ülkü kervanı ve muhsin yazıcıoğlu

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
ÜLKÜ KERVANI VE MUHSİN YAZICIOĞLU

ALPEREN GÜRBÜZER

Aman Allah’ım, neydi o günler.
Bir mahşeri yaşıyorduk sanki. Sokaklar yürünmez hale gel¬mişti, hatta herkes birbirinden korkar olmuştu. Şöyle ki kaçanın kurtulduğu ve leş kargalarının ülkemize üşüştüğü hengâme idi o yıllar. Dalkavukların üstün sayıldığı, sanatkârların sansar, dâhilerin şebek olduğu bu devirde şehitler birbiri ardınca sıralanmıştı. Vaziyet bambaşka, yaşamak işkence ve eziyet, kaçan kurtuluyordu ahbap ve dost sandıklarından. Derken sahneye bir ümit doğuyordu. Bu ümit, kuşkusuz milletin bağrından çıkan “ÜLKÜ KERVANI” dır.
12 Eylül öncesi beşinci kol devredeydi. Kimsenin gıkı çıkmadığı o dönemde, acaba bu kördüğümü bertaraf edecek yürekli delikanlılar yok muydu? Elbette ki vardı, ama kolay olmadı. Devletin halledemediği, belki de sinsi planlanmış bir senaryonun kurbanları olsalar da, bu delikanlı yağız yiğitler yürekleriyle canla başla göğüslerini siper edip “Ülkü kervanı” olarak tarihe not düştüler. Ayakların yerden kesildiği, hatta bedenlerin akkorlaştığı ve kurşun kurşun üstüne olduğu dönem¬lerde yaşandı bunlar hep. Böylece Hak yoldan dönmemeye yemin etmiş bu kervan; “Ülkücü” adı ile tarihte yerini aldı. Bu gençliğin vermiş olduğu mücadele dillere destan oldu böylece. Dostlarca takdir gördü, iç ve dış düşmanlar tarafın¬dan ise kösteklendi. Kem gözler nezdinde sırça köşklerinde geceleri mışıl mışıl uykularını kaçıran sıradan bir vaka olarak addedildi. O fırtınalı günlerde kurtlar sülük olup posttan sıyrılırken Türkiye kan revan içindeymiş kimin umurundaydı ki. Bu yetmezmiş gibi üstelik ‘Bana dokunmayan bin yıl yaşasın’ anlayışı hâkimdi. Bir istisnası vardı, o da sadece anaların gönlü dağlanırdı bu elim vaziyette.. Bir de Türkiye’nin yoluna baş koymuş “Ülkü Kervanı”nın gönlü. Sinelerinde sevda vardır hep o ikili yüreğin.. Ölümüne bir sevdadır bu sevda, tarif edilemez de. İşte o hengâmede ülkü kervanı Mevlâna’nın Şeb-i Aruz (Düğün Gecesi) dediği ölümü analarına şöyle tarif ettiler:
“Ana gidiyorum Hakk yola,
İhtiyacım var dualarına,
Hakkını helal et bana ...” diye.
Belki de bu sözler dinleyen için, son bir mektuptu.
Şeb-i Aruz’u tadan şehitler, toprağına komşu gelen can yoldaşlarıyla birlikte anaların o hüzünlü sesleriyle adeta gök kubbeyi çın¬latıyorlardı. Bütün bu ayrılık kavşağında kalpleri hüzünle dolsa da pes etmediler. Nihayetinde zorlu mücadelede kazanan dış ve iç güçlerin azılı dişi olmadı, kazanan millet oldu nihayet. Hâsılı toz bulut ve kan revan içinde akl-ı selim düşünme fırsatı bulamamışlardı.
Meydanda “Leş Kargaları” çekilince nihayet olayların analizini sağlam kafayla enine boyuna tahlil edebilme şansını yakalayabildiler ancak.
Şu kanaate vardılar: Sistemin bir oyunu imiş meğer. Yani sistem ayakta durabilmek için bu tezgâhı Türkiye’nin başına örmüş. Zira bütün dünyada geçerli olan bir kural varmış; “Tekelci görüşler hükümranlıklarını sürdüre bilmek için, suni ger¬ginliklerin türemesine zemin hazırlarlarmış güya.
Hazırlanmış bu senaryoya rağmen, onlar halis niyetle milli tepkilerini ortaya koymuşlardı. Bir sevda uğruna Allah Rızası’nı kazanmak için baş koydular bu yola. Ölürsek “Ebedi ha¬yat”, kalırsak “Vatan bizim” dediler. Halk’tan Hakikatten her dem olsun ve “Hakk’ın boyasıyla boyansın gönüllerimiz” niya¬zında bulundular her dem.
Derken ihtilal oldu. Terazi kuruldu. Bir kefeye bu devletin te¬meline dinamit koymak isteyen güruh, diğer kefesine Ülkü Ker¬vanı konuldu. İhtilal öncesi tufanı yaşamıştılar, ihtilal sonrası ise kıyameti yaşa¬dılar sanki. Terazi önlerine konulunca ister istemez Mizan’ı hatırladılar. Uçsuz bucaksız hayaller boyunca Sırat köprüsü’nden geçercesine yedi kat göklerin mavi derinliklerinde dolaşırlarken, bir an içten içe uyanınca gördükleri manzara hiç de iç açıcı değildi. Terazinin iki ke¬fesindeki unsurlar eşit telakki edilmişti çünkü. Devlete başkaldıranlar ile dev¬lete itaat edenler suçlu ilan edilmişti. Hikmet-i İlâhi olsa gerek mahpushane de varmış alın yazılarında. Neyse ki ilahi adalet bu dünyada tecelli etmese de, elbet öte âlemde ve Mahkemeyi Kübra’da er geç tecelli edeceğine inançları tamdı.
Mahpushane, Ülkü Kervanı’nın daha da şuurlaşmasını sağlamıştı. Sabr-ı Cemil sonunda mahpushane, “Yusufiye Medresesi” oluverdi gönüllerde.
Küçük cihattan büyük cihada beyan buyuran Fahr-i Kâinat Efendimizin yaşadığı günleri andıran bir döneme gelinmişti.
Ortalık sütlimandı artık. Bu seferde 12 Eylül sonrası bir imtihan tufanı içine yuvarlanmışlardı. Nitekim nefisler ön plana itildi. Ülkücülüğün kitabını ben yazdım, tarihini de ben başlattım diyenler oldu. Hatta dava da, ülkü de bana ait diyenler çıkıverdi.
Bütün bu egolar dünyasında akl-ı selim birileri çıktı yerin¬den doğruldu ve yürekli bir ses olan Muhsin Yazıcıoğlu şöyle dedi: “Hayır! Allah ve Resulü’nün hakikatleri dışında her şey tartışılır, hakeza lider de, teşkilat da, doktrin de tartışılır.”
Doğrusu da buydu. Bütün bu fitne ortamında hakikatin er geç tecelli edeceğine ümit vardılar. Şehitler kervanının hayatta kalanlardan bekle¬diği de: Hak ve Hakikat yolu olan Allah yolu’ndan dönmemektir zaten.
Sistemin yeni kuşağın önüne koyduğu yeni bir oyun var yine. Bu sefer leş kargalarının yerini PKK almış. Yarın kim bilir han¬gisi?
Oğullarını kurban edecek yeni toy vatan evlatları aranıyor sürekli. Külfeti üstlenecek yeni delikanlılar revaçta üstelik. Eskiden bu işi üstlenecek gönüllü (ücretsiz) delikanlılar vardı. Şimdilerde pek gözükmüyor. Öyleyse ne yapmalı?
Sonunda ücretle bu işi yapacak delikanlılar bulundu. Yeni Yavuz delikanlılar da miadı dolmuş statükocu sistemin ayakta kalması için oynanan bir oyun olduğunun farkında olmayarak, bu görevi en iyi şekilde deruhte etmek için yola koyuldular. Anadolu’nun yağız evlatları Cudi ya da Kandil dağlarında en iyi şekilde dövüşüyorlar vatan ve millet uğruna. Ya conconlar, onlar da eğleniyorlar.
Peki, nimeti kim paylaşıyor dersiniz? Sakın bu soruyu sormayın. Niye mi? Çünkü sakıncalıdır bu sorunun cevabı. İsterseniz biraz ipucu verelim: Seç¬kinler, yani oligarşik elitist tabaka... Nitekim her zaman öylede olmuştur. Külfet yiğit evlatlara nimet seçkinleredir. Yani bir eli yağda, bir eli balda olanlar bu ülkenin dokunulmazlarıdır.
Bu oyun sürekli değişik adlar altında Türkiye’de tezgâhlanıyor. Bu senaryoyu bozacak biraz basiret gerekli. Değiş¬meyen tek şey gönlümüz, ülkümüz ve imanımızdır elbet.
Bugünkü Nizâm-ı Âlem Alperenlerinin dünkü Ülkü Ker¬vanı’ndaki Ülkü erenlerinin yaşadıklarından alacağı binlerce dersler olsa gerektir. Onlar bu dünyada sefa sürmeden göçtü gitti¬ler. Öyle ki “Salâtullah Selâmullah, Aleyke ya Resûlüllah” diyerek mey¬danlarda nice başlar verildi, hiç soran olmadı da onları. Varsın sormasın¬lar. Can bülbüle dönüşünce ne önemi var ki. Onlar ebediyete uç¬tular, hor açılıp gül oldular ve her şahadet şerbetinde var oldular. Zaten canları gövdelerine konuktu. Biliyorlardı zaten bir gün ruhlarının bir kelebek misali çıkıp gideceğini. Sonunda kafesten kuş uçmuşçasına, bu dünya kafesinden şahadet şerbetini içerek göç ettiler. Onların hayatları arkada kalan gönüldeşlerine bir tecrübe, bir ışık oldu. Ne mutlu onlardan ders alabilene...
Hak ile sevdalı olanlara, kendi özünü bilenlere ve Allah (c.c.) yolunda can verenlere çok şeyler borçluyuz. Ülkü ker¬vanı’nın kutlu seferlerindeki yolcularına layık olabilmek için on¬lara yâr olabilmeli, kaygıdan azad olunarak ya da gönüllerimizi şadan kıla¬rak, can mülkümüzü abad bilip can dostları selamlayarak yola koyulmalı.
Onlar “Bir ölür, bin diriliriz” dediler. Zira “Hak nasip eylese de, bu mübarek seferde Resulüllah (s.a.v.)’ın izinin tozuna sürsem yüzümü” dediler.
Gâh düşünde Cemalin bu kez görebilmek aşkıyla ebe¬diyete kavuştular. Gonca gül misali gülerek vuslata erdiler.
Ruhları Şad olsun!
 

z£LaL

Börtecine
Katılım
12 Eki 2009
Mesajlar
3,828
Tepkime puanı
561
Puanları
0
Konum
izmit/istanbul
ne sizleri unuttuk ne de kahpe eylüllleri
Bir gün gelecek o yağmurda hepbirlikte ıslanacağız...
 

ihvan23

Kıdemli Üye
Katılım
17 Ağu 2009
Mesajlar
3,539
Tepkime puanı
220
Puanları
0
320190_10151017136966814_940047541_n.jpg
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez TBMM'ye konuşmaya geldiğinde o gün genel kurula girmeyen tek milletvekili Muhsin YAZICIOĞLU'dur!

Ben: " Emzikli bebekleri öldürenlerin konuşmasını dinlemem ! "
Şehit Lider Muhsin Yazıcıoğlu
 
Üst