Ö. Nasuhî Bil*men Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamûsu'nda Darü'l-İslâm ve Da*rü'l-Harb'i şöyle tarif eder : «Darü'l-İslâm, Müslümanların hâkimiyeti al*tında bulunup Müslümanların emn ve eman içinde yaşayarak dinî vazifelerini ifa ettikleri yerlerdir. Müslümanlar ile aralarında müsalâha ve muvadecı bulunmayan gayr-i müslimlerin hâki*miyeti altında bulunan yerler de Darü'l-Harb'-tir»
İmam-ı A'zam'a göre «Darü'l-İslâm»-ın «Darü'I-Harb»e inkılâp edebilmesi için aşağıdaki üç şartın birlikte tahakkuk etmesi lâzımdır. Eğer bu şartlardan birisi noksan olursa, yine o diyar, «Dar-ı îslâm»dır, «Darü'l-Harb» değildir.
1- İçerisinde küfür ahkâmı bitemamiha -yani yüzde yüz- tatbik edilecek. Küfür ahkâmının yüzde yüz tatbik edil*mediği meselâ, sadece cuma ve bayram namazlarının kılınabildiği bir diyara «darü'l-harb» denemez. Serahsî bu hususta şöyle buyurur
«Bu şartın tahakkuku için orada şirk ahkâmının tamamiyle açıktan açığa icra edilmesi ve İslâm ahkâmının kat'î surette kaldırılmış olması gerekmektedir. Burada İmam-ı A'zam hâkimiyet ve kuvvetin tamamiyle ehl-i küfürde olma*sına itibar eder'» (4). Yani, bu şartın ta*hakkuku için bir îslâm memleketinde hâkimiyet ve galebenin noksansız bir şe*kilde kâfirlerde olması lâzımdır. Bazı arızalar sebebiyle ehl-i küfrün hâkimi*yetinde bir noksanlık olursa orası «darü'l-harb» olamaz.
Nitekim sadece cuma ve bay*ram namazlarının ifa edilmesiyle orası «Darü'l-İslâm» olur. Ve yine fukahâdan İsticabî'nin içtihadına göre, «Bir diyar*da islâm'ın sadece bir tek hükmü dahi icra edilebiliyorsa o diyar «Darü'l-İs*lâm »dır.»
İbn-i Âbidin'e göre «Bir diyarda Müslümanların ahkâmı ile müşriklerin ahkâmı birlikte icra edilirse orası yine «Darü'l-İslâm»dır (5). Bezzaziye'de, «Pey*gamber Efendimiz (S.A.V.) Medine-i Münevvere'ye teşriflerinde orada Yahudiler ve müşriklerin hükmü cari olduğu halde Resûlüllah Efendimizin (S.A.V.) islâm icraatına başlamasıyla o beldenin «Darü'l-İslâm»a inkılâb ettiği» kaydedilir (6).
2- O diyar «Darü'l-Harb»e muttasıl olacak, yani o diyarın sınırları ve komşu hudutları tamamen kâfirler tarafından kuşatılmış olacak. Eğer bir diyarın hu*dutlarından herhangi bir tarafı «Darü'l-İslâm»la muttasıl, yani bir Müslüman memleketine komşu olursa, o diyar «Da-rü'1-Harb» olamaz. Çünkü İmam-ı A'zama göre «Bir Müslüman memleketle komşu olan Müslümanlar tamamen mağ*lûp sayılmazlar. O Müslüman memleket ile imanî, ahlâkî, itikadî, içtimaî, siyasî, ticarî ve an'anevî ilişkilerini devam et*tirebilirler; İslâmî şeairi yaşatabilirler.»
Bu noktada bir hususun açıklanma*sında fayda vardır. Gayr-i müslimlerce ihata şartı, müstakil İslâm devletleri için değil, gayr-i müslim bir devletin hükmü altında bulunan ve kendini mü*dafaadan aciz vilâyet, köy ve kasabalar için söz konusudur. (Rusya ve Bulgaris*tan'daki Müslüman köyler gibi.) Nite*kim, fakîhlerin bu mevzuyla ilgili izahlarında «devlet» değil, «belde», «dar» ifa*deleri kullanılmıştır. Yoksa kendini mü*dafaaya muktedir ve müstakil bir îslâm devleti, her taraftan gayr-i muslim dev*letlerle kuşatılmış olsa da, yine «Darü'l-Harb» olmaz.
3- İçinde eski eman ile emin bir Müslüman veya zımmî kalmamış olacak. Yani o beldede daha önce can ve mal gü*venlikleri mevcut olan Müslümanların veya zımmîlerin (gayr-i muslim azınlık*ların) bu güvenlikleri bir kâfir istilâsıyla ortadan kalkmış olacak.
Bu üçüncü şart, ancak bir İslâm beldesinin kâfirlerin istilâsına uğraması halinde geçerlidir.
Serahsî bu hususu şöyle beyan eder:
«Bir beldede emin bir müslim veya zımnimin kalmış olması müşriklerin hâ*kimiyetinin tam olmadığına delildir. Çünkü fukahâ-i İzam, sonradan arız olana değil de, asıl olana itibar ederler. Bu*rada asıl olan ise, oranın «Darü'l-İslâm» olmasıdır. Bir zımmî veya müslimin ora*da kalmış olması, asıldan bir emaredir. Bu emare var oldukça, asıldan bir iz kalmış demektir ve o diyar «Darü'l-îslâm» hükmünde devam eder (7).
Şimdi İmam-ı A'zam'ın öne sürdü*ğü bu üç şartı bir misal ile izah edelim.
Daha önce bir îslâm memleketi olan Endülüs sonraları Hristiyanlar tarafın*dan işgal edilmiştir. Müslümanların hiç*bir cihetle mal ve can güvenliği kalma*mış, küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil*miştir. Bu ülkenin hiçbir îslâm ülkesi ile de sınırı yoktur, îmam-ı A'zam'ın ile*ri sürdüğü üç şart Endülüs'te birlikte ta*hakkuk ettiği için orası «Darü'l-Harb»dir.
İmameyn ise, «Darü'l-lslâm»ın «Darü'l-Harb»e inkılâp etmesini «Orada şirk ahkâmının yüzde yüz tatbik edilmesine ve gayr-i müslimlerin Müslümanlar üze*rinde mutlak galebesine» bağlamışlardır. Bu ise bir îslâm beldesinin gayr-i müs-limlerce tamamen istilâ edilmesine bağ*lıdır. Meselâ, Batum yüzde yüz Rus hâ*kimiyeti altında bulunduğu ve içerisin*de küfür ahkâmı yüzde yüz tatbik edil*diği için, îmameyn'e göre «Darü'l-Harb»dir. Şayet Batum'da herhangi bir islâm ahkâmına müsaade edilirse, (Bayram ve Cuma namazlarının kılınması gibi) ora*sı yine îmameyn'e göre, «Darü'l-Harb» olmaktan çıkar.
Müslüman, ister dar-ı İslâm'da ol*sun, ister dar-ı harbte, her hal ü kârda Allah'ın emirlerini yapmak, yasakların*dan da kaçmakla mükelleftir. İbadet, in*sanın yaratılış gayesi, varoluş hikmeti*dir. Hiçbir hal, onu, bu ulvî vazifeyi ifa*dan alıkoyamaz.
Bu açıklamalar ışığında Çeçenistanda İslami hükümler yaşanabildiği için İslam Diyarı sayılır.
(1) Bilmen, Ö. Nasuhî; Hukuk-u İslâmiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. m, s. 394.
(2) Maverdî, el-Ahkamu's-Sultaniyye, Çev: Ali Şafak, İstanbul 1976, 57 vd; W.W.Hunder, İA, Dârü'l-Harb md.
(3) Bilmen, Ö. N. a.g.e., c. III, s. 335.
(4) Kuhistanî, c. II, s. 311.
(5) Serahsî, Mebsût, c. X, s. 114.
(6) İbn-i Âbidin, Dürrü'l-Muhtar Şerhi, c. IV, s. 175.
(7) Serahsî, a.g.e., c. X, s. 114.
Ahmed Şahin, Dinî Bilgiler, s. 187, 2. bas*kı, Cihan Yayınları, ist.
http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/22681/darul-harp-nedir-sartlari-nelerdir.html