“Saldırıp iftira ettikleri şahsiyet kaç defa “Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak Allah bizi silip süpürüp götürsün.” mealinde sözler söyledi ve bunları yazdı. Eğer (ona karşı çıkanlar) kendilerinin yalancı ve iftiracı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, aynı şekilde kendileri “Eğer biz yalan söyleyip iftira atıyorsak, Allah bizi silip süpürüp götürsün.” veya Allah’ın lâneti üzerlerine olacak şekilde, şart cümlesinin sonunu samimi olarak tamamlasınlar. Bunu yazı ile de söz ile de herkese ilân etsinler. Aynen mağdur, mazlum ve iftiraya uğrayan zatın yaptığı gibi... Evet eğer kendilerine güveniyorlarsa...”
Söylediğimiz her sözün, attığımızın her adımın, hattâ aldığımız her nefesin hesabını vereceğiz. Kur’an-ı Kerim, pek çok âyetinde genelde insanların, özelde mü’minlerin birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiği üzerinde çok önemli düsturlar ortaya koyar ve bu çerçevede ciddi tehditlerde bulunur. Meselâ, mü’minlere hak etmedikleri eza ve cefada bulunanların kalblerinin ancak haram kazandığını buyurur. Sadece mü’minlere değil, bütün insanlara karşı bile onların hoşlanacağı dilde hitap edilmesi gerektiğini, hattâ onları hoşlanmadıkları lâkaplarla bile çağırmanın fasıklık olduğunu vurgular. O kadar ki, müşriklerin bile putlarına hakaret edilmemesi gerektiğini; çünkü böyle bir hakaretin onları Allah’a hakaret etmeye sevk edeceği ikazını yapar. Habil ve Kabil kıssasında, bir kardeş diğerini öldürmeye teşebbüs ettiğinde bile, karşıdakine düşenin aynı şekilde davranmamak, onu öldürmek için harekete geçmemek, elini kaldırmamak gerektiğini öğretir. Yine Kur’an, mutlak doğru bilgiye dayalı olarak davranmak gerektiği; çünkü üzerine hüküm bina edilen her malûmattan kulak, kalb ve gözün sorumlu olduğu ve sorguya çekileceği uyarısında bulunur.
Tabiî, bütün bunlar bütün insanlar için geçerli olsa da, öncelikle Kur’an’a inanan mü’minler için geçerlidir. Şu anda Türkiye’de birtakım Müslüman bildiklerimiz veya İslâm’la hiç alâkası olmamış, olmayan, hattâ ona karşı birtakım gruplar el ele, İslâm ve Türkiye’nin çıkarları adına hoşgörü ve diyaloga önem verenlere ve bilhassa bu konudaki faaliyetlerin başlatıcısı gördükleri zata karşı, âdeta varlık sebebi haline getirdikleri bir mücadele ve kampanya yürütmektedirler. İçlerinde, söz konusu zat aleyhinde her türlü fırtınayı koparıp komployu düzenleyenlerin bile, “Karakterinde kullanılabilecek bir boşluk yok” dedikleri zat hakkında tarihte şeytanın bile yapamayacağı, yapmaktan ürkeceği en şenî iftiraları hem de yazabilenler var.
Esasen bütün bunları, bu grupları fikir seviyesinde muhatap almanın bir işe yaramayacağı ortada. Çünkü, her fikrî müzakere, fikrinde, davasında samimi insanlarla yapılır. Dolayısıyla, hoşgörü ve diyalog münasebetiyle veya daha başka hizmet ve faaliyetleri sebebiyle söz konusu zâta olmadık suçlamalarda bulunan, iftiralar atan, İslâm adına ve ülke çıkarları adına hareket ettikleri iddiasıyla onun aleyhinde bulunan istisnasız herkese sesleniyorum. Abdullah Aymaz hocamızın yazdığı gibi, o zât defalarca, “Eğer niyetimizde dine zıt bir şey varsa ve dine zararlı şeyler yapıyorsak, Allah şimdi canımızı alsın!” demiş, böyle konuşmuş, böyle yazmıştır. Şimdi, bütün diğerleri de, “Eğer o zatın tenkit ettiğimiz faaliyetlerine karşı çıkışta İslâm adına, İslâm’ın ve Türkiye’nin hayrına olarak davranmıyorsak, yaptıklarımızla İslâm’a ve Türkiye’ye zarar veriyorsak, o zat hakkında herhangi bir iftirada bulunmuşsak, yalan söyleyip iftira atıyorsak, Allah da bizi mahvetsin ve lâneti üzerimize olsun!” desinler ve yazsınlar. Eğer onlar dese veya diyemese de, İslâm’ın ve ülkemizin hayrına olarak düşünen herkes, burada 500.000 tirajlı bir gazetede yaptığım şu duayı yapsın: “Rabb’im, kim İslâm adına ve Türkiye’nin çıkarları için diyerek; ama kin, garaz, şahsî çıkar gibi sebeplerle başkasına iftira atıyorsa, yalan söylüyor ve yalan yazıyorsa Rabb’im onu Sana havale ediyoruz!” Onlar da iddialarında samimi iseler, en azından bu duaya âmin desinler!
14.03.2005
http://www.zaman.com.tr/?bl=yazarlar&trh=20050713&hn=152446