Tevhid akidesini bilmeyi tevhid hakikatini yaşamak sanan ey cemaatçi kardeş

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Tevhid akidesini bilmeyi tevhid hakikatini yaşamak sanan ey cemaatçi kardeş

Tevhid akidesini bilmeyi tevhid hakikatini yaşamak sanan ey cemaatçi kardeş. Her sevdiğin Sevgili oldu mu, her sevmediğin Sevgili oldu mu? Tevhid üzerine şu kadar uzun konuşup yazmayı, seminer vermeyi tevhid hakikatini vücudunda tatbik etmek zanneden kardeş, hepimiz zalim ve câhiliz. En büyük zulmü kendimize yaptığımızdan kendimizin mazlumuyuz da bir yandan. Tevhid hakikatinden bir zırnık düşse payımıza evliya olurduk. Sana soracaklarımı bil ki kendime de sormuş oluyorum. Gayrı yok çünkü. Bildin mi?

Kendine / cemaatine taban tabana zıt bir fikri ve üslubu aynı kendinden bilerek, düşmanlaştırmak ve nefret bombardımanına başlamak yerine önüne arkasına, evveline sonrasına bakıp hak vermesen de anlamaya, yaklaşmaya çalıştın mı? Bütünleşmenin, örtüşmenin, vuslatın bir süreç değil an olduğunu, anın sonsuzluğunda her dem olup durmasının adaletle ilişkisini kurdun mu? Yalana şantaja tehdide bel bağlayıp adalet dağıtma mercii olduğunu sanarak tevhid hakikatine erdiğini düşünmenin insanı yolda bırakacağını gördün mü?

"Öyle ilim vardır ki onu ancak marifet ehli bilir, gizlenmiş mücevherat gibidir..." Hadisinin sırrına cemaat halinde varılamayacağını, hiçbir topluluğun İslamı en iyi biz temsil ederiz diyerek başkalarına hakikati topluca tebliğ ederek irşad makamına ulaşamayacağını bildin mi? Hile ve yalanla sınavlara adam sokarak devlete girmenin ve sırlarını ifşa ederek sözümona rüşveti engellemek adına devlete darbe düzenlemenin tevhid hakikatine varmaya kimseyi götüremediğini? İntikam şantaj ve tehditle, göz kırpmadan yalan söylemekle tevhid hakîkatine erilemeyeceğini?.. Bildin mi?

Devlete hileli yollarla girerek darbeye kalkışmanın "hükümet hikmetullahtır" sırrını paylaşanlar için tevhid hakikatini zedeleyen bir tavır olduğunu idrak ettin mi? Ya devleti eleştirmekle devlete darbe düzenlemek arasında Hz. Ali"nin nefsine karşı cihadının ölçüsü kadar büyük bir fark olduğunu? İntikam, hırs, saldırganlık, alaycılık ve hakaretle direniş olmayacağını vücudunla icra ettin mi peki? Kan kusa kusa?

Aylarca hemen her yazısından sonra hakaret ve iftiralar attığın kişinin sana bu yaptığının ne kadar ciddi bir yükümlülük olduğunu defalarca yazılarında iyi niyetle hatırlatan sözlerine bir kez kulak verdin mi? Tevhid ehli isen iftira attığın kişinin gerçeğiyle ilgilenmek yerine kulaktan dolma yalanları çoğaltmanın ıstırabını nefsinde duydun mu? Kendi hatalarına kör kalmanın başkalarına zulme yol açtığını ve burada âmâ olanın orada da âmâ olacağının an"daki açılımını nefsinde bildin mi?

O dostun ancak senin anlayacağı dilden konuştuğunda ne dediğini fark etmekle... Ve kuyruğuna basılmış köpek gibi gece gündüz onun üstüne topluca çullanmakla tevhid hakikatine varamayacağını anladın mı? Gerçeği durmadan örterek, hiç kendine dönüp bakmayarak, kendini gerçeğe örtü yaparak tevhid hakikatini bulamayacağını idrak ettin mi?

Resulullah"a uzanan aşk şahitliği silsilesine bağlanma gereği yok diyerek, ferde değil cemaate gelen nimetlerin önemine bel bağlayarak, nefsini levm etme mertebesine dahi çıkma gereği duymayarak... Hazreti İnsan olunamayacağını bildin mi?

"Resulullah"ın (sav) her sûrette bir sûret bulma makamı vardır ve bu haliyle O, sûretlerin tümünde tecelli eder" sözünü açan Cîlî kadar bir tefekküre dalmak yerine Resulullah sırrını bir dizi filmde kamyonete ışık yansıtarak görselleştirmenin abesliğini kavradın mı?

Resulullah mânâsının "zamanın en kâmili sûretinde görülmesi"nin, an"daki tecellî ve anlamlarını açmak yerine onu bir efsane kişiliğe hapsetmekle tevhidin hakikatine varamayacağını bildin mi?

Nefsini ruha miraç ettiremeyen insanın kâmil olamayacağını anladın mı? Tevhid hakikatine, ancak ayetteki gibi din tamamen olduğunda varılacağına uyandın mı?

Tevhid akidesini öğretmekle bunun hakikatini nefsinde yaşamak arasındaki farkı ayırt edebilecek denli kurban ettin mi nefsini? Hızır Aleyhisselam masum oğlanı boğduğunda itiraz eden Musa olmak yerine... Koskoca bir topluluk olarak bir kişiye öfke ve intikam hissiyle savaş açma tavrını tevhid hakikati açısından sorguladın mı? Ya devlete darbeye kalkışmanın? Nefsinin "ileride fasık olacak" yüzünde şimdi kin kustuğun her şeyin suretini görebildin mi?

"İlm-i ledün konuşan hiçbir Veli celalî sözlerle insanları korkutma yoluna gitmez. Çünkü onda merhamet esması hakimdir. Böyle olunca da kimseyi cehenneme sokmaya kalkmaz" diyen Lütfi Filiz gibi bir hakiki insanın tevhid şuurundan bir gül kokladın mı tek talimatla ettiğin / yaydığın beddualarda?

İyiliklerini, hizmetlerini kendine mal etmenin ve her fırsatta karşısındakinin yüzüne vurmanın kibrinden kurtuldun mu? Sözgelimi kendine hiç ait olmayan ve toptancı genellemeci hüküm verici bir üslubu kendine ait kılarak itibar adlı putunu kurban ettin mi? Yıllarca dem vurduğun, bu uğurda kendini işsiz bıraktığın, en yakın arkadaşlarından koptuğun ve aylarca iftira ve hakaretlere maruz kaldığın vakit... Ülkene ve devletine her türlü hileyi ahlakçı bir kisveye büründürerek yapanlar karşısında nefsini katmamak için aylarca susup sadece memleketin bekası için kullanmaya çalıştın mı kalemini?

Ramazan"da herkesi ağlatan bir vaaz veren Mısri"nin cemaat dağılırken herkesin gözü önünde oruç yemesini görünce onu linç edenlerden mi oldun, davranışını tabir edenlerden mi? Linç edenlerden olup da tevhid hakikatine erilemeyeceğini fark ettin mi?

"Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı / Mısri gibi bir balçığı her bir ayak basmak gerek" diyebilmenin hoş bir şiirden ibaret olmadığını anladın mı? Nefsini boğmanın felsefi bir yaklaşım olmadığını, cemaatlere aynı anda uygulanacak toplu bir nefs eğitimi olmadığını, bunu vücudunda tatbikat etmeden külli ruhla bütünleşemeyeceğini gördün mü?

Arını, namusunu bu uğurda bile isteye ayaklar altına almaya teslim oldun mu? Benliğindeki onaylanma, itibar gibi vazgeçilmez niteliklerin de hakiki insan olma yolculuğunda bir put / engel olduğunu sezdin mi? Kurbanın kanını akıtırken, kandaki ezeliyet sırrında kendi canın / nefsin olduğunu bildin mi? "Ben çok eskiden sana gönül vermiştim. Gel ey sevgili gel de şimdi sana canımı da vereyim" diyen Mevlana"dan yazılarında alıntı yaparak tevhid hakikatinin hayata geçirilemeyeceğini bildin mi?

Kurbanın kanını akıtırken kan ve can sırrındaki tevhide ancak aşk ile varılacağını? Sevdiğinde yok olmadan var olamayacağını?.. Onun sûretine, şahsına, "tivitleri arttırın" talimatına itaat etmekle hak söze itaat etmiş olmadığını, ancak tüm hakikati cem eden mânâya sahip Veli"nin sözüne itaat ettiğinde: Hz Peygamberin "beni gören O"nu gördü" buyurmasının anlamını aşk ile kavrayacağını anladın mı?

Bizler haşr meydanındaki şu kalıplarımız içinde cahiliye derecelerimizde devretmeye çalışırken ancak baştan aşağı "kalp" olan insan-ı kâmil tevhid hakikatine varmıştır, idrak ettin mi? Onların tenhalarda kesintisiz alıp verdiği "ol" nefesi içine çektin mi? "Bir gonca için saklanır altında nice nîş bir şâh-ı cihânın sonudur medfen-i derviş / Aşkdan mahrûm olan âhir kalır mahrûm-ı nûr / İhtiras içre kalırsan nur zulmetdir sana." Bildin mi?




4 Ekim2014, Cumartesi
Leyla İpekçi
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
İnsanlığın savaşlardan ibaret olan tarihi yazılırken Hz. Peygamber’in (sav) buyurduğu gibi, ‘büyük cihad’ kabul edilen ‘nefsle savaş’ tarihi de usul usul gönül arşivlerimize işlenmektedir. İnsanlığın savaşlar ve zaferler üzerinden kendine yazdığı şanlı tarihlerin iç yüzünde çünkü Hazreti İnsanların önderliğinde devam eden asıl serüven yer alıyor.

Okumakla, alıntı yapmakla yetinen değil, bizzat ol’ma makamındaki veliler her daim aramızdadır, güzelleşmek isteyenler, buna talip olanlar için. ‘Güzel ahlak’ın evrensel bir değer olarak kuşanılmasıyla toplumsal hayat da içten dışa güzelleşmeye başlar, başlıyor. Ruh medeniyeti kurulmadan büyük ve çoğulcu bir uygarlıktan tam olarak söz edemememizin önemli bir sebebi de bu zaten.

Bugün kâmil insan yetiştirme ve bu toprakları mayalayanların yolundan gitme geleneği “fertlerin hakikati bugün yetersizdir, cemaat olmak daha iyidir” denilerek kimi cemaatler tarafından hor görülüyor. Mısri veya Geylani Hazretleri gibi Allah dostlarının kendinden menkul şahıslar olduklarını vehmetmek, Resulûllah hakikatinin de künhüne vakıf olmamayı getiriyor.

Aşk şahitleri tek başlarına bir fert değildir, aksine onlar kendilerini yok etmiş, nefsin üst mertebelerine ulaşmış, teşbih ile tenzihi cem eden, cem’ül cem makamında zevk eden, vücud birliğini ispatlamış, hakikat temsilcileridir. İki âlemde de tasarruf ehlidirler.

Geylani hazretleri gibi gavs-ı âzâm’ların ismini zikredip onların “tek başlarına büyük başarılar elde edemeyeceklerini” söyleyenler ise cemaatlere gelen bereketin daha fazla olduğuna, bir çıkarlar ittifakı çerçevesi çizerek hükmetmişler. Velilerin ‘her an diri’ olmalarının toplumların ve insanlığın tekamülünde ne mânâya geldiğini göz ardı eden bu yaklaşıma bel bağlamak tevhid hakikatinden uzaklaştırıyor cemaatleri. İdeolojik ve nefsanî bir çıkarcılık ilişkisine bağımlı kılıyor.

İnsanlaşma yolculuğumuzda ise asıl olan; kendi gönlünün semalarından vahyi indirmek, yani gıdım gıdım onu vücudunun her zerresine, içine dışına yaymak, onu kendinde canlandırmak. Bu da ne kadar cemaatler içinde olursak olalım, hakikatin vücudda tahakkuk etmesiyle, ferdî bir seyr ü süluk ile mümkün.

İşte bu yüzden bunu gerçekleştirmiş ve sonraki kuşaklara ‘gizli hazine’yi aşkın diliyle miras bırakmış Niyazi Mısri gibi Hak dostlarının canlı sözünü işitmek insanın evrensel niteliklerini keşfetmemiz için en acil ve en öncelikli adım. Başlangıçtan kıyamete dek Hak erenlerin varlığın birliğinde hiyerarşik olarak kuşandıkları işlevin değişmezliği Hakk’tır çünkü.

Daha önce tevhid sosyolojisine dair yazılarımda giriş yaptığım bir eserin genişletilmiş baskısını yeni elime aldım. Bu vesileyle tıpkı Yunus Emre’nin olduğu gibi Niyazi Mısri Hazretlerinin de canlı sözünü bana işittiren Dr. Mustafa Tatcı’nın okunmakla bitmeyen kitaplarından birinden daha söz etmek istiyorum: Niyazî-i Mısrî Halvetî - Divan-ı İlahiyat. (H yayınları / Ocak 2015)

Aşk ve irfan yolundan gitmek isteyen ama kimin sözüne güveneceğini bilemeyen gerçek talipler için tam kapsamlı olan bu kitabı okurken hakikatin tarihsel bir ‘şey’ olmadığını idrak ediyorsunuz. Kur’an’ın ve sünnetin evrensel gerçek olarak insanlaşma serüvenimize nasıl nakşolunacağının ipuçlarını buluyorsunuz. Şöyle yazıyor eserin başında Mustafa Tatcı:

“Hazret-i Niyâzî, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’da ve Hazret-i Peygamber’in hadîslerinde vaz‘ ettiği hakîkatleri ve manevî hayatımızda İbn Arabî, Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre, Yahyâ-yı Şirvânî, Yiğitbaşı Ahmed Marmaravî, Vâhib Ümmî ve Ümmî Sinân hazretlerinin eserlerinde billûrlaşan vahdet idrâkini tarih içinde işleye işleye süzüp incelttiğimiz ve derinlik verdiğimiz bir dil ile anlatmıştır. Mısrî’nin dîvânında ortaya koyduğu irfânî derinlik ve vüs’at, özenle seçerek yan yana getirdiği kelimelere yüklediği ahenk ve mânâ; Muhyiddîn’den; Bedreddîn’den, Şems ve Mevlânâ’dan, Yûnus ve Fuzûlî’den tevârüs ettiği ehlinden ehline, gönülden gönüle aktarılan bir mirâstır. Bu ilâhî mirâs, Mısrî gibi büyük bir kâbiliyette yeniden neşv ü nemâ bulmuş yeniden ete-kemiğe bürünmüş, yeniden üslûba dönüşmüştür.”

Hazreti Pîr’in hayatını ve divanını ihtiva eden bu eserde ana metni destekleyen anekdotlara, Mısri’ye çağlar içinde çok değerli mutasavvıflar tarafından yazılan Medhiyye’lere ve şerhlere de kapsamlı bir şekilde yer veriliyor. Pek çok belge ve fotoğraflarla desteklenen eserde, Limni adasında Hazretin medfun olduğu yeri keşfeden Tatcı seyahatlerini ve tanıklıklarını da okurla paylaşıyor. Dahası, İzmir ve Selanik’de keşfettiği Mısri dergahlarını da ilk kez gün yüzüne çıkarıyor.

Ne vakit aşk ve irfandan bahseden bir yazı yazsam, Mısri veya Yunus’dan bahsetsem onların sözünü şeriatın dışında veya ona alternatif bir ilim olarak algılayanların hışmına uğradığımdan, Tatcı’nın kitabından şu bölümü de nakletmeyi görev biliyorum:

“Şerîatsız hakîkat oldu ilhâd / Hakîkat nûr, ziyâsıdır şeriat’ diyen Hazret-i Pîr’in temâs ettiği denge, tasavvuf yolları içinde fevkalâde önemlidir. Sülûku sırasında yaşadığı aşk ve irfân hâllerini yorumlamaya çalışan sâlikin şerîattan hakîkate doğru yol alırken hangi halde hangi reçeteyi kullanacağını bilmesi, nefsinin tehlikeli yollara sapmasını önleyecektir. Niyâzî Hazretlerinin ilâhiyâtı bu sapmaları önleyecek altın kuralları ihtivâ eder.” (İnşallah devam edeceğim.)


Leyla İpekçi
 

Yahayy

Kıdemli Üye
Katılım
25 Ocak 2014
Mesajlar
4,603
Tepkime puanı
147
Puanları
63
Konum
İstanbul
Bu leyla aşk dini icad etmiş kendine :) Cemalinur Sargutun yeni modeli gibi bir şey.

tasavvuf dışında kalmak = Şirk demediği kalmış, demiş gerçi de...
 

cemaliii

Kıdemli Üye
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
4,763
Tepkime puanı
982
Puanları
113
leyla hanımın engin tasavvuf bilgisi oldu belli.allah ilmini irfanını dahada artırsın. ama bizden leyla hanıma küçük bir tavsiye. politika işleriyle tevhit işleri bir arada olmaz.politikayı tevhide,tevhidide politikaya alet etmemesini ümit ediyoruz. leyla hanımada meselenin daha iyi anlaşılması için,ehlinden,muzaffet ozak efendinin şu kıssasını hediye ediyoruz.

malumunuzdur mürşid i kâmillerin, tarikatların politika ile işi olmaz.

milli nizam partisi kurulmadan evvel denilmiş ki "beyazıt'ta bir halveti şeyhi varmış onu da davet edelim partiye". bir gün muzaffer efendi bakmış ki partililer beyazıt meydanı'ndan geliyorlar, anlamış durumu, ibrahim baba'ya demiş ki "ibrahim kahveden iskambil kap gel". sahafta masaya ibrahim baba'yı oturtmuş, 2 de çalışan, bir de kendisi..dağıtmış kağıtları oyuna başlamış. partililer selam verip dükkana girmişler, "şeyh muzaffer ozak'ı arıyoruz kimdir?" demişler. muzaffer efendi oyun masasında, elinde iskambiller.."benim buyrun" demiş. partililer şaşırmış, bozulmuş, suratlar ekşimiş, kem küm edip yüz geri yapmışlar. efendi saatlerce bu işlerin "bu" işlerle birlikte yürümeyeceğini boşa anlatmak yerine, kıvrak bir hamle ile başından savmış partilileri.

ve hiç de umurunda olmamış o insanların "şeyhe bak kağıt oynuyor" cümleleri. çünkü "...allah yolunda savaşa atılırlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar."

https://eksisozluk.com/muzaffer-ozak--463303?p=2
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Birilerinin milletin hakkını gaspedip cemaatini devlet içinde bir örgüt haline getirmiş olmalarını eleştirmek particilik manasında siyaset yapmak değildir. Nasıl böyle anladın ben anlayamadım. Eleştirilerinde son derece haklıdır da.

Zaman tarikat zamanı değildir, cemaat zamanıdır söyleminin ne kadar boş bir söylem olduğu da ortadadır. Manevi tekamül bir manada kişisel bir gelişimi ifade eder.
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Cemaatin gönüllerde açtığı yaralardan bir yara

Hem Bahçelievler’de Taşhiyecilere yapılan baskınlarda ele geçirilen sis bombasıyla Zir vadisine yapılan kazılarda bulunan sis bombasının seri numaralarının aynı olduğu ortaya çıkmış. Biri Ergenekon diğeri El Kaide, birbirinden çok farklı gruplara yönelik operasyonlarda tek bir bombanın iki kez bulunmasının 14 Aralık soruşturmasının önemli delillerini oluşturuyor.

Bizler Ergenekon’un varlığını iliklerimize kadar yaşarken de, sonrasındaki açılımlar sürecinde de... Ümraniye’de bir evde ele geçirilen bombaları, Poyrazköy’deki, Erzincan’daki ele geçirilen delilleri, sahte imza tartışmalarını, Tübitak raporlarını vs. Sorgulama gereği duymadık. Hepsi de emin olduğumuz delillerdi.

Mavi Marmara sonrasına, İsrail saldırıları sonrasına, 12 Eylül ve 28 Şubat sonrasına, Hrant Dink ve rahip cinayetlerinin sonrasına yeniden dönüyoruz hep beraber bir kez daha. Hanefi Avcı olayını, Mit krizini, Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarındaki bit yeniklerini, Kürt açılımının kışkırtıcı cinayetlerini vs. Yeniden ele alıyoruz bu dönem. Şimdi cemaatin içindeki bir grubun silahlı örgüt kurmaktan yargılanması söz konusu olduğu günlerdeyiz. Yeniden açılıyor gerçekler.

Bin parmaklı el meğer sadece cömertlik ve vericilik için açılmıyormuş hissiyatı hemen herkeste hakim. Dini cemaat olmayı teşvik eden kanaat önderlerinin yaklaşımındaki riskli yönlendirmelere de şerh düşen pek çok yazı yazdım bir yıldır. Herkes gibi ben de acizane. Okuma zahmetine pek katlanmadılar. Hemen biatçı filan ilan ettiler. İnsanlar bir araya geldiğinde gerçeği anlamaya çalışmıyor. İnsanlar bir araya gelince nefret çoğaltıyorlar ve öfke. Dini cemaatte de farklı olmuyormuş.

İftiralar sınır tanımadı. Bu zulme son vermek maksadıyla kendi üslubumun dışına çıkarak net bir cümle kurdum sadece bir kez, tam anlayacakları dilden. Günlerce hakarete maruz kaldım sosyal medyada. Beddualar, lanetler dinmedi. Beddua, alaycılık ve hakaret içeren tivitlerinin sayısı milyonu geçti.

Tevhid hakikatini bilmediklerini söyledim, iftiralara maruz kaldığım bir yazıyı vesile ederek. Ne kafirliğim kaldı ne kibrim. Oysa bu kışkırtıcı cümle tam da delili oldu bunun. Tevhidin hakikati insanın ferdî olarak nefsinde yansır. Demeç vermekle, akidenin ne olduğunu anlatmakla onu tebliğ etmiş olmadınız hiçbir zaman. Hakkın, yüzünü sadece sevdiklerinizden değil sevemediklerinizden de gösterdiğini bilerek davranmanız beklenirdi kendinizi ve bizi İslam’ı en iyi tebliğ edenler olduğuna inandırmışsanız hele.

Burada acımasızca bana ve benim gibi başka birçoklarına yapılan ile devlete (dolayısıyla hepimizin dolaylı dolaysız olarak hayatına) yapılan arasında hiçbir fark olmadığını biliyorum uzun zamandır. Cemaatleşmenin aşk ve irfanı sindiren, yok sayan niteliği daima ortaya çıkıyor er geç. Birörnek öfkelenen, birörnek nefret edip intikam yöntemleri geliştiren, ezbere konuşan, proje ilişkiler kuran, sahte duyarlılıklar geliştiren, toplu hezeyanlar içinde haklı çıkmak adına adalet ve tevhid duygumuzu yerle yeksan eden, arkadaşlıkları arkadan hançerleyen... Böyle cemaatçiliklerle maalesef aşk ve irfan ehli olup hakikati gönülden gönüle aktarmak mümkün olmuyor.

Samimi ve sahici bir davet ve tebliğ için insanın vahyi gönlüne indirmesi gerekiyor semadan. Bunun için de gece gündüz hatim yapmak yetmiyormuş. İsterse dünyanın dört bir yerine gitsin, insanları davet ettiğiniz şey maalesef hakikat olmuyor. ‘Toplu irşad’ diye bir mekanizma işlemiyor kalp ahlakı söz konusu olduğunda.

Gemiyi ilk terk edenler, arkamızdan vuranlar diye hakkımızda aylarca kaba saba üsluplarla yazı yazanlar, yüksek miktar paraya satılmakla itham edenler, cemaatin ekmeğini yerken sövüyorsun diye alay edenler, artık bizlerin yakasından düşsün. Kayda geçsin diye tekrar etmek zorundayım: Gazeteden olduğu gibi, yayınevinden de bir yıl önce ayrıldım. Taraftarlılık üzerinden kurmadığım için meselemi, işsiz kalmayı yeğledim. Bir yere transfer filan da olmadığım gibi, bir kez daha belirteyim: Aylar sonra bu gazetede yazmaya başladığımda aldığım para, Zaman’da aldığım paranın neredeyse yarısına yakın.

17 Aralık darbe süreciyle birlikte etrafımdaki pek çok kişide aynı hissiyat belirdi:

Cemaatin kullandığı “savaş hiledir” sözünün ne kadar tehlikeli bir sosyolojiye tekabül ettiğiyle ilgili olarak. (Gerekirse kamufle olur, her türlü takiyyeyi, tedbiri yaparız. Yıllarca ölü hücre olur uyuruz. Masumuz, bir tek kanıt bile yok diye kafa tutarız sonra da.) Bu sözlerin yaşanmışlığı ve şahitliği pek çok kişinin hayat hikayesinde yerini aldı, alıyor maalesef.

Etrafımdaki hemen herkesin “bizi bu kadar enayi yerine koyabildiklerine nasıl inanıyorlar” deseler de bir vakitler tıpkı benim gibi onların dürüst ve sahici olduklarına inandıklarını biliyorum. Bunu da kayda geçirmemiz gerek. Kendilerini kandırılmış hissedenlerin artık cemaatin (maalesef tamamıyla ilgili olarak) söylediği ve yaptığı hiçbir şeye güvenememeleri başlı başına bir sorun. Bu onları vicdanlarda yargılamaya yeterken kurunun yanında yaş da yanıyor.

Elbet bir kez daha suçlular dışarıda, masumlar içeride kalmasın ama: Şimdi hiçbir şey olmamış gibi insan hakları ve batı demokrasisi çığlığı atanların din kisvesiyle örttükleri ne kadar zulüm varsa ortaya hakkıyla çıkmalı. Emin olmanın, iman etmenin, emaneti ehline vermenin vicdanlarda, gönüllerde ve vatan nezdindeki karşılığını yeniden ele almanın zamanıdır. Hepimiz için.

Leyla İpekçi
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
"Vaiz lobisinin hakikatten zerre kadar nasipleri yoktur."

Prof. Dr. Mustafa Tatcı
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Cine-5 Televizyonunda "Ab-ı Hayat" adında bir program yapan başları açık iki bayan var ! Dinlediğinde sanki evliyâullah konuşuyor zannedersiniz! Bu işlerin çok bilmekle değil, yaşamakla olabileceğini burada hiç kimse bilmiyor gibi !..
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Bu tiplerin tasavvufa ilgi gostermeleri bosuna degil.
Madonna da Mevlana hayraniymış
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Sen kendine yan, ben alkislarla yasiyorum.
 

Kaptan

Mecra Yazarı
Katılım
9 Ocak 2012
Mesajlar
15,445
Tepkime puanı
1,111
Puanları
0
Konum
Giresun
Bizim için insanların alkışı da birdir, tükrüğü de Red!
Biz her hâlükârda Rabbimizin Rızasına talibiz...
fakiri dede bak bu yaklasimindan dolayi bir onceki mesajimdan hicap duydum, ciddiyim bak.
Tersi yaklasimin olsaydi mesajima bir mesaj daha eklerdim.

Gel bu vesile olsun, dinimizi degil dilimizi yumusatalim, ne dersin?
 

Verda

Gales
Katılım
9 Nis 2010
Mesajlar
10,917
Tepkime puanı
1,010
Puanları
0
Yeğeni yazmıştır belki :D
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ

fakiri dede bak bu yaklasimindan dolayi bir onceki mesajimdan hicap duydum, ciddiyim bak.
Tersi yaklasimin olsaydi mesajima bir mesaj daha eklerdim.
Gel bu vesile olsun, dinimizi degil dilimizi yumusatalim, ne dersin?

Bizim her zamanki halimiz bu Red! Hâl değiştirenler, bizim yazılarımıza olanca yamukluklarıyla ve hakaretleriyle cevap verenlerdir... Bizim, bize şaş bakmayan ve yalan yanlış dini içerikler asmayan hiç kimse ile bir alıp-vermediğimiz de yoktur!
 

talib

Kıdemli Üye
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
21,906
Tepkime puanı
1,076
Puanları
0
Konum
İstanbul
Nurcu/Fethullahçı Grupların Okuması Gereken Bir Yazı

Hakk ehlinin ne cemaat endişesi, ne çıkar grubu, ne felsefi bir meselesi, ne de bir davası vardı. Onlar ayıran değil birleştiren, Muhammedî’liği evrensel bir üslupla yaymaya her yerden ve her şeyden devam eden ariflerdi. Hedefleri devlet ve sistem değil, vahdetin algılanması, yorumlanması, insanın kemâl yolculuğunda nereden gelip nereye gittiğini bilmesi gibi ‘aşk odaklı’ydı.

Halvetî ya da bir başka tarikat. Hepsi gönlün temsilî ismiydi. Kainatı bir gönül kılan. Pek çok farklı kolu olan Halvetiliğin izini sürdükçe Vahip Ümmîlere, Sinan Ümmi ve Niyazi Mısri’lere, Üsküdarlı Nasuhi ve Hasan Ünsî’lere, Kuşadalı İbrahim’lere vesaire dek varıyordunuz. Divanlarını okudukça, bugün bizim aşk diye tükettiğimiz kavramdan çok daha içkin bir gerçekle karşılaşıyordunuz:

Hiçbiri kendi başlarına bir sistem veya düşünsel akım kurmamış, daima ilahi / evrensel halkanın zinciri olmanın sorumluluğuyla emaneti ehline teslim etmiş, her biri Sünnetullah'a, insanlık hakikatine hizmet etmiş bu isimlerin bizi neye davet ettiğini anlamadan hem aşktan korkmaya devam ediyorduk. Hem de aşka karşı tedbir alalım endişesiyle silsileye bağlı olmayan kimi hocaların başına buyruk sözlerine itaat ederek Hakk'a hizmet ettiğimizi sanıyorduk.

‘Azerbaycan’dan dünyayı aydınlatan güneş’ Şirvanî Hazretleri'yle bitirelim: “Aşk can gibidir. Can, dostun müşahedesinden bir lâhza ayrılmaz. Ruh ile dostun arasında bir sır vardır ki ona kimse muttalî olamaz. Can ile ten arasında olan sır gibi... Nitekim ‘sevenlerin öyle bir sırrı vardır ki onu ne yazı ne kalem ihata edemez’ denilmiştir. Muhabbeti bir beyit şöyle anlatır: O insanı yakan bir ateştir / Bir nurdur ki onda olanlardan haber verir.

Leyla İpekçi
 
Üst