Uçurtması Tellere Takılan Bir Romantik Devrimci

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
A.Kaya / İsyanım haksızlığa

Yarın Ahmet Kaya'nın ölümünün onuncu yılı. Onunla Paris’te ölmeden önce son röportajı yapan Eyüp Can, Zaman'da çıkan röportajı köşesine taşıdı. Can'ın ropörtajı o gün çok tartışılmıştı. İşte o söyleşi!

Eyüp Can'ın yazısı

‘Bir vatan haini’yle görüşmekle itham edilmiştim. Aradan on yıl geçti. Türkiye’nin nereden nereye geldiğini görmek için bu söyleşiyi ölüm yıldönümünde sizlere sunmak istedim. Okuyun, insanların ne kadar kolay ihanetle suçlandığını ve hayatlarının nasıl karartıldığını Ahmet Kaya üzerinden siz de görün.

Ahmet Kaya ile ölümünden önce yapılan son söyleşi:

Bir ödül töreninde, Kürtçe şarkısına klip çekmek istediğini ve klibi yayımlayacak televizyonlar aradığını söyledi ve bütün hayatı değişti!
Suçlamalar, davalar, kelepçeler, mahkemeler ve yurtdışına uzanan adı konmamış bir sürgün! Peki ama, Kürtçe şarkı söylemenin yasak olmadığı bir ülkede, yıllardır Türkçe şarkılar söyleyen Kürt asıllı Ahmet Kaya’nın, Kürtçe bilmediği halde, bir Kürtçe şarkıyı kasetine koymak istediğini dile getirmesi neden bu denli tepki aldı?
Sorunun kendisi kadar cevabı da çetrefil!
Çünkü o, ‘Başım Belada’ gibi bir şarkıyı, yaşamları boyunca başları belaya girmemiş ve girmeyecek olan insanların bile zihnine kazımış bir şarkıcı.
‘Belalı şarkılar’ yaptığı için mi ‘başı belada’dır, yoksa ‘başı belalı’ olduğu için mi ‘başım belada’ nakaratlı şarkılar yapmaktadır bilinmez; fakat o, son dönemde yaşadığımız demokratik daralmanın ve ‘yangına körükle giden’ biz gazetecilerin kurbanıdır!
‘Öcalan posteri önünde resim’ çektirmekten ‘PKK’yı övücü sözler’e, ‘Arabamı o ********lerin ülkesine bıraktım’ aforizmasından ‘bölücülüğe’ bir yığın ‘provokatif suçlama’nın muhatabıdır.
Medyada yer alan bu iddialardan dolayı hakkında açılmış davalar DGM’de sürerken o, yaklaşık bir yıldır sürgün yaşadığı Fransa’da, ‘dilini bilmediği, kültürünü anlamadığı, sorunlarını paylaşmadığı, yemeklerini sevmediği’ insanların arasında, yapayalnız kendini aramaktadır.
‘Türkçe küfreden polislerini bile özlediği’ ülkesine döneceği günlerin hayaliyle Paris’in göbeğinde İngilizce öğrenmektedir. Dilin tükendiği yerde sessizliğe gömülüp, kaderi gibi takip edeceği yeni şarkılar mırıldanmaktadır…
Bir ödül töreninde, Kürtçe şarkınıza klip çekeceğinizi ve klibi yayımlayacak televizyonlar aradığınızı söylemeniz bütün bir hayatınızın değişmesine sebep oldu. Bu belalar başınıza nasıl açıldı?

Benim başım hep beladaydı zaten. Son zamanlarda bunun nedenleri üzerine çok düşündüm; ben Türkiye’nin alışageldiği bir ‘sanatçı’ tipi çizmiyorum.
Hayatın farkındayım, akıllıyım, beni içine almaya çalıştıkları normlara uymuyorum. Medya benden başka türlü malzeme çıkaramıyor; çünkü ‘kim nerede-kiminle’ programlarının aktörü olmuyorum.
Düşünebiliyorum, ailemle ve inandığım geleneksel değerler üzerine inşa edilmiş bir yaşam sürdürüyorum, vergimi ödüyorum, namussuzluk yapmıyorum.
Bunlar bir insanın başının hep belada olması için yeterli olmasa gerek?

Bütün bunların ötesinde bir de bütün haksızlıkların farkında olan ve buna karşı çıkan bir yanım var. Eh, bir de sistemi eleştiren ve her daim muhalif bir adamım. Benim başım nasıl belada olmasın?
Apo posteri önünde resim çektirdiniz mi?

Bakın; siz gazetecisiniz. Sizin ürettiğiniz o gazeteyi kimlerin okuyacağına siz mi karar verirsiniz, yoksa okur mu gazetesini seçer?
Ben konser yapıyorum, insanların bir kısmı gelip şarkı dinleyerek, bir kısmı dans edip halay çekerek, bir kısmı sloganlar atarak deşarj oluyor. Benim bu insanları seçme hakkım olabilir mi?
On binlerce insanın bulunduğu konser salonunda biri Apo posteri açmışsa bunun benimle ne ilgisi olabilir?
Peki ya PKK’yı övücü sözler…

Bakın ben terörün her türlüsüne ömrüm boyunca karşı oldum, lanet ediyorum teröre, neden öveyim PKK’yı?
Nereyi bölmüşüm

Nedir sizin PKK ile ilişkiniz o halde?

Bu soruyu ben soruyorum. Lütfen beni PKK ile ilişkilendirmeye çalışanlar ispat etsinler, ben nereye üye olmuşum? Hani üyelik belgelerim? Kime yardım etmişim, hani makbuzlarım?
Ben nereyi bölmüşüm, nerede sınırları? İki tane konser fotoğrafı çekip aslı çarpıtılan iki tane cümleden yola çıkarak bir insanın hayatına bu kadar kıyılabilir mi?
Soruyorum. Bunların cevabını istiyorum. Ve bunu bana değil, babası bir gecede ‘hain ve bölücü’ ilan edilen 12 yaşında, Türkiye’de okula giden kızıma izah etsinler.
Başka bir şey istemiyorum. Bu arada çantasında PKK konseri verdiği iddiasıyla açılan davaya ilişkin herhangi bir bilgi ve belge bulunamadığı için düşme noktasına gelen davasının mahkeme tutanaklarını gösteriyor Kaya.
Bakın “PKK’cılara konser verdi” diye haber yaptılar sonra mahkeme belge istediğinde. “Bizde bir belge yok” diye cevap vermişler. Şimdi ne diyeyim ben?
Türkiye’de sizin hakkınızda en çok tepki çeken şey “Arabamı ********lerin ülkesinde bıraktım.” cümlesi oldu. Nasıl söylersiniz böyle bir şeyi?

Yaa gözüm ben manyak mıyım ki böyle bir şey söyleyeyim? Aklı başında olan bir insan nasıl olur da kendisinin de bir parçası olduğu ülke hakkında böyle çirkin bir şey söyler! Ayıp bir şey, benim annem, kardeşlerim, arkadaşlarım, dostlarım, abim, çocuklarım, karım, ailem herkes orada, o ülkede yaşıyor. Ve ben Mecnun’un Leyla’yı sevmesi gibi seviyorum ülkemi.
Nereden çıktı o halde bu söz?

Ben “3 tane ********in yüzünden ülkemde arabama bile binemedim” dedim. Ertesi gün bir gazetede manşete, ‘Arabamı ********lerin ülkesinde bıraktım!’ Böyle bir şey olabilir mi? O gazetenin muhabiri bile geldi bana “Abi vallahi ben böyle bir şey yazmadım, oradan ayarlamışlar” dedi. Yorumu size bırakıyorum.
Fakat ben hâlâ anlamış değilim. Kürtçe şarkı söylemenin yasak olmadığı bir ülkede yıllardır Türkçe şarkılar söyleyen Kürt asıllı Ahmet Kaya’nın Kürtçe bilmediği halde bir Kürtçe şarkıyı kasetine koymak istemesi neden yoğun tepki aldı?

Evet doğrudur, yıllardır Türkçe şarkılar söyleyen bir insanım; Kürt asıllıyım ve ne yazık ki Kürtçe bilmem. Bu kadar masum bir talebimin karşılığında ben, uygar, çağdaş, demokratik, insan haklarına saygılı olduğunu iddia eden, bir kültür mozaiği oluşturduğunu iddia eden ülkemden ne beklerdim biliyor musunuz?
Bu Kürtçe şarkıyı okuduktan sonra, en azından bu dili kullanan milyonlarca vatandaşına saygı adına, bu şarkıya çekeceğim klibi alıp-televizyonlarda yayımlayıp, bu ülkede bütün kültürlerin yaşama imkânı olduğunu, bütün dillerin var olma imkânı olduğunu, şarkılardan korkulmaması gerektiğini göstermesini. Kaldı ki okuduğum şarkı çok güzel bir sevda ve ayrılık şarkısıydı.
İsyanım haksızlığa

Peki ya sert mizacınız?


“Ben bir suç işlemedim ama her insan gibi hatalarım var. Üslupta bir yanlışlık yapmış olabilirim. Ne yapayım yani mizacım sert, yanlış anlaşılıyorum ama art niyetsiz bir yüreğim var, kimseye benden bir kötülük gelmez.
Eğer zaman zaman isyan ediyorsam bu haksızlıklara karşı dayanamıyor oluşumdan kaynaklanıyor, yoksa hiç kimseyi üzmek istemem. Ülkemin insanlarının daha mutlu, özgür, barış içinde yaşamasından başka hiçbir derdim yok.
Fakat ülkemdeki haksızlıklar beni üzüyor ve sert mizaçlı yapıyor. Sonra da ne desem ters anlaşılıyor. Barış diyorum savaş anlıyorlar, demokrasi diyorum faşizm gibi algılıyorlar, ülkemi sevdiğimi söylüyorum vatan haini diyorlar.
Bildiğim bir şey var ki; yüreğim ve beynim büyüdükçe sicilim bozuluyor ama ıssız bir insanlık anlıyor beni.
En çok neleri özlediniz Türkiye’de?

Sokakta Türkçe küfreden polisimizi bile özledim gözüm, gerisini sen düşün. Kükürt kokan havasını, içilemeyen suyunu, Boğaz’da balık kokusunu, ülkemi, hüzünlü şarkılarla bile yaşama umutla sarılmasını bilen ülkemin insanlarını…
 

-Muhammed-

Profesör
Katılım
18 Kas 2010
Mesajlar
1,740
Tepkime puanı
234
Puanları
63
Ahmet Kaya ölümünün 10. yılında anıldı

179543.jpg

Sanatçı Ahmet Kaya, ölümünün 10. yılında 'An Gelir, Onsuz 10 yıl' adlı etkinlikle bu akşam İstanbul'da, Lütfi Kırdar Kongre Sarayı'nda anıldı. Törenin yapıldığı salonun tavanına asılan çatallar dikkat çekti.

Ahmet Kaya, 1999'da ödül aldığı Magazin Gazeticileri Derneği gecesinde "Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim" sözlerinin ardından davetlilerin çatal-bıçaklı saldırısına maruz kalmıştı.

ERDOĞAN KATILAMADI

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 2000 yılında Paris'te yaşamını yitiren Ahmet Kaya'yı anma etkinliklerine son dakikaya kadar katılmak istediğini, ancak Mardin'de yaptığı konuşma sonrası programının yoğunluğu ve hava şartlarının elverişsizliği nedeniyle katılamayacağını açıkladı.

Törene hükümet adına Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay katıldı.

Anma gecesinde basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Bakan Günay, "Hepimiz ülkemizin yaşadığı kötü günleri geride bırakmak, barış türküleri söylemek, geçmişte barış türküleri söyleyen ve çeşitli çileler çeken arkadaşımızı sevgi ve rahmet ile anıyoruz" dedi. Günay, Başbakan Erdoğan'ın geceye katılmaması ile ilgili olarak da, "Sayın Başbakan ile Mardin'e gittik. Ben saat 3'te yola çıktım, hava şartları sebebiyle Diyarbakır üzerinden buraya geldim. Başbakan'ın programı devam ediyor. Ben bu programa hem Sayın Başbakan hem de kendi adıma geldim. Başbakan'ın içten duygularını Gülten Kaya'ya ilettim" diye konuştu.

EŞİ KİMSEYE KIRGIN DEĞİL

Sanatçını eşi Gülten Kaya, Başbakanın yanı sıra CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlunun da katılamaması ile ilgili kimseye bir kırgınlığının olmadığını söyledi.

Gecede yoğun ilgi gören Gülten Kaya, basın mensuplarının Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun geceye katılmamasına ilişkin sorularına, "Her iki konuğum da katılmak istemişlerdi ancak programlarının uymadığını görüyorum. Bu yorumlanacak bir durum değil. Biri ana muhalefet partisi başkanı çok yoğun, biri de Başbakan. Başbakan Mardin'de, zaten hava şartları da malum. Bunu bize dün itibari ile de iletmişlerdi. Hiçbir kırgınlığım yok, herkese davetimi yaptım" cevabını verdi. Kaya, gazetecilerin bugün yaşanan değişimi sormaları üzerine şunları söyledi:

"Bu değişimin yaşanması için keşke Ahmet Kaya gibi bir bedel ödenmese idi. Umuyoruz ki bundan sonra böyle şeyler yaşanmaz. Zaten burada siyasetçisi, sivil toplumu, halkı bütün renkleri buluşturma sebebi buydu. Yani Ahmet Kaya üzerinden ve sanat üzerinden iyi duygular yaşatmaktı."

Kaya, eşine çatal fırlatılması olayından bugüne gelen süreçle ilgili soru üzerine ise, "Nispi bir değişme var, ama bu yeterli değil" diye konuştu.

ÇATAL KAŞIK DAMGASI!

Gecede salonun girişine, 1999'da Ahmet Kaya'nın protesto edildiği geceye atıfta bulunmak ve orada yaşananları eleştirmek amacıyla hazırlanan "çatallı-kaşıklı" sahne damgasını vurdu. Gülten Kaya ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in birbirlerini selamlayarak kucaklaşması zılgıt ve alkışlar ile karşılandı.

******** MANŞETİNE VE LİNÇ GÖRÜNTÜLERİNE YUHALAMA

Belgesel gösterimi sırasında Magazin Gazetecileri Gecesi'nde Ahmet Kaya'nın linç edildiği görüntüler de gösterildi. Bu bölüm gösterildiğinde salondan yuh sesleri yükseldi. Salonda en çok yuhalanmayı ise Hürriyet Gazetesi'nin 'Vay ********' manşeti aldı.

SÜRGÜNÜ BEN İYİ BİLİRİM

Fuat Saka da gecede sahneye çıktı. Şarksını söyledikten sonra ''Sürgünü ben çok iyi biliyorum'' diyerek sahneyi terk etti.

HAYKO'DAN AHMET KAYA PARÇASI

Ardından Ahmet Kaya'nın şarkısıyla bir pandomim gösterisi yapıldı. Pandomim gösterisinin ardından rock müziğinin asi çocuğu Hayko Cepkin sahne aldı. Cepkin piyano eşliğinde Ahmet Kaya'nın 'Memleket Hasreti' parçasını seslendirdi.

Hayko Cepkin'den sonra Ümit Kıvanç'ın hazırladığı 'Uçurtmam Tellere Takıldı' belgeselinin gösterimi yapıldı.



 

_Berceste_

bir tutam delilik...
Katılım
21 Eyl 2010
Mesajlar
6,798
Tepkime puanı
1,525
Puanları
0
Bu adamda öldükten sonra degerli oldu:thinking:

ALLAH rahmetiyle muamele etsin...
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Uçurtması Tellere Takılan Bir Romantik Devrimci

font_01.gif
font_02.gif
font_03.gif

24059.jpg

“Ahmet Kaya özellikle müzik hayatına atıldığı ilk dönemlerdeki kasetleriyle şu an artık gençlik yıllarını tamamlamış birçok müslümanın geçmişinde iz bırakmış bir sanatçı olarak hafızalardaki yerini koruyacak.”

Türkiye'de uğradığı linç sonrasında yurtdışına çıkmak zorunda kalan ve hayatını Fransa'da kaybeden Ahmet Kaya, ölümünün 10. yılında "Uçurtmam Tellere Takıldı" adlı Ümit Kıvanç'ın belgeseliyle anıldı. Eşi Gülten Kaya'nın Lütfi Kırdar Sarayı'nda düzenlediği "An Gelir, Onsuz 10 Yıl" adlı gecede gösterilen belgesel, Ahmet Kaya'nın çocukluğundan ölümüne bütün müzik yaşamını bizzat kendi dilinden anlatıyor.
Ümit Kıvanç'ın "Uçurtmam Tellere Takıldı" belgeselinin linkini ve ölümünün hemen ardından Haksöz Dergisi'nde yayınlanan "Romantik Devrimcinin Vedası" adlı yazı ile birlikte sizlere sunuyoruz:



24060.jpg


Linç kampanyasında Hürriyet'in üstlendiği misyon...


Romantik Devrimcinin Vedası

Murat Ural / Haksöz Dergisi / Sayı: 118 / Ocak 2001

Her zamankinden farklı bir eylül hüznü çökmüştü çoğu insanın üstüne 1980 sonbaharında. Etkisi yıllarca sürecek bir yıkımın hüznüydü bu. 12 Eylül darbesi aslında sadece toplumun belirli bir kesiminin değil, bütün ülke halkının üzerinden buldozer gibi geçmiş onları yerle bir olacak seviyede hizaya sokmuş böylece ülkeye düzen getirmişti.
Yoksulluk içinde geçen gençlik çağında, çalıştığı dükkana gelen parkalılara özenen ve onlar gibi olmaya çalışarak bir gün adam yerine konmayı düşleyen ama 12 Eylül'le birlikte hayallerinin üzerinden tanklar geçen Ahmet Kaya işte böylesi bir dönemde müzikle ilgilenmeye başladı.
12 Eylül'den sonra bir süre hapis yatan, çıktıktan sonra ise işsiz kalan Kaya, çareyi bir kaset yaparak tekrar içeri girmekte bulmuştu. Ağlama Bebek isimli bu kasette çok uzakta insanların mutlu olduğu bir yerden bahseden Kaya, hem bir türlü kabullenemediği umutsuzluğa ve yılgınlığa savaş açıyor hem de bu yerin bazılarına yapacağı çağrışımlarla tekrar tutuklanarak bir süre için de olsa açlıktan kurtulmayı hedefliyordu. Ancak kendi ifadesiyle, cezanın fazla olmaması için kasete Mehmet Akif'ten bir güfte koymayı da ihmal etmiyordu.
Kaset 1985 yılında piyasaya çıktığında beklediğinin çok üstünde bir ilgi gördü. Yeni düzene alışmış gibi gözüken pek çok insan, kasette seslendirilen "yarın sende umut sende" çağrısına cevap vererek yılgınlığa düşmediklerini ispat ediyorlardı sanki. Kasetin gördüğü yoğun ilgi Kaya'yı telaşa sürüklemiş, tam para kazanacağı bir zamanda tekrar hapse girmek endişesi sarmıştı. Ama korktuğu başına gelmedi. Kaset önce toplatıldıysa da daha sonra dağıtımı serbest bırakıldı. İlk kaseti arka arkaya çıkan kasetler takip etti. "Acılara Tutunmak, An Gelir, Şafak Türküsü, Yorgun Demokrat, Başkaldırıyorum vs..."
80'li yılların sonlarına doğru artık şarkıları dilden dile dolaşan bir şöhret olmuştu. Şöhreti ilk başta sol kesim içinde yaygınken, kısa süre içerisinde çoğu varoş kökenli geniş yelpazeli bir kesim Ahmet Kaya'nın dinleyici kitlesini oluşturmaya başlamıştı. "Aydın sol kesim" ilk başta Kaya'ya sahip çıkarken daha sonra yavaş yavaş dışlamaya, onu lümpenlikle, sol arabesk yapmakla itham etmeye başladı. Gençliğinde özendiği parkalı adamların kendisine sırt çevirmelerine anlam verememekle birlikte artık geniş ve yeni bir kitleyle muhatap olmanın coşkusunu yaşıyordu.
Tezgahtar Nebahat'ların, Metris'in önünde bekleyen tutuklu annelerinin, varoşların "imkansız aşk"larının kahramanlarının dünyasına girmişti artık o. Şüphesiz sadece varoşlardan ibaret değildi dinleyici kitlesi. 80 sonrası genç kuşak için, herkesin milli birlik ve beraberlik içinde kuzu gibi olduğu bir dönemde başkaldırının, itaatsizliğin gür sesi, 80 öncesi kuşak içinse çözülüp savrulmanın iç dünyalarda bıraktığı vicdan azabının besleyicisiydi. Varoşlarda yaşayan yoksul halk da, 12 Eylül mağduru kesimler de, güdülmeyi kendilerine yediremeyen genç nesil de bir anlamda "düzene" karşı hoşnutsuzluklarını, isyanlarını ifade etmekteydiler onun kasetlerine gösterdikleri ilgiyle.
Zaten o da şarkılarında genel olarak düzene isyanını vurgularken çok uzakta insan gibi yaşanacak bir hayatın olduğundan, devrin cefasını çekenlerin sefasını süreceğinden bahsediyor, başını kuma saklayanlardan tiksindiğini söyleyerek öfkeli bir biçimde başkaldırdığını haykırıyordu. Bu arada bir geçmiş zaman muhasebesi de yaparak, bir yanda ölüm bir yanda yar sevilen günlerden geriye, geçim derdindeki yorgun demokratlardan başka kimse kalmadığından, önce dişlerinin sonra saçlarının ardından arkadaşlarının birer birer döküldüğünden, gecenin ihanet için nasıl müthiş bir gerekçe olduğundan, Atatürk bulvarında düşlerin nasıl büyütüldüğünden, kurtlar sofrasına düşen penceresiz kalmış gençliklerden, Metris'in önünde bekleşen saçlarına yıldız düşmüş annelerden bahsediyor, olmasaydı, olmasaydı sonumuz böyle derken, düşer düşer kalkarız her eylüle isyan gibi demeyi de ihmal etmiyordu.
Kısacası isyanın, öfkenin, hüznün, kıstırılmışlığın, ihanete uğramışlığın bestesi olan şarkıları, farklı ideolojik ve toplumsal kitlelerin ona duyduğu ilginin ortak paydasını oluşturuyordu. Sadece sol kesimin değil, üniversiteli müslüman öğrencilerin evlerinde de yoğun bir biçimde dinlenen Kaya, hüzünlü isyanıyla adeta bir "devrimci romantizm" akımı oluşturmuş oluyordu.
Ahmet Kaya'nın 80 sonrası üniversite gençliği içinde popüler hale gelen devrimci romantizmi ve varoşlardaki dinleyicileri arasında rağbet gören protest tavrı bir dönem için, sosyolojik karşılığı olan bir olgu olarak varlığını devam ettirdi. Ancak 90'lı yılların başından itibaren hızla değişen toplumsal yapı içinde, onun müziğinin rengi de değişmeye başladı.
Göreceli özgürlük ortamı ve bireyselciliğin sürekli artış gösteren trendi ile birlikte Kaya'nın besteleri ve güftelerinde de farklılıklar görülmekte idi. Dağlarında zulüm olduğu için peşine düşemediği yariyle şimdi daha fazla ilgilenmeye zaman bulmuş, şarkılarında romantizmin dozajı artmıştı. İlk dönemlerinde arada bir engellenen konserleri artık özel tv'lerde yayınlanmaya, şarkılarına dansözlü klipler çekilmeye başlanmıştı. Kaset satışları tanıştığı yeni kitlelerle birlikte artmış, başkaldırdığı düzen ona daha fazla para kazanmanın yollarını açmıştı. O hiç hoşlanmadığı yeni yetme popçularla aynı listelerde yer aldıkça kazancı daha da artıyor ve evini Etiler'e taşıyordu. Devrin cefasını çekmiş şimdi ise sefasını sürüyordu.
Ancak sürekli başı beladan kurtulmayan bir adam da halen nefes almaktaydı gövdesinde. Kan emici yarasadan çıldırmış, düşüncesine deniz kızı girmişti bir kere, iflah olmazdı. Nitekim olmadı da. Zaman zaman yaptığı çıkışları birilerini rahatsız etmeye yetiyordu. Belki de bu yüzden özel bir kanalda yaptığı şov programı fazla uzun soluklu olmadı. Yine de yeni darbe dönemine kadar fazla belaya girmeden yoluna devam eden Kaya'nın başı MGK tarafından belirlenen tehditler sebebiyle fena halde belaya girecekti. Haksızlığa karşı sessiz kalamadığını söyleyen Kaya 28 Şubat sonrası savaş açılan 'irtica'nın sembolü olarak gösterilen başörtüsüne getirilen yasaklamalara, herkesin gölgesinden korktuğu bir dönemde yüksek sesle karşı çıkmış olmakla, başına ciddi bir iş açtığının belki de farkında değildi. Tabi bu arada diğer önemli tehdit, yani Kürt sorunuyla ilgili olarak ortaya koyduğu tavrı da cabasıydı.
Bu kadarı da çok fazlaydı. Hem Kürt kimliğini savunacaksın hem başörtüsü yasağına karşı olacaksın hem de bunları son derece popüler bir sanatçı kimliği altında alenen açığa vuracaksın. Birilerinin "düğmeye basması" şart olmuştu. Düğmeye basma süreci ise Ahmet Kaya için oldukça trajikomik bir şekilde başladı. Özellikle maddi kaygılar sebebiyle kendisini dışında tutamadığı kokuşmuş Magazin Dünyası Gazetecileri tarafından düzenlenen ödül töreninde ödülünü alırken yaptığı bir konuşma sebebiyle linç süreci başlamış oldu. Kürtçe klip çekeceğini söyleyen Kaya'ya salondaki seçkin(!) zevat bir anda 10. Yıl Marşı ve domateslerle cevap vermiştiler.
Yaman bir çelişkiyle aralarına girip ödüllerini aldığı bu zevat, onu trajikomik bir şekilde yolun sonuna sürüklemişti. Hemen ardından yıllar önce çekilen fotoğrafların gazete manşetlerine çıkışı, hakaretler, gözaltılar ve sürgün günleri. Artık radyoların dahi şarkılarını çalmaktan korktuğu, kasetleri tezgah altına itilmiş, üstü çizilmiş bir adamdır o. An gelmiş, şarkılar bitmiş, heves kalmamıştır. Her şey o kadar ani gelişmiştir ki kalbi bu hıza dayanamaz ve linç süreci gerçek anlamına 16 Kasım'da ulaşır. Yaşamak ağrısı artık ağır gelmiştir Ahmet Kaya'nın boynuna.
Ölümünden önceki bir röportajında dinci olduğuna dair söylentilere cevaben halen solcu ve demokrat olduğunu ama ateist olmadığını, kadere inandığını söyleyen Kaya'nın dini vecibeler yerine getirilmeden gömüldüğü haberleri -ki sonradan karısı tarafından yalanlandı- ona karşı girişilen linç hareketinin belki de son halkasını oluşturuyordu.
Son dönem itibariyle "dindar sosyalist" diye adlandırılabilecek yeni bir tipin örneğini oluşturan Kaya'nın ömrü vefa etseydi varacağı yer neresi olurdu bilemeyiz. Ama şunu biliyoruz ki Ahmet Kaya özellikle müzik hayatına atıldığı ilk dönemlerdeki kasetleriyle şu an artık gençlik yıllarını tamamlamış birçok müslümanın geçmişinde iz bırakmış bir sanatçı olarak hafızalardaki yerini koruyacak. Ahmet Kaya'nın daha sonra geçirdiği değişim ise, bizim de bir şekilde içinde bulunduğumuz toplumsal değişim sürecinden bağımsız değil şüphesiz. Ancak o yeni bir darbe karşısında başkaldırma yürekliliğini yeniden ortaya koyarak 12 Eylül'ün baskıcı rejimine isyan eden eski Ahmet Kaya'nın ölmediğini ölümünden önce ispatlamış oldu. Bu arada akla şu hazin soru da gelmiyor değil.
"Peki ya eski Ahmet Kaya dinleyicileri ne oldu?"
 
K

Kaçak

Guest
Ahmet Kaya ;
Çayın , Duman Altının fon muzigidir gözümde ....
Çaylak aşklarımızın hüzünlü nameleri ...
Gömdük işte onuda ...
Sırada kim var acaba ....
 
Üst