Umran Dergisi

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
24181.jpg


Umran Dergisi Kültür Komplosuna Odaklanıyor

font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif
font_04.gif

Bu ay 196.
sayısı yayımlanan Umran dergisi Kültür Komplosu odaklı bir sayı ile okurlarıyla buluştu.

"Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi. (...) Her düşünce, daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön biçimlendirmenin izini taşımayan şeylerse, inandırıcılıktan yoksun bulunuyor." diyordu Theodor W. Adorno, Minima Moralina'da.
Uzun zamandır yaşananları dahası toplumsal ve dünyasal gerçekliği siyasal bakımdan tasvir edip çözümleme süreci içinde karmakarışık olmuş durumda olan ve yaşanmış deneyimimizin önemli hatta en önemli bir parçasını oluşturan kültürel alandaki gelişmeleri, çatışmaları ve örtücülükleri gölgede bırakmaktadır. Siyasal tartışmalar içinde de ortaya çıkan zihin kirliliği ve entelektüel sefalet, bariz biçimde kültürel sorunlar ele alınırken de önemli bir yer tutmaktadır. İbahiyyenin yeni adı olarak da okunabilecek olan kültürel alanı farklı boyutları ile irdeleyen bir dosya ile karşınızda Umran bu sayısında.
Kültürel alanda yaşanan hokkabazlıklar esas olanı örterek kapitalist hegemonyayı pekiştirmekte. Çünkü kültürel alan geç kapitalizmde çalışmanın uzantısıdır. Bu bağlamda, çalışma zamanının dışındaki vakit, kültür endüstrisi mabetleri, ritüelleri ve gösterileri tarafından doldurulur. Burada esas olan, hazzın kamçılanmasıdır. Arzu nesneleri yaratılarak, tüketici onlara yönlendirilir. İşte bu kültürel paradigma içindeki aktörleri ve yeni çatışmaları çoğu zaman görmezden gelmekteyiz. Toplumsal dilden yahut ilkelerin dilinden kültürel bir dile geçiş söz konusu olduğunda çoğu hususlar gizlenerek varlığını kolaylıkla benimsetebilmektedir. Kültür söz konusu olduğunda, olan yahut olması gereken tepkilerin kolaylıkla ifade edilemediğini de belirtmek gerekir. Kültürel paradigma adeta bir din gibi algılandığından dolayı sorgulanması istenmeyen bir konumdadır. Sözü, kuralları ve sınıflandırmaları bir egemenlik sistemini işaret eden kültürel söylem giderek sıkılan bir egemenliğin aracıdır artık. Yeni egemenlik biçimleri kültürellik ardından kurulmaktadır artık. Daha genel ve dramatik olan ise "başka olma hakkı" üzerinden her türlü sapkınlık ile İslami olan görünümler kültürellik potasında karıştırılmaktadır artık. Hükümdar, Adorno'ya göre günün kültür tekelleri bu konuda hiçbir sakınca görmez artık.
Kültür tekelleri, hem üretimi hem de tüketimi belirler; denenmemiş/piyasanın çerçevesinin dışındaki herhangi bir şeye şüpheyle yaklaşır. Her şey, piyasanın kuralları içinde/izin verildiği ölçüde, sürekli değişmeli ve üretim-tüketim dengesi devam etmelidir. Ancak bu şekilde kültür tekellerince çizilen sınırın dışına çıkılmayacağının güvencesi elde edilmiş olur. Kültür endüstrisinin temel amaçlarından biri de, hafif sanat (eğlence) ile yüksek sanatı uzlaştırmak; iç içe geçirmek ve nihayet birbirine dönüştürmektir. Böylece tüketicinin "gereksinimi" karşılanırken, bir yanda da eğlenmesi sağlanmaktadır. Bu bağlamda Haşmet Demirel ve Dilaver Demirağ'ın yazıları modernlik, kapitalizm ve kültür ilişkisini ele alıyor.
Kültür ile yönetim arasında bir bağ var mıdır? Adorno, bu soruyu olumlu şekilde yanıtlar. Çünkü ona göre "kültürden söz ediyorsak yönetimden de bilerek veya bilmeyerek söz ederiz". Hikmet Demir'in yazısı ise kısa ama muhafazakarlığın kültürel politikasını merkeze alması bakımından önemli. Vicdan Tekin ise kültürün biçimlendirici yanı üzerinde duruyor. Habil Sağlam ise 2010 Avrupa Kültür Başkenti özelinde bir yazı ile dosyada yer alıyor. Asım Öz ise, boğucu kültüre değinmekte. Burhanettin Can tebliğ konulu bir yazıya yer alıyor Umran'da. Abdullah Yıldız vve Celalettin Vatandaş edep konusuna eğilirken Halil Çelik Türk dizileri ve Selefi kanallar arasında sıkışan Arap medyasını masaya yatırıyor. Metin Önal Mengüşoğlu Divan dergisinde İsmail Kara'nın yazdığı bir yazı özelinde kültürel geçmişi olduğu gibi yüceltmenin sıkıntılarına değinmekte. Naipaul tartışmalarını ise Nurşen Aldı özetledi.
Hasan Hanefi Bizde Niçin Filozof Yok konusuna odaklanırken Sue Palmer Zehirlenen Çoçukluk kitabının arka planını Umran okurları için açıklıyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Resim_1302096557.jpg


Umran dergisi Nisan sayısı çıktı

Umran, bu sayısında 1969`da başlayan Milli Görüş hareketini ve elbette merhum liderini kapsamlı bir biçimde ele aldı.



Cumhuriyet dönemi partili siyasal İslami hareketin ilk lideri olarak bilinen Necmettin Erbakan geçtiğimiz Şubat ayının son günlerinde vefat etti. Onun kurduğu ve bir biçimde etkili olduğu dört parti (MNP, MSP, RP, FP) laiklik karşıtı eylemler, Anayasal düzeni yıkma ve din devleti kurma gibi iddialarla kapatıldı. Sadece Türkiye’de değil gerek Batı dünyasında gerekse Müslüman dünyada İslamcılık ekseninde siyaset yapmasıyla tanınan Erbakan’ın siyasal söylemi dönemsel farklılaşmalar olsa da Milli Görüş olarak anıldı.

Milli Görüş’ün Mirası


Umran, bu sayısında 1969’da başlayan Milli Görüş hareketini ve elbette merhum liderini kapsamlı bir biçimde ele aldı. Derginin 200. sayısının o sembolik titreşimleri içinde Mili Görüş hareketine ayrılmış olması da önemli. Türkiye’de İslamcılığın partili kaynaklarından biri olarak Milli Görüş hareketinin teorisinden pratiğine, Türkiye ve dünya meselelerine bakışına kadar pek çok noktasını masaya yatırdığımız bu sayının Milli Görüş hareketi etrafında geliştirilen kimi yorum biçimleri hakkında farklı bir bakışı da ortaya koyduğunu belirtmek abartılı olmaz. Milli Görüş’ün neyi ne kadar yaptığı, amacının neresinde olduğu, teorisi ve kadrosu gibi önemli soru(n)ların irdelendiği Burhanettin Can’ın yazısı Milli Görüş hareketinin işlevini anlayan, hakkını teslim eden ama aynı zamanda kimi eksik noktalara da dikkat çeken önemli bir yazı. Abdullah Yıldız, Mustafa Tekin, Serkan Yorgancılar, Quinn Mecham, Musa Çağıl ve Vahap Yaman Erbakan’ı ve Milli Görüş’ü farklı boyutlarıyla ele aldılar. Hatıralardan sosyolojik çözümlemeye uzanan bu yazılar hareketin politikasını, daha doğrusu dönemler içinde farklılaşan kimi politikalarını tarihsel gelişimi içerisinde ele alıyor. Bu bakımdan ortaya konan perspektifin önemli olduğu yadsınamaz.

Düşünce Tarihçisi Olarak Kurtuluş Kayalı


Derginin siyaset odaklı sayfaları kadar düşünce sayfalarında da önemli metinler yer almakta. Her düşünce gerçek anlamını düşünce tarihi içinde kazanıyor. Kurtuluş Kayalı, yıllardır sosyolojiden siyasete, romandan sinemaya, edebiyat eleştirisinden portreye birçok alanda önemli eserler ortaya koymuş bir aydın, akademisyen. Kitaplarının/yazılarının çoğu kendi alanında tek olacak yetkinlikte. Böylesi bir bilincin ve duyarlı çalışkanlığın birleşimi olarak ortaya çıkan yapıtlar/yazılar Türkçe düşünce dünyasını bütün boyutlarıyla kavramamızı sağlayacak derinliğe sahip bir bütünlük sunuyor. Düşünce tarihçisi olarak Kurtuluş Kayalı’nın farklılığını oluşturan edebiyat ve sinema ilgisinin, bununla bağlantılı olarak dergilere odaklanmasının Türkçedeki kültürel alanın bütünlüklü bir biçimde irdelenmesi noktasında önemli katkılar sunduğu yadsınamaz. Kurtuluş Kayalı’nın düşünce tarihi alanındaki yerini daha iyi değerlendirebilmek için Asım Öz’ün hazırladığı soruşturma soruları Alim Arlı,Aytaç Yıldız, Hakan Arslanbenzer ve Suavi Kemal Yazgıç tarafından cevaplandırılmış.

İslamcılarda Eleştiri Yok mu?


Metin Önal Mengüşoğlu ise Etyen Mahçupyan’ın geniş Müslüman kitle arasında tenkitçi ve kritikçi bir damar olmadığını işaret eden yazısını kritik ediyor ve her zaman İslamcı aydınlar içerisinde eleştiriyi ibadet bilen nitelikli kalemlerin olduğunu ortaya koyuyor. Gene bu bağlamda Kelim Sıddıki’nin eleştirel ufkunu değerlendiren Zafer Bangash’ın metni de oldukça dikkat çekici bir yazı.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
28553.jpg







Umran Dergisinin Mayıs Sayısı Çıktı!



17022.jpg

Mayıs sayısında ailenin hallerine odaklanan bir dosya hazırlayan Umran dergisi, "Modern Ailenin Krizi, Aile Politikaları ve Kuşaklar Arası İlişkiler" manşetiyle çıktı.

Aile, toplumun devamını sağlayan; bireylerin kimlik ve kişiliklerinin oluşmasında, toplumsallaşıp topluma uygun üyeler haline gelmelerinde alternatifi olmayan önemli bir kurumdur. Bireyin toplumla teması, doğuşuyla katıldığı ailesi aracılığıyla ve ailesinde başlamaktadır. Çocuk ile ailesi arasında başlayan etkileşim çocuğun o topluma uygun bir üye oluşuna imkân sağladığı gibi, bireyin ailesi tarafından eğitip-öğretilmesi de toplumun sürekliliğine katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla ve yaygın olarak bilindiği üzere aile, bireyin kişiliğinin inşa olunduğu yerdir ve toplumun yapıtaşıdır. Bu nedenle, eğer bir toplumda aile kurumu kendisinden beklenen işlevleri yerine getirememeye başlamışsa, orada bireysel ve toplumsal ciddi problemlerin görülmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Yeryüzünde sadece uluslar ve ticaret alanında değil bizzat kendimiz ve başkalarıyla olan ilişkimizde önemli bir dönüşüm yaşanıyor. Meydana gelen tüm bu değişiklikler, kişisel yaşamlarımızda (cinsellik, evlilik ve ailede) görülenlerden daha önemli değildir.
Umran bu sayısında ailenin hallerine odaklanan bir dosya hazırladı. Dosyanın ilk yazısında Burhanettin Can, insanın fıtratına uygunluğun aileyi ayakta tuttuğunu ve İslam'ın kadın ve erkeği birbirinin eksiklerini tamamlayan varlıklar olarak tanımladığını dile getiriyor. Kadın ve erkeğin fıtrat olarak farklı olduğunu hatırlatan Can, sekülerizmin fıtratı değişmeye zorladığı, bunun sonucu olarak da ailenin olumsuz etkilendiği tespitinde bulunuyor. Mustafa Aydın, Kemal Sayar-Feyza Bağlan, Celalettin Vatandaş, Osman Çıtlak ve Ahmet Cemil Ertunç dosyanın diğer yazarları. Kadir Canatan ve Debra Umberson'la aile sosyolojisinin farklı başlıkları etrafında yapılan söyleşiler konunun farklı toplumlarda ele alınma biçimlerini de göstermesi bakımından önemli.
Gazâlî Muhabbeti
Yaşayan İslam bölümünde ise 1111 yılında vefat eden ilim ve fikir adamı Ebu Hamid Muhammed el-Gazâlî hakkında Metin Önal Mengüşoğlu'nun kaleme aldığı bir kritik yazısı yer alıyor. Kur'an'ın anlaşılmasında 'lafız'–'mana'–'maksat' bütünlüğünün gözetilmesi ve bu mefhumların doğru konumlandırılması çok önemli olduğunu belirten Şükrü Hüseyinoğlu yeni nesil Kuran mealleri hakkında giriş mahiyetinde bir yazı ile yer alıyor.
Uygarlık Hıncı
Kültür sanat sayfalarında ise Moriskolar üzerine derinlikli bir söyleşi var. Morisko, Gırnata düştükten sonra, Hıristiyan yönetiminde yaşamak durumunda kalan "gizli Müslümanlar"a verilen isim. Akif Emre konuyu hem yazı düzleminde hem de belgesel düzleminde gündemine alan bir yazar. Konuyu bütün boyutlarıyla ortaya koyan söyleşi bugünlerde de gündemde olan "uygarlık hıncı"nı daha da anlaşılır kılıyor.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ortadoğu’da değişimin dili


Umran dergisi bu sayısında Ortadoğu’daki gelişmelerin dilini tarihin sonu, liberalizm vs. düşünceleri üzerinden anlamlandırmanın mümkün olup olmadığı ele alıyor.




Dünya Bülteni/ Kültür Servisi
Bu yılın başından bu yana gündem ve dünya oldukça hareketliydi. Bir yandan Arap dünyasında reformsu devrimler meydana geldi, diğer taraftan Türkiye'de politik gerilim arttıkça arttı. Seçim sürecinde ise fazlasıyla ciddiye bindi. Ortadoğu'da Tunus'la başlayan, Mısır ve Suriye ile devam eden hareketler bütün dünyada yalnızca bu ülkelerde yaşayan topluluklarda değil, bütün dünyada heyecan uyandırdı.
Hem Türkiye'de hem de Ortadoğu'da ve tabii ki dünyada sürdürülen tartışmalar ve mücadelelerin üzerini kimi zaman örttüğü kimi zaman da görünür kıldığı dünya sisteminin ideolojik boyutuna ilişkin yaklaşımlar bir biçimde izlenmekte. Gerçekten de burada cevaplandırılması gerekli en önemli soru bundan sonra nelerin olabileceğidir. Bilindiği üzere sokaktaki kitleler, kendilerini yöneten diktatörlerin idareyi bırakmalarını, halkın iradesine saygılı hükümetlerin oluşturulmasını ve yaşanan sefalete çözümler üretilmesini istemektedirler. Özellikle demokratik olarak nitelendirilen talepler bunların başında gelmektedir. Bu konu kimi zaman tarihin sonu tezinin doğrulanması olarak da okundu..
Reformsu devrimlerin dünya görüşü boyutunun 'bizim derdimiz bize yeter' diyenler görmek istemese de konuşulması gereken esas nokta olduğu ifade edilebilir. Bu ise (ne)liberalizm başta olmak üzere değişim, demokrasi, özgürlük, katılım ve elbette bu sürece ilişkin olarak Müslümanların geliştirdiği teorik ve pratik çözümlerin yeniden konuşulmasını gerektirir.
Umran bu arka plan içinde değişimin dili üzerine odaklanan bir dosya hazırlamış. Dosyada Abdurrahman Arslan, Ümit Aktaş, Mustafa Aydın, Muhammed Şankıtı ve daha pek çok ismin yazıları üzerinden değişimin diline ilişkin zaman zaman farklı da olabilen yorumlar bir anlamda sahici bir toplumsal ihtiyaca mebni olan sürecin henüz nihai olarak tamama ermediğini de göstermektedir.
Dergide ayrıca Metin Önal Mengüşoğlu'nun yakında yayımlanacak olan Endülüs Acısı adlı şiir kitabından bir şiir de yer alıyor.


 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran.jpg

Çelişkiler, postkolonyal pazarlık ve yeni siyaset

Umran dergisi Temmuz sayısında herkesin galip herkesin mağlup olduğu seçim sürecini ve sonuçlarını masaya yatırıyor.




Dünya Bülteni/ Kültür Servisi
Türkiye'de halkın yararına olan değişimler hep seçimler sonucunda meydana gelmiştir. Buna karşın Türkiye Haziran 2011 seçimlerine Yargının ve YSK'nın birbirine ters aldığı kararlar yaptığı uygulamalarla gerilim içerisinde girmiştir. Seçim sonuçlarından sonra ortaya çıkan gerilim hâlâ tam olarak sona ermiş değil. Umran dergisi Temmuz sayısında seçim sürecini ve sonuçlarını masaya yatırıyor. Cevat Özkaya, Burhanettin Can, Diklaver Demirağ, Adem Palabıyık, Engin Şahin seçim sonuçlarını analiz ediyor. 12 Haziran 2011 seçimleri özelinde yazılarda öne çıkan hususlar şunlar: Bu seçimler, bürokratik oligarşiye hayır denildiği bir tarihtir. Bu seçimde halk, bürokratik vesayetle sorunlu bir partiyi üçüncü kez ve oyunu arttırmış bir şekilde iktidara getirerek, bürokratik vesayetin tasfiyesi yönünde oy kullanmıştır. Neoliberal söylemin kavramlarıyla vesayet sisteminin yapısını sarsılırken, insanın fiziksel dünyasının dışında ve fiziksel dünyaya ilişkin olmayan hiçbir değeri barındırmayan böyle bir söylemin toplumda yaygınlaştığını ve bu söylemin toplumsal değerleri tahrip ettiğini de görmek gerekir.
Dergide ayrıca Abdurrahman Arslan'ın liberalizmle Müslümanların ilişkisini sorguladığı yazısının yanında Tarık Ramazan'dan İhvan üzerine, Mümtaz Ahmed'en Aliya İzzetbegoviç'in başyapıtı Doğu ve Batı Arasında İslam üzerine yazdığı yazıların çevirileri yer alıyor. Serpil Başar'la Kuranın İlk Kadın Yorumcuları üzerine bir söyleşi yapılmış. Metin Önal Mengüşoğlu ise yorgun başşehir Tahran'ı kaleme almış Lee Segel ise twitter üzerinden işleyen dijital oryantalizme dikkat çekiyor.


 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

umran-agustos.jpg


Müslüman zihinlerin kritiği

Umran dergisi bu sayısında melezlik ve sahihlik arasında gelgitler yaşayan Müslüman zihinleri işlemekte

Dünya Bülteni/ Kültür Servisi
Umran'ın bu sayısı, Pakistan asıllı Avustralyalı sosyal bilimci Riaz Hassan'ın Müslüman Zihinler kitabını vesile kılarak Müslüman zihinlerin bazı boyutları üzerinde bir tefekkür mahiyetinde. Hassan'ın, yedi Müslüman ülkede 6000'den fazla kişiyle gerçekleştirmiş olduğu karşılaştırmalı saha araştırması ve anket çalışması, gerek soruları, gerek verilen cevaplar için geliştirilen açıklamalar, Batılı liberal değerleri merkeze alan bir açıklama kalıbı içinde değerlendiriliyor. Taşımış olduğu bu zihniyet ve yaklaşım problemine karşılık söz konusu çalışma, Müslüman toplumların dününü/bugününü anlama noktasında dikkate değer bilgiler içermekte. Endonezya, Malezya, Pakistan, Mısır, İran, Türkiye ve Kazakistan'da yapılan bu araştırmaya verilen cevaplar, farklı itikadî ve amelî düzeylerdeki üyeleriyle bugünün Müslüman toplumlarına dair önemli bir resim sunuyor. İslâm'ın iman esaslarına bağlılık, ibadetler, İslâmî yaşayış, toplumsal ve siyasal tutumlar gibi konular üzerine sorulan sorulara verilen cevaplarda, meselâ Kazakistan'da uzun komünist yönetimin inanç ve amel düzeyinde yol açtığı tahrip edici etki çok çarpıcı şekilde karşımıza çıkıyor.
Öte yandan, yine bu anket sorularına verilen cevaplarda Türkiye açısından ortaya çıkan manzaranın, dillere pelesenk olmuş "yüzde 99'u Müslüman olan bu ülke" tanımının gerçekle pek de uyuşmadığı; bilakis, Türkiye'de hatırı sayılır bir yüzdenin Allah'ın varlığı, ölümden sonra hayat, zekat gibi Kur'ânî emirler hakkında şüpheleri olduğu anlaşılıyor. Orucun en ziyade uyulan İslâmî emir olarak gözüktüğü bu sonuçlarda, namazın, hele ki zekâtın tatbiki bakımından ciddi sıkıntılar olduğu yapılan bire bir anketlerden rahatlıkla anlaşılabiliyor. İslâmi bilincin ve İslâmi kimliğin, ilkelerin ve diniliğin görünüş biçimlerinin anlaşılması noktasında yorumlayıcı ama aynı zamanda tarihselci bir zihin içinden ampirik kanıtlara dayalı bir araştırma yapan Riaz Hassan'la yapılan söyleşi konunun farklı boyutlarını irdeliyor.
Yine onunla aynı paralelde yaklaşımları bulunan Nasr Hamid Ebu Zeyd'le ölümünden önce yapılan son söyleşi de önemli.
Abdurrahman Arslan'ın kaleme almış olduğu dosyanın giriş yazısı ise liberal ve neoliberal değerleri merkeze alan açıklama modellerinin dünyayı ve Müslümanları ne yönde dönüştürdüğünü kritik ediyor. Modernlik karşısında uzun vadeli bir düşünsel değişimi öne alan Seyyid Kutub'u ise Şemsettin Özdemir ile M. Kürşad Atalar değerlendiriyor. "Melezlik" ile "sahihlik" arasındaki mücadele küreselleşmenin Müslüman ümmeti için belki de en önemli sorununu temsil ediyor. Bu bağlamda Abdulvahhab el-Mesiri'nin yaklaşımları üzerinde düşünen Ahmet Dağ'ın yazısı önemli. Ammar Kılıç genel olarak Arap dünyasında meydana gelen düşünsel akımları geçen ay vefat eden İbrahim Abu Rabi'nin çalışmaları üzerinden değerlendirmekte, bu mesele etrafında serdettiği görüşlerini irdeliyor.


 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
k1.png


Parçalanmış bilinç

Umran dergisi bu sayısında Müslüman dünyadaki laiklik ve sekülarizm tartışmalarını ele alıyor




Dünya Bülteni / Kültür Servisi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Arap Baharı ziyareti esnasında dile getirdiği ve pek çok tartışmaya sebep olan laiklik tavsiyesinin neleri içerdiğine ilişkin çokça yazı yazıldı. Bu yazıların bir kısmı eleştirel bir kısmı ise tümüyle olumlayıcı bir yaklaşım ortaya koymaktaydı. Diğer taraftan Arap dünyasında laiklik ve sekülarizmin ifade ettiği düşünsel meseleler üzerine ise çok fazla yazı yazılmadı.
Arapça 'ilmeniye' (ilm-bilim) ya da 'alemeniye' (alem-dünya) olarak ifade edilen sekülerizm dünyeviye olarak daha doğru bir şekilde düzeltilebilir ki dünyaya ait, dünyevi ya da zamana ait anlamına gelmektedir. Sekülerizm Müslüman dünyaya sömürgecilik bağlamında modernite, batılılaşma ve modernleşme gibi ilişkili kavramlarla beraber giren bir konsepttir. Sekülerizm genellikle siyasetin dini otoriteden bağımsızlığını belirtse de aslında diğer ilişkili terimlerle birlikte İslâm'ın marjinalleşmesini hedefleyen bir süreci ya da hem sömürge hem de bağımsızlık sonrası dönemlerde toplumun yeniden yapılandırılması sürecinden İslâm'ın dışlanmasını tanımlamak için kullanılmıştır. Sekülerizm Ortadoğu'da toplumun kültüründen ayrılmasını gerektirmiştir ve hedefi geçmişten tamamen kopmaktır.
Anglo-Sakson Tarz Laiklik
Bu çerçevde hem laiklik meselesinin hem de sekülarizmin nasıl anlaşıldığını ortaya koymanın gerekli ve zorunlu olduğu düşüncesinden hareket eden Umran dergisinda konuyla ilgili şu yazılar yer alıyor: Tunus Nahda hareketi kurucusu ve lideri Raşid Gannuşi konuyla ilgili yazısında özetle şu düşünce üzerinde duruyor: Günümüzde, Müslüman birey ve toplumların, halka hizmet etmek ve kötülüklerden alıkoymak adına, gayri İslâmi birlik ve oluşumlarda yer aldığına dair sayısız örnekler sunulabilir. Bu gelişmeler hâlâ, bazı âlimler tarafından destek bulmadığı halde gerçekleşmeye devam etmektedir. Umarım saygısızlık etmiş olmam, ancak bu âlimler, Müslümanlar için hayatı gereksiz yere zorlaştırmaktalar. Müslümanlara, zor anlarında doğru adımları atmalarını sağlayacak meşru bir durum için sınırlamalar dayatmaktalar. Mehmed Kürşad Atalar ise Anglo-Sakson tarzın esas aldığımızda bile, 'laik devlet' tanımında, 'kamusal alan'ın 'din' olarak bilinen kurumca belirlenemeyeceği ilkesinin belirleyici olduğunu görürüz. Burada 'kamusal alan'ı belirleyen, 'bilim'in ve 'akl'ın doğrularıdır. Aydınlanma ve Modernite sonucunda Batı'nın ulaştığı sonuç budur. Dolayısıyla, laik devlet anlayışında, ne İncil'in ne de Kur'ân'ın (veya başka bir dinsel metnin) kamusal alan üzerine söylediklerinin 'meşru' bir zemini vardır diyerek laiklik tartışmalarının İslam nazarındaki yerinin temelsizliğini ortaya koymaktadır.
YEDİNCİ GÜNDE İKİ YAZIŞMA

Paris'te yayınlanan hâlâ yayın hayatını sürdürmekte olan el-Yevm es-Sâb'i" (Yedinci Gün) dergisinin yöneticileri, biri Mağrip'ten biri Maşrık'tan iki düşünür arasında karşılıklı bir diyalog gerçekleştirmeyi ve bunu sayfalarında yayınlamayı planladıklarını bildirdiği Muhammed Câbiri ve Hasan Hanefî'nin bu dergide yayımlanan iki kısa yazı Müslüman dünya ve laiklik ilişkisinin algılanma biçimlerini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Yasin Aktay ile yapılan söyleşi ise hem Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeleri hem de İslamcılık değerlendirmelerini merkeze alarak tartışmaları farklı bir boyuta taşıyor. Umut İslam Ayar ise Ortadoğuda Modernleşme" adlı edisyon çalışmadan hareketle Batılı ve İslâm dünyasından yazarların "İslâm ve Sekülarizm" meselesini ele alış biçimlerini değerlendiriyor. Dilaver Demirağ ise hümanizm kavramı ile birlikte gündeme gelen "İnsan her şeyin ölçüsüdür" sözünün çok önemli bir değişimi yani seküler tanrının kim olacağını tayin etmekte olduğuna odaklanıyor.
Umran'ın bu sayısında Ali Bulaç'ın Kur'an'a dönük deist itirazları masaya yatırdığı incelemesi, Ali Rıza Demircan'ın kurban ibadetini anlattığı yazısı ve Metin Önal Mengüşoğlu'nun Güray Süngü'nün yeni romanını değerlendirdiği yazıları da dikkat çekiyor. Ahmet Edip Başaran ve Güngör Göçer'in iki önemli kitap değerlendirmesi de kültür sanat sayfalarında yer alıyor.


 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Modernizm ve gelenek arasında kaldık


Dilaver Demirağ Umran dergisinin son sayısında ‘Eleştirel Teori ve İslamcılık’ üzerinde durdu.

19. yy; modernite için pozitivist bilimin kendini tahkim ettiği, din karşısında mutlak hakikati ve onun tek ifade edilebileceği biçimi yani ‘fizik gerçeklik’i mutlak şekilde açıkladığını iddia ettiği dönemi işaret eder. Hatta bu dönemi en iyi anlatanın Nietzsche’nin o meşhur aforizması olduğu söylense yeridir: Tanrı öldü!

Pozitivist bilimin bu minvalde dinin/tanrının boşalttığı alana dinden –ki buraya kadar bahsi geçen ‘din’ daha çok Hıristiyanlıktır- daha fazla dogma türeterek kurulduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır. Bugün bile bu dogmaların, hani şu başına bilimsel sıfatı getirilen dogmalar var ya onlar işte, sorgulanması büyük cesaret istiyor. Hele Türkiye gibi modernleşmenin militarist bir düzlemde iş gördüğü havzalarda bu daha zordur.

Eleştirel Teori
Umran dergisinin son sayısında (208. sayı) bu zorlu eleştiriyi yapan iki düşünsel tavır gündeme getiriliyor. Özellikle Dilaver Demirağ’ın Eleştirel Teori ve İslamcılık başlıklı makalesi bu tartışmayı merkeze almakta.

20 yy’ın sonlarına doğru bastırılan dinin geri döndüğünü söyleyen Demirağ, dinin geri dönüşü bir hortlağın geri dönüşü gibi görülebileceği kanaatinde. Özellikle de postmodernist elitler için… Zira her ne kadar postmodern dönemde din geri dönmüşse de, postmodern eleştirinin açtığı yolda tekrar varlığını güçlü bir özgüvenle ortaya koyması beklenen din anlayışının pagan yani ‘müşrik’ din anlayışı olduğunu hatırlatıyor yazar. Çünkü daha en başta postmodernlik nosyonunun isim babası olan Lyotard, büyük anlatı olarak gördüğü ve büyük anlatıların da totaliter olması nedeni ile son bulmasından büyük keyif duyacağı doktrinler gibi, Tek Tanrılı dinlerin de son bulmasının hayırlı olacağını belirterek, paganizmin dönüşünü kutlamaktaydı. Fakat beklediği gibi olmadı. Gerek modern gelenekten –ilginç bir terkip oldu, farkındayım- gelen düşünürlerin eleştirileri gerekse de İslamcı/Müslüman gelenekten gelenlerin yaptığı eleştiriler sayesinde sadece müşrik/pagan din anlayışını değil, semavi dinlerin ve tabii ki ed-Din yani mutlak din olan İslam’ın da tekrar insanların gündemine girdiğini görüyoruz.

Özellikle Frankfurt Okulu düşünürlerinin yaklaşımının temelinde, sahih inanca çok daha saygılı ve onlara olumlu değer yükleyen tavır içinde olduklarını hatırlatıyor Dilaver Demirağ. Mesela Adorno’nun tam bir negatif teoloji yaklaşımı içinde Caputoyu önceleyerek, Tanrıyı adlandırmaktan kaçınan yaklaşımı ile bir tür tevhid ve aşkınlık tavrı ortaya koyarak Tek Tanrıcılığa sahip çıkan bir yaklaşım gösterdiğini dile getiriyor.

Eleştirel Teori felsefeyi işgal eden pozitivist akılcılığa ve aydınlanma mitine karşı aşkın ve içkin bir eleştiri olarak yıkıcı bir rol icra eder. Bir anlamda Aydınlanmanın dine ve külte yönelik eleştiri silahını bizzat aydınlanmaya çevirerek, Aydınlanma karşısında seküler bir büyübozumu rolü üstlenirler.

Araçsal akıl ve Ateizm
Demirağ, özellikle Horkheimer ve Adorno’nun şöyle bir inançta olduklarını salık veriyor: Mezkur her iki düşünür aydınlanma eleştirisi kapsamında Ateizmin dine saldırarak nesnel aklın temellerinin oyulmasına neden olduğunu ve totaliter akılcılık olarak araçsal akılcılığın önünü açtığını belirtirler. Tam da bu tutumu nedeni ile efsanelere, akıl dışı hurafelere karşı mücadele ettiğini iddia eden aydınlanmacı aklın kendisi bir mite dönüşür, dine karşı mücadele eden aydınlanmanın kendisi bir din konumuna yükselir. Böylece ateizmin profan bir din haline dönüştüğünü, bu dinin tanrısının da evrim olarak ‘doğa’ olduğunu söyler.

Araçsalcı Akıl ve Nurcu Gelenek

Modernitenin pozitif bilimle saldırıya geçtiği bir dönemde yaşayan birçok Müslümanın başvurduğu başlıca yöntem İslam’ın özünde ‘terakki’ye mani olmadığı retoriğini kullanmak olmuştu. Özellikle ilk dönem İslamcılar bu retoriğe çok sık başvurmakta, hatta bazıları ‘Kur’an’ın mucizevi bir şekilde modern bilimi müjdelediği’ vb söylemleri bayraklaştırmakta bir beis görmemiştir. Bu tavrın günümüzde özellikle Nurcu gelenek içerisinde yaygın olduğunu söyleyen Demirağ, merhum üstad Bediüzzaman’ın farklı bir tavrı olduğunu söylüyor.

Üstad Said Nursi ile bilimci izleyicileri arasındaki en önemli farkın, üstadın Kur’ân’ın mevcut bilimsel buluşları çok önceden haber verdiği gibi din açısından çok daha tehdit edici bir söylem yerine, bilimin verilerini Allah’ın mucizelerinin teyidi olarak görmesi olduğunu söylüyor. Bu ikisi arasında önemli bir fark vardır. Zira ilki bilimdeki değişkenliklere vahyi bağlamak gibi son derece tehlikeli bir şeyi ortaya koyarken, Bediüzzaman tabiatın Allah’ın ayetleri olduğunu vaz eden ayetleri merkeze alır.

Eleştirel Teori olarak İslamcılık
Eleştirinin kriz dönemlerinde ortaya çıkarak mevcut krizi aşma imkânı sağladığını hatırlatan Dilaver Demirağ, Frankfurt Okulunun akıl ve bilim kavramlarını eleştiriye tabi tutarken bunların tarihsel süreç içerisinde kazandığı anlamlara gönderme yaptığını söylüyor. İslamcılığın da benzer bir olguyu gelenek karşısında yaptığını, Frankfurt Ekolonün Diyalektik tutumu ya da Hegelci Fenomenolojisinden yola çıkan anlayışla Aydınlanma karşısında onu kapsayarak aşma biçimindeki tavrını geleneğe karşı işlettiğini söylüyor. Böylece geleneği kapsayarak aşan bir dinamik din kavrayışının ortaya çıkmış olduğu iddiasında yazar.

Gelenek vs Modernite çıkmazı

Şunu da ilave etmeliyim: Ne yazık ki çok ciddi bir birikime sahip olduğunu bildiğimiz sayın Demirağ, makalesinin bazı yerlerinde, özellikle gelenek eleştirisi bölümünde kendisinden beklenmeyen hatalara düşmekte ve modernitenin kavramsallaştırdığı birçok argümanı sağlam deliller gibi kullanabilmekte. Bir defa gelenek ve modern dikotomisinin masum olmadığı gün gibi ortadayken, modernitenin kendi meşruiyetini gelenek karşıtlığında inşa ederken başvurduğu ‘akıl, geri, ilerleme vb’ argümanların ne kadar sağlam bir zemini işaret ettiği fazlasıyla tartışmalı duruyor. Bu konuyu başlıca bir yazı konusu sayıp son olarak şunu söyleyelim: Dilaver Demirağ’ı ve Umran’ı takip etmek gerek.



Erdal Kurgan bildirdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran-kapak.jpg

Yeni bir sosyal dünya için

Umran dergisi bu sayısında dayanışma ağlarını ele alıyor


Dünya Bülteni/ Kültür Servisi
Modern çağa ve onun oluşturucu gücü olan kapitalizme ruhunu veren atomcu birey anlayışı, atom altı fiziğindeki değişimler ile krize girmiş durumdaysa da neo-liberalizm ideolojisi içinde klasik liberalizmden çok daha saldırgan ve zorba bir anlayışla muhafaza edilmekte. Bu açıdan hem temel noktalarda hem de yardımlaşma gibi pratikler bakımından dayanışma hayati önem taşımaktadır.
Dayanışmayı farklı açılardan ele alan Umran'ın bu sayısında Abdurrahman Arslan, M. Kürşad Atalar, Yıldız Ramazanoğlu ve Dilaver Demirağ'ın yazıları yer alıyor. Ayrıca Yaşayan İslam bölümünde de konuya ilişkin olarak Abdullah Yıldız ve Vahap Coşkun'un yazıları konuyu daha somut düzlemde, gözlemleri ve izlenimleri ile ele alıp anlatıyorlar. Gündem bölümünde daha çok Ortadoğu'daki gelişmeleri analiz eden yorumlar yer alıyor. Düşünce sayfasında yer alan burjuva sınıfının oluşumu ve felsefe konulu iki yazı ise ele aldıkları konuyu vukufiyetle tartışmaları bakımından önemli.​
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Umran Dergisinin Şubat Sayısı Çıktı!



210. sayısıyla okurlarının karşısına çıkan Umran dergisi "kentsel dönüşüm" konusunu tartışmaya açıyor.

Şubat 2012 tarihli 210. sayısında Umdran dergisi "kensel dönüşüm"ü tartışıyor.
Derginin önsözünde şu vurgulara yer veriliyor:




Türkiye içerde ve dışarıda değişimin sıkıntılarını yaşıyor. Bu sıkıntılar insanların hayatlarından şehirlerin yeni yapılarına, komşularla ilişkilerden Batı dünyasına kadar uzanıyor. 28 Aralık 2011 gecesi Irak sınırında Uludere’de yaşanan olayda 34 insanın öldürülmesi bunun bir örneği. 34 kişinin tamamı TSK bünyesinde bulunan F-16 uçaklarından atılan bombalarla öldürüldüler. Kasıt olup olmadığı tartışılsa da, bu olayın sorumlularının bir an evvel bulunarak cezalandırılması gerekir.
Çünkü kim bir kimseyi haksız yere öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Geçtiğimiz günlerde İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerinden bir grup Müslüman Ortasu Köyü’ne taziye ziyaretinde bulundu. Camide kılınan akşam namazının sonrasında, öldürülenlerin akrabalarıyla yapılan konuşmalarda insanların dinmeyen acıları hemen fark ediliyordu. İnsanlar öncelikle resmi bir özür ve bu katliamın meydana gelmesinde sorumluluğu bulunanların açığa alınıp hızlı bir biçimde yargılanmasını bekliyorlar. İnsanlar hem Hükümet kanadından, tazminat dışında öldürülenlerin acılarını soğutacak bir adımın gelmemesinden hem de TSK personeline yönelik takdir ve teşekkür ifadelerinden dolayı haklı olarak incinmiş, kırılmış ve öfkelenmişler. Bu meselenin diğer faili meçhullerle birlikte bir an önce aydınlatılması Kürt sorunundan Ergenekon’a bir dizi memleket meselesinde yol alınmasını sağlayacaktır.
Memleketin sorunları her geçen gün daha da derinden hissediliyor. Uzun zamana yayılan kentsel dönüşümün meydana getirdiği sorunlar bunlar arasında öne çıkanlardan biri. Sözgelimi İstanbul’da inşa edilen gökdelenler bunun küçük bir örneği. Küresel söylemin en önemli zaafı, şehirlerin kültürel ve tarihi birikimlerini otantikliğinden koparması, onların bütünlüğünü parçalayarak, sahip olduğu değerleri -tüketimin geçici doğası atlanarak- tüketime sunmasıdır. Küreselleşme ise neoliberal ekonominin bir tezahürüdür. Artık kapitalizme eklemlenme de kentler üzerinden olmaktadır. Kentsel dönüşümler de bu eklemlemelerin bir nevi stratejilerindendir. Şehir gittikçe büyürken, kent merkezindeki işyerlerine kolay erişilebilirlik ve ilginç eski mimari, bu mahalleri daha yüksek geliri olan insanlar için cazip hale getirmiştir. İstanbul’da bu muhitlerdeki konutlar yaklaşık son otuz yıldır el değiştirip rehabilite edilerek, daha farklı sosyal kültürü, gelir düzeyi ve hayat tarzı olan kişiler tarafından kullanılmaya başlandı.
Günümüzde asıl sorun, yeni şehirlerin kuruluş aşamasından ziyade, kurulu şehirleri, yeni sakinleri ve çoğalan nüfusu oranında genişletirken yaşanmaktadır. Benliği geçmiş zaman ve mekân sahnelerine asılı muhafazakâr bilinç gün geldi Faustçu çılgın projelere kapı açan bir gelişme/kalkınma ideolojisini yüksek sesle savunmaya yöneldi. Sermayenin kapsama hırsının sınırı yok, minareleri bastırmaya çalışıyor kat sayısıyla. Turgut Özal İstanbul’u Lübnanlaştırmak istediği için eleştirilirdi.
Şimdi ise İstanbul kesme yapıştırma resimlerle Manhattan’a öykünüyor adeta. Oysa ki merhum Turgut Cansever’in şehircilik alanındaki endişe ve eleştirilerine aşina olan isimlerce kurulan hükümetler döneminde, daha insancıl ve çevresiyle barışık, ayrıca tahripkâr değil de yapıcı olmaya çalışan, yerleşim dokularına özellik kazandıran minimal imkânları göz ardı etmeyen, sokağın ve mahallenin seslerini yaşatma konusunda özenli bir mimarlık ve şehircilik anlayışının gündeme gelmesi ve etkinlik kazanması beklenirdi.
TOKİ özelinde yaşanan insanları kutulara hapsetme politikaları da bütünüyle Müslüman bilinci dışarıda tutarak inşa ediliyor. Mesela her gün abdest alan müminleri hesaba katarak, buna uygun tasarlanmış bir lavabo yoktur. Tersine, mekândan biraz daha iktisat etsin diye daraltılmış alanlara alafranga tuvaletler kondurarak, insanları inkıbaz etmekten öte bir marifet sergilememektedir. Lafa gelince “bizim kaynağımız Kur’ân, Sünnet ve bin yıllık tarihtir” diyenler, uygulamada materyalistlerden daha çıkarcı davranabilmektedirler. Düşünün ki bir Müslüman tabiata karşı ve tabiata rağmen bir yeşillik projesinin ardına hiç düşer miydi? Ama bu muhafazakârlar tabiatın boynunu bükerek kendi icatları olan uydurma yeşilliklerle fiyaka satmaktadırlar. Bu nedenle Turgut Cansever’lerin çoğalması ve bunların önerilerinin uygulanması gerekir. Böyle bir umut var mı derseniz, bu noktada umutsuzluğun iman zaafı olduğunu bir kere daha hatırlamamız gerekiyor.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle… UMRAN
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran-dergisi-212.jpg

Umran Dergisinin Nisan Sayısı Çıktı!


"Kurucu Tecrübeyi Anlamak" manşetiyle çıkan Umran, hadislere bakış ve sünnet etrafındaki tartışmalara mercek tutuyor.


“Kurucu Tecrübeyi Anlamak” üst başlığıyla, Hz. Peygamber’in sünnetini kavrama, hadislere bakış, sünnet etrafındaki tartışmalar ele alınıyor. Yetkin kalemlerden makaleler ve hadis alanında söz sahibi düşünürlerden röportajlarla zengin bir dosya hazırlanmış.
Umran’ın bu ayki tanıtım bülteni:
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinin nasıl anlaşılacağı ve günümüzde nasıl yaşanacağı konusu çağdaş Müslüman düşüncenin üzerinde durduğu önemli konular arasında yer almaktadır. İlahi Hitab’ın ilk muhatabı olmanın yanında onun ilk uygulayıcısı olan son Allah elçisinin sünnetinin mahiyeti kadar sünnet söz konusu olduğunda mutlaka gündeme gelen hadisler, hadis eleştirisi, hadislerin kültürel boyutu gibi meseleler de sünnet konusu konuşulurken gündeme getirilen konular arasındadır.
Çağlar boyunca sünnet Müslüman toplumların yapısında, iç işleyişinde çok önemli bir yere sahip olmuştur. Birçok insan aslında neyin sünnet olduğunu, nasıl olduğunu bile bilmeden bir sonraki nesle hareketlerle aktarıyor. Bu annemiz, babamız, dedemiz tarafından da aktarılmaktadır. Bazen de birçok insan bunun sünnet olduğunu biliyor veya bilmiyor ancak pratik hareketlerle bunlar aktarılmaya devam ediliyor. Bugün için önemli soru(n) şu: Bugün sünneti nasıl yaşamalıyız?
Hal böyle olunca yaşamak kadar hatta ondan daha önce sünneti doğru anlıyor muyuz, sorusu üzerinde durma gereği ortaya çıkmaktadır. Çünkü sünnet denilince herkes aynı şeyi anlamıyor. Bu yüzden öncelikle sünnet anlayışımızı belirginleştirmemiz gerekiyor. Eğer doğru bir sünnet anlayışına sahip değilsek, sünneti doğru bir şekilde yaşamaktan da söz edemeyiz. Sünneti nasıl yaşayacağımız, sorusunun cevabı ise en temelde, Kur’ân’ı nasıl yaşayacağız, sorusunun cevabıyla aynıdır. Kur’ân ile sünnet arasında bu açıdan bir fark yoktur. Zira sünnet dediğimiz şey, Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in hayatında hikmetli bir biçimde uygulanmış halidir. Bu yüzden rivayet kültürü içinden seçilmiş zanni bilgilerle oluşturulan “delail ve hasais edebiyatı” ile Müslümanların kültürel dünyasında yer edinmiş olan peygamber imajı gerçeğinden önemli ölçüde uzaktır.
Bugün Hz. Peygamber’in tarihsel olmuş ve örnek alamayacağımız yönleri yerine ticaret ahlakı, adaleti, insani yönü, evliliği, toplumsal ilişkileri, ahlakı, savaş ve barış ilişkileri ve tavırları bizim için daha önemlidir. O’nun hayatına bütüncül olarak bakılması gerekmektedir. Melekler arasında değil insanlarla hayat süren peygamberin belli yönlerini ön plana çıkaran zanlardan uzak durulması gerekliliği bulunmaktadır. Bazılarının ön plana çıkardığı gibi O, sadece kıyafeti, oturuşu ve yemek adabıyla mı örnektir? Söz gelimi zahitçe bir hayat yaşamayı tercih etmemesi önemli değil midir? Gerçek örnekliği, mazluma yardım etmesi, açları doyurması, fakirleri himaye etmesi, af ve misafirperverliğinde değil midir? İşte bu yüzden sünnet, hadis ve siyer bilgisi konusundaki tartışmaları doğru bir zeminde ele almak gerekir.
Umran dergisi bu çerçevede, Hz. Peygamber’in örnekliğini, Müslüman dünyadaki farklı hadis anlayışlarını, sünneti yaşama sürecinde ortaya çıkan bazı sorunları ele alan bir dosya sunuyor.
İrtibat: 0212 631 12 50
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran-dergisi_213_mayis2012.jpg

Umran Dergisinin Mayıs Sayısı Çıktı!


Umran Dergisi, Mayıs 2012 tarihli 213. sayısında sosyolojinin dönüşümü ve yeni nesil sosyologları kapağa taşıdı.

Umran dergisi Mayıs sayısında TC’nin kuruluşundan bu yana devlet merkezli, halkı aşağılayıcı, milliyetçi formatta oluşturulan Türk Sosyolojisi’nin son yıllarda yaşanan toplumsal, siyasal, kültürel değişimlerle beraber nasıl bir sürece girdiğini, artık bu dayatmacı teori ve üsluplarla, darbelere ve diktaya verdiği cevazlarla toplumsal realiteden koptuğunu gözler önüne seriyor. Artık bütün bu sürecin hilafına yeni nesil sosyologların yetiştiğine, bu gelişmenin, yarının Türkiyesini ve İslâm dünyasını inşada, insanlığa yepyeni umutlar sunmada çok önemli bir dönemeç olduğuna dikkat çekiyor.


SOSYOLOJİNİN DÖNÜŞÜMÜ
Düzenin Normalleşmesi, Siyasetin Değişimi ve Yeni Nesil Sosyologlar
Son günlerde 28 Şubat darbecilerinin birbiri ardına tutuklanması aslında Türkiye’deki değişimin mahiyetini anlamak bakımından son derece önemlidir. Bu durum sadece darbecilerin yargılanması değil, Türkiye’de süreklilik arz eden bazı yapısal sorunlardaki değişim iradesinin de açığa çıkmış olmasıdır. Bu aynı zamanda toplumsalın ve onu anlamlandıran sosyolojinin de dönüşmekte olduğunu gösterir. Ancak şunu hatırlatmakta fayda var: Postomdern darbeci Çevik Bir’e başörtüsü ve irtica meselesini Elizabeth Özdalga, Nilüfer Göle ve Nur Vergin gibi sosyologlarla konuşmasını tavsiye eden bir gazeteciye Çevik Bir asabi bir şekilde, “Bizim sosyologlara ihtiyacımız yok. Biz askeriz, komutandan talimatı alır, gereğini icra eder, tekmil veririz. Sosyologlarla, şunlarla bunlarla konuşarak kafamızı karıştırmayız” anlamında sözler sarf eder.
Modernleşme sürecinde Türkiye’deki siyasal ve sosyal düşünce sisteminin, devletiyle ve bireyi ile daima, tek’i ve bütünü aramak amacıyla yola çıktığı söylenebilir, özellikle de cumhuriyetin ilk yıllarında. Bu yüzden temel gayenin, özdeşliği ve değişmez olanı bulmak olduğu ifade edilebilir. Oysa sosyolojinin temel ilgi odaklarından birisi de toplumsal değişmedir. Türkiye’de ise, yeni kurulan bir ulus-devlet sürecinden dolayı insanların zihinsel açıdan tek hale getirilmesine neden olmaktadır. Özellikle erken cumhuriyet döneminde Türkiye’deki sosyoloji çalışmalarında amaç, iktidara yakın olmak veya iktidarın hissesinden pay almak olmuştur. Haliyle bu, toplumsalı değerlendirme noktasında ciddi sıkıntıları beraberinde getirmiştir.
Öte yandan Cumhuriyet’in, karşılaştığı her sorunu baskı ve şiddet kullanarak bertaraf etme taktiği, sadece halkla arasını açmakla kalmadı; devletin kendisinde de bir korku paranoyası başlattı. Devletin kendi varlığı için tehdit olarak kabul ettiği hususlar çeşitlenerek arttı. Bu korku paranoyası devletin bekçiliğine soyunmuş güçlere cesaret verdi. Bu güçler, 10-15 yılda bir yönetime el koyarak devlete format atmayı neredeyse alışkanlık haline getirdiler. Ama her defasında aynı formatı veriyorlardı. Asıl sorunun biraz da programın kendisinde olabileceği hiç düşünülmedi. 80’li yıllar bu anlayışın sorgulanması gerekliliği noktasında bazı girişimlere sahne oldu. 90’lı yıllar etkisiz koalisyon hükümetleri ile geçildi. Başta ekonomi olmak üzere, açılım ve çözümler tatile girdi. Bu koalisyon hükümetlerinden “Refah-Yol” hükümeti kamuoyunda bir başarı beklentisi uyandırmıştı. Ancak bu beklenti, 28 Şubat 1997 post modern darbesiyle tam bir hayal kırıklığına dönüştü. 90’lı yıllar bu nedenle, ayağa kalkan Türkiye açısından bir “Fetret devri” olarak tarihe geçti. Bu yılların tek olumlu tarafı düşünen, konuşan ve tartışan Türkiye’nin “gelecek” hakkındaki iyimserliğini sürdürmesi olmuştu.
AKP’nin 2002 seçimlerinden çok kuvvetli bir şekilde birinci parti olarak çıkması, siyasal alanın kendi gücünü kendisine hatırlatması açısından oldukça öneme sahipti. Esasında bu süreci, medya ve bazı siyasi grupların muhafazakâr kesimi hedef alarak uygulamaya soktukları 28 Şubat darbesinin rövanşı olarak yorumlamak ta mümkündür. Çünkü 2002 seçimlerinin galibi olan AKP’nin teşkilatı büyük oranda 28 Şubat darbesinin muhatabı olan Refah Partisi kadrolarından müteşekkildi. İşte bütün bu süreçlerde sosyoloji, toplumsalın anlamlandırılması noktasında gerek devlet tarafından gerekse muhalefet tarafından başvurulan kavramsal araçları sunmuştur.
Daha geniş kitlelere ulaşabilmek ve siz değerli okurlarımızın istifadesine sunmak amacıyla güncellemeye başladığımız web sitemizi (www.umrandergisi.com) ziyaret etmeniz temennisiyle yeni sayımızda buluşmak üzere. Umran
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Tüm anayasalar halktan kopuk

umran-kapak.jpg



Umran dergisi haziran sayısında, günümüze kadarki tüm anayasaların ortak özelliğinin tepeden inmeci, halktan kopuk ve Batı’cı oluşuna dikkatleri çekiyor.

Türkiye uzun zamandır anayasa meselesini tartışıyor ve bu tartışmalar neticesinde artık yeni bir anayasa yapım sürecine girmiş bulunuyor. Her ne kadar 12 Eylül anayasası tartışılıyor gibi gözükse de bu bağlamda Umran dergisi Haziran sayısında, Türkiye’nin yakın tarihini de tartışmak anlamına gelen anayasa yapım sürecinin, günümüze kadarki hazırlanmış olan tüm anayasaların ortak özelliğinin tepeden inmeci, halktan kopuk ve Batı’cı oluşuna dikkatleri çekiyor.
Geçmiş anayasaların tepeden inmeci/jakoben bir tavırla yapıldığının tek göstergesi bu değil. Bu anayasaların tamamı da masa başında ve yüzleri Batı’ya dönük aydınlar tarafından hazırlanmış metinlerdi. Türkiye aslında büyük ölçüde bir modernleşme toplumuydu. Yani Batı gibi kendi modernliğini bizatihi kendi toplumsal dinamikleriyle üretebilmiş bir toplum değildi. Batı modernliği, arkasındaki toplumsal aktörlerin, sınıfların iradeleriyle ortaya çıkan bir süreçti. Bizde ise modernleşme daha çok bir “batı gibi olma”, “modern gibi olma”ya dayanıyordu. Daha çok devletin bir ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştı, toplumun değil. Bu anlamda modernleşme bir anlamda devletin topluma biçim vermeye çalıştığı bir projeydi.
Dönemin elitleri “Her şeyin doğrusunu ben bilirim” düşüncesindeydiler. Sorun olan esas husus, tüm bildiklerini Batı’dan almaları ve bunları kendi ülkelerine ancak masa başı düzenleme yaparak uyarlamaya çalışmalarıydı. Halkına ve ülkesine yabancı olan bu aydınlar empati de kuramıyor, ülkenin ve halkın lehine-aleyhine olacak hususları masa başında kestiremiyorlardı. Bu açıdan bakıldığında anayasa tartışmalarının siyasetten kültüre, yargıdan asker siyaset ilişkilerine uzanan bir tarafı bulunuyor.
Yeni anayasa tartışmalarının içeriğinin ne kadar yeni olduğu üzerinde de durulması gerekir. Demokratik, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu gibi ifadelerle anılan bir anayasanın ütopyacılarda bile rastlanamayacak derecede büyük bir hayal olduğu söylenmeli. Zira tarihin sonu gelmediği gibi ideolojiler de bitmemiştir. “Demokratik, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu bir anayasa” söylemi son kertede liberalizmin hâkimiyetinden başka bir amaca hizmet etmez. Zira demokrasi de özgürlükçülük de çoğulculuk ve katılımcılık da içleri boş hayallerle doldurulmuş, pratiği tarihin hiçbir döneminde yaşanmamış, sahnede küresel kapitalizmin Truva atları olarak rol almış soyut kurgulardan ibarettir.
Bu bağlamda anayasa tartışmalarını derinleştirerek sürdürmek gerektiğini belirterek Umran dergisi, Burhanettin Can, Sıbğatullah Kaya, Hüseyin Hatemi, Osman Can, Reşat Petek, Besim Dellaloğlu, Macit Kenanoğlu, Kaya Kartal ve Ömer Faruk Karagüzel’in yazılarına ve görüşlerine yer veriyor. Öner Buçukcu, Dilaver Demirağ Türkiye ve dünya gündemini yorumluyorlar. Metin Önal Mengüşoğlu, Necip Fazıl biyografisini hatıraları üzerinden yazmaya devam ediyor.
0212 631 12 50 www.umrandergisi.com

Rabia Önder haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umrantemmuz2012.jpg


Roger Garaudy Umran'da

Umran Dergisi Temmuz sayısında İslâmcılığın ne ifade ettiğini, İslâmi hareketlerin gelişme seyrini, İslâm dünyasındaki İslâmcılık hareketlerinin birbiriyle ilişkileri-etkileşimlerini inceliyor





Dünya Bülteni/ Kültür Servisi
Umran dergisi yeni çıkan Temmuz sayısında, İslâmcılık, Türkiye iç siyasal hayatı ve bilhassa Suriye ve Mısır olmak üzere Ortadoğu'da yaşananlar ve Müslüman düşünür Roger Garaudy'nin vefatı başlıklı üç önemli dosya ile okuyucularının karşısına çıkıyor.
İslâmcılık dosyasında İslâmcılığın ne ifade ettiğini, İslâmi hareketlerin gelişme seyrini, İslâm dünyasındaki İslâmcılık hareketlerinin birbiriyle ilişkileri-etkileşimlerini, bulundukları ülkelerdeki rejimlerle mücadelelerini ele alan yazılar ve röportajlar yer alıyor. Bilhassa dünyanın gözleri önünde Suriye'de icra edilen Esed-Baas rejiminin vahşi katliamlarının, Mısır İhvan'ının cumhurbaşkanlığı seçim zaferinin tahlili, gelecek dönemde askeri dikta ile ilişkilerinin incelendiği Ortadoğu dosyası çarpıcı yazılardan oluşuyor.
Dergide Müslüman olması dünyada büyük yankılar uyandıran, Siyonizm'e karşı sert duruşu bağlamında kaleme aldığı ve şok eser olarak nitelendirilen "İsrail, Mitler ve Terör" kitabı yüzünden dünya kamuoyunca aforoz edilen, kitaplarının çoğunun Türkçe'ye de çevrildiği Müslüman düşünür-filozof Roger Garaudy'nin vefatı üzerine özel bir dosya hazırlanmış.
ÜÇ TARZ-I SİYASETTEN BİRİ: İSLAMCILIK
İslâmcılık, Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesi sürecinde imparatorluğun nasıl devam ettirilebileceğine, nasıl kurtarılabileceğine ilişkin ortaya çıkan düşünce akımlarından, yani "üç tarz-ı siyaset"ten bir tanesiydi. Fakat Osmanlı'nın dağılmasından sonra Müslüman dünyanın yaşadığı sıkıntılar mahiyeti bakımından farklılaştı. Cumhuriyet Türkiye'sine gelince, yeni rejim İslâm'ı bir hayat tarzı olarak kabul etmediği gibi, bir inanç olarak da neredeyse hayatın dışına çıkaracak politikalar icra etti. Netice itibarıyla Cumhuriyet, tarih sahnesinden çekilmiş bir imparatorluğun ideolojisi veya inancı pozisyonunda olan İslâm'ın, o imparatorluğun yıkılmasına vesile olduğu gibi bir düşünce üzerinden kendisini meşrulaştırmaya ve dini dışlayarak yepyeni bir dünya inşa etmeye çalıştı.
Bu dönem, İslâm'ın, devletin yakınlığından mahrum kalarak ahalinin dini haline geldiği, ahalinin de içine kapanıp kendi dünyasında İslâm'ı yaşamaya devam ettiği bir dönemdi. Bunun akabinde, fikirleriyle İslâm coğrafyasında önemli etkiler uyandıran, İslâmcı hareketlerin yerleşik rejimlerle mücadelelerinde fikirsel altyapı sunan, bugün artık Mısır'da tarihinde ilk defa iktidar olma imkanını elde eden (İhvân-ı Müslimin) Müslüman Kardeşler hareketi kuruldu. Böylece bu minvaldeki hareketler Müslüman dünyanın değişik coğrafyalarında birbirinden etkilenerek ivme kazandı.
Türkiye açısından bakıldığında 1950'ler Said Nursi'nin, Necip Fazıl'ın kendilerini ideolojik ve siyasi olarak nispeten daha serbestçe ifade ettikleri bir dönemdi. Zira ahalinin inançlarına saygı duyan Demokrat Parti iktidarının kısmi müzahereti vardı, en azından baskı azalmıştı. Siyasi iktidar içinde Müslüman kitlenin irtibat kurabileceği kanallar ortaya çıkmıştı. 1960 ihtilalinden sonra hazırlanan yeni anayasanın sağladığı nispi özgürlükler cümlesinden olmak üzere Müslüman dünyadan tercüme faaliyeti başladı. Mısır'dan, Pakistan'dan, ağırlıklı olarak da İhvân literatüründen yapılan tercümelerle İslâm'ın sosyal hayatta bir fonksiyon icra eden, hayatı biçimlendirmeye dönük bir inanç olduğunu ortaya koyan eserler yayınlandı. 1960-80 dönemi, tercüme faaliyetleri anlamında olduğu kadar bugünkü İslâmcı entelektüellerin oluştuğu yıllar olması bakımından da önemlidir.
Devrimlerin son bulduğu varsayılan bir dönemde, kendini İslâm'la ifade eden İran İslâm Devrimi bütün İslâm dünyasını heyecanlandırdı. Devrimin bir olumlu etkisi de, tarihsel husumetler dolayısıyla pek muhabbet duyulmayan Şiiliğe yönelik dışlayıcı, önyargılı bakışı değiştirmesiydi. Fakat gelinen süreçte İran devriminin de tıkandığı görüldü. Bu sadece İran'a özgü bir sıkıntı değil. Son yıllarda İslâmcı entelektüeller ve İslâmi hareketler gerek teorik gerekse pratik alanda bir kriz ve belki de bir arayış yaşıyorlar. Bu itibarla bir muhasebe olması ve çözüm arayışı bakımından bazı meseleleri tekrar gündeme getirmek ve tartışmak önemli.
Umran dergisi Temmuz sayısı, İslâmcılığın doğuşu, tarihsel seyri, nefsi müdafaa oluşu kadar İslâmcılık dediğimiz siyaseti çok deruni olarak kavrayamayışımızdan ve o derinliğe ilişkin bir yapılanma oluşturamayışımızdan kaynaklanan bazı sıkıntıları ele alması, temel meseleleri, öncelikleri gündeme getirmesi bakımından kapsamlı bir dosya hazırlamış. Bu bağlamda, İslâmcılık başlıklı Abdurrahman Arslan ve Ali Bulaç'ın iki ayrı konferanslarının metni ile Cevat Özkaya, Şemseddin Özdemir ve Mustafa Tekin'in konuştuğu bir açık oturum yer alıyor.
Gündem kısmında ise, Ortadoğu'da ve Türkiye'de yaşanan gelişmeleri farklı bakış açılarından ele alan yazılar yer alıyor. Özellikle Suriye'de yaşanan katliamları ve Mısır İhvânı'nın zaferiyle sonuçlanan gergin cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını ele alan yazıların, İslâmcılığın yeni durumlar karşısındaki muhtemel tavır ve tutumları bakımından önemili çalışmalar...
Önemli birçok eseri seksenli yıllardan itibaren Türkçe'ye de tercüme edilen Roger Garaudy'nin vefatı dolayısıyla hazırlanan, Garaudy'nin eserlerini ve fikirlerini muhasebe imkânı sunan yazıların yer aldığı Garaudy özel dosyası dikkat çekici.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Batı, Müslüman düşünceyi nasıl etkiledi?


umran.jpg



Umran dergisi 216. sayısında çağdaş Müslüman düşüncenin bazı eğilim ve yönelimlerini gündeme taşıyor.



Temmuz ayında yayımladığı ‘İslâmcılığın Seyri’ başlıklı dosyası ile basında süren İslâmcılık tartışmalarını ‘başlatan’ Umran dergisi yeni çıkan 216. sayısında İslâmcılıkla yakından ilgili olan çağdaş Müslüman düşüncenin bazı eğilim ve yönelimlerini gündeme taşıyor.
Çağdaş Müslüman düşüncenin mahiyetini belirleyen temel unsurlardan biri, Müslüman kavimlerin Batı ile karşılaşması ve onunla yüzleşme arzusudur. Bu dönemin tipik özelliği ‘yenilmişlik duygusu’nun beslediği tepkiselliktir. Çünkü Müslümanlar, bu dönemde siyasi güçlerini neredeyse bütünüyle yitirmişlerdir. Bu ise, doğal olarak, yenilginin nedeni üzerinde yoğunlaşma ihtiyacını doğurmuştur. Bu yoğunlaşma hali kimi zaman savunmacı bir karakterde olmuş kimi zaman özgüvenli bir karşı çıkışa işaret etmiştir. Dönemsel etkilenmeler/etkileşimler dikkate alındığında bugün çağdaş Müslüman düşünce hem bir imkana hem de zaafa işaret etmektedir. Bir arayışı içinde barındırmasından dolayı önemli bir imkan olan bu düşünsel seyir düşünce konularında bütünlüklü bir bakışı yetkin bir biçimde teorize edemediğinden dolayı zaaflarından kurtulamamıştır.
Umran’ın bu sayısında M. Kürşad Atalar genel olarak meselenin bu boyutuna eğiliyor. Talal Asad Muhammed Esed’i, Miraç Can Uğur ise Fazlur Rahman’ı ele alıyor. Abbas Pirimoğlu ise meseleyi genel bir perspektiften Müslümanların düşünce sorunları üzerinden ele alarak işliyor.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri ele alan yazılar tartışılan konuların mahiyetini kavramak bakımından önemli. İlhan Akkurt, liberalizm tartışmalarına ilişkin bir kritik yazısı kaleme aldı. Mesut Karaşahan ise modern zamanların merhametsizliğini, ahlak ve iffetin yok oluşunu Almanya’daki terk edilen bebeklerin konulduğu kutular üzerinden ele alıyor.
Umran’ın ağustos ayrıca Şakir Kocabaş’la ilgili olarak Metin Önal Mengüşoğlu’nun kaleme aldığı önemli bir yazıyı Hasan el-Basrî konulu söyleşi izliyor. Ahmet Sait Akçay Müslüman şair Shabbir Banoobhai hakkındaki değerlendirme yazısı ile yer alıyor Umran’da.
Dergide dosya konusu dışında ilk önemli metinler de yer alıyor. Muhammed Esed’in Mekke’ye Giden Yol kitabında 1973 yılında yazmış olduğu ve Türkçede yayımlanan hiçbir tercümede yer almayan metni Selim Karlıtekin tarafından çevrildi. Ölümünün ellinci yılında çeşitli etkinliklerle anılan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kırk yılı aşkın bir zamandır Edebiyat Üzerine Makaleler kitabında dört sayfası eksik yayımlanan bir metninin tam hali yer alıyor. Asım Öz’ün metnin serencamını anlattığı sunuşuyla beraber yayımlanan bu metin tek parti devrindeki yayıncılık faaliyetlerini anlamak bakımından da önemli.
Umran: 0212 631 12 50 www.umrandergisi.com

Üsame Varol haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Umran Dergisi 217. Sayısı Çıktı!

300669.jpg



Umran Dergisi’nin 217. sayısı yayınlandı. Umran’ın eylül sayısında Cevat Özkaya, “Suriye: Hem Arab’ın Yüzü Hem Şam’ın Şekeri”, Mustafa Aydın “Paylaşım ve Dezenformasyon Üzerine”, Abdullah Yıldız “Suriye ve Arakan’la İmtihanımız”, Öner Buçukçu “Mısır’daki Gelişmeler ve Bölgesel Yansımaları” ve Abdurrahman Arslan “Dini Eğitimin İslâm’a Rağmen Devletleştirilmesi” konularını ele aldı. Bu saydıklarımızın Umran’ın bu ayki sayısında okuyacaklarınızdan sadece birkaç tanesi.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran.jpg


Umran eğitimdeki değişimi sorguluyor

Umran Dergisi Ekim sayısında eğitim sisteminde son dönemde yapılan değişiklikleri kapağına taşıdı




Dünya Bülteni / Kültür Servisi
Umran Dergisi Ekim sayısında Yapısal Sorunlar, Din Eğitimi ve Neoliberalizm bağlamında Türkiye'de Eğitim Sistemi'ndeki değişimi dosya yaptı. Eğitim sistemindeki yeni reformlar, meslek liseleri ve imam-hatip liselerinin ortaokullarının açılışı, Kur'ân ve Siyer derslerinin tercihli hale getirilmesi ancak bunun yanında eğitimcilerin kalitesi, okulların fizik şartlarının yetersizliği, sürekli değişen sınavla geçiş sistemleri vs. meseleleriyle ilgili tespitler ve çözümler sunuyor.
Cevat Özkaya, Türk siyasi tarihinde devrim/deprem niteliği taşıyan Balyoz davasının anlamını ve bundan sonraki muhtemel demokratik, siyasi dönüşümleri irdeliyor.
Ayrıca Umran, hem Milli eğitim sisteminde son yıllarda yapılan reformları sorgulamayı hem de bir imkan olarak görülebilecek yeni durumların nasıl daha nitelikli hale dönüştürülebileceği meselesi üzerinde duruyor. Aynı zamanda Amerika'daki bazı eğitim uygulamalarının arka planını ortaya koyan bir yazıyla da dünyada eğitim alanında yaşanan değişikliklerin ortak bazı yönlerini hatırlatıyor.
Bizden sonraki kuşakların toplum hayatı içerisinde yer edinmelerini sağlayacak olan bilgi, beceri ve anlayış (bilinç) kazanmalarını sağlayacak olan okulda eğitim, bugün de içinde birtakım sorunlar barındırmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı'nın, zorunlu eğitime başlama yaşını öne çekerek kesintili hale getirdiği sekiz yıllık eğitim uygulamaları başta olmak üzere eğitim alanında yapmış olduğu değişiklikler 28 Şubat uygulamalarından kısmi dönüşü içeriyor. Okullarda seçmeli ders olarak okutulacak olan Kur'ân-ı Kerim ve Siyer dersleri, İmam Hatip ortaokullarının açılışı, katsayı engelinin kaldırılması gibi uygulamalar üzerinde durulması yapılan değişikliklerin başkaca boyutlarını görünmez kıldı.
4+4+4 Modeli, İmam Hatip ortaokullarının açılmasından ya da öğretim programlarına seçmeli Kur'ân ve Siyer derslerinin eklenmesinden daha fazlasını ifade etmektedir. Elbette bu değişiklikler önemli, fakat eğitim sisteminin felsefesinde, esaslarında bir değişim önermiyor bu uygulamalar. Sözgelimi 2488 sayılı Tebliğler Dergisi'nin, Atatürkçülük konularının istisnasız her dersin müfredatına serpiştirilmesini zorunlu kılan hükümleri hâlâ yürürlükte. Öte yandan okulların çoğu özellikle 1. sınıf öğrencilerinin müfredatının gerektirdiği fizik şartların çok uzağında.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
“İktidarla Yaşamak” nasıl bir şey?


umran-kasim2012.jpg



Umran dergisi Kasım sayısında, AK Parti’nin kuruluş yıldönümü dolayısıyla, AK Parti tecrübesinin İslâmcılık açısından getirilerini-götürülerini ele alıyor.



Umran dergisi bu ayki (Kasım 2012) sayısında, AK Parti’nin kuruluşunun 10. yıldönümü dolayısıyla, AK Parti tecrübesinin Türkiye siyasal hayatında meydana getirdiği değişimleri, yönelimleri, İslâmcılık açısından bu tecrübenin getirilerini-götürülerini ele alıyor. Bu bağlamda 28 Şubat süreci, darbeler, dindarlık, muhafazakârlık, dünyevileşme, AB, İslâm ve İslâmcılık, reformlar, Anayasa değişikliği, PKK sorunu, etnik problemler, Kürt kimliği, dış ilişkiler, model ülke, değişim vs. gibi anahtar kavramlardan hareketle “iktidarla yaşama”nın kritiğini yapıyor.
Umran, devrimci, fedakâr, İslâmi kişiliğiyle, felsefi, siyasi, entelektüel özellikleriyle Ali Şeriati’yi dosya yapmış. Asım Öz’ün katkısıyla Ali Rahnema’yla yapılan söyleşi ve Metin Önal Mengüşoğlu’nun Huzur Bozan Hayalperest başlıklı tahlili dosyayı oldukça zenginleştirmiş.
Dergide ayrıca Nevzat Ülger, İslam İktisadının Genel Prensipleri; M. Kürşat Atalar, Cemaleddin Afgani; Cihan Aktaş, Daktilolu Göçebeler/Uzun Hikaye; Hikmet Zeyveli – Dört Halifeyi Farklı Okumak mı? İtibarsızlaştırmak mı? yazılarıyla misafir olmuşlar.

Fatih Pala haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Dini eğitiminin sorunları neler?


umran-220.jpg




Din eğitimine dair yoğun tartışmaların yaşandığı bugünlerde, Umran dergisi 220. sayısında dini eğitim kurumlarının durumunu ele alıyor.




Eğitim sisteminde yapılan düzenlemelerle birlikte, din eğitimine dair yoğun tartışmaların yaşandığı bugünlerde, Umran dergisi yeni çıkan 220. sayısında, dini eğitime sivil halk kesimlerinin, siyasi otoritelerin yaklaşımlarını, iktidarların kılık-kıyafete varıncaya dek bu alana müdahalelerini, rejim/sistem tartışmalarını ve bu bağlamda dini eğitim kurumlarının durumunu ele alıyor. Toplumsal dönüşümde, nesillerin yetişmesinde dini eğitimin daha nitelikli hale getirilmesi çerçevesinde çeşitli yazılar yer alıyor. Konunun önemli uzmanlarından Hayrettin Karaman’la yapılan röportaj “Dini Eğitimin Sorunları” dosyasına ayrıca bir zenginlik/derinlik katmış.
www.umrandergisi.com
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
umran-221-ocak2013.jpg


Umran Dergisi Ocak 2013 Sayısı Çıktı!
Umran Dergisi, Ocak 2013 tarihli 221. sayısını "Ezberleri Bozmak" manşetiyle yayınladı.

Umran'dan:
Türklerle Kürtlerin esas ortak bağının Müslümanlık olduğu, T.C.’nin kuruluş felsefesi Kemalizmin Kürt halkına yaşattığı zulümler ve mahrumiyetler zincirlerinin kırılması gerektiği, bunun için de mutlaka silahların bırakılarak karşılıklı konuşmanın zorunlu olduğuna dikkat çekiliyor. Konuşma dili olarak ta bu topraklarda yaşayan bütün halkların ortak kimliği olan İslâm’ın kardeşliğinin temel alınması ve parçalayıcı-çatıştırıcı özelliğe sahip hiçbir etnisiteye/milliyetçiliğe (jöntürkçülüğe/jönkürtçülüğe) meydan verilmemesi gerektiği üzerinde duruluyor.
Otuz küsur yıldır silahlı mücadele yürüten PKK’nın silah bırakmasına dönük görüşmelerin tekrar gündeme geldiği bir vasatta, Türkiye’de yaşayan insanları bir arada tutan şeyin ne olduğu hususu daha açık bir biçimde tartışılmaya başlandı. Bu konuda en anlamlı cevabın İslâm, dolayısıyla Müslümanlık olduğunu kabul etmek istemeyen liberal çevreler bu konunun/ hakikatin dile getirilmesinden büyük rahatsızlık duymaktadırlar. İslâm’ın hatırlanması sürecinde gündeme gelen kardeşlik kavramı aynı şekilde BDP çevrelerince de kötülenmekte, bu kavramın içerimlerine dudak bükülmekte, hatta aşağılanmaktadır. Bunlar, “Diyanet” başta olmak üzere Müslümanların, Kürt haklarına karşı bir kandırma politikası güttüklerini savunuyorlar. Bugün tarihsel ve sosyolojik olarak Türklerle Kürtlerin en ortak bağı Müslümanlıktır. Osmanlı döneminde ve hatta yakın zamana gelinceye kadar da bu böyle idi. Her iki etnisitenin ortak hafızasında İslâmi değerler bulunurlar. Dolayısıyla çatışmayı durduracak ortak dili buradan üretmek gerekir ve yegane imkan da bu görünmektedir. Bütün dünyaya dikkatli bir nazarla bakıldığında da görülecektir ki İslâm, sınırları unutarak düşündüğümüzde, geniş Müslüman coğrafyanın yegâne hakikati olduğunu her geçen gün daha güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kemalizm, Sosyalizm, Liberalizm, Zerdüştlük, Muhafazakârlık, Kavmiyetçilik, Laiklik yaşadığımız ülkede böyle bir güce sahip mi? Türkiye Cumhuriyeti resmi düzlemde bütün kurumlarıyla bir ulus devlettir. Bu tartışma götürmez ölçüde açıktır. Fakat popülasyonu dolayısıyla, içinde yaşayan halkları dolayısıyla ulus devleti aşar. T.C.’nin resmî ideolojisinin Türkiye’deki halkları “etnisize” ettiği açıktır. Türkiye uzun bir zamandır ikinci bir etnisizasyon dalgası yaşıyor: Kürt Milliyetçiliği hareketi bunun en önemli dışavurumu. Bu hareket bir yönüyle itiraz ettiği Türk Milliyetçiliği’nin jönlüğünü miras almıştır. Öyle ki sevinçler bile “politik” gösteriye, “etnikleştirme” seremonilerine, “uluslaşma” pratiklerine dönüştürülmektedir. İttihat ve Terakki’nin “Türkçülük” ideolojisinin Osmanlı’nın parçasını oluşturan pek çok halkı “etnisize” ettiği doğrudur; günümüzde bir başka cihetten yaşanan etnikleşme halinden çıkış için önerilen yaklaşımlar içerisinde önemli ve kurucu bir yeri olan Müslümanlık, dolayısıyla İslâmcılık bu mesele özelinde vurgu yaptığı kardeşlik vurgusundan dolayı sıklıkla eleştiriye tabii tutuluyor. Oysa bu siyasete yön veren temel düstur sadece belli siyasal yapıların çekinik olarak dile getirdiklerinin çok ötesinde ve onlardan çok daha anlamlıdır. Siyasal partiler kendilerini önemli görebilirler ama ortak tasavvuru biçimlendiren önemli kavramlardan kardeşlik her şeyden çok daha önemlidir, önceliklidir.
Zulümlerle hesaplaşmayı deneyenler, bu gibi konularda velev ki siyasal iktidarı aşan boyutlar olduğunu düşünseler de “refleksif” olmalıdır. Refleksif olmak, düşüncenin dünyayı ve insanı anlarken
kullandığı yöntemi, yaklaşımı veya bakış açısını kendisine çevirmesidir. Dolayısıyla yeni Türkiye’nin oluşumu sürecinde Türkiye Cumhuriyeti ve onun politik elitleri, memleketin ve insanlarının selâmeti için, ortaya çıkan de facto hadiseleri de çözme kararlılığını göstermelidirler. Siyasilerin bütün bunları değerlendirip, şu tarihsel ortamda sorumluluk hissederek, farklı siyasi ve toplumsal kesimleri sorunu çözmeye dahil ederek ve siyasetin imkanlarından yararlanarak risk alacak yaratıcı çözümler bulması şarttır.
Şiddet, savaş, öldürme, birilerinin işine yaradığı ve varlık sebepleri olduğu müddetçe bitmez. Çözüm, konuşmaktadır, silahların susmasındadır. Ancak konuşanların ortak bir dili, ortak bir inancı, ortak idealleri bulunmalıdır. Bu dil, bu inanç, bu idealler Zerdüştlük, Sosyalizm veya Kemalizm’de var mıdır? Hayır, bu insanların ortak dili, ortak inancı, ortak idealleri İslâm kardeşliğindedir; mayası bundan başkasında değildir. Kültürel, dini, siyasi arka planları dikkate alınarak Kürt meselesi ancak çözülebilecektir.
www.umrandergisi.com
 
Üst