Ümit Aktaş / Çağımızın Tanıkları

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
41997.jpg


Basım Tarihi Ocak 2009


Adem’in öyküsü ne zaman yaşandı; bunu kesin olarak hiç kimse bilmiyor. Bilinen yeryüzündeki tüm kadim toplumların bir Adem alıntısına sahip olduğu; ve detarih içerisinde ademler’in öyküsünün Adem’in öyküsüne dönüştüğü bir ânın mevcudiyeti.Adem kendisini izleyecek olan tüm peygamberler gibi yaşadığı toplumdaki yanlışlıkları irdeleyen, sorgulayan, düşünen, başkaldıran; insanları içlerinde bulundukları derin körlük ve cehaletten kurtarmaya çalışan, uyaran ve bu nedenle de sürülen ve kendisine yurt olarak bir toprak parçasını değil de bir inanç toplumunu (ümmet) seçen, ya da böylesi bir toplumu inşaya çalışan; bunun içinde elinde insanların fıtratlarına seslenen söylemsel gücünden ve kendisine inanan bir avuç inanmış yoldaşından başka hiç bir gücü olmayan biridir.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
69256.jpg



Basım Tarihi : 03 .2010

“Hakikatin yolunu ve yönünü şaşırdığı bir dehlizden sizi tutup çıkaran nedir?

İmtiyazlı oluşunuz ya da yüreğinizi açık tutmanız mı? Yoksa herkesin de duyduğu hâlde dikkate almadığı bir çağrıyı, daha doğrusu hayatın kendisini ciddiye almanız mı? Ki, akranlarınızın çoktan hayatın hengâmesine daldığı o ergenlik çağında, gözlerinizi ufka dikerek, ya da geceleri yıldızları çevreleyen o karanlığın gizeminden

gelecek kurtarıcı bir çağrıyı beklerken belki de, dalmış olduğunuz uykudan sizi uyandıran bu ses, kuşkusuz ki sadece size özgü olmasa bile sizin dikkatinizi ve beklentilerinizi cevaplandıran bir sesleniştir. Belki tüm kâinatın terennüm ettiği bir fısıltıyı duyulmazlaştıran günün hayhuyları ya da kalbimizin körelmişliğinden, rüyalardır bizi kurtaran; elbet daha da önemlisi yüreğin o çocuksu masumiyetini bir nebze olsun koruyor olması.”

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Abdulaziz Tantik

Aşk’ın, bir roman düzeyinde hayatın merkezine kurulması ve bu hayat ile kişi arasındaki devinimi aşk ile irtibatlandırarak bir çocuğun büyüyerek olgunlaşmasını izlemek heyecan verici olmalı…

Ümit Aktaş’ın Okur Kitaplığı’ndan çıkan yeni kitabı “Rüya” romanı, uzun zamandır kitap okurken kaybettiğim heyecanı bana tattırdı. Kitap bir aşk romanı ve aşkı “rüya” olarak betimlemesi de ayrıca üzerinde durulmayı hak eden bir boyutu olmalı…
Çocukluk aşkının Gül adını taşıyan bir kız olması ve bu kızın kendine yabancılaşması sonucu bir türlü aşkını ilan edememenin derin gerilimini hissetmemek mümkün değil. Aşk ve yabancılaşma arasındaki durum öğreticidir. Özellikle, âşık ile maşuk arasındaki ilişkiyi eski klasik metinlerdeki yapısı ile ele alması önemli. Çünkü aşk romanları veya metinleri olarak yazın hayatına girenleri okuduğumuz zaman genelde cinsellik kokar. Burada ise aşk daha çocukluk aşkı ile başlayan süreçte bir “ulaşamama” sorunu olarak betimlenir.
Bir kasaba ortamında ve kasaba okulunda geçen öykünün başlangıç boyutu bize aynı zamanda bu bütün kasabaların ortak sosyolojisini roman kahramanının babası üzerinden tanımlamakta ve o sosyolojinin kişileri nasıl yabancılaştırdığını örneklem üzerinden anlatmaktadır.
Romanın kurgu boyutu olarak zayıf kalması, kurgunun metnin tümüne yedirilmemesi ile ilgili olmalı. Yoksa yazar kahramanın öğretmen olarak atanan bölümünü müthiş bir merak bırakma dürtüsü yerleştirerek aslında nasıl bir kurgu ustası olduğunu kanıtlıyor. Ama metin daha çok bir deneme üslubu içinde akıp gittiği için bazen insan okurken yavaşlayabiliyor. Ancak romanın oturduğu felsefi boyutu sanırım yazarı daha çok deneme diline yöneltmiştir. “Rüya”, kahramanları çok olan bir roman değil, ancak yazar maksadını anlatacak kadar rolü bilinçli bir şekilde romana yedirmiştir.
Romanda aşk’ın ahlak ile tamamlanarak toplumsal yozlaşmaya dikkat çekmesi önemli bir bakıştır. Platonik bir aşk kurgusu içinde aşkın kıskançlık boyutunun devreye girmesi ile aslında aşkın soluduğunu da yer yer göstermektedir. Özellikle resim hocası olan fakat kendisini ressam olarak tanımlayan Rüya ile kurulan yakınlığın seçkinlik üzerinden gerçekleşmesi ve semeresinin aşka yönelmesi anlamlı ve ayrıca ciddi bir tartışmayı da beraberinde taşımalıdır. “Yükselen her şey yakınlaşır” yargısını haklı çıkaran bir pozisyon taşıyan kahraman ile Rüya, yakınlaşarak aşk ile iktidar arasındaki kavganın bir izdüşümü haline getirilirler. Böylece aşk ve iktidar gibi iki temel kavram arasındaki gerilimi izlemek mümkün hale gelir. Hem kasaba hayatında, hem İstanbul’da yaşadığı anarşist grup içindeki deneyim ve hem tayin olduğu küçük Anadolu şehri üzerinden yazar ciddi bir toplumsallık eleştirisi yapar. Yaşamın ikiyüzlülüğünü ve sonuçlarını hissettiren bir dil ile metin ilerler. Aslında bir roman mı yoksa bir felsefi metin mi okuyorsunuz, yer yer bu ikisi arasında gidip gelirsiniz.
İki aşkının arasındaki farkı ve bunun kendi yaşamına yansıyan boyutunu ifade eden bu bölüm ilginç ve ilginç olduğu kadar da yazarın roman, dil ve düşünce arasındaki derinliğini gösterir: “Rüya’ya ait duygularını, günün birinde onların da Gül’ünkine benzer, antikalara özgü o eskilikleriyle orantılı bir tür değer kazanarak, hayatımın bir dönemini yaşamın o gizemli kökenselliğiyle irtibatlandırarak sahicileştirdiği için belki de minnetle yâd edeceğimi bilsem de, bu bile, yani o çok özel duyguları araçsallaştırarak neredeyse metalaştıran, duygusal açıdan bile olsa iktisadileştiren bir yaklaşım olarak kalbimi yaralıyor, ruhumu bağışlanamaz kılıyordu.”
Metin bir roman da olsa, düşüncenin derinliğinden vazgeçmeyen bir kalemle karşı karşıya olduğumuzu hatırlatıyor. Bu da Ümit Aktaş’ın bütün mütevazılığına rağmen önemli bir düşün insanı ve edebiyat insanı olduğunu bize gösteriyor. İslamcı düşüncenin yetiştirdiği ender kalemlerden biridir.
Rüya” romanı aynı zamanda bize Ümit Aktaş’ın niçin toplumsal zeminden uzak durduğunu da hissettiriyor. Hasbi tavırları ve platonik aşk algısı ile yaşama katılırken beklentisiz oluşu, bunun üzerine sürekli yeni beklentileri karşılayan bir pozisyonu tutan tavırlarla karşılaşması, onu sürekli daha tedirgin bir toplumsallaşma çizgisine taşıyor ve bu durumun kendisi seçkinliğin ahlaki zeminini inşa ediyor. Kitap, anarşist kahraman ve onun aşkları üzerinden şiddete bulaşmadan her hangi bir iktidar zemininin dışında kalarak ahlaki kalınacağı ve her türlü hegemonyaya boyun eğmeden sonuçlarına katlandığınız zaman ahlaki zeminin güçleneceğini öğretiyor.
Bugün içinde yaşadığımız toplumsal çözülme ve ahlaki yozlaşmayı hatırlarsak eğer, bu kitap aynı zamanda bir ahlak çağrısı olarak da nitelenebilir. Zaten aşk, ahlakı en koyu bir biçimde savunan değil midir?
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
aklin-hakikati-askin-siiri-umit-aktas-r139663-sz380.jpg


Basım Yılı: 2010

Hikmete uygun bir hayat ve düşünüm, arifleşmek ve kâmil insan olma yolunda bir ilerlemeyi ve yetkinleşmeyi sağlar; ki, insan için asıl ilerleme budur; yoksa toplumsalın ilerlemesi değil. Çünkü oradaki ilerilik, sadece teknik anlamdaki bir donanım ve uygarlaşma anlamına gelir. Bu uygarlaşma ise çoğu kez insanın kişisel kemâlini önleyen bir konformizm olarak tezahür eder. Araçlara boğulmuş bir hayat çünkü, çoğu kez Hakikatle olan kalbî bağlarımızın zayıflamasına ve hatta kopmasına mal olur. Yapaylaştırılmış bir uygarlaşmanın koşulları, insanın yaşadığının bile farkına varmadığı, kalbin hedonizm tarafından ayartıldığı, gerçek insanlar ve ilişkilerin yerini sahte bir adâb-ı muaşeretin aldığı, bir yaşama kültürüne bırakır. Bu hayatlar ise ortaya yaşanmaktan ziyade üretilen, duymaktan çok öğretilen, inanmak yerine güvencelenen bir sıradanlığı koyar. Sürprizler yoktur orada, ne de aşklar ve dostluklar. Her şey işlemsel ve işlevsel aklın dayattığı bir karşılıklılığa dayanmaktadır çünkü; bir piyasa mantığı ve koşullarına. Karşılıksız vermenin aptallık yerine konduğu bu uygarlaşma, aslında bir tür uyruklaşmadır. Belli bir yaşam programı, kültürü, standardı veya çevresine bir katılma ya da oraya bir aitliktir. İlişkiler yerini koşullara bırakmıştır; aklın ve piyasanın koşullarına. Akıl özgürlüğü kadar piyasanın özgürlüğü de sadece belirlenmiş koşullar içerisinde bir davranma özgürlüğünden, daha doğrusu köleliğinden ibarettir.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
108402.jpg


Mayıs 2010

gideceğim ısmarlayarak sözlerimi

kıyamet öncesine; aydınlanmadan daha gökyüzü

dönmeden burjuvalar cehennemlerine

kirli bir tebessümle sırıtmadan işçiler

kırılmadan son kapı, devrilmeden son kule

basarak güvercin ölülerine, bakmadan hiç geriye

içimden sessiz bir ağıt söyleyeceğim
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
c0bf78af-0bda-4bfd-b82a-e10f5150277f.jpg
327043_2.jpg



İslam bize bir dünya görüşü sunmaz, ondan bir dünya görüşü çıkarsak bile. Bir dünya görüşü sadece bir yaşama tarzı, şekli, programı ve yoludur. Şüphesiz İslam’dan bunlar da çıkarılabilir. Ama İslam bundan daha fazlasıdır.

Bir dünya görüşü sadece bu dünyaya dair cevapları, umut ve kaygıları verir, sadece bir yaşama felsefesidir. Oysa İslam her şeyden önce hakikati dillendirir, terennüm eder, duyurur. Üstümüzde duran o ağır kapağı kaldırarak bize bir nefes aldırır, özgürlüğün ne olduğunu öğretir; hakikatin anlamını koklatır. Kısacası varolmanın anlamını öğretir bize; varolmak ne demektir, niçin varız ve dahası yaşamak ne için? Aksi halde bu dünyaya katlanmak mümkün müdür, bu dünyada oyalanmak ve varolmanın ıstırabını bastırabilmek? Nihai bir anlamı olmayan hayatı şöyle veya böyle yaşamak, toplumsallığı şu veya bu biçimde dizayn etmek, dünyayı imar etmek? Toplumcu ya da bireyci olmak, devrimci ya da gelenekçi?
İslam tüm bunları cevaplandırmaktan öte, bize temel bir soruyu bastırmamamızı öğretir: Niçin varız ve bu hayat ne için? Bu sorular, bir jeneriktir ve arkasından gelecek olan tüm soru-n-ları aydınlatacak, bize nasıl olup da hayata, topluma, doğru bir yaşamaya dair cevaplar verebileceğimizi öğretecektir.
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
72270.jpg



Kendi bilincine ve kendi fikriyatına dayanmayan, bilinçsel temellerini oluşturmamış, fikri ve ameli bir hazırlık sürecinden geçmemiş bir toplumsal hareket, salt ödünç fikirler ve silahlarla siyasi ve askeri bir zafer kazansa bile, bu zafer o hareketin tarihsel bir misyonu yüklenmesine, bağımsızlaşmasına ve özgürleşmesine elvermez.
Batı uygarlığı bir çok yönden yanlışlar içerisindedir ve bu nedenlerle eleştirilebilir ve suçlanabilir. Ama şu bir gerçek ki, bu uygarlık kendisine özgü sosyal, felsefi ve bilimsel mücadeleler sonucunda kat edilen aşamalarla bugüne ulaşmıştır. Bağışlanmayacak olan şey başarısızlık değil, aklını, kalbini ve enerjisini seferber etmeyen bu ümmetin tarihsel misyonuna uygun düşmeyen bir akamete düçar olmasıdır...
Çünkü Hak yaratıcı, Hakikat diri, Halk ise süreklidir. Bunları anlamak anlatmak, kendilerine bahşedileni ifşa etmek de, devrimci müminlerin aşk ehli ariflerin ve ilmin sonunun olmadığının bilinçiyle cehd eden alimlerin görev ve sorumluluğudur...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
130476.jpg


Aralık 2011


Usta yazar Ümit Aktaş'tan bir geriye dönüş romanı.

Türkiye'nin çalkantılı dönemlerine bir ailenin aynasında ışık tutan Yeşil Vadi, cenderelerden geçerek, düşünce ve inanç dünyasında köklü değişiklikler yaşayan bir akademisyenin zihninde dolaşırken, okurlarına asıl mutluluk ve huzurun kaynağını işaret ediyor.

Bir oluşum (bildungsroman) romanı olan Yeşil Vadi, aynı zamanda büyük bir birikimin romanı.

"Bir yılan gibi değiştirdiğim kabuğumda hangi gizemler saklı? Günden güne kalınlaşan bu derinin altındaki o katmanlar ya da giderek incelen bir görüntünün ardında kaybolan o umutlar... Hâlâ sürmekte olan bir şaşkınlık ve durulmayan bir yürek, hâlâ akmakla tortulanmak, aramakla yetinmek arasındaki tereddütlerini giderememiş bir acemilik."
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Ümit Aktaş'ın Yeşil Mavisi Türkiye'nin çalkantılı dönemlerini, bir ailenin yaşantısı üzerinden yansıtmayı deneyen Yeşil Vadi, düşünce ve inanç dünyasında köklü değişiklikler yaşayan bir akademisyenin hikayesi...

Ümit Aktaş'ın "bir geriye dönüş romanı" olarak takdim edilen eserinin kahramanı, yaşadığı her değişimi, tıpkı bir din değiştirir gibi tüm hayatını değiştirecek ölçüde derinlemesine yaşayan bir karakter.

Sık sık Yeşil Vadi Yolcuklarına çıkan kahramanı, oldukça kafası karışık ama sürekli sorgulayacı mantığa sahip Cumhuriyetçi öğretmen çocuğu. Roman, en kozmopolit mekanı postane olan bir kasabada başlıyor... Kahramanın babası ve amcasının arasının, gerek malk mülk, gerekse politik görüşler yüzünden soğuk olmasıyla başlayan sorgulamalar zinciri romanın ana örgüsünde önemli rol oynuyor...

Köyden kaçarken; gençliğin, büyümenin ve ileriye doğru gitmenin hızı ve haklılık payesini üstünde taşıyan kahramanın geriye dönüş hikayesi üzerinden insan, gönül ilişkileri, toplum ve siyaset sorgulamaları okurun eseri merakla okumasına yardımcı oluyor...

Türkiye'nin çalkantılı dönemlerini, bir ailenin yaşantısı üzerinden yansıtmayı deneyen Yeşil Vadi, düşünce ve inanç dünyasında köklü değişiklikler yaşayan bir akademisyenin hidayeti üzerinden, okurlarına manevi mesajlar vermeyi de ihmal etmiyor..
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Sen Allah’ı nasıl buldun?

Ümit Aktaş’tan karanlıklarının içinden çıkmaya çalışan adamın romanı: Yeşil Vadi

Ümit Aktaş, arayışın içinde olan, hakikatin peşinde koşan bir adamın romanını yazdı. Yeşil Vadi, okurlarına ufuk açıcı ve sorguladıkça yolunu bulan bir hayatı anlatıyor.

Duygu ve düşünce harmanı

Eğer olmalıysa kitap, böyle olmalıdır. Yeşil Vadi, içinde bulunan çalı çırpının bir anlamda insan yaşamındaki yeni başlangıçların olduğunu ifade ediyor. Her yeni yeşermede mutlaka bir umut olduğunu anlatıyor. Duygular ve düşünceler… Bu iki şeyin asla bağımsız olmadığına inandığım için kitapta bu konunun işlenmesi mutlu ediciydi. Bazen ya duygular öndedir, düşünce koşar. Bazen de düşünce önde ve duygu onun peşinde. En nihayetinde bu iki şey buluşur. Volkanik patlamalar ardında kalan soğumuş lavlar gibidir sonuç. Bir şekilde yılların boşluğu dolmuş ya da yıllardır boşa doldurduğumuz yıllar bomboş elimizde kalmıştır. Sıkıntılı zamanlardır bunlar. Kendimizi yeniden tanımamız gerekir. Ve bu hayatı yarılamış bir insan için hiç de kolay değildir. Şimdiye kadar ördüğünüz duvarları bir çırpıda yıkmak…

Ne arıyor bu adam?

Ümit Aktaş ne anlatmak istedi? Belki de bunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz. Biz ancak içimize işleyenleri yani nasibimiz kadarını alacağız. Ama Yeşil Vadi, bizden, hayattan, Ümit Aktaş’ tan bağımsız bir roman değil. Karmaşıklaşan hayatın düğümlerini çözmek mesele… Yeşil Vadi romanında bu düğümlerin nasıl çözülmeye çalışıldığını, bazen bir şeylerin kimi insanlar için ne zor olduğuna tanık olacağımız bir kitap. Edebi tarafının yanında, sosyolojik bir roman aslında… Bu yüzden ya; romanın içindeki sancılı adam sosyoloji okumuş bir akademisyen. Taşradan şehre atılmış bir balık gibi çırpınmakta. Siyasetin ağır sillelerini yemiş, hiç olmadığı kadar uzaklaştığı hayata tutunacak bir dal aramakta. Sosyalist diye tanımladığı kendini, bir anda bunlardan kurtulmaya çalışırken buluyor. Hayatının kadını sandığı eşinden içinde bulunduğu örgüt gibi uzaklaşıyor. Bu bağlamda da yaşadığı her çekişmede babasıyla olan ilişkilerini gözden geçiriyor. Toplum ve birey ilişkilerini tanımlamada Ümit Aktaş’ ın yapmış olduğu sosyoloji ve felsefe okumalarıyla paralel anlatımlar yer buluyor Yeşil Vadi’de.

Neden böyle olduk?

Şehrin insanları bir labirentte rutinleşmiştir. Bu rutinleşme insanın ruhunu ele geçirmekte ve aslında hiç olmadığı şeyleri yaptırmaktadır. Çoğumuz dünyaya geliş amacımızı unuttuk. İşte bu düşüncelerin çerçevesinde Yeşil Vadi’de duygularını derin ve yoğun yaşayan bir adamı okuyoruz. Bu adam, avunulan birçok şeyi kendi içinde sorguluyor. Bu sorgulamalarında yaptığı hatalarını geç de olsa kabullendiğini ifade ediyor. Dünyevi hayata bu sıkı sıkıya bağlı olanları, o saçma kuralların dışına çıkmayı hata sayanları eleştiriyor. Dine yönelmeye çekinen ama o çekindikçe kalbinin onu götürdüğünden ve bu çekincesinin de babasından kaynaklandığından yakınıyor. Şehrin o yalnızlaştırıcı havasından ruhunu kurtarmak için verdiği çabaları dile getiriyor. Kendisiyle iletişime geçmeye çalışan ve Allah’ a ulaşma arzusunda olan bir insan portresi görüyoruz. Gitgide değişen bu insanın aslında başından beri Allah’ı aradığını anlıyoruz. Kalbini saran heyecan Kur’an okumakla oluşuyor. Sonrasında tevhid ve hakikat düşüncelerinde birleşiyor. Allah’ tan gelen her şeyin insan için bir nimet olduğunu ve bu sırrın farkına varan insanın da yola çıkmış olacağını söylüyor.

Yeşil Vadi için diyebiliriz ki; Hakkı arama romanı. Bir kutu içinde sıkışmış ruhun özgürlük için mücadelesi. Vecd halini yakalama ve onu iliklerinde hissetme romanı. Dolambaçlı yolların olduğu bu romanda her yolun sonu Allah’ a çıkıyor. Geriye dönüp baktığımızda Allah’ı göremiyorsak, arayış zamanı bizde…

Sevde Kaya haber verdi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
132202.jpg


Anarşizm, insan ruhunun belki bu en aslî özgürlük arzusu, yani tâbileştirilmemek, egemenlik altına alınmamak, daha da doğrusu kayıtsız şartsız bir özgürlük talebi, Batıdaki benzeri birçok siyasal akım gibi, tüm değerleri ve geleneksel sistemleri altüst olan ve her şeyin yeniden değerlendirilmeye çalışıldığı 19. Yüzyıl Avrupa'sı şartları içerisinde kendisini ifade etmeye çalıştı. Doktriner bir siyasal/felsefî akım/eğilim olmasa da, başta modern devlet aygıtı olmak üzere, insan özgürlüğünü kısıtlayan ve baskı altına alan her tür toplumsal kurum ve aygıtı reddetme ve kayıtsız şartsız olarak insanın özgürlüğünü savunma temelinde birleşen çeşitli düşünürlerin savunduğu fikirler toplamı bu isim altında anıldı.

Anarşizm üzerine Ümit Aktaş'ın özgün yorumuyla Türkiye'de yapılan ilk çalışma ve yayınlanan ilk kitap olma özelliğine sahip bu kitap uzun bir aradan sonra gözden geçirilmiş baskısıyla okurla yeniden buluşuyor.

(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
133611.jpg


Mart 2012

Musa ve Yol Arkadaşı, uzun bir yolculuğun, insanın yaratıcısına doğru uzanan yoldaki sonsuz yolculuğunun hikayesini anlatıyor bize. En basitin içindeki mucizeyi görmeye çağırıyor bizi. Mucizevi olanı görmeye direnenleri işaret ediyor. İnsanın içindeki putları kırmayı vaadediyor. Görünenin ardındaki giz, sırların ardındaki hakikat, Musa'nın hikayesiyle görmeye hazır insanlar için açığa çıkıyor.

Onu öldürmüşsün dedi; bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın. Sükûnetini bozmayan bilge kişi ise Musa`ya, ben sana benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim diye söylenerek yürüyüp uzaklaştı oradan.

(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Aktaş'ın romanında felsefî bir tat var!


Ümit Aktaş’ın ‘Musa ve Yol Arkadaşı’ romanını okudum ve notlarımı sıcağı sıcağına paylaşmak istedim… Büyük keyifle de tavsiye ediyorum.



Ümit Aktaş’ın yeni romanı Musa ve Yol Arkadaşı Okur Kitaplığı’ndan çıktı… Yazar; Âdem, Rüya ve Yeşil Vadi’den sonra dördüncü romanına imzasını atmış oldu. Yakınlarda çıkan Yeşil Vadi kitabı oldukça heyecan verici iken yeni bir heyecana daha taşımış oldu bizi Ümit Aktaş…

378298-2.jpg


Ümit Aktaş romanları felsefî tatları ile dikkat çekmekte. Rüya’da psikolojik olarak aşk üzerinden bir gerilim manifestosu okumuştuk. Yeşil Vadi’de ise yazar sosyolojik bir meseleyi ele almış, düşünsel ve algısal değişim/gelişimi konu edinmişti. Aktaş’ın romanları kurgusal boyutu ile değil, getirdiği yenilikler ile öne çıkıyor. Özellikle sorular eşliğinde okuyucuyu metnin içine dâhil etmesi, romanda dile getirilen düşüncelere katılarak kendi görüşlerini test etme imkânı sunması önemli bir yenilik… Böylece Ümit Aktaş romanlarının diyalektik zemini de gözlemlenmiş oluyor.
Sanki Musa kavmine yapılan zulmü çocukluğundan itibaren bir öfke ile karşılamakta
Musa ve Yol Arkadaşı’nda ise yazar, tarihî bir roman çizgisine, tarih romanlarından farklı şekilde kurgusal olana az yer verip sorulara ağırlık kazandırarak, yeni ama farklı bir pencere açıyor. İnsan, tarihsellik, mucize ve insan-Allah arasındaki ilişkiyi kendi felsefî perspektifinden okuyucuya sunuyor.
Ümit Aktaş, romanda insan için yeni bir tanımlama yapıyor. Bu yeni tanıma göre “tarihsel olanla şimdi arasında bir fark yoktur. İnsan her zaman insandır ve etrafına baktığı zaman göreceği şeyler aynıdır.” Yani tarihsel insanın gelişimi ile birey olan insanın gelişimi arasına bir ayrım koyulmamalıdır. Ümit Aktaş bu son romanında bir yol ve yolculuk öyküsünü dillendiriyor. Biyografik gelişim kadar kişilik ve ruhsal gelişimi de öne çıkarıyor. Musa üzerinden hem biyografik gelişim çizgisini hem de ruhsal gelişimini okuyucuya sunuyor. Bu yaklaşım pek kullanılmaz, ama Ümit Aktaş’ın bunu bir beceri ile yaptığını gözlemleyebiliriz. Çocuk Musa’nın daha ilk kez sudan çıkarılınca elini güneşe uzatması ve öfke ile kızgınlığını belirten özellikleri, roman boyunca Musa’nın bütün yaşam aşamalarında önümüze çıkacaktır. Sanki Musa kavmine yapılan zulmü çocukluğundan itibaren bir öfke ile karşılamakta ve aslında insanlık tarihi boyunca bir insan olarak zulme karşı öfkeyi kuşanmaktadır.
Musa üzerinden bilgilenmeye yeni bir yaklaşım sunan Ümit Aktaş, vahiy öncesi saray üzerinden öğrendiği bilgi türünün de olumlandığını ve böylece bütün öğrenim süreçlerinin insan açısından önemli olduğu savını gündemleştiriyor. Genelde bilgilenme noktasında tek taraflı anlam kolaycılığına kaçılması ve bilginin kutsal ve profan diye tanımlanması yanlışlığına roman üzerinden dikkat çekilmektedir.
Bu romanda göze çarpan en önemli noktalardan biri de tarih-insan arasındaki ilişki ve insanın bizatihi aynı tarihte yaşamasa da o tarihte vuku bulan bir olayı, olguyu derinden hissederek kavrayabilir olmasına yaptığı vurgudur. Bu, insan tanımı ile de alakalı bir durumdur. İnsan eğer diğer bütün insanların yaşadıklarını aynı şekilde hissedebilme gücüne ve imkânına sahipse ki insan olması hasebiyle sahiptir, o zaman bugün yaşayan insan, tarihin herhangi bir zaman diliminde yaşayan insanın yaşadığı duyguyu ve tepkinin niteliğini algılayabilirdir. Sanırım Ümit Aktaş, bu görüş üzerinden Musa ve yaşadığı olağanüstü deneyimi kendi deneyimlemeleri üzerinden yeniden tanımlamaktadır. Böylece Musa üzerinden her insan zulüm karşısında nelere dikkat etmesi gerektiğini hissedebilecektir. Yani Musa’nın öfkesi, her insanın kuşanması ve hakikat arayışında olan kişinin dikkat kesilmesi gereken bir özelliği olmalıdır.
İnsanın, öncelikle içkin bir Allah anlayışını doğru kavradıktan sonra…
Ruhsal gelişim aşamalarının yolculuğun sürekliliğine taşınması önemli ve anlamlı olmalı… Çünkü İslam tasavvuf düşüncesinde de yol ve yolculuk bir süreklilik hali olarak tanımlanır. “İnsan bir yolcudur… Ta ki toprağa düşene kadar…” Yani insan topraktan yaratılmış ve toprağa dönecek ama bu dönüş aynı zamanda yaratıcısı olan Rabbinedir.
Romanda mucizeye de yeni bir anlam yüklenmektedir. Mucize aslında sıradanlığın olağanüstülüğünde yatmaktadır. İnsan bunu, yazarın Musa üzerinden Sina Dağı’nda ‘yanan çalılığa’ yürüdüğü ve yalın ayak toprağa bastığında yaşadıklarını anlattığı zaman hissediyor… Orada Musa, gerçeği, önce içkin olan Allah’ın varlıktaki tezahürü üzerinden bir iç ses olarak kavrıyor ve sonra aşkın olan üzerinden bir dış ses işitiyor.

133611.jpg


Burada Allah’ın içkin ve aşkın varlığı aynı anda devreye giriyor ve insanın, öncelikle içkin bir Allah anlayışını doğru kavradıktan sonra aşkın olan Allah’a yol alabileceğine bir telmih var. Bu ayrım önemli ve çoğu kez modern dünyanın baskın karakteri yüzünden de unutulmuş bir deneyimdir.
Bu roman; insan merkezli bir dünya ve düşünce ile yolculuğun hikâyesi gibi görünüyor
Yolculuğun en önemli konusu anlam katmanlarıdır. Ümit Aktaş bunu, Musa’nın deniz kenarında buluştuğu hikmet sahibi kul ve onunla yaşadığı serüveni anlattığı bölümde algılatıyor okuyucuya… Musa’nın çocukluğunda da hayatı boyunca da bilgiye aç olması yolculuğun bilgi düzeyinin önemini hatırlatıyor. Ayrıca kavim kurtulduktan sonra her durakta birilerinin dökülmesini bir arınma ameliyesi olarak tanımlaması, yazarın toplum ve insan, tarih ve bugün arasında kurduğu bağı da göstermiş oluyor.
Bu roman; insan merkezli bir dünya ve düşünce ile yolculuğun hikâyesi gibi görünüyor ve bu da Ümit Aktaş’ın insan tanımını ele veriyor. Bu insan kemal arayışında olan insandır. Bütün varlığı konumlandıran ve Allah ile bağını hayatın bizatihi kendisi üzerinden kuran insan… O yüzden ilâhî müdahaleleri bile olayların oluş mantığına bağlaması ilginç sayılabilir. Musa ve İsrail oğulları denizi geçerken, Musa’nın daha önce Mısır’dan çıktığı yolu izlediğine dikkat çekmesi, Firavun ile askerlerinin geçişi sırasında zelzele olması ve suların yükselmesine yaptığı vurgu yukarıda dile getirdiğimiz mucizevî olanın, sıradan olanın tabiatında gizli olduğu görüşüne ağırlık kazandırıyor. Ayrıca yazarın hakkını vermek gerekir ki bu konuda farklı yaklaşımlara da atıf yapıyor. Sadece bu konuda değil her konuda tartışmalı bir durum söz konusu ise o farklı fikirlere de gönderme yapılıyor.
Romanı okudum ve bu notları sıcağı sıcağına paylaşmak istedim… Büyük keyifle de tavsiye ediyorum. Altı bolca çizilecek bu kitap için bir kez daha Ümit Aktaş’a müteşekkiriz.

Abdulaziz Tantik değindi
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
159393.jpg

Eylül 2012

Aslında anlamsal olarak birbirlerine oldukça yakın olan bu kavramların (edebiyat, ideoloji ve poetika) arasındaki mesafeleri ölçmek, hiç de kolay değil. Bir edebiyat eserinin, dahası sanatsal/estetik bir yaratıcılığın ideolojiden bütünüyle arındırılması gerektiğine dair o nahif saflık arayışıyla ("sanat sanat içindir" gibi), tüm insani edimlerin ideolojik olduğunu savunan siyasal kararcılığın ("kişisel olan her şey siyasidir" gibi) arasındaki salınımlar içerisinde doğru bir minvali bulmanın zorluğudur karşımızda olan. Bu kitap da işte hayatımızın anlamını teşkil eden bu temel sorunları farklı açılardan tartışmaya açmakta ve sorgulamakta.

(Tanıtım Bülteninden)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45

Çağımızın Tanıkları

Ümit Aktaş, özel insanların hayatları ve fikirlerini çağın tanıklık sandalyesinde değerlendiriyor.“Tıpkı suratına geçirilmek istenen o “beyaz” maskeyi reddeden Malcolm X gibi, tıpkı asimilasyonu ve teslimiyeti reddeden Aliya gibi, tıpkı üzerine doğru yürüyen teknolojizmin ölüm makinesi karşısında geriye çekilmeyi insanlık onuru adına reddeden Rachel gibi, tıpkı “bizim amacımız hükûmete değil, marifetullaha ulaşmaktır” diyen ve İslam’ı siyasallaştıran mollalara karşı İslamî siyaset perspektifini ortaya koymaya çalışan Humeyni gibi, tıpkı zalimlerden özür dilemektense ölümü seçen Seyyid Kutup gibi, tıpkı üzerine doğru hınçla yürüyen o konformizme gömülmüş kalabalıkların aymaz suratlarına karşı “sizi rahatsız etmeye geldim” diyen Şeriati gibi ve tıpkı “doğrulukta sebat”ı ve “nefssiz, (yani nefsini gözetmeyen) eylem”i kendisine ilke olarak benimseyen Gandi gibi. Çünkü ancak bu yüreği deli, aklı dolu olanlar sayesindedir ki insanlıktan umut kesilmeyecektir.”​
 
Üst