Turgut Cansever Kitapları

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Turgut Cansever

12 Eylül 1921'de Antalya'da doğdu. DGSA Yüksek Mimarlık Bölümü'nden 1946'da mezun oldu. 1949'da İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nde doktorasını tamamladı. 1947- 1951 yılları arasında DGSA'da öğretim üyeliği yaptı. 1951'de kendi mimarlık bürosunu kurdu. 1957 yılında İstanbul Belediyesi'nde planlama danışmanı olarak çalıştı ve İstanbul metropolü gelişme biçimi ile ilgili ilk çalışmaları, çözüm alternatiflerini geliştirdi. 1957'de İmar Yasası ve İmar İskan Bakanlığı kuruluş çalışmalarına katıldı. 1961'de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü'nün kuruluşunu sağladı ve İstanbul geçiş dönemi nazım planını hazırlattı. 1960'da ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde iki yarı yıl diploma projesi hocalığı yaptı. 1974-1975'te İmar İskan Bakanlığı'nda danışmanlık ve İstanbul Nazım Plan Bürosu başkanlığı yaptı. 1975-1980 yıllarında İstanbul Belediyesi'nde İstanbul metropol gelişme planında uygulanması öngörülen su, pis su, ulaşım, konut, turizm, koruma, şehir merkez alanları, yeni yerleşmeler, yeni sanayi bölgeleri, liman vs. gibi çeşitli projelerin uygulanması belediye başkanlığında danışman olarak görev yaptı. 1983'te Mekke Üniversitesi'nde eğitim programı hazırlık danışmanı olarak çalıştı. Aynı yıl, Aga Khan Mimarlık Ödülü Master Jürisi'nde görev aldı. Mimarlık ve kent sorunları üzerine çeşitli makaleler yayımladı. Turgut Cansever, mimaride evrensellik ve yerellik, standartlar ve çeşitlilik, mimarinin genetik meseleleri ve tezyinilik konularında teorik görüşlerini uygulamalarında gündeme getirdi.

1980'de Türk Tarih Kurumu binası (1951-1967, Ankara, Ertur Yener ile birlikte gerçekleştirdiği) ve Ahmet Ertegün evi yenilemesi (1971-1973, Bodrum) ile iki Aga Han Mimarlık Ödülü ve 1992'de M.Öğün, E.Öğün, F.Cansever ile birlikte üçüncü defa Aga Han Mimarlık Ödülü'nü kazandı. Ertur Yener ve Mehmet Tataroğlu ile birlikte 1958 yılında Diyarbakır Koleji Müsabakasını ve 1960'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi uluslar arası proje müsabakasını kazandığı halde bu projeleri uygulanmadı. 1980'de hazırladığı Ankara Ulusal Müze projesi, 1984'te hazırladığı Avanos Kaya Oteli projesi, Ankara Batıkent için geliştirdiği konut projeleri, Muğla Yağcılar Hanı projesi de pek çok diğer projesi gibi uygulanmadı. Uygulanan diğer eserleri arasında Çengelköy'de Sadullah Paşa Yalısı restorasyonu (1949- 1951, İstanbul), Karatepe Açık Hava Müzesi (1957, Adana), Salacak'ta Çürüksulu Ahmet Paşa Yalısı, Sn. Muharrem Nuri Birgi evi yenilemesi (1968-1971, İstanbul), Rafet Ataç Evi (1986-1989, Burgazada, İstanbul), Akın Yalısı (1989-1992, Vaniköy, İstanbul), Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (1988- , Bodrum) sayılabilir.

 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45


Haziran 2008

Dünyada, Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü üç kez alan tek mimar olan Turgut Cansever’in İstanbul’a ilişkin derinlikli görüşleri bu kitapta toplandı. Kendine özgü düşünme sistemini yine kendine özgü bir sesle dile getiren Turgut Cansever, İslam mimarlık mirası içinde İstanbul’u, Boğaziçi’ni, Haliç meselesini, bahçe kültürünü, tarihî yarımadanın yüz yüze kaldığı meseleleri ve bu eşsiz şehre ilişkin pek çok konuyu yıllardır gündeme taşıdı, çözümler sundu. Bütün bu çalışmalar, İstanbul’u Anlamak’ta bir araya geliyor. Cansever’in İstanbul üzerine ortaya koyduğu metinler, onun görev bilincinin en parıltılı tecellilerindendir. Elinizdeki eser, İstanbul'un geçmişinden yola çıkarak bugününe ve geleceğine ışık tutmaktadır. Sayfa Sayısı: 352
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
Turgut Cansever'den iki mimari şaheser

Dünyaca ünlü Mimar Turgut Cansever'ce 1949 yılında hazırlanmış Türkiye'nin ilk Sanat Tarihi Doktora tezi ile Türk Mimarisinin dev ismi Mimar Sinan'a dair görkemli çalışmalara kütüphanezide yer açın.


Cansever’in 1949 yılında yayına hazırladığı doktora çalışmasının yarım asrı aşan bir süreden sonra kitap olarak yayınlandı. Sonsuz Mekanın Peşinde adını taşıyan eser, Selçuklu ve Osmanlı sanatında Sütun Başlıkları Kayseri'deki Huant Hatun Camii'nden Amasya'daki Kapı Ağası Medresesine kadar muhtelif illerimizde yer alan 248 Cami, saray, medrese vs. mimari yapılar üzerinde gerçekleşetirilen araştırmalar ünlü Mimarın Türk Sanatına dair görüşlerini içeren eserde çok sayıda resim ve çizimde yer alıyor...
Öte yandan Mi*mar Si*nan üze*rin*den İs*lam-Os*man*lı mi*mar*lı*ğı*nı öz*gün bir yak*la*şım*la ele alan, an*cak epey*ce bir za*man*dır sa*de*ce ta*lih*le*ri ya*ver gi*den is*tek*li*le*rin sa*haf*lar*dan te*min ede*bil*dik*le*ri ki*tap da, Kla*sik Ya*yın*la*rı eliyle ye*ni*den oku*yu*cuy*la bu*luş*tu.
Merhum Turgut Cansever'in tezinden hareketle baskıya hazırladığı Sonsuz Mekanın Peşinde adlı eseri hakkındaki sözleri ilginç; "Ben doğrusu bir şeyden çok emindim. Hatırlıyorum, Çocuklarım, kardeşlerim, 'Sen bunları yazıyorsun ama kim okuyacak,, yazacak?" diyorlardı. "Birileri okuyacak biliyorum' diyordum"


Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken, 1949 yılında tez hakkında, "Memleketimizin hakiki sanat tarihi bu tarzda ciddi ve sabırlı araştırmaların mecmuuna dayanmak suretiyle vucüde gelecektir" ifadesini kullanırken, aynı yıl ünlü sanat tarihçimiz Prof. Dr. Mazhar Şevket İpşiroğlu, "Turgut Cansever'in doktora tezi, müellifinin yalnız kendi başına ilmi araştırma yapabilecek bir bilgi ve vukufa sahip olduğunu göstermekle kalmayıp, aynı zamanda kendisinin araştırma mevzuuna büyük bir sevgi ile kabul edilmesini ve yabancı bir dildeki tercemesiyle birlikte fakülte neşriatı arasında ilim alemine arzedilmesini uygun bulduğunu bildiririm" şeklinde görüş beyan etmiş.
Faruk Deniz tarafından kaleme alınan eserin önsözünde yer alan bilgiler ise şöyle: "
Türk yapı sanatı hakkında bugüne kadar yapılmış çalışmalarda umumî çerçeveyi aşmamak maksadıyla, yapı organlarına daima küçük bir yer ayrılmış ve bu unsurlar üzerinde pek az durulmuştur. Bu çalışmanın gayesi, Türklerin Anadolu’da dokuz asırdan beri devam eden hâkimiyetleri sırasında meydana getirdikleri sütun başlıklarını tanıtmak ve bunların geçirdiği istihaleyi açıklamaktır.
Selçuk ve Osmanlı sanatının değişik kolları üzerinde bugüne kadar yapılmış neşriyat, ya bu iki büyük devrin hususiyetlerini göstermekle iktifa etmiş veyahut da ancak mahdut birkaç eseri mevzu olarak alan monografilere inhisar etmiştir. Bu bakımdan, şimdiye kadar yapılmış çalışmalarda, çok umumî veya çok hususî meselelerle meşgul olmak neticesinde, bu iki sanat devrinin kendi içinde geçirdiği inkişafa umumî hatlarıyla temas edildiği veya bu mesele üzerinde hiç durulmadığı görülür. Bu mesaide ise, yalnız bir yapı organının hayatının tetkiki mevzu olarak alınmış olmakla bir unsur üzerinde meydana gelen değişmeleri yakından takip etmek mümkün olmuş, böylece Selçuk ve Osmanlı sanatının istihalesi ve bu unsur üzerinde değişik devirlerde kazandığı hususiyetler tesbit edilmiştir.
Bu suretle ele aldığımız Selçuk ve Osmanlı mukarnas ve stalaktit tezyinatında İslam âleminin başka hiçbir yerinde görülmeyen unsurların menşei meselesinin hallinden başka, mukarnas ve stalaktitlerin menşei de açıklanmış, bu mesele için şimdiye kadar ileri sürülen fikirler gözden geçirilmiştir. Selçuk yaprak tezyinatlı başlıklarının menşei ve istihalesi gösterilmiş ve Osmanlı stalaktitli ve baklavalı başlıklarının Selçuk İmparatorluğu ve Anadolu Beylikleri içinde rastlanan ilk örnekleri tanıtılmıştır.
Stalaktit ve baklava tezyinatlı başlıklardan başka, bunların ortadan çekilmesini intaç eden Osmanlı Barok, Ampir üslupları içinde 18. asrın ikinci yarısından 19. asrın sonuna kadar meydana getirilmiş başlıkları da bu çalışmanın içine almakla Türk yapı sanatının son örneklerini de tanıtmış oluyoruz.
Çalışmamıza, stalaktit ve mukarnasların sütun başlıkları üzerinde kullanılmasının Osmanlı sanatı için delalet ettiği manayı açıklayan bir kısım ilave edilmiştir.
Selçuk ve Osmanlı sanatı ismi altında iki büyük devir içinde mütalaa edilen bu dokuz asırlık devrede meydana getirilmiş sütun başlığı nev’i ve adedinin çokluğu, oldukça büyük bir miktarda fotoğraf ve resim kullanmayı icap ettirdi. Bilhassa saf, abstrakt, mukarnas ve stalaktit tezyinatlı başlıkların geçirdiği inkişafı izah edebilmek için fotoğraf miktarının artması zarurî oldu"
TURGUT CANSEVER'İN KALEMİNDEN MİMAR SİNAN
Klasik Yayınları'nın sanat tarihimiz açısından önemi büyük teziyle birlikte ünlü mimar Turgut Cansever imzalı ikinci bir önemli eseri de aynı ay içinde yayınladı.
Cansever bu eserinde, ülkemizin ve İslâm âleminin olduğu kadar bütün insanlığın büyük şahsiyeti Mimar Sinan’ın vücuda getirdiği mimarlık sanatı şaheserlerini, tarihî süreç içindeki kaynaklarına işaret ederek tanıtmayı amaçladığını belirtiyor.



İlk baskısı 2003 yılında Albaraka Türk tarafından yapılmış olan 376 sayfalık dev eserde Mimar Sinan7ın eserleri üzerine araştırmalar, düşünceler, dönem dönem eserlerinin analizi ve sanatı hakkında bilgiler yer alıyor.
Mehmet Öğün. kaleme aldığı önsöz'de eserin içeriği hakkında şu bilgilere yer veriyor: "


(Haber 7)
 

ismail

Yeni
Katılım
3 Mar 2007
Mesajlar
20,475
Tepkime puanı
2,063
Puanları
0
Yaş
45
CANSEVER’DEN BİR İLK

Tezi Sanat Tarihinde bir ilk!
Türkiye’de Sanat Tarihi sahasında doktora yapan tek mimar olan Cansever’in bu çalışması, Türkiye’ye has bir garabet örneğiyle görünmezlikten/bilinmezlikten geliniyor.

1946’da İstanbul Edebiyat Fakültesi Dekanlığına verilen bir dilekçe ile Türkiye’de Sanat Tarihi sahasında ilk doktora tezi için adım atılmış olur. Adımı atan Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık şubesinden mezun Turgut Cansever’dir. Türkiye’de Sanat Tarihi sahasında doktora yapan tek mimar olan Cansever’in bu çalışması, Türkiye’ye has bir garabet örneğiyle görünmezlikten / bilinmezlikten geliniyor. Eserin kültür dünyasına kazandırılmasında emeği olan Faruk Deniz’in hacimli girişinden öğrendiğimize göre, bu çalışmadan küçük bir kitapçık dışında bahseden herhangi bir kaynak ne yazık ki yok. Gariplik Türkiye’de olunca şaşırmıyoruz bile.

23313.jpg


1946 Güz döneminde derslere başlayan Cansever, “İslam sanatı” ve “Avrupa sanatı” sertifika derslerini alır. Hocası, Profesor Diez’dir.

Alman Hoca Profesör Diez
Avusturyalı Sanat Tarihçisi Josef Stryzgowski’nin öğrencisi olan Ernest Diez, İstanbul Üniversitesi’nin daveti üzerine 1943 yılında Sanat Tarihi kürsüsünde ders vermeye başlayan Alman hocalardan biri. Alman hocanın Türkiye’de başına gelmedik kalmamış. Bunda Almanya ile bozulan ilişkilerin etkisi olduğu gibi Hoca’nın eğilmez kişiliğinin etkisi de çok. Kırşehir ve Yozgat toplama kampları -bu kamplar üzerine yazı yazıldı mı ben bilmiyorum. Ama üzerinde durulması gereken bir konu-, tartışmalı “Türk Sanat Tarihi” kitabı hakkında yürütülen kampanyalar, Hoca’nın eğilmez kişiliğini daha da güçlendirdi. Hakkındaki kampanyalar, üniversite yönetimi üzerinde o kadar baskın gelmiş ki hoca “Üniversiteye ve Türk ilim hayatına istenilen faydayı temin edemediği” için üniversite ile ilişiği kesilir.

Tez Konusu: Türk Sütun Başlıkları
Cansever’i Sanat Tarihinde doktora yapmaya akademiden hocası Prof. İpşiroğlu sevk eder. İpşiroğlu Hocanın tasavvutuyla Prof. Diez’in yanında doktora tezine başlayan Cansever, Diez’in “genetik estetik” kavramından etkilenir. Hatta Cansever, “Diez’in 'genetik estetik' meselesi bizim hayatımıza tatbik edilebilseydi Amerikan kültürü üzerimizde bu kadar etkili olamazdı." diye söyler.
Diez’le tez konusunu konuşmaya giden Cansever, tezinin kendi lisans alanıyla irtibatlı olmasını söyleyen Hocasına önce katılmaz ama sonrasında İpşiroğlu’nun “Diez’i küçümseme” ihtarına uyarak konuyu kabul eder.

Seyahat Gerektiren Bir Tez
Cansever, Anadolu’da 14 şehir, 111 farklı yapıyı ziyaret eder. 252 tane fotoğraf tab eder. Batı’da Edirne, Doğu’da Kayseri sınırlarında sütun başlıklarını fotoğraflar. Gezdiği mekanlar hakkında bilgi alır. Gezilen yerler en çok 18. asırda yapılmış binalardır. Daha sonra 16 ve 15. asırlar takip eder. Mekanların 83’ü Osmanlı, 13’ü Selçuklu dönemine ait. Geri kalanları diğer dönemlere ait.

23315.jpg


Hilmi Ziya Ülken tez hakkında şunları söyler: “Tez bütün eksikliklerine rağmen kendi nevinde orijinal, ciddi ve mühim boşluğu doldurmağa namzet bir çalışma mahsulüdür.”
Mazhar Şevket İpşiroğlu da şöyle der: “Turgut Cansever’in doktora tezi, müellifinin yalnız kendi başına ilmi araştırma yapabilecek bir bilgi ve vukufa sahip olduğunu göstermekle kalmayıp aynı zamanda kendisinin araştırma mevzuuna büyük bir sevgi ile kendisini hasretmiş olduğunu da belirtiyor. Bu tezin pekiyi derece ile kabul edilmesini ve yabancı bir dildeki tercemesi ile birlikte Fakülte neşriyatı arasında ilim alemine arz edilmesini uygun bulduğumu bildiririm.”
1949’da İpşiroğlu’nun isteği 2010 yılı Ekim ayına nasip olur. Ama bu eseri basan Fakülte Yayınları olmaz. “Acaba bu eser o dönemde Fakülte Yayınları arasında basılsaydı bu sahada daha bereketli çalışmalara kapı aralanabilir miydi?” sorusu, cevabını erbabından beklemekte olan bir soru.
Türkiye’de bir tezin oluşum ve yayınlanış hikayesinden haberdar olduk. 1949’da doktora tezinin kabul edilme hikayesi bu... Ya bugün tez hazırlayanlar ya da tez hazırlatanlar nasıl hazırlıyorlar ya da hazırlatıyorlar tezlerini?

Bir tez nasıl kitaplaşır?
İpşiroğlu Hoca’nın isteği görmezlikten gelinmiş olmalı ki Turgut Cansever’in sahasındaki ilk doktora tezi, 1949’da yayım yüzü göremedi. Bu olayda sufilerin “nasip” ve “takdir” ifadelerini de yadsıyor değilim. Ama bu “nasip”e karışan, nasipmiş gibi görünen şahsi kıskançlıkları nasıl okumak gerekir ya da nasip dairesinin neresine koymak gerekir?

23316.jpg

Turgut Cansever, Sonsuz Mekanın Peşinde1949-1999… Arada koca bir yarım asır, iki nesil… Cansever’in neslinden sonra iki nesil … İki değişik bakış açısı… Bir seminer dersi... Derste bütün haliyle Anadolu insanını yansıtan bir genç... Rikkati dikkati ile hemdem… Sürekli gelişen irtibat… İrtibat; önce kitapla tanışma, sonra derinlemesine tanıma... Şu cümleyi dikkatlice okumak lazım: “Cansever’in bütün kitaplarını okuduktan sonra, her okur gibi (böyle bir okur zümresi azın azı olsa gerek) doktora ve doçentlik tezlerini de merak ettim.” İşte dikkat ile rikkatin bir arada olduğu bir cümle. Bugün bir ilim insanı sevip de onunla ilgili her şeyi merak edip yola revan olarak onunla ilgili her şeyi anlamaya çalışan kaç isim var? İnsafsızlık zırhını giyeyim o zaman: İki elin parmakları sayısı kadar yoktur.
Eğer bir şey olacaksa, olacak olan sebepler dairesinde kendine mekânlar açar ve olacak olanı biz de görürüz. 2006-2007 yılları arasında gerçekleştirilen bir dizi söyleşi elimizde imkâna ya da kitaba ulaşmamıza önemli bir kapı aralamış. Faruk Deniz bu söyleşilerin de kitaplaşma aşamasında olduğundan bahsediyor ki bu Cansever’le bizlerin ve sonraki nesillerin buluşması anlamında önemli bir adım. Cansever’in şu ifadesi tezinin yayımlanması konusunda bir kapı aralıyor: “Ben doğrusu birçok şeyden emindim. Hatırlıyorum; çocuklarım, kardeşlerim ‘Sen bunları yazıyorsun ama kim okuyacak ya da yazacak?’ diyorlardı. ‘Birileri okuyacak biliyorum’ diyordum. Çok bahtiyarlık oldu benim için.”
2007 yılında bir sergi sonrası tezler ilgili bütün malzemeler Faruk Deniz’e ulaştırılır. Cansever ber-hayat olduğu günler. Tez çalışması, tezin kitaplaştırılması aşamasından daha önemli işler de gerektirir. Çünkü tezin ana gövdesini oluşturan yapılardan biri de fotoğraflardır. Fotoğrafların bir kısmı elde vardır, diğer bir kısmını da çekmek gerekmektedir. Anlatılan mekânları ziyaret etmek ve oradaki sütunları fotoğraflamak Faruk Deniz’in kaderi olur. Mimar H.İbrahim Düzenli gibi dostları Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri ve Konya’daki eserlerin fotoğraflanmasında yardımcı olur.
Günlerce süren bir emek mahsulü, kalem işi tez çalışması böylelikle basım aşamasına gelir.

Tezin anlamı
Tez, sanat tarihi açısından ilk olmasının yanında bir medeniyet bakışının esere nasıl aksettirildiğini göstermesi bakımından önem arz ediyor. Cumhuriyet sonra mimari gelenek olmadığı için -Cumhuriyetçiler ellerindeki İstanbul AKM'den tek Cumhuriyet yapısı olduğu için vazgeçmiyorlar herhalde- bugün ortada başta ibadet edilen mekânlar olarak camiler ya da yaşanılan mekân olarak evlerde kirişlerin birbirine geçiş noktaları ya da kolonların yerleştirilmesi ya da taşıyacağı yükle irtibat noktaları o kadar biçimsiz ki eski yapı anlayışını anlamak bizler için zor oluyor. Eski evler, yerini çok katlı yapılara terk etti bile. Yine de özellikle ibadethanelerde karşımıza çıkan sütunlar, yerleştirilen başlıkları ve bunların tarihi süreç içindeki yerini, değişimini takip etmek geçmişe kurulacak sağlam köprülerin geleceğe uzanmasına vesile olacaktır. Bu yapılan çalışma sonrasında insanın kadim yapılar olan ibadethaneleri maddi unsurlarıyla anlamak noktasından yardımcı olabileceğine inanıyorum. Farkındalık, yapılan bir işten zevk almayı gerekli kılar.
Mekânı fark etmek insanın kendisini fark etmesi demektir. O zaman yolculuk kendinden kendinedir. Faruk Deniz de kendinden kendine bir yolculuk gerçekleştirmiştir. Faruk Deniz, yolculuk notlarını da yayımlasaydı eserin lezzeti daha da artardı.

Zeki Dursun
 
Üst