP"u mektubu yazan kimmiş ? Niye bu mektubu herkese açıklamış ? Bu kıdemli Nur şakirti ne demek istemiş ? Niye istemiş ?

Muhsin Alev (ABDÜLMUHSİN al-KONAVÎ) KİMdir?


1944 senelerini takip eden yıllarda, Konya’da Zübeyir Gündüzalp’le beraber Nur hizmetlerini yürüten gençler içinde Abdülmuhsin (Muhsin Alev) de vardı.

Muhsin Alev, Nur hizmetlerinde olduğu kadar pek çok mahkemede de Üstad Bediüzzaman’ın yanında bulundu. Meselâ, Afyon mahkemesinin bekleme koridorunda yorgun düşen Üstad’ın başını kendi omzuna yaslamasını, hayatı boyunca hiç unutamayacağı bir hadise olarak anlatır.

1952 senesinde Üstad Bediüzzaman aleyhine açılan İstanbul Mahkemesinin diğer bir sanığı da Muhsin Alev’di. Kendisine yöneltilen suçlama ise, 1951 senesinde iki bin tane Gençlik Rehberi risalesini matbaada bastırmaktı.

Mezkûr yıllarda Üstad Bediüzzaman, gerek Gençlik Rehberi Mahkemesi, gerekse Samsun Mahkemeleri için iki yıl üst üste iki defa İstanbul’a gelip, üçer ay kalmıştı. Muhsin Alev bu yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde öğrenci olarak bulunuyordu. Muhsin Alev’in felsefe konularında da Üstad Bediüzzaman ile konuştuğu olmuştu. Bir gün Üstad Bediüzzaman’la ders esnasında Sokrat’tan bahis açılınca, Muhsin Alev, Sokrat’ın zehir içerek intihar ettiğini söyledi. Bunun üzerine Bediüzzaman, Sokrat’ın intihar ettiğini kabul etmeyerek, şu cevabı verdi:
“Nasıl intihar edebilir? İntihar etmedi, mahkûm edildi. Zehir içmeye mahkûm edildi. Neticede zehir içirilerek öldürüldü.”

Muhsin Alev, Son Şahidler isimli eserin 4. cildinde yer alan hatıralarında, Üstad Bediüzzaman’ın en son telif ettiği Nur Âleminin Bir Anahtarı isimli risaleyle ilgili örnek bir hadiseyi şöyle aktarır:
“İstanbul’da 1953 senesi baharında en son eseri Nur Âleminin Bir Anahtarı’nı telif edip bitirmişti. Bu eserine bir isim koymak istiyordu. Ders vermek ve hem de istişârenin ehemmiyetini bildirmek için, bize sordu, istişâre yaptı. Neticede Nur Âleminin Bir Anahtarı isminde karar kılındı ve esere bu isim verildi.”

Muhsin Alev 1954 yılında Almanya’ya gitti ve buradaki Risale-i Nur hizmetlerinin ilk tohumunu attı. 1992 yılında gerçekleştirilen “İslâm Düşüncesinin 20. Asırda Yeniden Yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî” başlıklı uluslararası sempozyuma katılan Doç. Dr. Ursula Spuler, Almanya’daki Nur hizmetleri hakkında geniş olarak ele aldıktan sonra Muhsin Alev’le ilgili şu bilgileri aktarmıştı:

“36 yıl sonra, 1954’te talebesi Muhsin Alev’i Berlin’e göndermiştir. Bundan önce de Berlin Camii imamına Zülfikar isimli eserini göndermiştir. Muhsin Alev, Berlin’de güzel bir hizmet başlattı ve zamanla teşekkül eden cemaat Berlin’de bir matbaa kurulmasına muvaffak oldu. Türkiye’de basma imkânı bulamadıkları tevafuklu Kur’ân’ı burada bastırdılar. Ben böyle bir kitaba sahip olmakla kendimi mutlu addediyorum. Nur talebeleri daha sonra Risale-i Nurdan değişik eserleri Berlin’de Türkçe olarak basarak Türkiye’ye göndermişlerdir.”


http://www.sorularlarisale.com/subpage.php?s=article&aid=1837

Şerh edecek bir şakirt aranıyor...

( Where is ORHANCAN? )
 
Üst