Umran Dergisi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran.jpg


Mısır: Devrimden darbeyeMısır’daki darbe sürecini konu alan Umran dergisinin 228. sayısı çıktı. Dergide Mısır’daki gelişmelerin Ortadoğu ve dünya siyasetine muhtemel etkileri irdeleniyor

Dünya Bülteni/ Kültür Servisi
Mısır'da 3 Temmuz 2013'te gerçekleştirilen darbe aynı zamanda Ortadoğu'daki gelişmelerin uzun vadede alacağı şekli göstermesi bakımından son derece dikkatle takip edilmesi gereken bir gelişme. Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin ve Müslüman Kardeşler hareketinin Tahrir sonrasındaki süreçte izlediği siyaset belli mahfillerde ciddi ölçüde rahatsızlık uyandırdı. Mübarek rejiminin kalıntılarının siyasal pozisyonlarından yararlanarak Mısır'da darbe yaptılar. Mursi karşıtlarının, cumhurbaşkanlığı seçimi ve anayasa referandumu sürecinde daha örgütlü hareket etmeleri ülke içinde Müslüman Kardeşler karşıtlığını pekiştirerek sistematik bir hale getirmeye başladı.
Bununla birlikte Müslüman Kardeşlerin haftalardır sürdürdükleri protestolar Arap sokağının uyandığının ve artık kolaylıkla göz ardı edilemeyeceğinin göstergesi olarak okunabilir. Bu bakımdan Mısır'daki darbe sürecinin asker kontrolünde devam etmesi mümkün değil. Her şeye rağmen bölge artık eskisi gibi değil ve köprünün altından çok suların geçtiği değişmez bir gerçek. Darbe yönetiminin 'baltacılar' marifetiyle olsun, güvenlik güçleri aracılığıyla olsun katlettiği insan sayısının günden güne artması, krizi derinleştirmeye dönük planlı, hedefli operasyonlar yürütüldüğünü açıkça ortaya koymakta.
Dergide dosya çerçevesinde yer alan yazılar şöyle: "Mısır'ı Firavun'dan Kurtarmak" (Mustafa TEKİN), "Mısır'da Bir Devrim Daha Olacak" (Burhanettin CAN), "Mısır'da Darbe: Bölgesel Muhaberat Düzeninin Çaresiz Hamlesi" (Cevat ÖZKAYA), "Mısır Darbesi Mısır Halkına mı Dayanıyor?"(Hamza TÜRKMEN), "Mısır'ın 'Demokratik' Darbesi!" (Harun ERSOY). Ayrıca Gürkan Zengin'le son kitabı Kavga ekseninde bir söyleşinin yer aldığı bu sayıda Seyyid Kutub'u değerlendiren iki yazı bulunuyor. "Seyyid Kutub'un Mücadelesini Anlamak" (Şemsettin ÖZDEMİR) "Çocuk Seyyid Kutub'a Uzak Akrabalığım" (Metin Önal MENGÜŞOĞLU)
Gündem bölümünde ise Arap basınından çeviriler yer alıyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran-230_ekim2013.jpg



Umran Dergisinin 230. Sayısı Çıktı!

Umran Dergisi Ekim sayısında "Sarp Yokuşu Aşmak" manşetiyle çıktı.

Umran Dergisinden:
SARP YOKUŞU AŞMAK
Kültürel Hegemonya, İstikamet ve Ahlak
Modern paradigmaya ve inşa etmek istediği dünyaya karşı değişen tonlarda muhalif (veya düşman) bir tavır sergilemenin altında yatan sebep eğer İslâm’sa, bu İslâmcı olarak anılmak için yeter bir sebeptir. İslâm’ı referans alarak bireysel ve toplumsal sorunların çözümü için entelektüel çaba sarf etmenin varacağı menzil İslâmcılık olacaktır. Kabul etmeliyiz ki yaygın İslâmcı ifade biçimleri postmodern ilkeleri, felsefi anlayışı ve yeni birey ve devlet kavramını bünyelerine çabucak yerleştirmiş görünüyor. Bunun İslâmcıların kendilerinden kaynaklanan nedenleri olduğu gibi uluslar arası sistemle bizdeki devlet anlayışının büyük etkisi bulunuyor. Devlet Müslümanları kamusal alanda kıstırıp, devlet kapısında bekletince, İslâmcılar kaçışı/açılımı özgürlük söylemleri, yerellik, kültürel çoğulculuk ve belki de en çok “hakikat” anlayışını Batılı yeni yönelimlere uygun şekilde düzenlemekte buldu.
Neoliberal demokrasinin temel politikalarından biri olarak karşımıza çıkan kültüralizm bağlamında İslâm da yani Müslümanlar da geçmiş modern dünyanın lanetlileri olarak yeni durumda kendi hakikatlerinden bahsedebilme özgürlüğüne sahip kılınıyor. Peki Müslümanlar/İslâmcılık buna nasıl tepki verecek? Davet edildikleri bu dünyada kendi düşünsel auralarının sahihliğini koruyabilecek bir düşünsel biraradalık oluşturabilecekler mi? Ya da mezkûr yeni dünya onlara nasıl bir hayat vaat ediyor ve onların bu davete icabetleri nasıl oluyor/olacak?
Meseleye Türkiye özelinde bakıldığında şöyle bir durumla da karşı karşıya olduğumuz göz ardı edilmemelidir. AK Parti’nin art arda gelen üç seçim zaferinin ardından Türk siyasal hayatı hakkında yapılan analizlerin ya AK Parti üzerine ya da AK Parti’yi İslâmcı kökenli bir parti olarak görüldüğü için İslâmcılık üzerine yoğunlaşmasına neden oldu. Bir anlamda Türk siyasal hayatının son dönemini anlamak için AK Parti analizleri yapılmaya başlanmıştır ve AK Parti’nin daha iyi anlaşılması için ise Türkiye’de İslâmcılığın sathi bir arkeolojisinin yapıldığı görülmektedir. İslâmcılık başlangıçta geleneksel İslâm telakkisinin ana kaynaktan, İlahi Vahiy’den kopukluğu gerileme sebeplerinin başında sayılırken Büyük Doğu’dan Diriliş’e doğru ilerleyen haliyle yeniden geleneğe yaslanma ihtiyacı hissetmiştir.
Öte yandan sürekli tekrar edilen bir Kemalizm eleştirisinin hangi araçlar ve olgular vasıtasıyla 1970’li yıllardan farklı bir dille, daha gerçekçi ve etkili bir eleştiriye dönüşebileceği sorgulaması İslâmcı fikir çevrelerinin en kısa zamanda tartışması gereken konudur. Müslüman hâkim unsurun seksen yıllık trajedisi entelektüel cemaatin üzerindeyken, Müslüman entelektüellerin kendisini bu trajediden soyutlamaya yeltenmesi geri dönüşü imkânsız bir hatanın kapılarını aralar. Müslüman hâkim unsurun trajedisi AK Parti eli ile yavaş yavaş/kısmen izale edilirken Müslüman fikir adamları bu mücadelede kenara çekilme tercihinde bulunursa, İslâmi çevrelerin kesimin yeni atlatılmaya çalışılan trajedileri kısa vadede umulmadık hızla tekrardan yaşatılabilir!... Bu felaketin mesuliyeti ise en çok fikir çevrelerine tahvil edilecektir. Gündemle ilgili olduğu kadar, belli oranda refahın yaygınlaşması ve İslâmcıların da kısmen bundan faydalanması sebebiyle İslamcılar genel olarak yoksulluk ve adalet konularında büyük bir sessizlik içindeler. Birkaç silik, temelsiz ve öykünmeci ses, dışında Türkiye’deki gelirin eşit dağıtılması hususunda yüksek ses çıkaran İslâmcılar bulunmuyor.
Akleden bir kalple, hikmetle sorunların üzerine gideceğimiz yerde, komplo teorilerinin baskınına uğruyor, bu teoriler üzerinden varlık mücadelemizi tanımlamayı ve tasvir etmeyi sürdürüyoruz. Süreklilik ve sadakati, öze sadakati merkeze yerleştirecek bir ahlak anlayışını İslâmcıların kurmasından başka çıkış gözükmüyor.
İrtibat Tel: 0212 631 12 50
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran-231-kasim-2013.jpg





Umran Dergisinin 231. sayısı çıktı! Dergide bu ay, İslami eğitimin meseleleri, ilahiyatlar ve imam hatipler ele alınıyor.

Umran Dergisinin 231. Sayısı çıktı! Dergide bu ay, İslami eğitimin meseleleri, ilahiyatlar ve imam hatipler ele alınıyor.


Umran Dergisi, Kasım 2013 içeriği:
İSLÂMİ EĞİTİMİN BUGÜNKÜ MESELELERİ
İslâmlaşmak, İlahiyat ve İmam Hatipler
Cumhuriyet Türkiye’sinde İmam Hatip Okulları (Liseleri) ve İlahiyatlar öteden beri tartışma konusu olan kurumların başında gelmektedirler. İmam Hatip Liselerinin kuruluşu, aslında varoluşsal anlamda Türkiye’de “din”in ve özelde İslâm’ın hangi temel yörünge içinde yer alacağı; ya da İslâm ile nasıl bir sahih ilişki kurulacağı bağlamında ortaya çıkmaktadır. İslâm’ın gündelik hayatın içinde referans olma hüviyetini kaybetmesinin, olabildiğince dar sınırlara çekilmesinin, o dönemlerde gündelik hayat içerisinde yansımaları görünmekteydi. İslâmî eğitimin İmam Hatip Liselerine ve İlahiyat Fakültelerine indirgenmiş olması ciddi bir sorundur. Zira İlahiyat ve İmam Hatip Okulları Cumhuriyet laik ideolojisinin siyasal/kültürel dünyası içinde ortaya çıkarken büyük ölçüde tepkisel bir muhteva kazanmıştır.
İmam Hatiplerden mezun olanların önemli bir kısmı memleketin İslâmlaşma sürecine ciddi katkılar sunmuştur. Türkiye’nin İslâmî ve kültürel yönden gelişiminde bu okulların oynadığı hayati rol 1960’lı yıllardan bu yana herkes tarafından bilinmektedir. Bundan dolayı Batıcı elitler bu okullara müspet nazarla bakmamışlar, okullar her darbe döneminde ciddi sıkıntılar yaşamışlardır. 1990’ların hemen başında TİSK ve TÜSİAD’ın hazırlamış olduğu raporlar adeta 28 Şubat 1997 sonrasında yaşanacak gelişmelerin habercisi oldu. Bu raporlarla, halkın İslâmî eğitim talebini bu okulların “ihtiyaç duyulandan daha çok din görevlisi yetiştirdikleri” bahanesi ile engellemek istemişlerdir. İmam hatip Lisesi mezunlarının kendi alanları dışındaki yüksek öğrenim kurumlarına gitmelerinin engellenmesini öneriyordu bu raporlar.
1913 yılı esas alındığında 100. kuruluş yılına adım atan İmam Hatip Okullarının (ve tabii dolaylı olarak İlahiyatların) eğitim anlayışının, İslâmî usul cihetinden ne ifade ettiği, eğitim programları, binaları, öğretmenleri vb. pek çok açıdan irdelenerek sağlıklı bir rotaya kavuşturulması gerekmektedir. Artık önümüzdeki on yılların karşımıza çıkaracağı sorunlar ve ihtiyaçlar sadece “memleketin İmam Hatiplere ihtiyacı var” anlayışıyla çözülemeyecek büyüklükte olacaktır. Ayrıca, İslâmi eğitimin bugünkü ve genel manadaki meseleleri ve hassaten İmam Hatiplerin derlenmesi, toplanması ve organize olması, sadece nicelik ölçütleriyle hallonulabilecek meselelerden ibaret olmadığı iyi kavranmalıdır. Kemiyetten daha çok keyfiyete dönük çalışmalara ağırlık verilmesi zorunluluk arz etmektedir.


BURHANETTİN CAN
Kur’âni Kavramlar Açısından Tefessüh: Fahşâ
ÖMER F. KARAGÜZEL
Türkiye’de ‘Yeni’ Muhalefetin Kodları
Abdurrahman ARSLAN
Teoloji/İlahiyat ya da Bilgiyi “Usul”ün Dünyasında Aramak
MUSTAFA TEKİN
Katkılarıyla, Zaafiyetleriyle İmam Hatipler
MUSTAFA ARSLAN
“İmam Hatipli” Kimliği -Küresel Tüketim Çağı ve İmam Hatipler
ASIM ÖZ
İmam Hatip Okullarının Türkiye'de Dinî Neşriyatın Gelişimine Katkılarına Dair
HÜSEYİN KORKUT
“İmam Hatiplerde Artık Nitelik Dönemi”
M. SAMET TOMAKİN
Neoliberal Politikalar Ekseninde Küreselleşme
NEVZAT ÜLGER
Kapitalizm ve İslâm Dünyası
METİN Ö. MENGÜŞOĞLU
Rey Taraftarı İlk Bilge Ebu Hanife
ABDULLAH YILDIZ
Aşır Aşır Kur'ân-ı Kerîm Dersleri
İRTİBAT: 0212 631 12 50
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran12-2013-01.jpg


Umran Dergisi Aralık 2013 sayısında ana konu olarak 28 Şubat davasının seyrini işlemiş.
Umran dergisinin tanıtım sunuşu:
28 Şubat 1997’deki postmodern darbe bir anlamda atanmışlar ve seçilmişler meselesiydi. Resmi kimliğin ‘kurucu güçleri olan ‘asker ve sivil bürokrasi’ uzun sayılabilecek bir zaman zarfında kendine ait bir ‘sermaye’ sınıfı oluşturmayı başarmıştı. Ardından bu üçlünün desteğiyle ‘aydınlar’, ‘üniversiteler’ ve ‘medya’ resmi kimliği topluma dayattı. Darbe Türkiye’nin siyasi hayatından ekonomisine, hukukundan eğitimine ve ahlaki ilkelerine varana kadar tüm alanlarda hâkim olacak değerler sisteminin kavgası için yapılmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşu ile resmi ideoloji haline gelen batıcı zihniyet İslâmi değerleri hedef aldı.
Darbe İslâmi hareketliliği sekteye uğrattı. Gelişen, kat edilen mesafe İslâmi yükseliş için savrulmaya maruz kaldı. Buna bağlı olarak imanın en önemli gereği olan hareket, aksiyon (cihat) ruhuna darbe indirdi ki, bu İslâmi camia açısından önemli bir darbedir. Çok yönlü bir operasyon olan bu darbe sürecinde en büyük operasyon İslâmi kimliğin bir gereği olan başörtüsüne karşı sürdürüldü. Yasaklar milyonlarca insanı el ele tutuşturdu, protestolar, mitingler, eylemler, direniş sürdü, Ankara’ya yürüyüşler gerçekleşti, dilekçeler verildi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidildi. Leyla Şahin Davası vardı. BM’ye gidildi. Fakat direniş hiç bitmedi. O dönemde yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için açılan davalar yargının yanlı kararları yüzünden olumlu neticelenmedi.
Bu çerçevede 28 Şubat darbecilerinin yargılanması son derece önemlidir. Ama konunun en az bunun kadar önemli olan boyutuna, günümüz Müslüman zihnindeki yaygın hak-hukuk-yasa anlayışına, özetle çevremizde egemen adalet kültürüne de bakmak gerekiyor. Zira kamuoyunda “iddianame çok güçlü, devlet zaten gerekeni yapar, yapacaktır” denilerek davaya gereken ilginin gösterilmediği de bir başka hakikat! Mağdurların bu davaya sahip çıkmaması çok hazin bir durum! Vakıf ve dernekler hakkında kapatma davaları açılmış, bu dernek ve vakıfların temsilcileri şimdi nerede? Suçlamalardan, karalamalardan zarar görenler nerede? Bu nasıl bir duyarsızlıktır anlamak mümkün değil! Oysa iddianamenin tek başına iyi olması yeterli değildir. Mühim olan sadece iddianame değil, Türkiye’nin artık darbelere en ağır şekilde hukuki tepkiyi gösterebilecek bilinç düzeyine ulaşması ve bunu göstermesi gerekiyor. 28 Şubat sürecinden zarar görenlerin bu konudaki sorumluluklarını hatırlamaları ve hesap sormaları tarihi, hayati bir zorunluluktur. Şunu kesinlikle kabul etmeliyiz ki sanıkların yürüttüğü psikolojik harekât ancak davaya müdahil olunarak, dava takip edilerek kırılabilir.
İddianame hazırlanmış, hâkimlere teslim edilmiş. Davayı yakından takip edenler ciddiyetsiz, “adil yargılanma” ilkesine aykırı birçok hareketle karşılaştıklarını ifade ediyorlar. Şu an ki dava, özü itibariyle Batı Çalışma Grubu ile alakalı olan sınırlı bir kesime karşı açılmıştır. Ama 28 Şubat’ın sivil aktörleri diyebileceğimiz, 28 Şubat darbesine iştirak eden, destek veren, sürecin hazırlanmasında tahrikçi, teşvikçi olan, finans sağlayan, medya desteği sağlayan ve her aşamada organize hareket eden, örgütlü olan ve genel olarak aralarında bu darbenin gerçekleşmesine hizmet eden medya, üniversite, STK, Beşli Çeteleri ile ilgili soruşturma devam ediyor. 28 Şubat’ın diğer ayakları nerede? Ceza/fature sadece askere mi kesilecek?! 28 Şubat darbecilerinin tamamının yargılanması sürecinde bu noktanın iyice anlaşılmasının kritik önemi vardır.

‘Demokratikleşme Paketi’ Üzerine Değerlendirme
Burhanettin CAN
28 Şubat, İddianame, Yargı Süreci ve Gelecek
AÇIKOTURUM
28 Şubat Davası ve Sorumluluklarımız
Kaya Kartal
28 Şubat Davası ve Günümüz Müslüman Rehaveti
Filiz IŞIKER
Nükleer Müzakereler S. Arabistan-ABD Krizine mi Gebe?
Öner BUÇUKCU
İslâmcı Hareketin Özgün Fikir Adamı: Said Halim Paşa
Ercan YILDIRIM
Usul, Yöntem ve Yorum Denemesi
Metin Önal MENGÜŞOĞLU
İrtibat: www.umrandergisi.com 0212 631 12 50
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
234-001.jpg




Umran Dergisinin 234. sayısı (Şubat 2014) çıktı.

Umran dergisinin sunuş yazısını ilginize sunuyoruz:

17 Aralık’ta başlayan ve “ameliyat, harekât, askerî girişim, bir sonuç almaya dönük eylem ve işlemler bütünü” anlamını içeren operasyon kavramıyla ifade edilen süreç değişik okumalara, değişik değerlendirmelere oldukça müsait. Birbirleriyle hiç ilgili olmayan davaların aynı anda açılması, davalıların ilk savunmaları alınmadan ve avukatlarının suçlama dosyasına bakmalarına dahi fırsat verilmeden basın ve internet yoluyla afişe edilmesi, aylarca hatta yıllarca önce sonuçlanması gereken soruşturmaların bekletilerek yerel seçime doğru kullanılması, gerçekten de davaları hukuki dava olmaktan çıkarıyor.
Mevcut hükümete yönelik olduğu açıkça belli olan bu durum karşısında, siyasi iradeyi desteklemek kesinlikle yolsuzlukları veya bu yöndeki iddiaları görmezden gelmek olarak yorumlanmamalıdır. Zira taraflar arasındaki güç rekabeti sadece basit bir rekabet değil, devlet kadrolarından sermaye ilişkilerine hatta ülke dışında birtakım güçleri gündeme getirmektedir.
TÜSİAD ekseninde yaşanan gelişmeler, ardından gelen faiz artırımı, kamuoyunu bu yolsuzluk operasyonunun arkasında aslında başka bir operasyonun olduğuna ikna etmeye yetti de arttı bile. Burada meselemiz, komplo zihniyetiyle izah edilemeyecek derecede açıktır. Merkez Bankası’nın faiz artırım kararıyla ilgili olarak görüşlerini yazılı açıklama ile bildiren MÜSİAD ise, yapmış olduğu açıklamanın son kısmında şu önemli noktaya dikkat çekiyordu: (…) Herkes, özellikle de olayların buraya gelmesine şu veya bu şekilde sebep olanlar, ellerini vicdanlarına koyarak, gelinen aşamadan kimlerin mutlu olduğuna, bu bedeli millet öderken kimlerin hesabına ödeme yapıldığına kafa yormalı, bu vebalin altında maşeri vicdanda verilecek hesabı unutmamalıdır.”
Meselenin bir başka boyutu devletin alanı ve sivil alan konusundaki devam eden tartışmalardır. Sahi dini veya din dışı bir cemaat, niçin özel bir istihbarat örgütü kurar veya devletin istihbarat örgütüne sahip olmaya kalkışır, ona başkan tayini için uğraşır, bununla cemaat adına ne sağlar, yani istihbarattan elde edilen bu bilgileri hangi işinde kullanır? Yahut İslâmcıların bürokraside görev almasından kimler tedirgin olur? Peki İslâmcıları her daim kökü dışarıda olmakla itham eden bildik retorik neden gündeme geliverir tekrar?
Sahabesine dünyevi ve aklî konularda kendini tenkit edebilme özgüveni veren Peygamber’in getirdiklerine inanan biri, hangi konumda bulunursa bulunsun zihnen hem tenkidî düşünebilmeli hem de samimi ve açık yüreklilikle tenkide açık olmalıdır. Son günlerde özellikle stratejik öneme haiz olan, medya organlarına verilen mülakatlarda, camianın bir dini cemaat olmadığı, bir sivil toplum kuruluşu olduğu ve küresel kültürün “İnsan Hakları evrensel beyannamesi” demokrasi ve AB Müktesebatı çerçevesinde çalıştığı şeklindeki beyan öne çıkmaktadır. Kabul edilmelidir ki, bu camianın mazisinde otoriteye karşı çıkmak diye bir durum yoktur. Bugün ise nasıl olduysa otoriteye karşı olağanüstü bir cesarete kavuşmuştur. Camianın bu cesareti nereden elde ettiğini ve neden böyle bir çatışmayı göze aldığını sorgulamamız lazım.
Kabul etmek gerekir ki, ihtilaf ve çatışma ortamında ne yazık ki ölçüler kaçıyor, itidal kayboluyor ve kişisel zaaflar, meşrepler öne çıkıyor. Böyle olunca da öfkeler kabarıyor, husumetler artıyor ve dedikodular, suizanlar, yalanlar, gıybetler, itham ve iftiralar, yakıştırmalar, hakaretler, en önemlisi de hurafe kaynaklı olduğu aşikâr olan
bir sürü zan yağmur gibi yağıyor.
Günümüzde yürütülen psikolojik savaşta, son derece karmaşık haberler yaymak suretiyle muhatabın düşünme mekanizması çökertilmek istenmektedir. Bu hâle getirilen fert, sunulan her şeyi doğru kabul etmektedir. Bu ise Müslüman camia içerisinde büyük bir tahribata sebebiyet vermektedir.
Öfke duygularının kabardığı ortamlarda müminlere düşen görev, itidal yolunu tutmak, birbirlerini dost ve yardımcı edinmek, Kur’ân’ı bırakıp başka kitapların arkasına takılmamaktır. Başkalarının, başka kitapların, söz ve planların arkasına takılmayan, sadece İlâhi Kelam’a ve O’nun örnek/model şahsiyet Peygamberi’ne tabi olanlara Rabbimiz şöylece ümit ve teselli verir: “Onların yüzünden tasalanma, kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme!” (Neml 27/70) Zira, “Sinsi tuzak ancak sahibine dolanır.” (Fatır35/43)

Sayıdan Bazı Başlıklar:
“Din”i Yok Eden “Kin”
Abdullah YILDIZ

Taksim Kadife Darbe Sürecinde Kullanılması Gereken Dil ve Üslup
Burhanettin CAN

Hercümerç ile İntikal Güçleri ve Paralel Devlet Yapılanması
Mustafa AYDIN

Dost-Modern Darbe
Sıbğatullah KAYA

İnsan Kalitesi ve Ahlâk Sorunu
Selçuk KÜTÜK

Genç(sen)… Geç Olmadan Kendini ‘Var’ Et!
Alpay BOZDAĞ

www.umrandergisi.com 0(212) 631 12 50
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
İslâmcılar muhafazakârlaştı mı?


umran.jpg


Umran dergisi 235. sayısında muhafazakârlık ve İslâmcılık tartışmalarını ele almışDünya Bülteni/ Kültür Servisi
Teşhir/dikizleme kültürünün günden güne yaygınlaştığı bir vasatta muhafazakârlık ve İslâmcılık ekseninde aktüel meseleleri ele alan bir sayı hazırlamış. Dergide Mustafa Tekin, Sıbğatullah Kaya, Hasan Ufuk Aktaşlı ve Ömer Faruk Karagüzel’in yazıları yer alıyor. Türkiye İslâmcılığının dönüşüm yıllarından AKP’li yıllardaki küresel konjonktüre, siyasal ittifaklardan güç merkezleri ile olan ilişkilere değin farklı kanaatlerin olduğu bu mevzuda ayrıca konuyu enine boyuna ele alan bir soruşturma yapılmış. Abdurrahman Arslan, Besim F. Dellaloğlu, Ferhat Kentel ve Bekir Berat Özipek’in cevaplarının yer aldığı soruşturma ana hatlarıyla entelektüel dünyadaki muhafazakârlık algısının boyutlarını ortaya koymakta.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
400127.jpg




UMRAN: “YERELDEN CUMHURA: TÜRKİYE SİYASETİ”


Umran Dergisi’nin Nisan ayında yayınladığı 236’ıncı sayısı “Yerelden Cumhura: Türkiye Siyaseti” başlığıyla çıktı. Umran’ın bu sayısında hangi konular var? Birlikte bakalım…


Umran dergisi Nisan sayısında en hareketli, manipülasyonların, iftiraların, kumpasların, düşük seviyeli üslupların zirve yaptığı, devasa mitinglerle meydanların dolup taştığı, paralellerle Türkiye’ye dev operasyonların çekilmek istendiği, kadife darbe mühendisliklerinin devreye sokulduğu, değerlerin göz ardı edildiği 2014 yerel seçim sürecini siyasi, ahlaki, dini boyutlarıyla, çıkarılması gereken derslerle ele alıyor.
Korkulan olmadı ve AK Parti, karşısındaki bütünlüklü ittifaka rağmen 30 Mart seçimlerinden büyük bir zaferle çıktı. AK Parti’nin 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde aldığı oy oranı yüzde 46’ya yakın. 2009 yerel seçimleriyle kıyaslandığında, AK Parti oylarında hatırı sayılır oranda bir artış var. Geride bıraktığımız 2014 yerel seçimleri, “yerel” nitelikli olmasına karşın, belki tarihinde ilk defa bu kadar dozu yüksek bir olağanüstü nitelik kazanmıştır. Bu durum, meselenin hem uluslar arası boyutlu hem de devlete yönelik olması gibi iki boyutun ön plana çıkarılmasını sağlamıştır. Diğer yandan, şu anda devlet ve yargı organlarının zafiyet içinde olmaları, hukuk sisteminin dağınıklığı, siyasi hesaplar vb. iddia edilen birçok konular, seçimlerin olağan üstülük dozunu arttıran diğer etkenlerdir.
Bu seçimin en önemli bir başka özelliği de, parlamento dışı bir faktör olarak Gülen hareketinin ve onun lideri Fethullah Gülen’in AK Parti karşısında bir cephe savaşına girmiş olmasıdır. Kendi tabanının düşüncesi ile asla uyuşmayan CHP’ye, AK Parti karşısında destek vermesi, kadrolarını bir CHP kadrosu gibi cepheye sürmesi, ev ev dolaştırması, bu seçimin en çok konuşulacak yönlerinden biridir. Seçimlerde AK Parti’nin değil daha çok Recep Tayyip Erdoğan’ın hedefte olmasından dolayı AK Parti teşkilatları karizma odaklı bir seçim stratejisi uygulamış ve istenen neticeyi elde etmiştir.
Muhalif cephe Türkiye’nin farklı katmanlarına dair taleplerin hiçbirini, siyaset düzlemine yükseltecek bir ufuk ve vizyonu gösterememiş, tam tersine bütün zafiyetlerine rağmen AK Parti’nin bu konudaki performansının daha güçlü olduğu bir defa daha görülmüştür. Kelamı kibar sadedinde bir söz “Halkın gözü terazidir” der. Bu söz, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinin sonuçlarını anlamak bakımından son derece önemlidir. Gezi Parkı olaylarıyla başlayan sürecin gölgesi altında yapılan bu seçim, toplumsal mühendislik stratejilerinin yoğun bir şekilde uygulandığı bir seçim dönemi olarak tarihe geçecektir.
“Hırsızlık ve vatan hainliği” düzleminde yürütülen bir seçim kampanyasının, genel olarak ülkeye, millete ve özel olarak da İslâmcılara maliyetinin ne olduğu/ne olacağı, Türkiye’nin ne kazanıp ne kaybettiği, önümüzdeki günlerde sorgulanması gereken en hayati konulardan biridir. Şimdi AK Parti’ye düşen en önemli görev, artık kutuplaşmayı bitirecek yeni söylemler geliştirmek, gerilimin dozunu düşürmek ve en önemlisi toplumun çok farklı kesimlerini dinlemeye ve onların taleplerini siyaset katına yükseltmeye çalışmak olmalıdır.
Seçimin hemen akabinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin tartışmaların başlamış olması, bu seçimlerde elde edilen neticenin bir bakıma ilk yarı skoru olduğunu düşündürmektedir. Zira CHP’nin seçimlerde yaşamış olduğu mağlubiyetten ziyade Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin olarak açıklama yapması dikkate alınmalıdır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı için Başbakan Erdoğan ile oturup detaylı bir şekilde konuştuktan sonra bir karara varacaklarını söyledi. Başbakan Erdoğan da, “Cumhurbaşkanımızın, bu konuyu aramızda müzakere ederek karara varırız, kanaatini paylaşıyorum” şeklinde görüş bildirdi. Bu açıklamalar Türkiye’de seçimlerin kritik eşiği olan ilk etabın tamamlandığını ve herkesin artık Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklandığını gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini planlamak, şu anda AK Parti için, aynı zamanda Başbakanlığı, Hükümeti, partiyi ve Türkiye’nin geleceğini planlamak anlamına geliyor.
Bazı Başlıklar:
Erdoğan ile Gülen’in Büyük Meydan Muharebesi Burhanettin CAN
AK Parti’nin Seçim Zaferi Nasıl Okunmalı? Sıbğatullah KAYA
“2013 Eşiği”ni Geçerken İslâmcılar Ercan YILDIRIM
Coğrafyasızlaşmak Versus Avrupalılaşmak: Soğuk Savaş Sonrası NATO Öner BUÇUKCU
Tesettürün Piyasalaştırılması Büşra SEZEN
Son Açık Mektubumdur -Rasim Özdenören’e- Metin Önal MENGÜŞOĞLU
İletişim: www.umrandergisi.com
 
Üst