Türk Dilinin Tarihi Dönemleri

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ VE GELİŞMESİ


Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Özel bir çalışmayla günlük dile ait konuşma metinleri tespit edilmediği sürece konuşma dilinin tarihî gelişimi, inceleme alanı dışında kalır. Ancak günümüzün teknik imkânlarıyla video kasetlerine, ses bantlarına, CD, VCD ve DVD’lere kaydedilen konuşmalar, ileri bir tarihte konuşma diliyle ilgili çalışmalara malzeme oluşturabilir. Yazı dilinin tarihî gelişimi ise, ancak o dile ait yazılı metinlerle takip edilebilir. Metinlerle takip edilemeyen dönemden öncesi için birtakım tahminlerde bulunmak mümkün olmakla birlikte kesin bilgi vermek zordur.

Konuşma dili

Konuşma dili, günlük hayatta diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullandığımız dildir. Bu dil, doğal olduğu için konuşurken cümlemizin kurallı olup olmadığına, kelimelerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin doğru olup olmadığına pek dikkat etmeyiz. Bu sebeple zaman içinde, bölgeden bölgeye değişen birtakım söyleyiş farklılıkları ve kelime farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklılıkların tarihî süreç içinde, bölgelere göre geçirdiği maceradan o dilin lehçeleri ortaya çıkar.
Lehçe, bir dilin değişik bölgelerde, aynı dil grubuna dahil kişiler tarafından konuşulan değişik biçimidir. Lehçede kelime farklılıkları, ses ve yapı yönüyle ayrılıklar bulunur. Türkçe, diğer dillere göre oldukça geniş bir alanda çok hareketli bir macera geçirdiği için Türkçenin yirmi civarında lehçesi vardır. Türkçenin tarihî lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bugünkü lehçelerle -ayrı bir dil olduklarını düşündürecek kadar- çok büyük farklılıklar gösterirler. Türkmence, Özbekçe, Gagavuzca, Kazakça, vb.

Türkçenin bugünkü lehçelerindendir.

Türk dili, lehçelerine göre;

a) Oğuz – Türkmen grubu (Güney – Batı Türkçesi),
b) Kıpçak grubu (Kuzey – Batı Türkçesi) ve
c) Karluk grubu (Kuzey – Doğu Türkçesi) olmak üzere üç ana grup oluşturur. Bu ana gruplara dahil lehçeler birbirlerinin yakın dalları oldukları için anlaşmada çok büyük farklılıklar görülmez. Aynı grupta yer alan Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Ağız ise bir dil veya lehçenin yakın zamanda ayrılmış, bölgeden bölgeye veya şehirden şehire sadece söyleyiş farklılıkları gösteren küçük kollarıdır. Ağızlardaki ayrılıklar çoğu zaman söyleyişten öteye gitmez. Bölge ağzına özgü kelimelerin sayısı, dilin bütün söz varlığı düşünüldüğü zaman fazla bir yer tutmaz. Konuşmada görülen bu durum, zaten yazı diline de yansıtılmaz.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır. Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.

Yazı dili

Yazı dili, adından anlaşılacağı üzere yazıda kullanılan dildir. Dilde birliği, anlaşma kolaylığını sağlamak için kullanılan kitap dilidir, kültür dilidir, edebî dildir. Konuşma dilinin her bölgenin doğal, günlük dili olmasına karşılık yazı dili, okuma yazmada kullanılan ortak dildir.

“Bir dilin yazısı, o dilin lehçe veya ağızlarından birine göre yazılır ve bu yazılış, standart yazı dilini oluşturur. Yazı dili olma vasfını taşıyan ağız, bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerinin ağzıdır ve konuşma dillerinin en gelişmişidir. Türkiye Türkçesinin yazı dili genellikle İstanbul ağzına dayanır. Bir ülkede çeşitli konuşma dilleri ve ağızlar bulunduğu halde bir tek yazı dili bulunur. Yazı dili muhafazakârdır. Normal şartlar altında özelliklerini kolay kolay kaybetmez. Ayrıca, lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını da önler. Gereğinde, hepsinin zenginliklerinden yararlanır ve onları ortak bir kaynaktan zenginleştirerek birbirine yaklaştırır. Aydın kesimlerin kendi bölge ağızları ile değil, yazı dili temelindeki standart Türkçe ile konuşmaları, yazı dilinin bu birleştirici ve ağız ayrılıklarını silici fonksiyonundan kaynaklanmaktadır.”[1][1]

Türk dili derslerinin amaçlarından biri de konuşma diliyle yazı dilini birbirine yaklaştırmaktır. Kişi, edebî dille doğru konuşabilir fakat yazı dilinin özelliklerini ve kurallarını bilmezse doğru yazamaz. Bu sebeple ana dilin kuralları ve incelikleri iyi bilinmelidir ki dil, anlaşma aracı olma işlevini tam anlamıyla yerine getirebilsin.

Özellikle son zamanlarda sezgiye dayalı bir anlaşma yolu seçildiği için “Nasıl olsa ne demek istediğim, dinleyenler tarafından iyi kötü anlaşılıyor - daha doğrusu seziliyor - ” düşüncesiyle yazı dilinin kurallarını önemsememek yanlış bir tutumdur. Yazılı anlatımda, söylemek istediğimizle yazdığımızdan çıkan anlam karşılaştırılırsa konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.

TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ

Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle özetleyebiliriz:

1. Altay Dil Birliği Dönemi: Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.

2. En Eski Türkçe Dönemi: Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir.

3. İlk Türkçe Dönemi: Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.

Türkçenin karanlık çağlarına ait dönemleri ana hatlarıyla bu şekildedir. Bundan sonraki dönemlere ait metinler, yazılı kaynaklar olduğu için dilimizin tarihî gelişimi sağlıklı bir şekilde izlenebilmektedir.

Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:

1. ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (6.–13. yüzyıllar arası)

Türkçenin belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem de söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir. Dilin gramer özelliklerini, tarihî gelişimini tespit için düzenli ve bol metinlerin olduğu bu dönemde bütün Türkler, Türkçenin bu ilk yazı dilini kullanmışlardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler; Köktürk, Uygur ve Karahanlı metinleri olarak üç grupta toplanır:

a) Köktürk metinleri

Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar*) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayınlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İhe-Huşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan
Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).

Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Eğer bu tahmin doğruysa, altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.”[2][1] Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.

İleri bir tarihte belki yeni malzemeler ortaya çıkabilir. Ancak bugün itibariyle bu döneme ait en önemli belgeler hiç şüphesiz Köktürk Yazıtlarıdır. Bu yazıtların bulunması ve yazısının 1893’te Danimarkalı V. Thomsen tarafından çözülerek okunması, Türk dili araştırmaları için dönüm noktasıdır.

b) Uygur metinleri

Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurları görürüz. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:

· Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.

· Altun Yaruk (Altın Işık): Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur.* Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.

· Irk Bitig (Fal Kitabı): Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan 65 paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.

· Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.

c) Karahanlı metinleri

Eski Türkçenin Karahanlı dönemine ait başlıca eserleri şunlardır:

· Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi): Yusuf Has Hâcib, 1069-1070 yılında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle konuşturarak insanlara iki cihanda mesut olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Millî kültürle İslâm kültürünün ustalıkla birleştirildiği bu eser Tabgaç Buğra Karahan’ın iltifatına mazhar olmuş ve yazarına da Has Hâciplik* unvanını kazandırmıştır. Kutadgu Bilig, İslâmlığın etkisindeki Türk edebiyatının ilk ürünüdür. Dil ve edebiyat tarihi yanında kültür tarihi bakımından da en önemli kaynaklardan biridir.

· Dîvânü Lûgati’t-Türk: Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan ve 1077 yılında halife Ebü’l Kasım Abdullah’a sunulan bu eser, ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Kaşgarlı Mahmud, Türkçeden Arapçaya sözlük tertibinde hazırladığı eserinde madde başı kelimeleri açıklarken kendi derlediği deyimlerden, savlardan (atasözleri), koşuklardan (koşmalar) örnekler de vermiştir. Aynı zamanda, halk edebiyatının ilk ürünleri de ilk defa böyle bir eserde derlenmiştir. Türk toplum hayatından örneklerin de bulunduğu Dîvânü Lûgati’t-Türk, 11. yüzyıl Orta Asya Türk dünyasının en sağlam dil mirası olmasının yanında Türk kültürü ve medeniyetinin eşsiz kaynaklarından biridir.

· Atabetü’l-Hakayık (Gerçeklerin Eşiği):
Dinî ve tasavvufî konuların anlatıldığı bu eserin Edib Ahmet tarafından 12. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitapta; bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, cimriliğin kötülüğü, cömertliğin iyiliği, alçak gönüllüğünün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konular işlenmiştir. Eser bu bakımdan öğretici bir özelliğe sahiptir.

· Divân-ı Hikmet: Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı defterlere Divân-ı Hikmet denmektedir. Bu eserdeki şiirlerin hepsi, Hoca Ahmet Yesevî’ye ait değildir. Kitapta, öğretici yönü ağır basan manzumeler vardır. Hoca Ahmet Yesevî, Türklerin İslâmı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, yaşadığı dönemde birleştirci bir rol üstlenmiş, Hacı Bektâşı Velilerin Yunus Emrelerin, Mahdum Kuluların yetişmesine vesile olmuştur.


TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ

2. ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ (13.–15. yüzyıllar arası)


Eski Türkçeyle yeni Türkçeyi birbirine bağlayan geçiş dönemidir. Bu dönemde bütün Orta Asya’da kullanılan Türkçeye, Ortak Türkçe, Müşterek Orta Asya Türkçesi adları da verilmiştir. “Orta-Asya Türk dünyası, XII. yüzyılda başlayan bazı kaynaşma, karışma ve ayrışmaların sonucu olarak, yavaş yavaş Türk dilinin genel yapısında birtakım değişme ve gelişmelere sahne olmuştur. Bu değişme ve gelişmeler yeni yazı dillerinin oluşmasına ortam hazırlamıştır. Böyle bir oluşum ve dallanmaya beşiklik eden asıl bölge Harezm böl*gesidir. Bu bölge, dil tarihimizde, bir yandan Karahanlı Türkçesi ile Harezm Türkçesini birbirine bağlayan bir köprü vazifesi görürken, bir yandan da Eski Türkçenin yeni şartlar altında devamını sağlayan ve Doğu Türkçesini başlatan Çağataycanın oluşmasına ortam hazırlamıştır. Edebî gelenek bakımından, Harezm’in kuzeyindeki Altınordu-Kıpçak Türkçesi de Harezm Türkçesine dayandığı için bölgenin Kıpçak Türkçesinin ayrı bir kol hâline gelişinde de büyük katkısı vardır. Horasan ve İran’dan batıya doğru yol alarak XIII. yüzyılda Oğuz Türkçesi temelinde yeni bir kol oluşturan Türk yazı dilinin ilk belirtileri ve filizlenmesi de yine bu bölgede başlamıştır denebilir.

Görülüyor ki, Harezm bölgesinde kurulup gelişmiş olan Harezm Türkçesi, XIII. yüzyıla kadar biribirinin devamı niteliğinde tek kol hâlinde ilerleyen Türk yazı dilinin Çağatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni dallanmalarına kaynaklık etmiştir. Bu dallanmanın gerekli kıldığı şartlara elverişli bir ortam hazırlamıştır... Esasen bu devir Türkçesine Orta Türkçe denmesinin sebebi de Eski Türkçe ile Yeni Türk dili kolları arasında bir geçiş devresi niteliği taşımasındandır. Bu bakımdan Türk dili tarihindeki yeri önemlidir.”[3][2]

Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz ve Kıpçak lehçelerinden de etkilenmiştir.
Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş olarak değerlendirilen bu dönemde, dil tarihi bakımından önemli eserler yazılmıştır. Bu dönemin dil yadigârlarını Harezm Türkçesi ve Kıpçak Türkçesi olmak üzere iki grupta değerlendirmek de mümkündür. Bunlardan başlıcaları aşağıda kısaca anılmıştır:

Harezm Türkçesinin yadigârları:

· Mukaddimetü’l - Edeb: Dîvânü Lûgati’t-Türk’ten sonra Orta Türkçe döneminin en zengin söz varlığına sahip bu eser, Zemahşerî tarafından 1127-1144 yılları arasında pratik bir sözlük tertibinde yazılarak Harizmşah Atsız’a sunulmuştur.

· Kısasü’l - Enbiyâ: Rabguzî tarafından bir yılda yazılarak 710 (1310)’da Emir Nasrüddin Tok Buğa’ya sunulan bu eserde; Kur’anıkerim’de adı geçen peygamberlere ait kıssaların yanı sıra Hz. Muhammed, dört halife, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ait menkıbeler de vardır.

· Muînü’l – Mürid: Arapça bilmeyen Türkmenlere İslâm fıkhını ve tasavvufu öğretmek amacıyla İslâm mahlaslı bir şair tarafından 1313 yılında yazılan 900 beyitlik manzum bir eserdir.

· Muhabbetnâme: 1353’te Harezmî tarafından yazılan manzum bir eser*dir.

· Nehcü’l – Ferâdis: Kerderli Mahmut tarafından 1358’de yazılmış, kırk hadis tercümesi niteliğinde dinî, ahlâkî bir eserdir. Sade bir dille kaleme alınan bu eser, Harezm Türkçesinin nesir alanındaki güzel örneklerinden biridir.

Anonim Kur’an Tefsiri bu döneme ait diğer bir eserdir.

Kıpçak Türkçesinin yadigârları:

· Kodeks Kumanikus (Codex Cumanicus): İtalyan tüccarlar ve Alman rahipler tarafından derlendiği tahmin edilen, Hristiyanlığa ait ilâhileri, bilmeceleri Türkçe – Almanca – Lâtince – Farsça sözlük parçalarını içine alan ve anonim bir eser olan Kodeks Kumanikus, Kıpçakça için olduğu kadar Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Eserdeki 1303 tarihi eserin yazılış tarihi mi yoksa istinsah tarihi mi olduğu bilinmemektedir.

· Tercümanü Türkî ve Arabî: Konyalı Halil b. Muhammed b. Yusuf tarafından 1245’te Mısır’da yazılmış veya istinsah edilmiş bir lügat – gramerdir. Mısır’da yazılan Kıpçakça eserler içinde –şimdilik- tarihi bilinenlerin en eskisidir.

· Kitâbü’l-İdrâk li Lisânü’l-Etrâk: Türkçenin bilinen ilk grameridir. Esirü’d-din Ebû-Hayyan tarafından 1312’de yazılmıştır.

· Husrev ü Şirin:
Nizamî’nin aynı adlı eserinin Türk edebiyatındaki ilk tercümesidir. 1341’de Kutb tarafından yazılmıştır. Kıpçak Türkçesinin temel kaynaklarından biridir.

· Gülistan Tercümesi: Sadî’nin Gülistan adlı Farsça eserinden Saraylı Seyf’in yaptığı tercümedir.

· Et-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lûgati’t-Türkiyye: Yazılış tarihi kesin belli olmayan Kıpçak gramerlerinden biridir.

· El-Kavaninü’l-Külliye li Zabti’l-Lûgati’t-Türkiyye: Kıpçakçanın önemli gramerlerinden olan bu eserin de yazarı bilinmemektedir.

TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ

3. YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ (15.–20. yüzyıllar arası)

Orta Türkçe dönemindeki Türk lehçelerinin, edebiyatlarının gelişerek devam ettiği dönemdir. Bu dönemi, dil bilgisi yapısı bakımından belli farklılıklar olmakla birlikte Orta Türkçe Dönemi’nden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir. Ancak Türkçenin dış etkiler sebebiyle bazı değişikliklere uğradığı zamanlar bu dönem içinde değerlendirilebilir.

Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçeninin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
Milâttan önceki yüzyıllarda Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa içlerine kadar uzanan Türk göçleri, milâttan sonraki yüzyıllarda da devam ederek 15. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu göçlerle birlikte birtakım siyasî gelişmeler de yaşanmış, yeni kültür merkezleri kurulmaya başlamış, Türk yazı dilinde dallanmalar ortaya çıkmış, Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi denen lehçeler grubu teşekkül etmiştir.

4. MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ

20. yüzyıldan itibaren bugünü de içine alan bütün Türk bölgelerinde devam eden Türkçedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çok geniş bir alanda oldukça hareketli bir görünüm arz eden Türkçe, günümüzde yirmiye yakın yazı diliyle varlığını devam ettirmektedir. (Geniş bilgi için Türkçenin Bugünkü Durumu ve Yayılma Alanları konusuna bakınız.)

TÜRK DİLİNİN BUGÜNKÜ DURUMU VE YAYILMA ALANLARI

Türkler, tarihin eski devirlerinde olduğu gibi bugün de varlıklarını oldukça geniş bir coğrafyada sürdürmektedir. Dünya haritasına baktığımız zaman doğuda Moğolistan ve Çin içlerinden, batıda Viyana’ya; kuzeyde Sibirya’dan, güneyde Bağdat, Lübnan sınırı ve Kıbrıs içlerine kadar uzanan büyük coğrafyaya Türklerin yayıldıklarını görürüz. Türk milleti, bu geniş coğrafya içinde yer alan Moğolistan, Çin, Rusya, Afganistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ve Polonya’da yaşamaktadır.

Günümüz şartları içerisinde eğitim, iş gibi çeşitli sebeplerle farklı bölgelerde yaşamak durumunda olan Türkleri de buna dahil edersek bu alan daha da genişlemektedir.
Dünya Türklüğü yönlere göre adlandırılırken Hazar’ın batısında ve güneyinde kalan Türkler Batı Türklüğü; Hazar’ın doğusunda kalan Türkler Doğu Türklüğü; Karadeniz, Kafkaslar ve Hazar’ın kuzeyinde kalanlar Kuzey Türklüğü olarak adlandırılır.
Yönlere göre dünya Türklüğü şu şekilde ayrılmaktadır:

A. Batı Türklüğü

1. Türkiye Türkleri

2. Rumeli Türkleri (Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya’da; ayrıca Moldavya ve Bulgaristan’daki Gagavuzlar)

3. Kıbrıs Türkleri

4. Suriye Türkleri

5. Irak Türkleri

6. Azerbaycan Türkleri (Kuzey Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile İran’daki Güney Azerbaycan’da)

B. Doğu Türklüğü

1. Batı Türkistan Türkleri (İran’ın Horasan bölgesinde, Afganistan’ın kuzeyinde ve dağılan Sovyetlerdeki Türkmen, Özbek, Karakalpak, Kazak ve Kırgız Türkleri)

2. Doğu Türkistan Türkleri (Çin’in batı bölgesinde- Doğu Türkistan’daki Uygur ve Kazak Türkleri)

C. Kuzey Türklüğü

1. Sibirya Türkleri (Yakutlar)

2. Abakan Türkleri (Tuvalar ve Hakaslar)

3. Altay Türkleri

4. İdil-Ural Türkleri (Kazan ve Batı Sibirya Tatarları, Başkurtlar ve Çuvaşlar)

5. Kafkas Türkleri (Kafkasların kuzeyindeki Karaçay, Malkar (Balkar), Nogay ve Kumuk Türkleri)

6. Kırım Türkleri (Özbekistan, Kırım, Türkiye ve Romanya’da)

7. Karay Türkleri (Polonya ve Litvanya’da)

Bütün bu alanlarda konuşulan Türk dilinin biri Yakutça diğeri Çuvaşça olmak üzere iki uzak lehçesi vardır.

Yakutça ve Çuvaşça, Türk dilinin metinlerle takip edilebilen devirlerinden daha önceki çağlarda ayrıldıkları ve ana Türk kitlesi ile temasları kesildiği için ayrı birer lehçe karakteri kazanmışlardır. Esasen Yakutça ve Çuvaşça, yüzyıllar boyunca birer konuşma dili olarak kullanılmış, ancak 19. ve 20. yüzyıllarda yazı dili haline gelmiştir. Bugün her iki lehçe de kiril alfabesini kullanmaktadır.
Yakutlar, Sibirya’da, batıdan doğuya, Katanga, Ölenek, Lena ve Kamçatka’ya doğru Kolima ırmakları çevresinde yaşarlar. Bu bölge siyasî olarak Rusya’ya bağlı Yakutistan Muhtar Cumhuriyeti adını alır. Yakutların nüfusu 400.000’e yakındır.

Çuvaşlar, Moskova ile Kazan arasında, İdil (Volga) ırmağı boylarında yaşamaktadırlar. Esas kitle Çuvaşistan Muhtar Cumhuriyetindedir. Tataristan ve Başkurdistan Muhtar Cumhuriyetlerinde yaşayanları da vardır. Nüfusları iki milyon kadardır.

Çeşitli lehçelere ayrılan Türkçe için bugüne kadar pek çok sınıflandırma denemesi yapılmıştır. Bu denemeler çok ayrıntılı ve birbirinden oldukça farklıdır. Hemen hemen her birinde ayrı bir ölçü kullanılmış, pek çoğunda tarihî Türk lehçeleri ile bugünküler birbirine karıştırılmıştır. Yazı dillerine göre yapılacak bir sınıflandırma hem daha sade olacak, hem de bugünkü durumu daha iyi yansıtacaktır.
Başlangıçtan 13. yüzyıla kadar Türkçenin tek yazı dili vardı. Bu yazı dili bütün Türkler için ortaktı. 13. yüzyılda Türk yazı dili, Kuzey-Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmış ve 19. yüzyıla kadar bu şekilde gelmiştir. 6-7 asır boyunca, bütün doğu ve kuzey Türklüğü Kuzey-Doğu Türkçesini; bütün batı Türklüğü de Batı Türkçesini kullanmışlardır. Rus istilasından sonra, 19. yüzyılda batı kolu içinde Azerbaycan; Çin istilasından sonra da Kuzey-Doğu kolu içinde Kazan Türkçeleri ayrı birer yazı dili hâline gelmeğe başlamış; 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra ise başlıca Türk ağızları, Ruslar tarafından ayrı birer yazı dili hâline getirilmiştir.

Böylece ortaya çıkan bugünkü yazı dilleri şöyle sınıflandırılabilir:

A. Batı Türkçesi (Güney-Batı Türkçesi)

1. Türkiye Türkçesi 3. Azerbaycan Türkçesi
2. Gagavuz Türkçesi 4. Türkmen Türkçesi
B. Kuzey-Doğu Türkçesi (Doğu Türkçesi)
1. Özbek Türkçesi 9. Nogay Türkçesi
2. Uygur Türkçesi 10. Karaçay Türkçesi
3. Kazak Türkçesi 11. Malkar (Balkar) Türkçesi
4. Karakalpak Türkçesi 12. Kumuk Türkçesi
5. Kazan Türkçesi 13. Altay Türkçesi
6. Başkurt Türkçesi 14. Hakas Türkçesi
7. Kırım Türkçesi 15. Tuva Türkçesi
8. Kırgız Türkçesi

BUGÜNKÜ TÜRK YAZI DİLİNİN KULLANILDIĞI BÖLGELER

Batı Türkçesi (Güney-Batı Türkçesi) kolundaki

Türkiye Türkçesi: Türkiye ve KKTC’de
; Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya’daki Türkler arasında; Rusya’daki Ahıska (Meshet) Türkleri arasında ve Avrupa’daki, Amerika’daki, Avustralya’daki, Arap ülkelerindeki Türk vatandaşları arasında,

Gagavuz Türkçesi: Moldavya, Ukrayna, Bulgaristan ve Romanya’daki Türkler arasında,
Azerbaycan Türkçesi: Kuzey Azerbaycan’da (Azerbaycan ve Gürcistan’da), Güney Azerbaycan’da (İran’da),

Türkmen Türkçesi: Türkmenistan’da, İran’ın Horasan bölgesinde; Afganistan ve Pakistan’daki Türkmenler arasında konuşulmaktadır.

Kuzey-Doğu Türkçesi (Doğu Türkçesi) kolundaki
Özbek Türkçesi: Özbekistan’da, Afganistan ve Pakistan’daki Özbekler arasında,
Uygur Türkçesi: Doğu Türkistan’da (Çin) ve Kazakistan’daki Uygur Türkleri arasında,
Kazak Türkçesi: Kazakistan’da ve Doğu Türkistan’daki (Çin) Kazak Türkleri arasında,
Kırgız Türkçesi: Kırgızistan’da ve Doğu Türkistan’daki Kırgızlar arasında,
Kazan (Tatar) Türkçesi: Tatar Muhtar Cumhuriyeti’nde,
Başkurt Türkçesi: Başkurdistan’da,
Kırım Türkçesi: Kırım’da, Romanya’daki Kırım Türkleri arasında,
Karakalpak Türkçesi:Aral gölü çevresinde Karakalpaklar arasında,
Altay Türkçesi: Altay Muhtar Cumhuriyeti’nde,
Hakas (Abakan) Türkçesi: Dağılan Sovyetler’deki Hakas Türkleri ve Çin’in Kansu Eyaletindeki Hakaslar arasında,
Tuva Türkçesi: Tuva Muhtar Cumhuriyeti’nde ve Moğolistan’daki Tuvalar arasında konuşulmaktadır.
Kuzey Kafkasya’da ise, Nogay, Karaçay, Malkar (Balkar) ve Kumuk Türkçeleri konuşulmaktadır.
Sovyet politikasının bir sonucu olarak eski Sovyetlerdeki nüfus dağılımının çeşitlilik gösterdiğini hatırlatmakta yarar vardır. Günümüz için bile meselâ, Türkmenistan denilince nüfusunun çoğunluğunu Türkmen Türklerinin oluşturduğu ülke akla gelmektedir. Ancak sayıları az olmakla beraber milliyetleri farklı grupların yanında değişik Türk boylarından Türklerin de bu ülke sınırları içinde yaşadığını belirtelim. Bu durum, diğer Türk Cumhuriyetleri için de geçerlidir. Türkçenin konuşulduğu yerleri değerlendirirken bu özellik de göz önünde bulundurulmalıdır.

Günümüzde Türk dili, üç değişik alfabe ve yirmiden fazla yazı diliyle varlığını devam ettirmektedir: Türkiye, KKTC, Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya’daki Türkler Lâtin temeline dayalı Türk alfabesini; dağılan Sovyetlerdeki Türkler kiril harflerine dayalı alfabeleri; Çin, İran, Afganistan ve Irak’taki Türkler, Arap harflerine dayalı alfabeleri kullanmaktadırlar. Azerbaycan, Türkmen, Özbek, Kırım, Gagavuz ve Karakalpak Türkleri Lâtin temeline dayalı alfabelere geçiş yapmışlardır. Türk Cumhuriyetleri ve muhtar cumhuriyetlerden bazılarında ise Lâtin temeline dayanan alfabeye geçiş hazırlıkları devam etmektedir.

Burada saydığımız Türk yazı dillerinden Türkiye Türkçesine en uzak olanları Altay ve Tuva-Hakas Türkçeleridir. Bunun sebebi hem coğrafî uzaklık hem de kültür farklılığıdır. Esasen Altay ve Tuva-Hakas Türkçeleri, asırlarca sadece konuşma dili olarak kullanılmış, son yıllarda yazı dili haline getirilmiştir.

Türkçenin Kuzey- Doğu koluna giren yazı dilleri kendi aralarında; Batı koluna giren yazı dilleri de kendi aralarında birbirine çok yakındır. Meselâ bir Azerbaycan Türkü ile, Türkiye Türkü daha ilk karşılaşmalarında yüzde 80-90 oranında anlaşabilirler. Türkiye’ye gelen bir Azerbaycan Türkü veya Azerbaycan’a giden bir Türkiye Türkü en geç bir hafta içinde yüzde yüze yakın bir anlaşma seviyesine ulaşırlar.

Kuzey-Doğu koluna giren Özbek ile Uygur Türkçesi, yahut Kırgız Türkçesi ile Kazak Türkçesi arasındaki durum da aynıdır. Gerçekte Türkçenin Kuzey-Doğu ve Batı olmak üzere iki yazı dili vardır. Diğerleri aslında birer “ağız”, birer “konuşma dili” iken son asırlarda yapay olarak yaratılmış yazı dilleridir. Bunlar arasındaki temaslar kesilmekte, her birinin ağız malzemesi olan gramer şekilleri ve kelimeler yazılı eserlere geçirilmekte ve böylece farklılıklar artırılmaya çalışılmaktadır. Bunun yanında Türkiye Türkçesinde meydana getirilen yeni kelimeler de diğer Türk yazı dillerinde bulunmadığı için farklılığı artıran bir sebep olmaktadır. Meselâ hayat ve zevk gibi kelimeler hemen hemen bütün Türk yazı dillerinde vardır; fakat yaşam’ı ve beğeni’yi hiçbiri tanımaz.

1920’lerden itibaren ağızları ayrı yazı dilleri haline getirilen Rusya’daki Türk kavimlerinin birbirleriyle temasları da kesilerek anlaşma imkânları kaldırılmak istenmiştir. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Söz gelişi Muğla ağzında bulunan “gelibatı, gidibatı, alıyomas” gibi şekiller ve yazı dilimizde bulunmayan Muğla ağzına mahsus yüzlerce kelime gazetelere, dergilere, kitaplara geçirilerek ayrı bir yazı dili oluşturulursa ve bu dili kullananlar bizlerle elli yıl temas ettirilmezse anlaşmayı az çok zorlaştıran bir durum ortaya çıkar. Aslında Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki fark, hemen hemen Muğla ağzı ile yazı dilimiz arasındaki fark kadardır. Hatta Doğu Karadeniz ağzı daha da farklıdır; Rizeli Türk celdum, Azerbaycan Türkü geldim der. Bugün, aradaki temas kopukluğu yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır.

Daha 13. yüzyılda iki ayrı yazı dili haline gelmiş bulunan Batı Türkçesi ile Kuzey-doğu Türkçesi arasındaki fark bugün biraz daha fazladır. Ancak bu fark, anlaşmayı tamamen ortadan kaldıracak kadar değildir. Çeşitli sebeplerle Türkiye’ye gelmek zorunda kalan Kazak, Uygur, Özbek Türkleri; en geç bir ay içinde Türkiye Türkçesini anlar hale gelmekte; öğrenim için Türk cumhuriyetlerinden ve akraba topluluklarından Türkiye’ye gelen, bulundukları sınıflara intibak ettirilen öğrenciler, fazla güçlük çekmeden dersleri takip edebilmektedirler. Yabancı bir dili konuşanlar için bu intibak mümkün değildir.
Türk dilinin bugünkü durumu ve yayılma alanları genel çizgileriyle böyledir. Ancak birkaç noktayı daha belirtmek gerekir:

Rumeli Türklerinin büyük ekseriyeti Türkiye’ye göçmüş bulunmaktadır. 1912’den önce Bulgaristan ve Batı Trakya’daki Türklerin sayısı, şimdi oralarda bulunan milletlerin sayısından fazlaydı. Batı Trakya bölgesinde ve Ege adalarında kalan 190.000 kadar Türk ile Kıbrıs ve Yugoslavya’daki Türkler, Türkiye Cumhuriyetinin resmî alfabesini ve yazı dilini kullanmaktadır.
Irak Türkleri yazı dili olarak Türkiye Türkçesini kullanırken, Arap harfli Türk alfabesiyle yazmaktadırlar. Irak Türklerinden de Türkiye’ye göçenler bulunmaktadır.

Suriye’nin kuzeyinde ve Lâzkiye bölgesinde yaşayan Türklerin herhangi bir neşriyatı yoktur. Bunlar Türkiye Türkçesinin Güneydoğu ağızlarına yakın bir ağızla konuşurlar.
İran’daki Azerbaycan Türkleri, şahlık rejiminin sonuna kadar yayın faaliyetinde bulunamıyorlardı. 1978’den beri Azerbaycan Türkçesiyle gazete, dergi ve kitap çıkarmakta ve radyo yayını yapmaktadırlar. Kullandıkları alfabe, Arap harfli Türk alfabesidir.

Kırım Türkçesi aslında Kuzey-Doğu Türkçesinin bir kolu olmakla birlikte Kırım, 1475-1774 yılları arasında 300 yıl Osmanlı idaresinde kaldığından büyük ölçüde Batı Türkçesinden etkilenmiştir. 1783 yılında Rus hakimiyetine giren Kırım Türklerinin büyük çoğunluğu muhtelif tarihlerde Romanya ve Türkiye’ye göçmüşlerdir. Türkiye’dekiler konuşma dili olarak Kırım Türkçesini hâlâ kullanmakta, yazı dili olarak Türkiye Türkçesine bağlı bulunmaktadırlar. Kırımlılardan tahminen 40-50 bin kişilik bir grup da ABD ve Kanada’da yaşamaktadır.

Rus hakimiyetinden sonra, geçen asrın ikinci yarısında Kuzey Kafkasya’daki bazı Karaçay ve Kumuk Türkleri de Anadolu’ya göçmüşlerdir. Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilen Karaçaylarla, Kumuklar kendi ağızlarını konuşma dili olarak hâlâ kullanmaktadırlar. Türkiye’de, sayıları birkaç bin civarında Kazan ve Batı Sibirya Tatarı da bulunmaktadır. Birkaç bin Tatar da Finlandiya’da yaşamakta ve Latin harflerine dayalı bir alfabe kullanmaktadır.

Kafkasya’daki Karaçay ve Malkar (Balkar) Türkleri 1944 yılında Sibirya’ya sürülmüş, 1958’de tekrar yurtlarına dönmelerine izin verilmiştir. Bir kısmı hâlâ sürgünde bulunmaktadır.

1989 nüfus sayımında Sovyetler Birliği’nde 207.369 kişi Türk gösterilmiştir. Sovyetler Birliği’nin resmî politikasında oradaki Türk boylarının Türk olduğu kabul edilmemekte; her biri Özbek, Kazak, Azerî vb. adlarla ayrı millet sayılmakta; dilleri de ayrı dil kabul edilmektedir. Nüfus sayımında Türk olarak geçen 207.369 kişi ise Posof (Kars) sınırına yakın bölgelerde oturan Ahıska (Meshet) Türkleridir. Ahıska Türklerinin önemli bir kısmı hâlâ Taşkent civarında yaşamaktadır.
Uzun mücadeleler sonunda Doğu Türkistan’da 1944-1949 yılları arasında “Şarkî Türkistan Cumhuriyeti” kurulmuş, fakat Çinliler tarafından göçe zorlanmaları üzerine birkaç bin Kazak ve Uygur 1953-1954 yıllarında Pakistan ve Hindistan üzerinden Türkiye’ye iltica etmiştir. Bir kısmı ise Suûdî Arabistan’a göçmüştür.

Son olarak Afganistan’da meydana gelen olaylar, Güney Türkistan denilen Afgan Türkistanı’ndaki Özbek, Türkmen, Kazak ve Kırgızların önemli bir kısmının Pakistan’a sığınmasına yol açmıştır. Bunlardan 5.000 kadarı Türkiye’ye göçmen olarak kabul edilmiştir.

Türkiye Türklerinden sayıları milyonlarla ifade edilebilecek miktarda Türk’ün, başta Almanya olmak üzere Avrupa ve Arap ülkelerine hatta Amerika ve Avustralya’ya beyin ve iş gücü dolayısıyla gittiklerini, bir kısmının oralarda kaldıklarını kaydetmek lâzımdır. Kıbrıs Türklerinin önemli bir bölümü Türkiye’ye göçmüş, 80.000 kadarı İngiltere’ye yerleşmiş, 200.000 kadarı ise KKTC’de kalmıştır.

Bugün dünyada Türkçe konuşan kişiler için kesin bir sayı vermek, mevcut istatistiklerin ve rakamların çok eski ve sağlıksız olması yüzünden oldukça zor olmakla birlikte tahminler 200-250 milyon civarındadır. Pratik bir hesapla her 100 Türk’ten 40’ı Türkiye ve Kıbrıs’ta; 40’ı Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde ve muhtar cumhuriyetlerle Rusya’da; 10’u diğer ülkelerde yaşamaktadır. Kalan 10’u ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin idaresinde (Doğu Türkistan’da) varlığını devam ettirmektedir. Dünya dilleri sıralamasında ise “başka dil ailelerinin üyeleri ile karşılaştırılırsa, bütün lehçe ve şiveleriyle Türk Dili Çin, Hind, Roman, Cermen, Slav, Arap ve İndonezya’dan sonra sekizinci sırada yer alır.”[4][1]

Türk dilinin bugünkü durumu için tablonun çok iç açıcı olduğunu söylemek zordur. Osmanlı Türkçesinin çekildiği yerlerde Türkçe gittikçe zayıflamaktadır. Dağılan Sovyetlerdeki Türk yazı dillerine Rusça kelimeler sokulmuş, uygulanan alfabelerle bazılarının fonetik sistemi alt üst edilmiştir. Türkiye’de batı dillerine ait kelimelerin istilası yanında, sadeleşme adına kültürsüz ve medeniyetsiz bir kabile diline doğru hızla yol alınmaktadır. Türkçenin zenginliklerinden, anlatım kolaylıklarından, inceliklerinden yararlanılamamaktadır. Kaba sözlerin ve argonun kullanımındaki sıklık her geçen gün artmaktadır. Sezgiye dayalı bir anlaşma yolu tercih edilerek günlük kullanımdaki kelimelerin sayısında bir azalma görülmektedir. Basın yayın organlarında ana dilimize gereken önemin verilmemesi, saygının gösterilmemesi, bu alandaki kontrolsüzlük ve Türkçeyi Koruma Kanunu’nun çıkarılamaması sebebiyle olumsuz bir gelişme gözlenmektedir.

Bu olumsuzlukların yanında Türk dili ve Türklük âlemi açısından son yıllarda -aşağıda bazılarını sıraladığımız- sevindirici gelişmelerin olduğunu da belirtelim:

· Sürekli Türk dili kurultaylarında, Türk dünyasından bilim adamlarının da katılımlarıyla Türk dilinin bugünkü meseleleri, ortak yazı dili, ortak alfabe gibi konular tartışılarak bu yolda epeyce mesafe alınmıştır.

· Düzenli olarak, Türk devletleri ve topluluklarıyla dostluk, kardeşlik ve işbirliği kurultayları yapılmaktadır.
· Türkçe konuşan ülkelerin devlet başkanları her yıl bir araya gelerek Türk dünyasının sorunlarını tartışmaktadırlar.

· Fen-Edebiyat Fakültelerinin bazılarında, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümleri açılmıştır.

· Kazakistan’daki Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi’nde 1991’den beri Türkçe öğretim devam etmektedir. Yine Kırgızistan’daki Bişkek Manas Üniversitesinde de Türkçeyle eğitim yapılmaktadır. Ayrıca Türk Cumhuriyetlerinden bazılarındaki üniversitelerde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri açılmıştır.

· Millî Eğitim Bakanlığınca, Türk Cumhuriyetlerinde açılan Türkiye Türkçesi Eğitim Öğretim Merkezleri, İlköğretim Okulları ve Anadolu Lisesi statüsündeki okullarda eğitim öğretim devam etmektedir.

· Orta dereceli okullarımızdaki Türk Dili ve Edebiyatı dersinin müfredat programına dış Türklerin edebiyatlarından örnekler de dahil edilmiştir.

· Türk Cumhuriyetlerinden ve akraba topluluklarından gelerek Türkiye’de yüksek öğrenim gören gençler, eski bağların yeniden canlanmasında köprü görevini üstleniyorlar. ÖSS’de Türk cumhuriyetlerindeki üniversiteleri tercih ederek aynı maksatla buralara giden gençler, soydaşlarıyla kaynaşma imkânını da buluyorlar.

· Çağdaş Türk lehçelerinin çoğunun grameri Türkiye Türkçesiyle de yazılmıştır. Yeni bir alan olarak lehçelerle ilgili çalışmalar ağırlık kazanmıştır.

· Ortak Türk edebiyatı ve ortak tarih projesi tamamlanmak üzeredir.

· Türk Cumhuriyetlerinin tarihi konusunda müstakil kitaplar, farklı alfabelerle basılmıştır.

· Sözlüklerle ilgili çalışmalar devam etmektedir. Türkmen Türkçesi Sözlüğü, Gagauz Türkçesinin Sözlüğü, Karaçay Lehçesi Sözlüğü,... gibi sözlüklerden bir kısmı Türkiye Türkçesiyle yayınlanmıştır.
· Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, 1991 yılında tamamlanarak basılmıştır.

· Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, epeyce uzun bir zamandan beri yayınladığı Türk Kültürü adlı dergisinde Türk dünyasıyla ilgili geliş*melere, yeniliklere, kültür faaliyetlerine yer vermektedir.

· Türk Dil Kurumu, altı ayda bir yayınladığı Türk Dünyası Dil ve Edebiyat dergisinde Türk lehçeleriyle ilgili yazılara yer vermektedir.

· Yıllardan beri yayınlanan Kardaş Edebiyatlar dergisini de burada özellikle anmak gerekir.

· Ankara Üniversitesi TÖMER, 1995 yılından beri iki ayda bir Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Dergisi’ni çıkarmaktadır.

· Bir çoğu T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan, Türk lehçeleri ve edebiyatlarından seçmelerle oluşturulan antolojileri ve bu lehçelerin seçkin edebî eserlerini Türkiye Türkçesine aktarılmış şekliyle bulmak mümkündür.

· Ankara’da yıllardan beri yayınlanan Emel ve Emel’imiz KIRIM dergileri Kırım ve Kafkas Türklerinin dil ve edebiyatlarından örnekler vermektedir.

· Türkiyeli iş adamlarının Orta Asya’nın hemen her yerindeki ticarî faaliyetleri, buralarda Türkiye Türkçesini öğrenmeyi cazip hâle getirerek Türkçenin İngilizce’den daha muteber bir dil olmasını sağlamıştır.

· Türk boylarının yaşadıkları yerleri, 1990 yılı öncesinde haritada gösteremeyecek vatandaşlarımız bile ticarî faaliyetlere katılma veya inşaat sektöründe çalışma gibi sebeplerle bu yerleri artık çok iyi bilmektedirler.


http://takkkkk.blogcu.com/turk-dilinin-tarihi-donemleri-ve-gelismesi/607384
 
Üst