Ulusalcılarla kolkolo olmakmı dediniz....??

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
milli görüşçü hiç olmadıysa
gazetelerdeki açıklamaları niye sizi ilgilendiriyor.
sonuçta seçmen
her seçmen gibi fikrini beyan etmiş olabilir.

partiniz eleştirilere açık değil mi?
o dönemde partinizi eleştirmeyen kaç kişi kalmıştı
kendi milletvekiliniz bile eleştirmişti
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
milli görüşçü hiç olmadıysa
gazetelerdeki açıklamaları niye sizi ilgilendiriyor.
sonuçta seçmen
her seçmen gibi fikrini beyan etmiş olabilir.

partiniz eleştirilere açık değil mi?
o dönemde partinizi eleştirmeyen kaç kişi kalmıştı
kendi milletvekiliniz bile eleştirmişti


Milli Görüş hata yaptığında eleştirmek çok doğru bir davranış olur. Ama eleştiri haklı konumda bilgi dahilinde yapılmalıdır. Yoksa olmayan birşeyi varmış gibi tenkit etmek eleştiri olmaz iftira olur. Bizde buna karşıyız. Birçok konularda eksik bilgileri olan arkadaşlarımız bu forumda siyaseti tam manasında biliyorlarmış gibi sürekli iddialar peşindeler. Yemin ederim çok şeyi zanna göre yazıyorlar hatta bununda farkındalar. O yüzden eleştiri yapılacaksa bu bilgi ile yapılmalıdır.

Fethullah Gülen'in o çıkışları neden mi ilgilendiriyor? Çünkü bu kişiyi samimiyetle dini bir vasfı olduğundan seven bağlıları var ve Türkiye'de cemaat oluşumunda bir kitleye hitap ediyor olması bizi ilgilendiriyor. Hem dini lider olacaksın hemde ergenekondaki Allah düşmanlarıyla aynı safta yer alıp Milli Görüşe karşı başlatılmış olan kampanyaya sende dahil olacaksın. İşte burada açık bir oyun var bizde bu oyunu bozarız. Çünkü dini bir konuma sahip insanın ülkemizde hakkın hakim olması için 41 yıldır mücadele veren Milli Görüşü engellemeye kalkması doğru bir davranış değildir.

Fethullah Gülen'in başbakanlığı döneninde Bülent Ecevit'i desteklediğini biliyormuydunuz?
Fethullah Gülen'in kendi resmi sitesinden okuyunuz:
http://tr.fgulen.com/content/view/12501/13/
Zaten dsp iktidarında açık desteklerini medya aracılığı ile yaptıklarınıda biliyorduk.
Bu dini konumda yer almış insanlar nasıl olurda sol kesime destek çıkabilirler? Aynı Fethullah Gülen'in Ecevit dönemi kapanır kapanmaz Tayyip Erdoğan'a sarılması dikkat çekicidir.
Bülent Ecevit'in iktidarında yani Anasol-M döneminde Diyanet Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucu 12 yaşından küçüklerin Kur’an, 15 yaşından küçük çocukların da hafızlık öğrenimi görmesi ise halen yasak.
Desteklenen hükümetler Kur'anı yasaklıyor.
Elbette bu zihniyet Milli Görüşü desteklemez çünkü Milli Görüş iktidarlarında 5bin kur'an kursu açılarak 1milyon müslüman kardeşimizin kur'an öğrenmesine vesile olunmuştur elhamdulillah.

Veri kardeşim samimiyetle soruyorum size lütfen cevaplayın...
Siz şeriatçımısınız yoksa demokratmısınız?
 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
Fethullah Gülen'in o çıkışları neden mi ilgilendiriyor? Çünkü bu kişiyi samimiyetle dini bir vasfı olduğundan seven bağlıları var ve Türkiye'de cemaat oluşumunda bir kitleye hitap ediyor olması bizi ilgilendiriyor. Hem dini lider olacaksın hemde ergenekondaki Allah düşmanlarıyla aynı safta yer alıp Milli Görüşe karşı başlatılmış olan kampanyaya sende dahil olacaksın. İşte burada açık bir oyun var bizde bu oyunu bozarız. Çünkü dini bir konuma sahip insanın ülkemizde hakkın hakim olması için 41 yıldır mücadele veren Milli Görüşü engellemeye kalkması doğru bir davranış değildir.

sayın tekin,
41 yıldır mücadele ettiğiniz söylemişsiniz. merakımı mazur buyurun 42 yıl önce kim mücadele ediyordu.

sayın gülen'i kısmen takip ediyoruz. sonuçta bir cami hocası insanlar niye büyütür bir cami hocasını bilemem. anlamakta acizim.
lakin
ben yazının tam metnini okuyamadım.
sayın gülen'in hürriyet ti sanırım bir açıklamasını yıllar sonra yalanlamıştı.
ben öyle demedim böyle demiştim dedi
röportajın tam metni ve mümkünse hangisine itirazınız varsa o cümleyi işaretlerseniz sevinirim.

başlık hatalı olabilir

ama genel olarak açıklama yapsada yapmasada, zaten bir dönem sonra hükümet zaten düştü.
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
sayın tekin,
41 yıldır mücadele ettiğiniz söylemişsiniz. merakımı mazur buyurun 42 yıl önce kim mücadele ediyordu.

sayın gülen'i kısmen takip ediyoruz. sonuçta bir cami hocası insanlar niye büyütür bir cami hocasını bilemem. anlamakta acizim.
lakin
ben yazının tam metnini okuyamadım.
sayın gülen'in hürriyet ti sanırım bir açıklamasını yıllar sonra yalanlamıştı.
ben öyle demedim böyle demiştim dedi
röportajın tam metni ve mümkünse hangisine itirazınız varsa o cümleyi işaretlerseniz sevinirim.

başlık hatalı olabilir

ama genel olarak açıklama yapsada yapmasada, zaten bir dönem sonra hükümet zaten düştü.
1969 yılında Ulema toplandığında Osmanlı yıkıldığından beridir İslam dünyası başsız kaldı diye görüş beyan etmişlerdi. Bu başsızlığı ortadan kaldırıp emirel müminin seçimi yaptılar sene 1975/76. Yer Ankara Kültür Merkezi. İslam devletlerinin temsilcileri, İslam alimleri, profösörleri ve 50'ye yakın milletvekili ile toplamda 150 kişilik bir haas tabaka o gün Erbakan hocayı aralarında emirel müminin seçtiler. O günden beridir İslam'da D-8 gibi dev projeler bu vazife ile var olmuştur. Dikkat edin YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE VE YENİ BİR DÜNYA sloganı hiçbir siyasi partide yoktur. Ama Milli Görüşün misyonunda bu idealler vardır çünkü biliyoruz ki tüm İslam dünyası Türkiye'yi bekliyor çünkü hilafet bu ülkede düştü tekrar düştüğü yerden kalkacaktır inşaALLAH.

Ayrıca size bir sual sordum cevabını mahsuru yoksa eğer almak isterim.
Şeriatçımısınız yoksa demokratmısınız?


Siz o ifadeleri Fethullah Gülen'in yalanladığını nerede gördüyseniz ekleyin düzeltelim inşaALLAH. Ama biz görmedik öyle birşey. Yani yalanlamaya dair bir ifade göremedik! AKİT VE HÜRRİYET gazetelerinde F.Gülen'in bu ifadeleri yer almıştır.

Birde çok önemli bir yazıyı ekleyerek konuyu biraz daha açarak bakmamız sağlıklı olur kanaatindeyim.

***

Gülen Hareketi’nin aradan on yıl geçtikten sonra 28 Şubat askeri darbesine neden bu kadar karşı olduğu tartışmaya açık bir konu. Fethullah Gülen o günlerde Erbakan hükümetinin “işi başaramadığı”, “yüzüne gözüne bulaştırdığı”, “bırakıp gitmesi gerektiği”ni söyleyerek bir açıdan müdahalenin yanında yeralmışken Gülen Hareketi şimdilerde müdaheleyi neden darbe olarak nitelendiriyor?

Bu sorunun açık bir cevabı var.

28 Şubat askeri darbesi, o dönemin meşru ve seçilmiş hükümetini iktidardan düşürmek isterken Gülen Hareketi bu girişime haklılık tanımakla tarihe geçti. 2002’den bu yana AKP hükümetinin bileşeni olarak varlık gösteren Gülen Hareketi, tarihindeki bu kara lekeyi temizlemek için her fırsat doğduğunda mutlaka 28 Şubat karşıtı açıklamalar yapıyor. 28 Şubat günlerinde neredeyse tek sorumlu olarak Erbakan’ı gösteren Hareket, daha sonra operasyonun nasıl gerçekleştiğini ortaya koyan arkaplan araştırmalarına yöneldi. Ortaya çıkarılan onlarca şaibeli ilişki, mizansenler, Erbakan hükümetini güç durumda bırakan tezgahlar bir bir ortaya konuldu.

Fakat ne hikmetse Erbakan hükümetinin düşürülmesindeki payı üzerine hiç konuşmadı Fethullah Gülen. Düşük profilli bir iki açıklama dışında sorumluluk üstlenmedi, yaptıklarının hata olduğunu kabul etmedi.

Ama bugün Hareket’in medyasında 28 Şubat için “bal gibi de darbe” denilebiliyor. (Zaman gazetesi, Bülent Korucu, 27 Şubat 2009)

İlginç biçimde şu ifadeleri okuyoruz Hareket’in medyasında:

“28 Şubat sürecinde 'sivil kuvvetler'de görev yapanlar darbeyi önlediklerini ileri sürüyor. 28 Şubat'ın darbe olmadığını ispata çalışıyorlar. Böylece 'yardım ve yataklık' faturasını ödemekten kurtulmayı ve hatta ödüllendirilmeyi bekliyorlar. İşbirlikçiler, olanı farklı göstermeye çabalasa da yaşananlar düpedüz darbeydi.”

Bu ifadeler Gülen Hareketi için kullanılsa yanlış olur mu?

Neden olmayacağını yazının devamında bizzat Gülen’in o günlerde televizyon televizyon, gazete gazete gezip verdiği söyleşilerden bir iki örnekle gösterebiliriz.

28 Şubat günlerinde Erbakan’ın “işi yüzüne gözüne bulaştırdığı”nı uluorta iddia edip görevi bırakması gerektiğini söyleyen Hareket, yıllar sonra bakın ne diyor:

“12 Mart'ta muhtıra Meclis'te okundu, 28 Şubat'ta Milli Güvenlik Konseyi'nde görüşüldü. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel şapkasını alıp gitti; Necmettin Erbakan ise istifaya zorlandı. Her ikisinde de Parlamento ve siyasetin tabiatına aykırı hükümetler kuruldu.”

Gülen Hareketi acaba bu durumu bilerek mi Erbakan’ın görevi bırakması gerektiğini savunuyordu o günlerde? Yoksa bu durumu bilmeden Erbakan’ın gerçekten kusurlu olduğunu, bu olan bitenin onun yüzünden yaşandığına samimi olarak inanıyor muydu? Ama böyleyse bu durumda 28 Şubatçılar tarafından tepe tepe kullanılmış olmayacak mıdır Hareket? Yok eğer işin içinde ne olduğunu bildikleri halde Erbakan hükümetinin çekilmesi gerektiğini söyledilerse bu durumda da kendi grup menfaatini korumak için herşeyi feda edebileceklerini göstermiş olmuyorlar mı? Müslümanların genelinin ve milletin menfaatleri ile Hareket’in menfaati çatıştığında demek ki gözleri ne milleti, ne Müslümanları görmeyebiliyor.

Fethullah Gülen, 28 Şubat döneminde darbecilerin yanında görünmesiyle ilgili meseleyi yıllar sonra, Ocak 2005’te verdiği bir söyleşide (Milliyet) şöyle temizlemeye çalışacaktı:

“O mevzuda üslubumu kırdığım, çatlattığım da oldu. O günkü iktidara karşı endişe ediyordum. Genel tavırları itibariyle bu düşünceyi besliyorlardı. O düşünce, onların o tavır ve düşünceleri üstünde gelişiyordu. Ben o günkü tavırlarımı, davranışlarımı - kendime göre - saygısızlık sayıyorum, çünkü şimdiye kadar öyle konuşmadım, öyle düşünmedim. Ama o gün bir televizyon kanalında, ‘yüzlerine gözlerine bulaştırdılar’ gibi yakışıksız bir lafla meseleyi ifade ettim. Onlar, duyduğum endişenin ifadesiydi.”

Kanal D’de yaptığı ünlü söyleşide Yalçın Doğan’a şunları söylediğini hatırlatacaktı Mehmet Barlas (Yeni Şafak, Ekim 2000):

“Y.D- Peki bu tartışmaya şeyden geldi Türkiye, İmam Hatip Okulları ve sekiz yıllık eğitimin Milli Güvenlik Kurulu'nun kararları ile geldi. Gerçi siz bir din adamısınız ama önemli bir kitleye de rehberlik ediyorsunuz. Milli Güvenlik kararlarının siyasetteki yeri nedir sizce?

F.G- Milli Güvenlik Kurulu kararları, belki bu şekli ile tavsiye niteliğindedir. Bazıları bunları muhtıra şeklinde algıladı. Bu kararlar bu şekli ile gelişmiş demokrasilerde antidemokratik bulunabilir. Fakat şurası da bir gerçek ki, 'Milli Güvenlik'in hali hazırdaki konumu anayasal bir takım esaslara dayandırılmıştır. Yani Milli Güvenlik Kurulu herşeyi aşarak, kanunları aşarak, parlamentoyu aşarak, Anayasa'yı aşarak kendi kendine bu konuma yükselmemiş. Oraya gelip oturmamış ve millete gelip karar yağdırmıyor. Yani anayasal bir müessesedir.

Anayasal bir müessese, kendi konumunun gerektirdiği şeyleri yerine getirmeyi düşünür. Mesela onlar, ‘biz milletimizin güvenliğini koruma mevkiinde bulunuyorsak, olup bitenler de -ister gerçekten öyle olsun, isterse öyle algılanmış olsun- rejim için birer tehlike ise, bunlara müdahale etmek bizim sorumluluğumuz altındadır. Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz’ mülahazası ile hareket ediyorlarsa, meseleyi böyle algılıyorlarsa, bana göre onlar masumdurlar. Eğer bir hata varsa, bu bir içtihat hatasıdır. Hatta meseleye fakihlerin mülahazası ile de yaklaşılabilir. İçtihattaki hatalar bir sevap kazandırır; eğer isabet olursa iki sevap kazandırır.”

Mehmet Barlas bu sözleri şöyle yorumluyor:

“Eski dönemlerde olsa, Gülen'in 28 Şubat Muhtırası'na fetva verdiği söylenebilir bu cümlelere bakılarak.. Fakat özünde, Fethullah Gülen, kendisi dışındaki İslamcı kesimlerin davranışları üzerine 28 Şubat’ın geldiğini düşünüyor.”

MGK kararlarını fıkıhtaki içtihadla aynı kavramsal modele dayanarak izah etmeye çalışmak gerçekten ilginç bir tutumdur.

Gülen’i bir din âlimi (hatta kimileri müceddid!) kabul edenlerin bu ve benzeri tavırlarını İslam geleneği içinde nasıl temellendirebildikleri gerçekten meraka konu olmalıdır.

Gülen, 28 Şubat’a mecburen gidildiğini savunup bütün kusuru Müslümanlara yüklerken şöyle diyordu:

“İşi, ta başında böyle -özür dilerim- sulandırmış olacağız. Fakat din adına şov sayılabilecek davranışlara girmenin hepsini hemen bu kategoride mütalâa edebiliriz (…)Zannediyorum, her kesimde bu türlü şeyler oluyor. Daha fazla tavzihe gerek yok ama, sokaklarda def çalıp zikir yapanlar oldu, tekkelerine kamera götürüp orada yaptıkları şeyleri tesbit edenler oldu, sonra televizyonlara verenler, kimbilir bilemiyorum, belki de satanlar oldu. Bütün bunları dinin ruhundaki Allah'ın rızasıyla irtibatla, ihlasla irtibatla, özyüreklilikle irtibatla mülahaza etmemiz mümkün değil.”

Fakat Gülen Hareketi, Fethullah Gülen’in gerçek kabul edip eleştirdiği olayları ilerleyen günlerde mizansen olarak göstermedi mi? 28 Şubat’ın yapılabilmesi için o mizansenlerin belli odaklarca tezgahlandığı görüşünü Hareket’in yayın organlarında ezberletircesine çok kere tekrarlanırken bulmadık mı?

Oysa Gülen, o günlerde Müslümanların laik kesimlere yönelik ağır tahrikinden bahsediyor ve neredeyse gelen sert dalgayı makul karşılamak gerektiğini söylüyordu:

“Gerilimi meydana getirmesi gayet normal. Havanın böyle olması karşısında gerilimin olmaması zor düşünülür, imkansız gibidir zannediyorum. Çünkü tahrik var. Müsaade buyurursanız, şöyle birkaç misalle arz edeyim:

Mesela bir komşunuz vardır. Bu sabah akşam içer, evden dışarıya çıkar. Çıkarken kapıya tekme atar, merdivenlere tekme sallar. Karşısına çıkan herkese tekme sallar. Siz bu insanın bu ölçüde bir alkolik olduğunu bilirsiniz. Ama apartmandaki kimselere zarar vermiyorsa, sessiz girip çıkıyorsa, o zaman onun mevcudiyeti sizi rahatsız etmez. Ama mevcudiyetini ifade etmeye kalkarsa, kendisini bu haliyle gösterirse, bütün apartman sakinleri rahatsız olur. Bunun gibi, Allah'la insan arasında ve kanunlarla belli çerçevede zaten eda etme imkanı verilen dinin emirlerini yerine getirirken, meseleye şov katıldığında, onu çekemeyenler çıkar, rahatsızlık duyanlar çıkar. Tahrik manası da vardır bunun. Bazıları tahrik de olur. Hattâ, benim inancıma göre, din Allah rızası için ortaya konulmalı, öyle yaşanmalı. Samimiyetle temsil edilmezse, o bile tepki getirir gibi geliyor bana.”

Fethullah Gülen’in 28 Şubat döneminde Erbakan’ı uzlaşmadan uzak durmakla suçlarken Gülen Hareketi’nin AKP iktidarı döneminde Ergenekon davası kapsamında nasıl bir gerilim içinde mücadele yürüttüğüne mutlaka bakılmalıdır.

Bakın o günlerde meşru hükümete karşı tavır alıp neler söylemiş Gülen:

“F.G- Bugün Türkiye'yi idare edenler, gerekli performansı ortaya koyamadılar zannediyorum. Çünkü idarede uzlaşma çok önemlidir. Şahsen hayat felsefem olarak, buna idare felsefem de diyebilirim, iyi bir idareci, en kötü insanlarla dahi arızasız, çok iyi geçinen insandır. Şimdi bizi idare edenler, iktisadi, siyasi, kültürel bazı faaliyetlerde başarılı olabilirler. Fakat aynı zamanda kendilerine muhalif, hatta kendilerine hasım cephede bulunan insanlarla iyi geçinemiyorlarsa, hiç olmazsa aralarındaki müşterek meselelerde konsensüs sağlayamıyorlarsa, iyi idareci sayılmazlar. Bu meselenin bir yanı. Bir diğer yanı, böyle bir meselede başarılı olamayınca, bir Hz. Ebu Bekir, Bir Ömer bin Abdulaziz edasıyla davranabilirler. Hayatlarında en azından birkaç defa yapmışlardır. Minbere çıkmış demişlerdir ki, "bu yük çok ağır, bunu biz götüremiyoruz. Bunu size devrediyoruz. Halk alsın, kime isterse, ona versin." Bu, çok anlamlı bir cumhuriyet anlayışıdır. Demokrasi anlayışıdır. Ama halk, Hz. Ebu Bekir'de ısrar etmiştir. Emevilerden Ömer bin Abdulaziz'de ısrar etmiştir. "Senden başkasını istemiyoruz" demişlerdir. Sevad-ı azam yapmıştır bunu. Yani, topluluğun görülen, bilinen büyük kesimi bunu böyle yapmıştır. Temelde de bu, Allah Resulü'nün ifade ettiği önemli bir söze dayanır. Der ki, Bu vazife onundur ki, o benim değildir der. Bu onun değildir ki, hırsla ona sahip çıkar, o benimdir der. Zannediyorum, bizim problemlerimizi büyük ölçüde çözebilecek panzehir gibi birşey bu.

Y.D- Sizin anlattığınız bu şeyi ben günlük dile tercüme edersem, şunu anlıyorum. Bugün Türkiye'yi yönetenler çok fazla uzlaşamıyorlar karşıdakilerle. O zaman, uzlaşamadıkları zaman da, halifelerden verdiğiniz örneklerden hareketle, seçime gitmek daha doğru. Yani görevi geri vermeleri. Görevin geri verilmesi, bugünkü siyasi dile çevirirsek, ya yeni bir hükümet, ya da seçimdir gibi anlamak mümkün değil mi?

F.G- Biraz farklı. "Beceremedik, -bağışlayın- bu işi yüzümüze gözümüze bulaştırdık" diyebilirler. Belki bir kabiliyetleri var. İstidatları var -ben herkesi öyle görmeye çalıştım. Onlara bütün bütün kabiliyetsiz de demiyorum. Fakat büyüyen Türkiye. Dünya ile entegrasyona giden bir Türkiye. Çok problemi olan bir Türkiye. Dünya ile iktisadi, siyasi, kültürel münasebetleri açısından kocaman, dev bir Türkiye. Ve gelecekte dev olmaya namzet bir Türkiye. Böyle bir Türkiye'yi idare edememiş olabilirler. Tamamen yetersizler dememeye çalışıyorum. Fakat öyle de olsa, Türkiye'nin bahis mevzu olduğu bir yerde, milletimizin geleceği bahis mevzu olduğu bir yerde, bizim şahsi onurumuz, şahsi gururumuz, hatta siyasetten beklediklerimiz bahis mevzu olamaz.”

Ayrıca tuhaf olan taraf, Gülen’in 28 Şubat darbesinin yanında yeralıp Erbakan hükümetini çekilmeye davet ederken İslam tarihinden örneklere başvurmasıdır. Kendisinden bir din âlimi olarak 28 Şubat darbesine direnecek azim ve kararlılığı göstermesi beklenecekken, hadi bu olamadı bari köşesine çekilip sessiz kalması gerekiyorken üstelik bir de İslam tarihinden örnekleri Erbakan hükümetini devirmek isteyen darbecilerin yardımına koşması akıl alır gibi değildir.

Hatta örtülü biçimde zorla iktidardan indirmeye bile anlayışla yaklaşabilmiştir:

“Bilebildiğim zamandan bugüne idareye talip olan hemen hiç kimse böyle zorla alaşağı edilmeden inmemiştir. Tanıyabildiğim kadarıyla. Çünkü bu, büyük bir fedakarlık gerektirir. Ama şurası da bir gerçek. Meseleyi kim nasıl algılarsa algılasın, millet adına bence böyle bir fedakarlığa katlanmalı.”

Bunlardan sonra Barlas Gülen’in 28 Şubat’taki rolünü şöyle değerlendiriyor:

“28 Şubat, nihai değerlendirmede, hem ‘Siyasal İslam’ı, hem de ‘Sosyal İslam’ı, her cephede vurdu. Refah'ın kapatılışı, Erbakan'ın mahkumiyeti ve yasaklanması, İmam-Hatipler'e karşı uygulanan politikalar, başörtüsü meselesi ve nihayet Fethullah Gülen'in çetecilikle suçlanıp, yargıya sevk edilmesi. Oysa Gülen, 28 Şubat 1997'de verilen ‘muhtıra’dan sonra, Erbakan'ı eleştiren ve ‘devlet’in (ya da iktidarın) tarafını tutan davranışlarda bulunmuştur.”

En kritik ve sıcak günlerde meşru hükümete karşı tavır alıp, hatta bununla da yetinmeyerek aktif faaliyet içinde yeraldıktan ve bade harabül Basra, herşey olup bittikten yıllar sonra “Ben o günkü tavırlarımı, davranışlarımı - kendime göre - saygısızlık sayıyorum” diyerek kenara çekilmek aklanmak için yeterli olabilir mi?

Hele de aynı zihin bu kez mesela BOP konusunda yine Müslümanların aleyhine bir tutum içerisindeyse:

“BOP lazım mı, değil mi? Biz buna inanıyor muyuz? Eğer inanıyorsak Türkiye dünya muvazenesindeki yerinin paha biçilemez olduğunu Rusya'ya, Avrupa Birliği'ne ve Çin'e karşı da iyice ortaya koymalı. Büyük bir Ortadoğu olacaksa, bunun ancak Türkiye'nin ağırlığı ile olabileceği iyi anlatılmalı. BOP ciddi bir proje ise ve gerçekten demokrasi getirmek gibi bir hüsnüniyet taşıyorsa bile, Türkiye temkinli davranarak plana katılmaya bakmalı, kendi çıkarlarını gözetmeli, niyetleri, oyunun kurallarını ve detaylarını öğrenmeli; Ortadoğu'daki diğer ülkelere de bu mesele mal edilmeli.”

Acaba Gülen, yıllar sonra bu kez BOP için de “Ben o günkü tavırlarımı, davranışlarımı - kendime göre - saygısızlık sayıyorum” mu diyecek? Ama bu defa da Irak’ta 1.5 milyon insan BOP uğruna hayatını kaybetmiş olacak!

Yine aynı zihin, tıpkı 28 Şubat’ta Erbakan’a karşı darbecilerin tarafından yeralırken BOP günlerinde de ABD’nin dışpolitikası tarafında yeralıp o politikanın laflarını hiç çekinmeden dile getirebilecekti:

“İran, rejim ihraç ederek çevreden destek bulmak istedi. Belki Taliban da aynı hülyalara kapıldı. Türk okullarını kapatırken, "Bu yol değil. Mesele bizim davrandığımız gibi halledilir" diyorlardı. Dar düşünceli, idareyle her meselenin halledileceğini zanneden, insanlığın probleminin ne olduğunu bilmeden ezbere konuşan kişiler bunlar. İran, bir yönüyle yeni bir şeyleri ifade ediyor ve bunları ihraç etmeye çalışyordu. Çabaları karşılığını bulmadı denilemez. 1992 yılında Avustralya'ya gitmiştim, o sene İran'ın devlet olarak 100 tane doktora talebesi gönderdiğini duydum. Kendi parasıyla her yere bu kadar insan gönderdiyse bunu düşünmek lazım. Türkiye de aynı şeyleri yapabilir, kendi felsefesi ve kültürüyle yetiştirdiği insanları dünyanın değişik yerlerine göndererek kendisini ifade edebilirdi. Lobi yapılacaksa eğer, bu ülkenin çıkarlarına inanmış kendi insanını göndererek yapılabilirdi. Lobi yapanlar, sadece elçiler, konsoloslar ve ataşelerle yetinmediler.

Kendi ülkelerinde inkılap yapmış olabilirler, bir şey diyemezsiniz; İslam adına hareket etmeleri kötü oldu. Hadiseler öyle sevimsizce cereyan etti ki, dünyanın dört bir yanında Müslümanlığa karşı bir nefret uyandı. Hüsnüniyetle dine hizmet eden kimselerin hareket ve faaliyet alanlarının daralmasına sebebiyet verdiler. Şimdi dünyanın neresinde din ve diyanet adına bir ses yükselse, bize ferdî planda, ailevi planda dinimizi yaşama imkânı verin dense problem oluyor. Kaldı ki, İslam dininin sosyal hayatı alakadar eden yanları da vardır ve bunlar çok güzel şeylerdir; bunlar aynı zamanda devleti, devletin kurallarını da rahatsız etmez. Ama, bir taraftan fırsat kollayanlar, diğer taraftan da gerçekten devletin yapısıyla alakalı endişe taşıyanlar, -sadece bizde değil- en küçük İslamî kıpırdanışa ikinci İran nazarıyla bakmaya başladılar. Tabii o hareketin içinde bulunan insanlara da mollalar demeye başladılar, belki bazılarına Humeynilik yakıştırdılar.

İran'daki hareketin halkına faydası ne oldu bilemem, ama diğer Müslümanları töhmet altında bıraktılar. Şimdi bütün Müslümanlar, "Acaba böyle bir emelleri var mı?" diye tüm dünyada mercek altına alınır oldu. 11 Eylül'le vehim daha da gelişti. Paranoya yaşanıyor. Müslümanlık adına İran'daki hareket zararlı olmuştur.”

İran’ı suçlarken kullandığı “İslam adına hareket etmek”ten maksadın, 28 Şubat’ta Erbakan’ın kendi Müslümanlık haliyle hareket etmesine itirazdan hiç farkı yok.

28 Şubat konusundaki tavrı nedeniyle yıllar sonra özür dileyen zihnin gerçekte değişmediğini yukarıdaki sözler açıkça gösteriyor.

Gülen Hareketi’nin bugünlerde yoğun biçimde Ergenekon örgütüne karşı mücadele vermesi geçmişte neden 28 Şubat darbesine destek verdiği sorusunu cevaplamıyor kuşkusuz. Bugün Ergenekon’a karşı olmak, geçmişte 28 Şubat’a yandaş olmayı da unutturamıyor. Ama galiba Gülen Hareketi, bugün Ergenekon olayında verdiği mücadelenin inandırıcı olabilmesi için geriye dönük olarak 28 Şubat’ı her fırsatta yerden yere vurmaya büyük özen gösteriyor.

Ama bu iş vaktinde yapılsaydı anlamlı ve değerli olmayacak mıydı?

28 Şubat renkli darbesiyle Türkiye’de renkli bir darbeye önayak olduktan sonra şimdi geriye dönerek o darbenin ne kötü bir şey olduğunu sıkça tekrarlamanın tarihi değiştirmeye gücü yetebilir mi?
 

veri

Yasaklı
Katılım
8 Kas 2010
Mesajlar
0
Tepkime puanı
661
Puanları
0
sayın tekin

nakilleriniz için teşekkür ederim.
sorunuza cevap vermedim vermek istemiyorum
kelimeler üzerinden yargı olmaz aynı kelimeden sizin anladığınız da başka başkaların anladıkları farklı olabilir.


sayın gülen in hürriyetteki başörtüsü meselesindeki beyanını yıllar sonra yalanlamıştı kendi üslübuyla, bu konuyla alakası yok yani.

sayın gülen in şubat soğuğu dönemindeki üslübu dolasıyla belki bir pişmanlığı olabilir. ama tavrı konusunda geri adım attığını duymadım. yani ortada bir özür yok belki yanılıyorum dur. çok da umurumda değil yani aranızdaki mesele

sayın gülen in milli görüşte olmadığı hiç katılmadığını ismini hatırlayamadığım bir arkadaşımız belirtmişti.
şimdi milli görüşte olsa ve eleştirse belki birşeyler söylenebilir.

ama
sizin partinize oy vermediğini bildiğimiz hatta oy kullandığını duymadığımız birinin
koalisyon döneminde hükümetin icraatlarını beğenmemesi ve bunu ifade etmesi
mgk kararlarını destekledikleri anlamını taşıdığını düşünmüyorum.

sayın gülen ile erbakan arasında bir soğukluk mevcut olmasına karşın özellikle belediye seçimlerinde partiniz adaylarına bazı bölgelerde destek verdiklerini duydum.

yani partinizle alakalı olarak kesin bir karşıtlık olduğunu sanmıyorum.
şubat soğuğunda sayın gülen ve sayın erbakan arasındaki soğuklukların arttığı kesin nedenlerini o dönemi ayrıntılı ele almak lazım.

özet olarak gazete haberinde ben bir beis göremedim.
siyasette düşmanlık olmaz
seçim zamanı yaklaşırken ortaya soğuklukları hatırlatarak seçime gidilmez.
 

Ercan Tekin

Kıdemli Üye
Katılım
25 Eyl 2010
Mesajlar
5,631
Tepkime puanı
266
Puanları
0
sayın tekin

nakilleriniz için teşekkür ederim.
sorunuza cevap vermedim vermek istemiyorum
kelimeler üzerinden yargı olmaz aynı kelimeden sizin anladığınız da başka başkaların anladıkları farklı olabilir.


sayın gülen in hürriyetteki başörtüsü meselesindeki beyanını yıllar sonra yalanlamıştı kendi üslübuyla, bu konuyla alakası yok yani.

sayın gülen in şubat soğuğu dönemindeki üslübu dolasıyla belki bir pişmanlığı olabilir. ama tavrı konusunda geri adım attığını duymadım. yani ortada bir özür yok belki yanılıyorum dur. çok da umurumda değil yani aranızdaki mesele

sayın gülen in milli görüşte olmadığı hiç katılmadığını ismini hatırlayamadığım bir arkadaşımız belirtmişti.
şimdi milli görüşte olsa ve eleştirse belki birşeyler söylenebilir.

ama
sizin partinize oy vermediğini bildiğimiz hatta oy kullandığını duymadığımız birinin
koalisyon döneminde hükümetin icraatlarını beğenmemesi ve bunu ifade etmesi
mgk kararlarını destekledikleri anlamını taşıdığını düşünmüyorum.

sayın gülen ile erbakan arasında bir soğukluk mevcut olmasına karşın özellikle belediye seçimlerinde partiniz adaylarına bazı bölgelerde destek verdiklerini duydum.

yani partinizle alakalı olarak kesin bir karşıtlık olduğunu sanmıyorum.
şubat soğuğunda sayın gülen ve sayın erbakan arasındaki soğuklukların arttığı kesin nedenlerini o dönemi ayrıntılı ele almak lazım.

özet olarak gazete haberinde ben bir beis göremedim.
siyasette düşmanlık olmaz
seçim zamanı yaklaşırken ortaya soğuklukları hatırlatarak seçime gidilmez.

Gülen cemaati asla Milli Görüşü hiçbirzaman desteklememiştir. Bireysel destekler istisna olabilir. Ancak kastınız Nur cemaati ise bu cemaat bildiğim kadarı ile yazıcılar, okuyucular ve gülenciler olarak şekilleniyorlar. Bu Nur cemaatinde Milli Görüşü gülenciler hariç diğer kesimlerden destekleyenleri bizde biliyoruz.

İsteyen istediğini destekleyebilir ama hem dini konumda olacaksın hemde dinin hakimiyeti için mücadele veren siyasi oluşuma balta vuracaksın bu asla kabullenebilinir birşey değil. Asıl önemli olanı ise ergenekonun ABD talimatıyla Milli Görüşü ülkenin iktidarından indirme çabalarına ÇANAK tutacaksın. Bu asla kabul edilebilir birşey değil. Dün ergenekoncularla aynı düşüncelerde olan Gülen acaba hükümete ''beceremediler gitsinler'' dediğinde 28 şubatada destek olmuş olmuyormuydu diye düşünmekte gerekir.

Bu gazete küpürlerinide inceleyin inşaALLAH.

dsc02147s.jpg


dsc02142v.jpg

Gazetede haberinde İslami bir siyasi oluşuma balta vurmak söz konusuysa dini konumda gözüken bir liderin böyle çıkışı çok abes karşılanır. Aynı Fethullah Gülen'in merhum Ecevit ile olan sıcak yakınlaşmalarını maalesef Erbakan hoca ile hiçbir defa gösterememesi de dikkat çekicidir.
Bu ülkede bazı insanlar İslam'ın hakim olmasını vallahi istemiyorlar. Ama bu milletin %99'u söz de müslüman ama neden hiç müslümanlığın hakimiyetini isteyen siyasi oluşumlara destek vermezler.

Samimi yorumlarınızdan dolayı teşekkürlerimi arz ederim.
fi emanillah
 
Üst