Türkiye de Kazanıp ABD de yemek Helal mi Haram mı ?

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
muhterem AMCA, sen adavet hastalığını tutulmuşsun istersen bu hastalıkla ilgili sana şifa

olsun diye ayet ve hadislerden bir ikazname ve ihtarname hazırlayayım..

derdi veren RABBİM (CC) inşaallah dermanı nı da verir..
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Mümine adavet beslemek
Bir insanın iyi huylarını nasıl görebiliriz o ne kadar iyi olsada biz onun iyi huylarını göremıyorsak ülfetimizi nasıl kırabiliriz? (karayel)
17-Kasım-2006 - 11:40:44​
Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve hased, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslamiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.

Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı vechini beyan ederiz.

Birinci vecih

Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan; seninle beraber, dokuz masum ile bir cani var; o gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta, birtek masum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefìne-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda iman ve İslamiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı masume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden, ona kin ve adavet bağlamakla o hane-i maneviye-i vücudun manen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.

İkinci vecih

Hem, hikmet nazarında dahi zulümdür.

Zîra, malumdur ki, adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mana-i hakîkisinde olarak, beraber cem olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbâbının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakîki bulunsa, o vakit adavet mecazî olur, acımak suretine inkılap eder. Evet, mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla, ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadîs ile, "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp, kat'-ı mükâleme etmeyecek. "

Eğer esbâb-ı adavet galebe çalıp, adavet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazi olur, tasannu ve temelluk suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine kin ve adavet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen, adi küçük taşları Kâbe'den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslamiyet gibi çok evsâf-ı İslamiye, muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adavete sebebiyet veren ve adi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı iman ve İslamiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, tevhid-i imani, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.

Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkkî edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârâne bir münâsebet hissedersin. Halbuki, îmânın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği Esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak râbıtaları ve uhuvvet münâsebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Halıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir; bir, bir... bine kadar bir, bir. Hem, Peygamberiniz bir, dîniniz bir, kıbleniz bir; bir, bir,... yüze kadar bir, bir. Sonra, köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir,... ona kadar bir, bir. Bu kadar "bir, birler" vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifâkı, muhabbet ve uhuvveti iktizâ ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakîki adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o râbıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbâb-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münâsebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve îtisâf olduğunu, kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.

Üçüncü Vecih

Adâlet-i mahzâyı ifâde eden sırrına göre, bir mü'minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sâir mâsum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adâvet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bâhusus bir mü'minin fenâ bir sıfatından darılıp, küsüp, o mü'minin akrabasına adâvetini teşmil etmek, sîga-i mübâlâğa ile, gàyet azîm bir zulüm ettiğini, hakîkat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde, nasıl kendini haklı bulursun; "Benim hakkım var" dersin?

Hakîkat nazarında sebeb-i adâvet ve şer olan fenâlıklar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirâyet ve in'ikâs etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o başka meseledir. Muhabbetin esbâbı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirâyet ve in'ikâs etmek, şe'nidir. Ve ondandır ki, "Dostun dostu, dosttur" sözü, durûb-u emsâl sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, "Bir göz hatırı için, çok gözler sevilir" sözü umûmun lisânında gezer.

İşte, ey insafsız adam! Hakîkat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın sevimli, mâsum bir kardeşine ve taallûkàtına adâvet etmek ne kadar hilâf-ı hakîkat olduğunu, hakîkatbîn isen anlarsın.

Dördüncü Vecih

Hayat-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür.

Şu dördüncü vechin esâsı olarak, birkaç düsturu dinle:

Birincisi: Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, "mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkın var. Fakat, "yalnız hak, benim mesleğimdir" demeye hakkın yoktur.

sırrınca, insafsız nazarın ve düşkün fıkrin hakem olamaz. Başkasının mesleğini butlân ile mahkûm edemez.

İkinci düstur: Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu demek, doğru değildir. Zîrâ, senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bâzan damara dokundurur, aksülamel yapar.

Üçüncü düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış. Hem, en ziyâde sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslâhına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü'minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki, muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır; öyle de, adâvet hasleti, herşeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır. Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenâlığına karşı iyilikle mukàbele et. Çünkü, eğer fenâlıkla mukàbele edersen, husûmet tezâyüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idâme eder. Eğer iyilikle mukàbele etsen nedâmet eder, sana dost olur.

hükmünce, mü'minin şe'ni, kerîm olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, îman cihetinde kerîmdir. Evet, fena bir adama "İyisin, iyisin" desen iyileşmesi ve iyi adama "fenasın, fenasın" desen fenâlaşması çok vukù bulur. Öyle ise,

gibi desâtir-i kud- siye-i Kur'âniyeye kulak ver. Saadet ve selâmet ondadır.

Dördüncü düstur: Ehl-i kin ve adâvet hem nefsine, hem mü'min kardeşine, hem rahmet-i İlâhiyeye zulmeder, tecâvüz eder. Çünkü, kin ve adâvet ile nefsini bir azâb-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nîmetlerden azâbı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adâvet hasetten gelse, o bütün bütün azaptır. Çünkü, haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsûd hakkında zararı ya azdır veya yoktur.

Hasedin çaresi:

Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün; tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet fânîdir, muvakkattır. Fâidesi az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyâkârdır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister; veyahut mahsûdu riyâkâr zanneder, haksız-lık eder, zulmeder.

Hem, ona gelen musîbetlerden memnun ve nîmetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdetâ kaderi tenkid ve rahmete îtiraz ediyor. Kaderi tenkid eden, başını örse vurur, kırar; rahmete îtiraz eden, rahmetten mahrum kalır.

Acaba, bir gün adâvete değmeyen bir-şeye bir sene kin ve adâvetle mukàbele etmeyi hangi insaf kabul eder; bozulmamış hangi vicdâna sığar? Halbuki, mü'min kardeşinden sana gelen bir fenâlığı bütün bütün ona verip onu mahkîım edemezsin. Çünkü:

Evvelâ: Kaderin onda bir hissesi var. Onu çıkarıp o kader ve kazâ hissesine karşı rızâ ile mukàbele etmek gerektir.

Sâniyen: Nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o adama adâvet değil, belki nefsine mağlûp olduğundan acımak ve nedâmet edeceğini beklemek.

Sâlisen: Sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek istemediğin kusurunu gör, bir hisse de ona ver. Sonra bâkî kalan küçük bir hisseye karşı, en selâmetli ve en çabuk hasmını mağlûp edecek afv ve safh ile ve ulüvvücenâplıkla mukàbele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun. Yoksa, sarhoş ve dîvâne olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiatıyla alan cevherci bir Yahudî gibi, beş paraya değmeyen fânî, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umûr-u dünyeviyeye, güyâ ebedî dünyada durup, ebedî beraber kalacak gibi şedîd bir hırs ile ve dâimî bir kin ile, mütemâdiyen bir adâvetle mukàbele etmek, sîga-i mübâlâğa ile, bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur. Ve bir nevi dîvâneliktir.

İşte, hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adâvete ve fikr-i intikama eğer şahsını seversen yol verme ki, kalbine girsin. Eğer kalbine girmiş ise, onun sözünü dinleme. Bak, hakîkatbîn olan Hâfız-ı Şirâzî'yi dinle:

Yani, "Dünya öyle bir metâ değil ki, bir nizâa değsin." Çünkü, fânî ve geçici olduğundan, kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.

Hem demiş:

Yani, "İki cihânın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muâşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muâmele etmektir."

Eğer dersen: "İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem, damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum."

Elcevap: Sû-i hulk ve fenâ haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezâsıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Mâdem ihtiyar senin elinde değil; vazgeçemiyorsun. Senin, mânevî bir nedâmet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zâten bu mektubun bu mebhasını yazdık, tâ bu mânevî istiğfarı temin etsin. Haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.

Cây-ı dikkat bir hâdise:

Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fıkr-i siyâsîsine muhâlif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münâfığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyâsetin bu fenâ neticelerinden ürktüm, dedim. O za-mandan beri hayat-ı siyâsiyeden çekildim.

Beşinci Vecih

Hayat-ı içtimâiyece, inat ve tarafgirlik gàyet muzır olduğunu beyan eder.

Eğer denilse: "Hadîste, denilmiş. İhtilâf ise tarafgirliği iktizâ ediyor.

"Hem, tarafgirlik marazı, mazlum avâmı, zâlim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü, bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlum avâmı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlum bir tarafa ilticâ eder, kendisini kurtarır.

"Hem, tesâdüm-ü efkârdan ve tehâlüf-ü ukùlden hakîkat tamamıyla tezâhür eder."

Elcevap: Birinci suâle deriz ki:

Hadîsteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, herbiri kendi mesleğinin tâmir ve revâcına sa'y eder. Başkasının tahrip ve iptâline değil, belki tekmil ve ıslâhına çalışır. Ammâ menfì ihtilâf ise ki garazkârâne, adâvetkârâne, birbirinin tahribine çalışmaktır hadîsin nazarında merduttur. Çünkü, birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.

İkinci suâle deriz ki:

Tarafgirlik, eğer hak nâmına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat, şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesâbına olan tarafgirlik haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinâd teşkil eder. Çünkü, garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse; o adam, o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukàbil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona hâşâ lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.

Üçüncü suale deriz ki:

Hak nâmına, hakîkat hesâbına olan tesâdüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifak ile beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakîkatin her köşesini izhâr edip, hakka ve hakîkate hizmet eder. Fakat, tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesâbına hodfürûşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesâdüm-ü efkârdan bârika-i hakîkat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak nâmına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider. Kàbil-i iltiyâm olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hâl-i âlem buna şâhittir.

Elhâsıl:

olan desâtir-i âliye, düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır. Evet, demezse, o düsturları nazara almazsa, adâlet etmek isterken, zulmeder.

Cây-ı ibret bir hâdise:

Bir vakit, İmam-ı Ali (r.a.) bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş.

O kâfir, ona demiş ki: "Neden beni kesmedin?"

Dedi: "Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim."

O kâfir ona dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Mâdem dîniniz bu derece sâfî ve hâlistir; o din haktır" dedi.

Hem, medâr-ı dikkat bir vâkıa:

Bir zaman, bir hâkim, bir hırsızın elini kestiği vakit, eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri, onu, o vazifeden azletmiş. Çünkü, şeriat nâmına, kànun-u İlâhî hesâbına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adâletle iş görmemiştir.

Cây-ı teessüf bir hâlet-i içtimâiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayat-ı içtimâî:

"Haricî düşmanların zuhur ve tehâcümünde dahilî adâvetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı içtimâiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında tehâcüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz'î adâvetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimâiye-i İslâmiyeye bir hıyânettir.

Medâr-ı ibret bir hikâye:

Bedevî aşîretlerinden Hasenan Aşîretinin birbirine düşman iki kabîlesi varmış. Birbirinden belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde, Sipkan veya Hayderân Aşîreti gibi bir kabîle karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman tâife, eski adâveti unu-tup, omuz omuza verip, o haricî aşîreti def edinceye kadar dahilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.

İşte, ey mü'minler! Ehl-i îman aşîretine karşı tecâvüz vaziyetini almış ne kadar aşîret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi, yüz daireden fazla vardır. Herbirisine karşı, tesânüd ederek el ele verip müdâfaa vaziyeti almaya mecbur iken, onların hücumunu teshîl etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i îmâna yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal'an, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal'a-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.

Ehâdîs-i şerîfede gelmiş ki: Ahir zamanın Süfyan ve Deccâl gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müthişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifâde ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâmı esâret altına alır.

Ey ehl-i îman! Zillet içinde esâret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifâde eden zâlimlere karşı, kal'a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhâfaza ve ne de hukukunuzu müdâfaa edebilirsiniz. Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mîzanda, iki dağ birbirine karşı muvâzenede bulunsa, bir küçük taş muvâzenelerini bozup, onlarla oynayabilir. Birini yukarı, birini aşağı indirir.

İşte, ey ehl-i îman! İhtiraslarınızdan ve husûmetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimâiyenizle alâkanız varsa, düstur-u âliyeyi, düstur-u hayat yapınız. Sefâlet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.

Altıncı Vecih

Hayat-ı mâneviye ve sıhhat-i ubûdiyet, adâvet ve inat ile sarsılır. Çünkü, vâsıta-i halâs ve vesîle-i necât olan ihlâs zâyi olur. Zîrâ, tarafgir bir muannid, kendi a'mâl-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Hâlisen livechillâh amele pek de muvaffak olamaz. Hem, hüküm ve muâmelâtında tarafgirini tercih eder, adâlet edemez. İşte, ef âl ve a'mâl-i hayriyenin esasları olan ihlâs ve adâlet, husûmet ve adâvetle kaybolur.

Şu altıncı vecih çok uzundur; fakat, kàbiliyet-i makam kısa olduğundan, kısa kesiyoruz.

Selam ve dua ile...

Editör
www.sorularlaislamiyet.com
 

Hasan

Kardeşiniz
Katılım
9 Eki 2006
Mesajlar
6,112
Tepkime puanı
279
Puanları
0
Yaş
53
Konum
KALU BELA
Orhan cihangir kardeşim konuya ağırlığını koymuş.Fazla söze hacet yok.Ama karşısında laf anlayacak kimse yok.
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
esteğfurullah haddim değildir ama güneşe karşı gözünü kapayan kendini gece eder,..

Hiç bir kimse görmek istemeyen insan kadar kör değildir.

kardeşlerimizi birlik ve beraberlikten bahsediyoruz onlar da inadına adavetten bahsediyorlar.

iyi de kardeşim ya haksız iseniz NOLACAK. bu kadar kardeşimizin hakkını ve hukukunu düşünüyormusunuz yani..

karşınızda bir fert değil ki bir zümre ve topluluk var onların da haklarını giriyorsunuz.

Yani anlayamadığım olay şu ..

ben yıllardır manevi olarak çalışıp çabalayayım, ibadettlerimi yapayım, oruç, sadaka, zekat ve belki hacc ımı yapayım sonra tüm bu sevap ve hasenatlarımı başta gıybet ve hased ile yiyip bitireyim. inan ki mes ul oluruz, öbür tarafda MÜSRİFLERDEN oluruz, iflas etmiş tüccar gibi olmak istemeyen şapkasını önüne koysun düşünsün kardeşim...saygılarımla...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Hasetle ilgili bir ayet-i kerime: “Yoksa onlar, Allahın lütfundan verdiği şeyler için, insanlara haset mi ediyorlar?” (Nisa Suresi , 54)

Bir insan düşünelim: belli bir nimete ulaşmak için elinden gelen gayreti göstermiş, meşru dairede çalışmış, fiilî ve kavlî duasını yaptıktan sonra rabbinin rahmetini, inayetini gözlemeye başlamıştır. Bu insana yapılan ilâhî lütuf karşısında mümine düşen vazife, o nimete kendisi nâil olmuş gibi sevinmektir. Kadere iman da, İslâm kardeşliği de bunu gerektirir.

Böyle yapmayıp haset ve düşmanlık yolunu tutanlar için üstad Bediüzzamandan bir tehdit cümlesi: “Kaderi tenkit eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.” Mektûbat


  • ben büyük bir insan olacaktım ama böyle oldum, ben yapamadım ama o yaptı diye kaderinize tenkid etmeyiniz, Rabbimden (CC) gelene amenna ve saddakne-başım gözüm üzerine diye karşılamamız lazım.Yoksa Üstadın (RA) dediği gibi KADERE TENKİD EDEN BAŞINI ÖRSE VURUR KIRAR varsa takıldığınız konu tenkid etmeden sorun kardeşim
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
sayın gülen'in vaazlarını dinleyipte geleceğin dünyasını inşaa etmeye çalışan kişiler, dünyanın her yerinde hatta büyük elçilerimizin bile olmadığı yerlerde okulların açılması ve okuldaki öğretmenlerin oraya gelecek iş adamlarına yardımcı olmalarında, türk inanç ve geleneklerinin tanıtılmasında, türki örf- adetlerin anlatılmasında, dünyanın dört bucağında türk bayrağının dalgalanmasında, istiklal marşımızın okunması ve o ruhun verilmesinde, önemli görevler üstlenerek türkiyeyi dünyaya tanıtmaktadırlar.
dünyanın dört bir yanına açılan okullar da türkçe eğitim yapılıyor , islam dini tanıtılıyor, istiklal marşımız okunuyor ve bayrağımız dalgalanıyor.

İslâm'da şiddetin, terörün, masumların canına kıymanın asla yeri olmadığını, vatanımızı, bayrağımızı, milletimizi ve ülkümüzü sevmeyi, bu uğurda her türlü fedakârlığa katlanmayı da bize o öğretti. O vaazlar, Asr-ı saadeti destansı bir uslûpla adeta bir tablo gibi önümüze sermişti. Bilâl'i, Habbab'ı, Ammar'ı, Mus'ab'ı sanki bugün yaşıyorlarmış gibi tanıdıysak, bunu Hocaefendi'ye borçluyuz. Ebû Akîl destanını, Hazreti Ömer'in adaletini, Hamza'nın cesaretini, Ebû Hureyre'nin hadislerini, İbni Ömer'in ilmini de belleklerimize yerleştiren oydu.

Orta Asya da çoğu 75 yıl kominist rusyanın elinden bağımsızlığını almış TÜRK cumhuriyetlerinin kendi başına kaldığı bir zamanda odtü, boğaziçi, itü den mezun olarak giden eğitimciler orada kolej, üniversite, dil kursu v.b. gibi TÜRK adet ve geleneklerini kültürünü götürdülerse kötü mü oldu....hayla daha KGB ajanlarını cirit attığı o yerlerde çalışmak kolay mı 2 insandan biri ajandır...sadece orta asya olarak bakmadan 52 ülkede 2 000 e yakın müessese vardır tayvandan tutun kam boçyaya kadar afrikanın her ülkesinde son zamanlarda japonya ve avrupa da ve şimd,lerde abd de 2 kolej bir üniversite ve dil merkezleri açılmıştır....kısacası dünyanın her yerinde hatta büyük elçilerimizin bile olmadığı yerlerde okulların açılması ve okuldaki öğretmenlerin oraya gelecek iş adamlarına yardımcı olmalarında, türk inanç ve geleneklerinin tanıtılmasında, türki örf- adetlerin anlatılmasında, dünyanın dört bucağında türk bayrağının dalgalanmasında, istiklal marşımızın okunması ve o ruhun verilmesinde, önemli görevler üstlenerek türkiyeyi dünyaya tanıtmaktadırlar. dünyanın dört bir yanına açılan okullar da türkçe eğitim yapılıyor , islam dini tanıtılıyor, istiklal marşımız okunuyor ve bayrağımız dalgalanıyor.
 
H

hiç

Guest
yaw siz gelecegin inşası için bugünün zulmunu reva görüp sesini çıkarmayanlar bu yüzden kardeşlerinin dertlerini dert edinmeyenler bilemem ne zaman olacagı belirsiz çalışmalarınızı devam ettirin...hasedle suçlayın sizin gibi düşünmeyenleri,dindaşlarınızı....ahhhh bu dediklerinizin binde birini de İSRAİL ve ABD için deseydiniz de destek göreydiniz...ama olmaz ki diyalog yapacagız illaki....!
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amellerinin sûretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir.BSN..Sizin bu yazdıklarınız da kayıt altına alındığından yapmanız gereken nedir biliyorsunuzdur..

Öncelikle kendi öne sürdükleri fadime ve kalkancı ve şimdilerde kaybolan aczimendiciler birden ortadan yok oldular...neden mi onlara bu görevi verenler rollerinden sonra paraya boğdular..geçen kalkancı eşinden boşanmak istemiş 2 trilyon parası var diye beyanat vermiş....kötülediğimiz stv de şubat soğuğu dizisi var arada bir izleyelim de görelim yahudi oyunlarını beraberce....sonunda Esat Çoşan ve F.Gülen türlü entrikalarl ülke dışına sürülmüş ve göz hapsine alınmıştır...

Evet şer gibi görünen şeylerin ardında hayırlar yattığı muhakkakdır, ama şunu da iyi bilelim ki 2006 ve 2007 çok şeylere gebe, çok büyük değişiklikler olacak...ajanların kim olduğu ortaya çıkacak çünkü ingiliz arşivleri açılıyor ve kimin ne mal olduğu belli olacak....bekleyelim görelim....Mevlam görelim neyler ...neylerse güzel eyler....


ÜSTAD DAN TAM SİZE UYGUN İFADELER LÜTFEN OKUYUNUZ:

Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem * sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin..


 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
F.Gülen hocaefendiye her zaman ( Malum CD'ler öncesi de ) KİN ve GAREZ ve DÜŞMANLIĞI olanlar her fırsatta saldırıyorlar. ALİ BULAÇ , HAYRETTİN KARAMAN , ALİ ÜNAL , AHMET TAŞGETİREN ve daha niceleri ona sahip çıkarken birileri slogancılıkla ona hakaretler ediyorlar.

F. Gülen hakkında çok kötü konuşanlara Samimi tüm meşrep ve cemaatten müslüman kardeşlerimize çağrıda bulunuyorum ki. Eğer F. GÜLEN ve cemaati HAK YOLDAN SAPMIŞLAR ve İSLAMA İHANET İÇİNDELER İSE ALLAH ONLARIN TÜMÜNÜ BEN DE DAHİL KAHHAR İSMİ İLE KAHRETSİN. YOOOK DEĞİLDE DEDİKODU VE ÇARPITMALARLA BU İNSAN VE İNSANLARA İFTİRA EDENLERİ ALLAH KAHHAR İSMİ İLE MUAMAELE ETSİN... AMİİİİN DİYEN BERİ GELSİN.. AMİİİN.

İmanından şüphesi olanlar kendilerine baksın. Bizler Allaha ve Resulüne iman etmişiz. Ne ölüm çevirir ne başka şey... İslam Tarihinden ve Fıkhından nasibi olmayanların , kalplerinde zaten kin ve garez besleyenlerin söyleyecekleri söz elbette kem sözdür. İşleri yapmak değil yıkmaktır. Tutup Kaldırmak değil tekmelemektir. İnsanları damgalamak çok kolay öyle mi ? Allah mı verdi insanları damgalama görevini bazılarına?

Neymiş efendim Gizli Hıristiyanlıkmış yok ajanlıkmış. Allah için yukarıdaki duayı defalarca tekrar ediyor ve defalarca AMİİİN diyorum.. Söyledikleri iftiralarda samimi olan AMİİİN desin. Allah size mi kurtuluş müjdesi verdi ,Allah size vahiy mi indirdi? Yoksa siz de Aşere-i Mübaşşereden mi sanıyorsunuz kendinizi?

Ya Rabbi sırat-ı Müstakimden bizleri ayırma. Dinine ihanet edenlerden eyleme ,Eğer öyle olur isek anında kahreyle. Müfterilere insaf ve hidayet ver . İnsafsızlık ve iftiraya devam ederler iseler onları sana havale ediyoruz.... AMİİİİN...

 

amca

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
751
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Konum
İstanbul
sayın gülen'in vaazlarını dinleyipte geleceğin dünyasını inşaa etmeye çalışan kişiler, dünyanın her yerinde hatta büyük elçilerimizin bile olmadığı yerlerde okulların açılması ve okuldaki öğretmenlerin oraya gelecek iş adamlarına yardımcı olmalarında, türk inanç ve geleneklerinin tanıtılmasında, türki örf- adetlerin anlatılmasında, dünyanın dört bucağında türk bayrağının dalgalanmasında, istiklal marşımızın okunması ve o ruhun verilmesinde, önemli görevler üstlenerek türkiyeyi dünyaya tanıtmaktadırlar.
dünyanın dört bir yanına açılan okullar da türkçe eğitim yapılıyor , islam dini tanıtılıyor, istiklal marşımız okunuyor ve bayrağımız dalgalanıyor.

.

Cidden utandım kendimden ve yazdıklarımdan bu bilgileri siz verdikten sonra.

Üstadım yalnız bir konu var bu Türk devleti ve milleti o büyük insanı anlamadı gitti.

İngilizler bile İngiliz kültürü ve Diline yaptığı hizmetler için teşekkür etti madalya verdi.

Bizim millet anlamadı gitti ya...

Çok cahiliz Üstad ÇOK...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Bazı meraklı kardeşlerimiz yine aynı şeyleri MERAK etmişler...

El tekrar-u hasen velev kane yüzseksen

Bir şeyi 180 defa da tekrar etsek bazı kardeşlerimiz anlayamıyor, ne de olsa kapasite meselesi..ama anlayan anlıyor aynen milli gazete yazarı ve sizlerden daha fazlasıyla Erbakan Hocamıza seven birisi, ne yapıyoruz

google den

genç adam mehmet talu 4

yazarak gelen ilk sayfayı inceliyoruz....

bir de zahmet edip okumayanlar için özetini anlatayım... M. Talu Hocamız da bazılarında olduğu gibi aklında binlerce soru işaretleri vardır, bir gün kısa bir istirahat esnasında M.Fetullah Hocaefendi rüyasında gelip -Ayağı ile sağ ayağının iç kısmına vurur . “Talu kalk “ der-

meraklılar bu adresten okusunlar....

Yani şimdi birşeylerin doğru olup olmadığını anlatmak için ne yapmak lazım bilemiyorum...

RABBİM (CC) YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN, TÜRK MİLLETİNİN VARLIĞINI KIYAMETE KADAR KORUSUN, ÜMMETİ OLMAKLA ŞEREF DUYDUĞUMUZ ALEMLERİN SULTANI, GÖZÜMÜZÜN NURU, BAŞIMIZIN TACI OLAN PEYGAMBER EFENDİMİZİN (sav) BAYRAĞI ALTINDA TEKRAR TOPLASIN…..amin.amin.
 

amca

Profesör
Katılım
13 Ara 2006
Mesajlar
751
Tepkime puanı
33
Puanları
0
Konum
İstanbul
yaw siz gelecegin inşası için bugünün zulmunu reva görüp sesini çıkarmayanlar bu yüzden kardeşlerinin dertlerini dert edinmeyenler bilemem ne zaman olacagı belirsiz çalışmalarınızı devam ettirin...hasedle suçlayın sizin gibi düşünmeyenleri,dindaşlarınızı....ahhhh bu dediklerinizin binde birini de İSRAİL ve ABD için deseydiniz de destek göreydiniz...ama olmaz ki diyalog yapacagız illaki....!

ABD ye Binde birini desinler ben o cemaatin kölesi olayım.

AHANDA İMZA

Ama Hocaları desin...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Cidden utandım kendimden ve yazdıklarımdan bu bilgileri siz verdikten sonra.

Üstadım yalnız bir konu var bu Türk devleti ve milleti o büyük insanı anlamadı gitti.

İngilizler bile İngiliz kültürü ve Diline yaptığı hizmetler için teşekkür etti madalya verdi.

Bizim millet anlamadı gitti ya...

Çok cahiliz Üstad ÇOK...


Evet kardeşim cahilsen cahilliğini bileceksin.

yazdıklarımı oku ondan sonra değerlendirelim, sabaha kadar buradayım, sen yapılanları anlamıyorsan anlamaya çalışanları da engel oluyorsun..

bir kere diyalog bitti geçen pazartesi yazdım artık gruplar halinde İSLAMİYETİ ÖĞRENMEK İSTEYEN abd li başta proflara TEBLİĞ yapılıyor, anlamak istemeden oturduğunuz yerden ahkam kesiyorsunuz yav..

Hizmet başlamadan veya sonu görmeden eleştiryorsunuz kardeşim biraz ilerlesin ondan sonra AK MI KARA MI TARTIŞIR karar veririz..

çok acelecisiniz çokk.....müslüman basiretli olur biraz...

aşağıdaki video yu bir izle sonra vicdanına danış ne diyor bak...

http://www.youtube.com/watch?v=YCMv4VjNwfc

Rabbim (CC) yar ve yardımcımız olsun....
 

yenibeyin

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
712
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.yenibeyin.com
ya bu nasıl bir islam anlayışı, bu nasıl müslümanlık, bu nasıl kardeşlik, bu nasıl emri bil ma'ruf nehyi anil münker...

biri soru soruyor diğeri onu kalaylıyor, bir yanlış yapıyor diğeri onu tekfir ediyor, biri geliyor müslümanları birbirine düşürmek istermiş gibi soru soruyor, biri geliyor sanki alim olmuş alimleri eleştiriyor, biri geliyor utanmadan alimlere laf atıyor ama bu birileri bitmiyor...

forum ilim öğrenmekten çok ilim batırmaya döndü ama kim görüyor bunu bilmiyorum...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
ABD ye Binde birini desinler ben o cemaatin kölesi olayım.

AHANDA İMZA

Ama Hocaları desin...



BAK GÜZEL KARDEŞİM HOCAMIZIN DÜŞÜNCESİ ŞÖYLEDİR..

Soru : Hocaefendinin dünya'da müslümanlara zulmeden ülkeler (Amerika - İsrail gibi) aleyhinde sarf ettiği açık bir beyanına rastlayamıyoruz. Bu hususu nasıl anlamalıyız ?

El-cevab : Basiret ve feraset sahibleri hiçbir zaman "slogan müslümanı" değil , "icraat müslümanı" olmayı kendilerine hedef seçmişlerdir.

Dünya’da ilk kan akıtan Adem(AS) ‘mın oğlu Kabil aynı zamanda da ilk zalimdir. Habil , kardeşi Kabil’in kendisini öldüreceğini sezdiği bir sırada:”… Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.Ben isterim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası işte budur!"(Maide:28-29) diyerek kardeşine nasihat ederek onu vazgeçirmeyi , zorluklar karşısında sabır mükafatını istemiştir.


Müslümanlardan zulüm nerede olursa olsun ona karşı mücadele etmeleri bir vecibedir. Ancak böyle bir mücadele daha kötü bir adaletsizlikle ve de Müslümanların aleyhine sonuçlanmamalıdır. Şayet bu konuda bir güç dengeniz yoksa Kur'an bir alternatif sunmaktadır: “Sabır ve dua”. İnsanlar zalimler tarafından eziyete uğrayıp alaya alınırlarsa, sabırlı olmaları gerekmektedir ve sabırlarından ötürü mükafatlarını alacaklardır (Sure 23/107–111). Bu kişilerin mükâfatları sabır ve metanet şartlarına dayanır; zira "Allah sabredenlerle beraberdir," ayeti mü'minler için geçilmez bir kale olur. Sabretme , oturup miskin miskin beklemek değildir ; Zalim’in oyununa gelmeden onunla hesaplaşacağı ana kadar temkin ve tedbiri elden bırakmıyarak denge unsuru haline gelmek için ilmi – maddi ve manevi güçlenmektir. Efendmiz (S.A.V), "En güzel hayır, zalim bir kral önünde söylenen doğru bir kelimedir," mealindeki hadisin "Kötülüğü en iyi şekilde sav." (Sure 23/96) ayetine muvafık düşmesi elzemdir. O halde hadisi anlarken , Zalime karşı söylenecek doğru söz , usulune , mevsimine ve denge unsuruna göre hareket etme anlamı taşır. Nitekim yine Efendmiz (SAV) ‘min “Bir haksızlığı el ile düzeltme,bu mümkün değilse dil ile düzeltme, buda mümkün değilse kalben buğz ederek kınama “ prensibi bizi bu konuda aydınlatmaktadır.

Dünya'da Müslümanlara zulmeden , onlara hayat hakkı tanımayan Zalim ülke yöneticilerini bilmeyen yoktur herhalde. Şahsen bu konuda o ülke halkının tamamını değil , bahse konu ülke yönetimlerinin baz alınması daha doğru düşmektedir. Çünkü bazen halkın %50-60 ı savaşa veya işgale karşı olabilmektedir. Bahse konu ülkeleri veya Liderlerini tel’in ederek sık sık telaffuz emek , onlar aleyhinde yürüyerek sloganlar atmak ,onların Bayraklarını yakmak bugüne kadar bir şey kazandırmadığı gibi bundan sonrada Müslümanlar adına ciddi bir şey kazandırmayacaktır ! Buları yapmak denge unsuru hale gelmek demek değildir.
Buna isnaden Hocaefendi , bahse konu Denge unsuru olma adına yaptığı ve teşvik ettiği güzel Hizmetlerin yanında , zalimleri ve günümüz firavunlarını bazen ismen bazende ima yol ile anlatmayı tercih ettiğine şahit olmaktayız. Avrupa’nın zalimleri , Asya’nın münafıkları , Amerika’nın yanlışları gibi ...Bunlardan birkaç eleştiriyi inceliyelim :
İbn Ömer anlatıyor: “Allah Resûlü, birgün şark tarafına dönerek”: ألا إن الفتنة هاهنا من حيث يطلع قَرْنُ الشيطان “Dikkat edin fitne bu taraftan, şeytan çağının yayıldığı yerden zuhûr edecektir.” buyurdular.Çok kuvvetli bir ihtimal ile bu hadîsleriyle Efendimiz, günümüzde, Avrupa’nın zalim ve kâfirlerine alternatif olarak şarkta zuhûr edecek olan fitneye işaret buyurmaktadırlar. [1]

Görmüyor musunuz ki, Çin'deki mecusiler, Hindistan'daki Brahmanlar ve Afrika'daki zenciler gibi Avrupa'nın baskısı altında bulunan milletler bizden da fakirdirler. Hem görmüyor musunuz ki, elimizde ve avucumuzdaki herşeyi ya Avrupa'daki bir kısım kâfir ve zâlimler veya Asya'daki münafıklar ya çalıyor veya gasp ediyorlar. [2]
Bugüne kadar, İslâm dünyasına göz açtırmayan ve belini doğrultmasına fırsat vermeyen zalim ve gaddar güçler, az dahi olsa, bunu hissetmiş olacaklar ki, şu anda fevkalâde bir korku ve telaş içindeler. Bugün, milletimizin, Asya’daki mağdur ülkeleri, hatta mazlum İslâm dünyasını arkasına alıp, bu çok geniş coğrafyada, Devlet-i Âliye rolünü oynayacağını düşündükçe, bu hasım âlemin uykuları kaçıyor; kaçıyor ve yeni işgal stratejileri plânlıyor, kendi hesabına ittifak senaryoları hazırlıyor ve bizim hesabımıza da, akla-hayâle gelmedik ihtilaf ve iftirak mizansenleri tanzim ediyor. Biz şimdilik, bütün bunları ümitle çarpan sînelerimizle değerlendiriyor, olup bitenleri “târihî tekerrürler” devr-i dâiminin bir parçası olarak yorumluyor; sonra da yer yer Hakk inâyetinin engin tezahürlerini, derin bir temâşâ zevki içinde seyrediyor. [3]

Eskiden zulüm ve gadir bir veya birkaç şahıstan gelmesine karşılık, şimdi yığınlar zâlimdir. Geçmişin gaddâr fertlerinin yerinde, her tarafa yayılmış şebekeler vardır. Artık cemiyet içinde, yaşayan onlar, gülüp eğlenen onlar ve her tarafta neşeli görünen onların uğursuz ve sarhoş çehreleri... Bu toy-düğün içinde mazlumun iniltisini ne duyan ne de ses veren var!.. [4]

Maalesef, günümüzde yukarıda kısaca temas edip geçtiğimiz zulümlerin hemen hepsi irtikâp edilmekte ve hepsine karşı da sessiz kalınmaktadır. Evet bugün belli kesimlere karşı haksızlık diz boyu; her türden tecavüz, tiranlarınkine denk; karalama, iftira ve tezvir, medyanın eli ve dilinin ulaştığı alan vüs’atinde; şeref, haysiyet ve onurla oynama ahvâl-i âdiyeden; din ve vicdan hürriyetine saygı, seminer ve konferanslardaki bildirilere emanet; demokrasi, ideolojilere göre yorumlanma ibtizaline mâruz; öyle ki, onun adına operasyonlar yapılıyor, ırz çiğneniyor, namus payimâl oluyor, iktidarlar devriliyor, sun’î iktidarlar oluşturuluyor, nesiller asimile ediliyor, “hak” deniyor, bin bir mesâvî işleniyor ve kaba kuvvet temsilcileri dünyanın gözünün içine baka baka tarihte emsali görülmemiş zulümler irtikâp ediyorlar. [5]

Evet, zulüm üzere hayatlarını sürdüren Babil’deki Nemrudlar, Mısır’daki Firavunlar, Roma’daki Neronlar ve Asya’daki Moğollar günü gelince târumâr oldukları gibi, bugün, dünyânın dörtbir yanında inançlı insanlara zulüm eden modern Firavunlar da mevsimi gelince yerle bir olacaklardır. Aslında daha şimdiden, pek çoğu çekilip gitmekte, arkada kalanlar da bozgunun hızını kesme hesabıyla meşgul olmaya başladılar bile. [6]

Evet, bugüne kadar o zalimler, önlerine gelen herkesi eziyor, kendileri gibi düşünmeyenlere kan kusturuyor ve ettiklerinin bir gün gayretullaha dokunacağını hiç mi hiç düşünmüyorlardı. Ezilip horlananlarsa, hiçbir şey yapamama hafakanlarını, sadece onları Allah'a havale etmekle yatıştırmaya çalışıyorlardı. Yıllar hep böyle Muharrem gibi geçti; gözyaşları da Revân Nehri gibi çağlayıp durdu.. derken yapılanlar ilâhî izzete dokundu ve Allah zulmedeni de, zulmü alkışlayıp zalimi seveni de, haksızlıklar karşısında sessiz kalanı da toptan tedip etti/ediyor ve edecektir de. Atalarımız "Zulmile âbâd olanın âhiri berbat olur." demişlerdir ki tarih bunun yüzlerce misaliyle mâlemâldir. Dahası, iğneden ipliğe her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var ki, o gün vay haline o zalimlerin..! [7]

Allah dünkü zalimleri bugün cezalandırdığı gibi, günümüzün gaddarlarını da çok yakın bir gelecekte mutlaka tecziye edecektir. Bugün, şahlar, şehinşahlar gibi yaşayanlar, günü gelince sürekli ızdırapla kıvranacak ve sefalet içinde yutkunup duracaklardır. Bu dünya, var olduğu günden beri her zaman yarısı ışık, yarısı da karanlık olagelmiştir. Bugün karanlık yaşayanlar, yakın bir gelecekte -eğer iradelerine emanet edilen dinamikleri iyi kullanırlarsa- aydınlıklara yürüyecek, içinde bulundukları zamanı günahlarıyla kirletenler de karanlıklara yuvarlanacaklardır. [8]

Soru :ABD’de olmanız eleştiriliyor ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) , Kuzey Afrika, Yeşil Kuşak teorisiyle ilintili değerlendirmelere neden oluyor. “Neden Almanya veya Fransa değil” sorusu sorulduğu gibi, Sizi Suudi Arabistan’a veya İran’a yakıştıranlar da, “Madem çok Müslüman, neden oralarda kalmıyor da Amerika’da yaşıyor” diyor. Neden Amerika?

Amerika’ya gelişimin öncesi var. 1997’de anjiyo için gelmiş ve 2-3 ay kalıp dönmüştüm. Hatta o zaman Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel referans olmuş, Cleveland’da bulunan Dr. Murat Bey’i aramıştı. Sağ olsun, alakadar oldu, yol gösterdi, ameliyat üzerinde ısrarla durdu. O zaman da ‘niye Amerika, niye orada kalıyor, kaçtı’ gibi şeyler söylendi. Oysa buraya geldiğimde -kalbimden dolayı- üzerimdeki yorganı kaldıramayacak kadar halsizdim. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullanıyordum. Bant üzerinde ve açık havada yürüyüşlere devam ediyordum. Ama durumum zordu. Bu seferki gelişim de yine aynı hastalıkla alakalı oldu. Mayo Kliniği’nde Kırım Türklerinden Dr. Sait Bey vardı. Türkiye’ye geldiğinde halimi gördü, ısrarla buraya gelmemi söyledi. Bu davet Almanya’dan olsaydı, Almanya’ya giderdim. Amerika’ya geldim, tedavi başladı, 1-2 ay sonra Türkiye’de o komplo fırtınası koptu. Kalakaldım burada. Gideyim dedim, doktorlar izin vermedi. ‘Kendini büyük tehlikeye atıyorsun’ dediler. Bu mevzuda dünya kadar rapor var. Sağlık durumun ortada. Niye kaçayım, kaçacak neyim var benim?

“Bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Suudi Arabistan’da” deniyor.
Suudi Arabistan’a en son 1986’da hac için gitmiştim. 20 yıldır gitmedim. Bir ayağı Suudi Arabistan’da diyenler, eğer gitseydim, o zaman daha farklı yorumlar getirecek, iki ayağı da orda falan diyeceklerdi. Belki başka türlü sorgulamalar olacaktı. İran, daha büyük problem olurdu. İran’la, işin doğrusu münasebetim olmadı. Menşei Türkiye olan eğitim, kültür, hoşgörü faaliyetleri mevzuunda, müşterek bazı şeyler yapalım teklifine de sıcak bakmadılar.

Bana ve beraberimde birkaç arkadaşım oraya gitmesine sıcak bakacaklarına ihtimal vermiyorum. Öyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. İran’a gitseydim, şimdi çeşit çeşit yorum yapanlar, o zaman da; “Batı’nın oradaki eli ayağı, gözü kulağı” diyeceklerdi. Kalp bozuk olunca, kendi hayallerinde sizi bir yere oturtunca, bir şeyle bağlayınca sizi, ne yaparsanız yapın yine öyle şeyler diyecekler. Ağızlarını kapamak diye bir vazifemiz de yok. Düşünce ve fikir hürriyeti var. Eğer öyle bir kısıtlama varsa onu sadece bize uyguluyorlar ve o da yeter.

11 Eylül’le ABD’nin içine girdiği süreci, siyasi anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

11 Eylül’e ve sonraki sürece, ne Amerikalılar ne de başkaları gibi bakma mecburiyetinde değilim. Kuleler yıkıldı, başka yerlerde başka hadiseler meydana geldi. Onları, bu tür hadiselerin, ABD’nin alacağı tavrı hesap eden başkaları da, planlamış, yapmış olabilirler. Arkasında belki de daha evvel bir parçası Afganistan’da, daha sonra Irak’ta gerçekleşen hadiseleri planlamış olan insanlar vardır. Birileri bu meseleyi planladılarsa bunu iyi planladılar, turnayı gözünden vurdular. Korkunç, dünya çapında hadiselere sebebiyet verecek bir şeyi tetiklediler.

Bazı yerlerde hâlâ çözülmeyen problemlere sebebiyet verdi. Problem çözelim derken usulünce çözülüyor mu, usulünce üzerine gidiliyor mu, her zaman sorgulanabilir. Şurası muhakkak ki, yeni yeni problemler doğuyor.
Mesele Irak’ın toprak bütünlüğü parçalanma kertesine geldi. Önlenebilir miydi? Türkiye’nin ağırlığını koyması yeter miydi? Bölge ülkelerinin tavır belirlemeleri ne ifade eder? Yoksa bu mesele böyle mi gider? Bu ise Ortadoğu’yu ciddi bir tehlikeye atıyor. Sıra başka ülkelere de gelir. Başta, bu işi planlayanlar o meseleyi bahane ettiler.
Nasıl olduysa oldu, şimdi Amerika ciddi bir açmazla karşı karşıya.


Sizce Amerika nerede yanlış yaptı?

Birçok yerde yanlış yapıldı. Teşebbüs edecekleri zaman, bize yakın birkaç Türk akademisyene dedik; “Keşke yapmasanız desek, Irak’ın toprak bütünlüğünün bölünmemesi hususunda mülahazalarımızı yazsak ulaştırabilir miyiz? ” Dediler ki; “Şu anda meseleleri bu şekilde anlayacak hissiyata sahip değiller. Kararlılar. Kendilerine verilen bilgiye çok inanmış bir halleri var.”
Sonra görüldü ki CIA, iyi rapor vermemiş. Demek ki bünyede öyle olmasını isteyen bazı kimseler var. Herhalde onlar yanlış bilgiler verdiler. Koskocaman bir devlet, Vietnam’da olduğu gibi maceraya girdi. Her ne kadar; “başarılı oluyoruz, demokrasiyi gerçekleştireceğiz” deseler de şimdilerde Irak’ın kaderine hâkim olunamadığını söylüyorlar. Hatta şu anda nasıl geriye dönülür, onu da kestiremiyorlar. Bazı grupları birbirine vurdurup hakemliklerini pekiştirerek mi kalsalar, yoksa geriye çekilseler mi, ya da daha ılımlı Müslümanları öne çıkarıp diğerlerinin burnunu kırsalar mı gibi, hem itibarlarını kurtarmayı, hem beklentilerini gerçekleştirmeyi düşünüyorlar.


Amerikalılara operasyon öncesi, ulaşabilseydiniz ne diyecektiniz?

Amerika bugün dünya muvazenesinde önemli bir devlet. Şimdiye kadar da demokrasisi ile tanınıyordu. Kredisini burada ucuza harcamamalıydı. Fakat o kredi ucuza gitti. İtibar kaybına uğradılar. Bundan sonra kaba kuvvetle bir şey tutsalar bile, aklıselim iki adım geriye çekilmeyi gerektirir.

Kaba kuvvetin kullanıldığı yerde muhakeme tam işlemez. Beyin fırtınaları yaşanmalı, alternatif çözümler düşünülmeliydi. Irak’ın huzuru, toprak bütünlüğü bozulmamalıydı. Bölgede dengeler altüst oldu. Böyle giderse bütün bölge daha da karışacak. Orada muvazene unsuru olan Türkiye’nin rağmına, başkalarının hesabına dengeler değişti. İranlılar, Şiileri de yanlarına alarak öne çıkacaklar. [9]

Avrupa’nın kâfir ve zâlimleri, Asya’nın insanlığı istismar eden münafıkları ve içimizdeki gafiller istemeseler bile, sikkeyi basan, tuğrayı elinde tutan ve peygamberlerce Sultanü’l-Enbiya olarak kabul edilen; O, günde beş defa nam-ı celîlini dünyaya ilân ettiğimiz Sultanlar Sultanı bir gün mutlaka bütün kalblere girecek ve herkesin sevgilisi, mahbubu, mergûbu olacaktır! [10]

Devletin iki ayağının bir kaba nasıl sokulduğunu görüyorsunuz.. ben bu endişemi birçok sohbette arz ettim. Bunlar, dışta plânlanan oyunların, Türkiye’de sahnelendirilmeleridir. Yarın şarkta ayrı bir nifak kapısı, garpta başka bir şikak kapısı, cenûpta farklı bir infilak kapısı ve şimalde koca bir iftirak kapısı açılabilir.. açılabilir; zira bir tarafta kâfir ve zalimler, diğer tarafta Asya’nın münafıkları başımıza binbir gâile açmak için hazır ve tetikte bekliyorlar. Daha önce de, böyle zayıf bir noktamızı yakalamış, koskocaman bir Devlet-i Âliye’yi hem de devletler muvazenesinde, muvazene unsuru bir Devlet-i Âliye’yi, yerle bir etmişlerdi. Millet mânâ kökünde gelen cevheri son olarak Çanakkale’de, istiklâl mücadelesinde kullanmasaydı, bugün bu millet yoktu.. sadece bu millet değil İslâm Âlemi de yoktu. Zira bu milletin dışında devletler ve milletler muvazenesini elinde tutan ikinci bir Müslüman millet zaten olmamıştır. [11]

Amerika, hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Her fert gibi her milletin de bir ömrü; önünde, gidip içine yuvarlanacağı bir çukur vardır. Amerika da ondan uzak olamaz, müberra kalamaz. Ama demokratik bir sistemdir, Amerika düşmeye başladığı andan itibaren yirmi beş–otuz senede, kırk senede düşer. Çünkü demokrasilerde çökme bir tüyün yerçekimine karşı gidip yere oturması gibi aheste aheste oluyor. Rusya gibi despot idarelerde dağılma, tüpün patlaması gibi patlama şeklinde bir anda yaşanır. O sistemin gereğidir. [12]


[1] M.Fethullah Gülen , Sonsuz Nur – Peygamberin sıfatları Bölümü
[2] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Ocak 1990, Cilt 11, Sayı 132
[3] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Aralık 1994, Cilt 16, Sayı 191
[4] M.Fethullah Gülen, Sızıntı, Mayıs 1983, Cilt 5, Sayı 52
[5] M.Fethullah Gülen, Yeni Ümit, Ocak-Mart 2005, Sayı 67
[6] M.Fethullah Gülen, Yeni Ümit, Temmuz 1989, Cilt 1, Sayı 5
[7] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Mayıs 2003, Cilt 25, Sayı 292
[8] M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Mayıs 2003, Cilt 25, Sayı 292
[9] Mehmet Gündem’in Fethullah Gülen Röportajı , Milliyet, 11.01.2005
[10] M.Fethullah Gülen , Sonsuz Nur, Önsöz
[11] M.Fethullah Gülen , Sonsuz Nur, Nurani firasetin Sahibi Bölümü
[12] Nevval Sevindi ile Fethullah Gülen Röprotajı, Yeni Yüzyıl, 23.07.1997

 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
BU DA BAZI ŞÜPHELERİNİZ İÇİN GÜZEL CEVAPTIR HERHALDE...

Yurtdışındaki Türk Okulları İslam’a Hizmet ediyormu ? Yazar Dr. Emin Şimşek
fg_belgesel_turkcedunyadili.jpg

Türkiye Merkezli açılan ve Dünya’da sayıları 700’e ulaşan Eğtim Müesseseleri ile ilgili olarak, Medya’da çıkan bir kısmı çarpıtmaya matuf ,bir kısmıda eksik bilgilendirmelerden mütevellit yaklaşımları aslında doğal buluyorum !
Netice’de Türkiye gelişmiş ve dünya Siyasetine aktif yön veren bir ülke değilken , Dünya’nın yeniden Sevgi ve Hoşgörü ekseninde yapılanmasına zemin hazırlayan bu “Diyalog adacıklarını” ; nasıl olurda az gelişmiş bir ülkenin insanları yapabilir ? Hele hele birde Emekli bir Vaiz‘in teşviki ile kendisinden söz ettirebilir?” tarzındaki yaklaşımlara bizim cevabımız çok basit : Neden olmasın ? Neden her yaklaşım sizin çıkmaz sokağınızdan geçmiyor diye “inek altında buzağı “ arıyorsunuz ?
Türk Okullarının İslami ve Milli bir Hizmet yanı yok diyenlerin yanıldıkları nokta , Türk Okulları ile birlikte o ülkelere Sahabeyi Kiramın yetiştiği Dar-ul Erkam dediğimiz ışık evlerininde beraberinde gitmiş olmasıdır. Bir ülkeye 1 okul açılmış ise , o bir okula karşılık takriben 5-6 ışık evide beraberinde açılmaktadır. Dolaysıyla dünyada mevcut 700 Eğitim müessesesine mukabil , bunun birkaç katı nisbetinde ışık evleri açılmakta ve Asrın Sahabe namzeti insanları yetiştirilmektedir.Gerek ahlaken , gereksede milli ve dini duygularla yoğrulan bu gençler , hafta sonları Kolejdeki diğer Dinlere mensub öğrencileri evlerinde misafir etmekte , onlara Türk misafirperverliği ile birlikte İslam’ın Sevgi ve Hoşgörü eksenindeki atmosferini de yaşatmaktadırlar. Okuldaki öğretmenlerin seviyeli temsili , ışık evlerindeki genç talebelerin muhabbet fedailikleri ile bütünleşmesi sonucu , Türk Kolejleri hem İslam’ın gönüllere nakşedilmesine hemde Ülkemiz insanı ve devletine ciddi muhabbet beslenmesine vesile olmaktadır. Buna ilaveten , türkçemizin bir dünya dili olması yolunda emin adımlar atıldığına şahit olmaktayız. Dolaysıyla Okullarda Dini ve Ahlaki eğitim doğrudan değil daha ziyade temsilen olurken , asıl Tebliğ bahse konu ışık evlerinde gerçekleştirildiğinden ve ışık evleride ön plana çıkartılmadığından , sanki Türk Okullarının bu eksende ciddi bir işlevi yokmuş gibi bir intibanın uyanmasıda doğaldır.
Türk Kolejlerinde ilgili ülkenin Devlet Başkanlarının resimlerinin bulunması kadar doğal bir hadisenin bile çarpıtıldığını görmekteyiz. Rusya’daki Türk Okullarında Putin’in , Irak’taki Türk Okullarında bir dönem Saddam’ın veya Barzani’nin , Azerbeycan’daki Türk Okullarında Aliyev’in , Türkmenistan’daki Türk OkullarındaSaparmurat Niyazov’unposterlerinin bulunması gayet doğaldır , aynı zamanda mevzuatında gereğidir. Açılan Okullar ilgili ülkelerin mevzuatına riayet etmekle mükelleftirler. Biz Türkiye’de yabancı Okullara kendi Devlet büyüklerimizin (Atatürk’ün ) resimlerini ön şart olarak koşacağız ama onlar bize koşarken bu bir eleştiri konusu olacak.Benzerbir çarpık mantığı “Türk Milleti'nin parasıyla ha PKK'lı teröristlere silah satınalıp teslim etmişsiniz, ha Mesut Barzani' ve Celal Talabani'ye eğitimli adamlar yetiştirmişsiniz” tesbitlerinde de görmekteyiz. Okul duvar’da o ülkenin Devlet Başkanının Resminin asılı olması , nasıl oluyorda sizin sevgi ve hoşgörü eksenli verdiğiniz Eğitim mesajlarınızı bir “teröre hizmeti” olarak dönüştürebiliyor? Sıradan bir vatandaşa bu konuyu sormuş olsak diyecektir ki , bu Okullar ileride yetişmesi muhtemel PKK’lı teröristlere set çekmekte, onların önünü kapamakta , o Bölgede Türk milleti ve İslam kardeşliği aleyhine oluşması muhtemel hadiseleri bugünden önleme adına birer paratoner vazifesi görevini ifa etmektedir . Çünkü o okullarda okuyan insanlar ileride Irak’ın Kaderine yön verecek entelektüel insanların çocuklarıdır. Hoşgöre ve Diyalog soluklayan iradeler , terörü teşvik mi eder yoksa terörün önüne bir set mi olur ?
Türk Okullarındaki ders müfredatında Türkçe Dersi en azında seçmeli bir ders olarak okutulmakta ve mezun olan öğrencilerin hepsi konuşacak kadar Türkçe bilerek mezun olmaktadır.
Türk Okullarındaki öğretmenlerin çoğunun Amerikalı veya İngiliz oldukları iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Öğretmenlerin %90’ı , mütedeyyin ve Türk örf ve ahlakını benimsemiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmakla beraber , diğer %10 ‘u o ülkenin mevzuatının gereği ya o ülke öğretmenlerinden kontenjan verilmektedir , yada yine müfredatın gereği “international” statüdeki okullarda İngiltere veya Amerika’dan sadece İngilizce derslerini vermeleri için öğretmenler getirtilmektedir.
Okullarda ilgili Ülkenin Ana dili dışında , Türkçe ve İngilizce (Afrikada Fransızca) öğretilmeside , ülke mevzuatına göre belirlenmektedir. Aynı husus , din dersleri içinde geçerlidir. Bazı ülkelerde Din dersi yoktur , bazısında seçmeli olmaktadır. İslam’ın güzelliklerine tercüman olan ve hal tavırları ile temsil öğretemenlerimize ilaveten, yukarıda izah edildiği üzere ışıkevleri İslamın Tebliğine vesile olmaktadır. Dolaysıyla , Din derslerinde sadece Budizm, Hinduizm, Brahmanizm gibi dinlerin öğretildiği iddiasıda doğru değildir.Ülkemizde olduğu gibi , mevzuat gereği , seçmeli din derslerinde İslam ile birlikte tüm dünya dinleri öğretilebilmektedir. Diğer derslerde ilgili ülke mevzuatına göre belirlenmektedir. Türkçe dersi mecburi dersler arasında yer almaktadır.
Türk öğretmenlerinin Amerikan pasaportu taşıdıkları iddiasıda hayal ürünü bir tesbittir. Çünkü , ilgili ülkelerde faal olan Türk Okulları Şirket olarak açıldıklarından , öğretmenelere “işçi” statüsünde çalışma ruhsatı alınmaktadır. Yurtdışında çalışan gurbetçi işçilerimiz nasılki TC pasaportu ile gidecekleri ülkenin vizesini alarak gidebiliyorlarsa , Türk öğretmenleride aynı yolu izleyerek yurtdışına çıkmaktadır.
Türk Okulları ilgili ülkenin koşullarına göre öğrencilerden bir ücret almaktadır. Ülkenin Milli Gelir’ine göre giderler olacağından , kar amacı gütmeden Hizmet vermeye çalışmaktadır.Türkiye'deki Okullardan yüksek miktarlarda para talep edilip Gülen Cemaati'nin yurtdışındaki okullarında bu oranda para alınmadığı iddiası yine doğruyu yansıtmamaktadır. Bir Amerika bir Danimarka bir Almanya’da açılmış olan Türk Okul’undan alınan Eğitim masrafı , Türkiye’de kilerden çok daha fazla olmakla beraber bir Afganistan , bir Pakistan , bir Kırgızistandaki okullar yine o ülkenin mali durumuna göre elbette daha düşük olmaktadır. Diğer yandan, iddia edildiği üzere Okul ücretlerinin çok oldu varsayımını kabullensek bu; Okula öğrenci talebinin azalmasına sebebiyet vermesi gerekirken , 2006 yılında 30 Türk Okulunun daha açılması için birçok ülke Milli Eğitimlerinden tekliflerin gelmiş olması , ücret politikasının makul seviyede tutulduğuna bir delildir. Ayrıca ,hem Türkiye’de hemde ülke ekonomisi zayıf diğer ülkelerdeki Türk Okullarında okuyana öğrencilere , hamiyetperver ve fedakar milletimiz Burs vererek o öğrencilerin okumalarına katkı sağlamaktadır. Bunu “Milli Servetin israfı” olarak görenlerin, Dünya’da tarih yazan bir Ecdadın torunları olduklarını unuttuklarını hatırlatmak istiyoruz. Bir cihan devleti ve dünyada sözü dinlenir bir devlet olabilmek için , pek çok diğer ülkelere Eğitim ve Ticari faaliyetlerinde devlet bazında yatırım yaparken ve Bütçe ayırırken , Türkiye eksenli Eğitim girişimcilerinin bunu yapmalarını bir israf olarak nitelemek, ufku olgunlaşmamış yerinde saymaya talib bir bakışın göstergesinden öteye geçmez.
Türkiye gibi aslında fakir bir ülkenin bu devasa Hizmetleri yapmış olmasıda , “acaba bu değirmenin suyu nereden gelmektedir ?” şeklinde bir soruyu akla getirebilmektedir. Hemen ifade etmiş olalımki , Yurt dışındaki Okulların Bina ve arsalarının bir çoğu o ülkede hizmet veren Okulun bulunduğu Devletin kendi malıdır. Yani , ilgili Devletler “gelin okul açın” diyor , binası benden , arsası benden diyor. Dolaysıyla Ana Masraf fazla olmuyor. Elbette Okul binası inşaatı yapılanlarda var , tüm ülkeler bu cömertliği göstermiyor , lakin Yurt dışındaki okulların %70’i o devletin atıl duran binasının restore edilmesi sonucu Eğtim vermektedir. Bir kısmınada cüz’i Kiralar verilmektedir. Dolaysıyla Türk Milletine düşen vazife , Okul öğretmenlerini ve başarılı muhtaç öğrencilerini finanse etmek olmaktadır.
“Eğitim kurumları, yurtdışında ucuza kaliteli eğitim vereceğine, yurtiçindeki eğitim kurumlrıını biraz ucuzlatsa millet ve memleket için çok daha yararlı olacaktır.” yaklaşımı bir üstteki tesbitimizde kısmen belirttiğimiz üzere doğru olmamaktadır. Bugün yurt içindeki okul fiyatları mevcut Kolejler içinde makul bir seviyede tutulmaktadır. Okulların kontenjanlarının dolu olması bunu ispat etmektedir. Buna rağmen imkanları kısıtlı fakat çalışkan ve başarılı öğrencilere Burs verilerek Okullarda Eğitilmeleri sağlanmaktadır.
“Gülen Cemaati, sürekli olarak yurtdışına kaynak transfer edeceğine yurtiçindeki okul ve dershanelerini sübvanse etse de fakir fukara çocukları istifade etse daha iyi olmaz mı?” sorusunu soranlar Yurt dışındaki Türk Okulları hakkında bilmeden yorum yapmaktadırlar. Bugün ülkemizde Türk Okulları sayısının en fazla olan olduğu ülkedir. Sanki soruyu soranlar Türk Okulları sadece yurt dışına açılmakta , yurt içi ihmal ediliyor gibi bir intiba içersindeler. Dünya’daki 700 Eğitim müessesesinin %70’i Türkiye’dedir. 1983 yılından itibaren Fatih Koleji , Yamanlar Koleji , Nilüfer Koleji ile başlayan Okullar zincirinden istifade ederek , gençlerin birer ahlak abidesi - muhabbet fedaisi - sevgi erleri olması için gayret sarf eden Türk Okullarının benzerleri , buna muhtaç , karanlıkta yaşayan diğer insanların çocuklarının faydalanması için neden açılmasın? Türk Milleti sadece kendine yetecek kadar bir idrak ve Şuura haiz olmadığını Osmanlı Devlet-i Aliyesi ile ispatlamış değilmi ? Bugün Balkanlarda ve Ortadoğuda yaşanan istikrarsızlıklar ve savaşların sebebi , Osmanlı’nın yıkılması sonucu mirasının paylaşılamaması değilmidir ? Şimdi siz bu Milleti neden Anadolu topraklarına hapsetmeyi reva görüyorsunuz ? Bırakalım , bu dar düşünceleri Türkiye’den , Türk Dilinden , Türk Lobisinden ve İslam Ahlakının Dünya’ya yön vermesinden korkan insanlar sahiplensin.
Yurtdışında açılan her Okul , Türkiye Devletine danışılarak ve bilgilendirilerek yapılmaktadır. Bunun başlıca delili Cumurbaşkanlarımız Turgut Özal ve Süleyman Demirel’dir. Her ikiside bu konuda ilgili ülkelerin Devlet Başkanlarına iyi niyet mektubları yazmışlardır. Merhum Özal , Türki Cumhuriyetlere yapmış olduğu son ziayretinde , bu Okullara kefil olduğunu deklare edecek kadar sahiblenmiştir .
Yurtdışında açılan okulların süper güçler, uluslararası finans kurumları ya da Corc Soros benzeri spekülatörler tarafından desteklenmesi söz konusu değildir. Dünya Bankası tarafından karşılıksız verilen milyon dolarlık hibe bile reddedilmiş ve Fethullah Gülen Hocaefendinin sık sık dile getirdiği üzere : ”Şayet Anadolu insanımız dışında yabancı ülkelerden , hayır kurumlarından veya yabancı kişilerden bir kuruş alınmışsa , Allahın laneti üzerimize olsun ! “ demektedir. Bu tür desteklerin alındığı iddiasını gündemde tutanlar beyan dışında getirebildikleri bir delil yoktur.
[FONT=times new roman,times]"Kuzey Irak'taki okullarının açılışında "MİT ve bazı diğer istihbarat servislerinin kendilerine destek olduğu" iddiasıda abartılmış bir tesbittir. MİT’in , Cumhurbaşkanlarımızın veya Başbakanlarının talimatı doğrultusunda destek verdiği doğru iken , diğer istihbarat teşkilatları ile uzaktan yakından bir destek sözkonusu değildir. Bazı ülkelerin kendi iç istihbaratlarını kullanarak Türk Okullarını denetlemiş olmaları , Türk okullarının bu istihbarat birimleri ile çalıştığı anlamı çıkmaz.

[/FONT]
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
Hocaefendinin Filistin ve Ümmet-i Muhammed’in mazlumiyeti için sarf ettiği beyanları varmıdır ? Yazar Dr. Emin Şimşek
50nb.jpg
43nb.jpg
Soru : Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Filistin veya Ümmet-i Muhammed’in mazlumiyeti için sarf ettiği beyanları varmıdır ?
Hayatlarını İslam ve Kur’ana endekslemiş her Hak Dostu gibi , muhterem Hocaefendide Ümmet-i Muhammedin mağduriyeti , mahkumiyeti ve mazlumiyeti ile ilgili ızdırab ve üzüntüsünü seccadesi dışında zaman zaman sohbetlerde de dile getirmiş, getirmekle yetinmemiş çözüm önerilerinide sunmuştur. Konu ile alakalı 3-4 Sohbetinden bazı alıntılar :
Şekerle beraber bir de kalp hastalığı olunca ve bunlara bazı diğer rahatsızlıklarım da eklenince gerçekten çok hırpalanıyor, cesedimi, ruhumun sırtında bir yük gibi taşımak zorunda kalıyorum. Ama her şeye rağmen Allah'a sonsuz şükrediyorum. Dünyanın dört bir yanındaki insanların, mesela Filistinlilerin çektiği ızdırapları düşününce kendi dertlerimi unutuyorum. Tanklar, bombalar altında ezilen mazlumların iniltileri bazen kendi kalp atışlarımı duymama mani oluyor. (1)
Şu anda dahi, ayyuka yükselen zulümleriyle bu gaddar dünya, bir kere daha gerçek kimliğini ortaya koydu ama, keşke bize de bir şeyler anlatabilseydi! Saraybosna kan revan.. Karabağ, Azerbaycan feryat u figân.. Keşmir alev alev.. Somali istismar ağında inim inim.. Sudan baskı altında.. Filistin kaynayan bir kazan.. Ve bu koskoca âlemde çektiren dinsiz ve hıristiyan, çeken de Müslüman.. ne acı ki, bu bile bir şey anlatmıyor bize...(2)
İçimizde millet fertlerinin birbirlerine karşı davranışları böyle olduğu gibi, dünkü târihî berâberliğimizin bedelini ödeyen vesâyemizde bulunmanın âh u efgânını yaşayan mazlum ve mağdur milletlere karşı da aynı olmuştur: Saraybosna’dan Somali’ye, Karabağ’dan Filistin’e, çok geniş bir dâirede, soydaşlarımızın cesetleri kan seylapları önünde sürüklenirken.. ırz çiğnenip nâmus pâyimâl olurken.. Güneydoğu’da eşkiyâ haysiyetimize tükürüp gezerken.. Kıbrıs’ta ezelî hasımlarımız tarafından iki ayağımız bir ‘kab’a sıkıştırılırken, biz, behîmî hislerimizi yaşamış, keyfimize bakmış, deliler gibi çalıp-çığırıp oynamış ve bir hıristiyan gecesinde televizyon kanallarıyla evlerimizin içine levsiyat akıtmadan utanmamışızdır. (3)
Şimdilerin zulmü, gadri, tecavüzü, tasallutu ise, perdesiz, hâilsiz, mümâşâtsız, açıktan açığa ve mazlumun, mağdurun gözünün içine bakıla bakıla icrâ ediliyor. Buna ister hakkın kuvvete yenik düşmesi, isterse kuvvetin çılgınlığı, hak ve hikmet bilmezliği densin, netice değişmez.. geçmişte beş-altı asırda işlenmiş bütün cinayetlerin, yıkılan hânumânların, harâb olan umranların, bilmem kaç katının, şu beş-altı seneye sıkıştırıldığını ürpererek müşâhede etmedik mi? Saray-Bosna'dan Cezayir'e, Habeşistan'dan Suriye'ye, Filistin'den Asya Stepleri'ne kadar çok geniş bir dairede, yıllardan beri görüp duyduğumuz vahşet değil de ya nedir.? Ve, daha kim bilir ne kadar yerde duyulmayan ne kadar zâlim "Hay Hu"yu ve mazlum çığlıkları inleyip duruyor..?
Yeryüzünün gerçek mirasçıları dünya muvâzenesindeki yerlerini alacakları güne kadar bu fırtınaların dineceğini ve bu âh u efgânın kesileceğini beklemek beyhûde olsa gerek. Evet, belki zaman zaman bu vahşetlere sebebiyet veren sâikler, piyonlar değişebilir ama kat'iyyen anarşi dinmez ve terör bütünüyle bertaraf edilemez; çünkü bunların arkasında dünyayı idare eden güçler var. Dün Yunanla, Bulgarla, Ermeniyle, Slavla her yerde kargaşa çıkarıp başımıza gâile açanlar, şimdi de Sırplıyla, PKK ile, Ermeniyle, Nusayriyle, Râfıziyle aynı şeyi yapıyorlar.. ve vazgeçeceğe de benzemiyorlar. (4)


(1) Hüseyin Gülerce, Zaman, 16.05.2002
(2) M.Fethullah Gülen , Sızıntı, Ocak 1994, Cilt 15, Sayı 180
(3) M.Fethullah Gülen ,Sızıntı, Şubat 1993, Cilt 15, Sayı 169
(4) M.Fethullah Gülen ,Sızıntı, Ekim 1992, Cilt 14, Sayı 165
 

yenibeyin

Asistan
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
712
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.yenibeyin.com
ya bu nasıl bir islam anlayışı, bu nasıl müslümanlık, bu nasıl kardeşlik, bu nasıl emri bil ma'ruf nehyi anil münker...

biri soru soruyor diğeri onu kalaylıyor, bir yanlış yapıyor diğeri onu tekfir ediyor, biri geliyor müslümanları birbirine düşürmek istermiş gibi soru soruyor, biri geliyor sanki alim olmuş alimleri eleştiriyor, biri geliyor utanmadan alimlere laf atıyor ama bu birileri bitmiyor...

forum ilim öğrenmekten çok ilim batırmaya döndü ama kim görüyor bunu bilmiyorum...
 

ORHANCAN

Ordinaryus
Katılım
15 Ara 2006
Mesajlar
2,536
Tepkime puanı
80
Puanları
0
Konum
-İSPARİT-
KARDEŞİM BAŞÖRTÜSÜ MESELESİNİ TAKILIRSAN CAVABI DA ŞÖYLEDİR:

Tesettür "furuat"mıdır ? Yazar Dr. Emin Şimşek Pazartesi, 31 Ekim 2005 [FONT=times new roman,times]Soru: Tesettür füruattır sözü ile ne kasdedilmiştir?[/FONT]
[FONT=times new roman,times]Hocaefendi, hiçbir yazısında, tesettürün farz olmadığını, Allah'ın bir emri olmadığını söylemiş değildir ! Diğer yandan, "tesettür furuattır" cümlesi eksik aktarılmış bir cümledir aslı şu şekildedir:[/FONT]
[FONT=times new roman,times]
protesto.jpg
[/FONT]


[FONT=times new roman,times]'İman esasları yanında Tesettür furuattır '[/FONT]
[FONT=times new roman,times] Bu cümle aslında Ehl-i Sünnet İtikadınında bir prensibidir ! Usul İlminde, gerek İbn-i Abidin ve diğer Ulemanın İslamın Genel Hükümlerini (Akaid) ikiye ayırdığını görmekteyiz:


1-) Usul'e ait hükümler: Buna göre 'lâ ilâhe illallah; Muhammedün Rasûlullah' başta olmak üzere, sair iman esasları akidede usûldür. İman esasları, muhakkikîn yaklaşımı ile dört asla irca edilebilir ki, bunlar; Allah'a, âhirete, peygamberlere iman; bir de ubudiyet veya adalettir. Yani, hayatî ehemmiyet arz eden esaslar, usûl kategorisine giren hususlardır

2-) Furuata ait hükümler: Namaz, oruç, hac, zekât ve tesettür gibi diğer ibadetler, bu asıllar üzerine bina edilen ve asla göre fürûât sayılan amellerdir. Furuata ait hükümler, usule ait hükümler üzerine bina edilir. Bu açıdan denilebilir ki, usûlün olmadığı yerde, sistemli fürûdan bahsetmek mümkün değildir.


Ancak fürûât demek, Türkçemizde anlaşıldığı şekliyle 'olmasa da olur' gibi bir mefhumu akla getirmemelidir. Bunların fürûât olması, asıl ile olan münasebet ve mukayeseleri neticesi ve tamamen yukarıdaki taksim ve tasnif itibarıyladır.
[/FONT][FONT=times new roman,times]Yoksa ibadetsiz imanın tam olmayacağı izahtan varestedir.

Bu konuya isterseniz küçük bir örnek ile tenvir etmeye çalışalım: Siz terazinin bir kefesine imanı, diğer kefesine farz olan tesettürü koyarsanız, iman kefesinin ağır bastığına şahit olacaksınızdır! Çünkü, Allah katında en önemli esas İmandır! Peki, bu tesettürün önemsiz veya ehemmiyetszi olduğu anlamına gelirmi? Hayır gelmez, sadece İmanın Allah katında ne denli büyük bir Konumunun olduğuna bir işarettir!

Tesettür emrini, bu esaslar çerçevesi içinde incelediğimizde, önce onun hicretin yedi veya sekizinci yılı; yani peygamberliğin yirminci senesinde farz olduğunu görürüz. Bu demektir ki, İslâm'ın ilk yirmi yılında kadınlar, cahiliye dönemindeki giysilerini devam ettiriyorlardı..

Burada, hikmet-i teşri açısından dikkati çeken en önemli husus, teşride meselelere ehemmiyet sırasına göre yer verilmesi ve öncelik tanınması ya da geriye bırakılmasıdır. Bu itibarla da, gönüllere 'lâ ilâhe illallah' hakikatinin yerleştirilmesi en önemli mesele olduğu için, öncelik ona tanınmıştır. 13 yıllık Mekke dönemindeki nâzil olan hemen bütün âyetler ve Allah Rasûlü'nün metluv, gayri metluv bütün tebliğatı hep bu mevzu etrafında örgülenmiş gibidir.

Öyleyse bizim de, tebliğ ve irşadda daha çok bu önemli noktaya dikkatleri çekmemiz gerekmektedir. Allah'ın büyük gördüğü şeyleri büyük görmek, küçük gördüğü şeyleri de küçük kabul etmek kalbin takvasındandır. Aslında bu, din-i mübin-i İslâm'ın da temel bir kuralıdır. Allah'ın vaz'ettiği şeyleri kendi ölçüleri içinde kabullenme ve hayata taşıma, Allah'a olan imanın, O'nunla olan irtibatın önemli bir göstergesidir.

Tesettür meselesi, farziyetinin gereği tartışılmaz olmasının yanında iman ve imanî hakikatlerin önüne geçirilmemelidir. Hele 'tesettür -örtünme keyfiyeti mahfuz- ille de şu şekilde olacak! ' denilmemelidir. Zira tesettür başka, çâr ve çarşaf başka şeylerdir. Çarşafın tesettür yollarından biri olduğu muhakkak. O, Osmanlı döneminde bazı yörelerde kullanılmaya başlanmış bir giysi çeşididir. Onun mazisi birkaç asır gibi yakın bir tarihe dayanır. Hatta çarşafın bazı yörelerde kullanıldığı o dönemlerde bile Bağdat ve Şam gibi merkezî şehirlerde kullanılmadığı bilinen gerçeklerdendir. Hakikat böyle iken, bir tesettür türü üzerinde imanî meseleler ölçüsünde durmak ve ona her şeyin aslı nazarıyla bakmak, dinî emirlerdeki ilahî tertibi alt-üst etme demektir. Bu, dinde aslî bir mesele olmadığı halde, daha sonraki dönemlerde ibadetmiş gibi ortaya çıkartılan bir husus olması itibarıyla dinin ruhundaki itidale de münafidir.


Öte yandan, yanlış bir anlayışın tesirinde kalan bazı kesimler -mâalesef- bazı kılık ve kıyafetler karşısında, kelimelerle ifade edilemeyecek ölçülerde tahrik olmaktadırlar. Dini bilmeyen kimseleri tahrik etmeme, dinde çok önemli bir esastır. Aksi halde, gücü ve kuvveti elinde bulunduran bazı kimseler, bırakın fürûâtı, usûlü dahi yaşama ve yaşatma imkânını vermeyebilirler. Yakınçağ itibarıyla tarihimiz bunun nice örnekleriyle doludur.

Netice itibarıyla; usûle ait meselelerin anlatılması ve hayatın her ünitesine girilip, imanla gönüllerin itmi'nâna kavuşturulmasına şiddetle ihtiyaç duyulduğu günümüzde, yukarıda arzettiğimiz ölçüler içinde, usûl sayılmayan meselelerde takılıp kalmak, bırakın inanmayanları, inanan insanların bile cephe almasına vesile olabilir. Onun için günümüz şartlarını idrak edip realitelere sırtımızı dönmeden, İslâmî hakikatleri anlama, yaşama ve anlatma zorunda olduğumuzu bir kere daha hatırlama mecburiyetindeyiz.


(Kaynak: Prizma - M.Fethullah Gülen)
[/FONT]
 
H

hiç

Guest
yaw amca sabaha kadar yazar da yazar bu şimdi :O anca böyle sabote edilirdi zaten...:O diger konu başlıklarından al getir yapıştır...bıktık be okumaktan :blink: yine de anlayamadık :wallbash[1]: anlatamadınız;inandıramadınız ama hizmette ümitsizlik olmaz devam et doldur sayfaları....
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst