Tevessül

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Tevessül


Hazret-i Allah’a ulaştıran bütün yol ve vasıtaların tümü vesiledir. Hazret-i Allah’a yaklaşmak için vesilelere sarılmaya da tevessül denir. Öz mânâsı ise Hazret-i Allah’tan isterken; Resulullah Efendimiz’i, Evliyâullah’ı, sâlih zâtları, güzel amelleri vesile kılarak duâ ve niyazda bulunmaktır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, ona ulaşmaya vesileler arayın.” buyurmaktadır. (Mâide: 35)
Duâlarımızda Peygamber Efendimiz’i, Mürşid-i kâmilleri, velileri, sâlihleri vesile edinmemiz onların Hazret-i Allah’ın yanındaki değerleri, makamları, rütbeleri ve sâlih amelleri sebebiyledir. Gaye Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak, rahmeti ve rızâ-i ilâhi’yi celbetmektir.
İbadetimizi, duâmızı Hazret-i Allah’a arzederiz. Yardım ve kuvvetin kaynağının O olduğuna itikat ederiz.Zira her şeyin yaratıcısı, yoktan var edicisi O’dur. O’nun izni olmadan hiçbir kimseye yardım gelmez.
Âyet-i kerime’de:
“Yardım sadece ve sadece Allah katındandır.” buyuruluyor. (Enfâl: 10)
Hayır da, şer de Hazret-i Allah’tandır. Vesilelere sarılmamız, duâmızın güzelleşmesi ve Hazret-i Allah’ın kabulünü kolaylaştırması için bir araçtır, amaç Hazret-i Allah’tır.
Âyet-i kerime’de:
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah’tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah’ı affedici ve merhametli bulurlardı.” buyuruluyor. (Nisâ: 64)
Hazret-i Allah bizzat bu Âyet-i kerime’sinde bütün insanlara sevgili Peygamber’imize tevessül etmelerini ferman buyuruyor.
Peygamber Efendimiz biricik ümmetine tevessülü bizzat vasiyet etmiştir.
Gözü görmeyen bir kişi Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“Yâ Resulellah! Beni iyileştirmesi için Allah’a duâ buyur.” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona “Abdest almasını iki rekât namaz kılmasını sonra da şu duâyla duâ etmesini” emretti.
“Allah’ım! Peygamberin rahmet peygamberi Muhammed ile sana yönelerek yalvarıyorum. Gözümün açılması için yâ Muhammed senin ile Rabb’ime yönelmiş bulunuyorum. Allah’ım! Onu bana şefaâtçi kıl.”
Ve devamla:
“Bir ihtiyacın olduğunda hep aynısını yap.” buyurdu. (Tirmizî. Ahmed bin Hanbel)
O kimse bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeye başladı.
Vesilelerin en güzeli şüphesiz Resulullah Efendimiz’dir. Çünkü Hazret-i Allah âlemleri onun yüzü suyu hürmetine yarattı. Onun nurunu öyle güzel halketti ki yaradan ona aşık oldu. Ona “Habibim! (Sevgilim)” dedi. Sevgisinin tezahürü olarak o yüce Peygamber’in nurundan âlemleri yarattı.
Onu âlemlere rahmet kıldı. Her şeye onunla hayat verdi. Onun için âlemleri çarşaf gibi serdi.
Hazret-i Allah, sevgilisini tevessül ederek istenilen bir duâyı gerçi çevirmez.
Hadis-i şerif:
“Adem cennetten çıkarılmasına sebep olan zelleyi işlediğinde, hatasını anlayıp.
‘Yâ Rabb’i! Sen beni yaratıp bana ruhundan üflediğinde başımı kaldırdım arşın sütûnları üzerinde ‘Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izafe edersin.’ dedi.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ:
‘Doğru söyledin ey Adem! Hakikaten o bana göre mahlûkatın en sevimlisidir. Onun hakkı için bana duâ ettin. Ben de seni bağışladım. Şayet Muhammed olmasaydı. Seni yaratmazdım.’ buyurdu.” (Hâkim. Müstedrek II. 672)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ve Ashâb-ı kiram’ı duâlarında hususiyetle Hazret-i Allah’a tevessül ederlerdi. Gerek yaşarken, gerek vefatında. O kadar itina gösterirlerdi ki...
Hatta o kadar değerini bilirlerdi ki hayatında giydiği cübbesini Esma -radiyallahu anhâ- vefatında sonra şifâ dilenmek üzere cübbeyi yıkayıp suyunu hastalara verirdi. (Buhârî)
Duâ yalnız Hazret-i Allah’a yapılır. Peygamber Efendimiz’i ve varisi olan Evliyâullah’ı vesile edinmek duânın kabulünü sağlamak içindir. Aynı şekilde evliyânın ruhâniyetinden istenilen himmetle doğrudan onların şahıslarından isteniyor anlamında değerlendirilmemelidir. Tevessülün en tartışmalı kısmı burasıdır. Çünkü bunu iyi anlamayıp ayağı kayanlar çok olmuştur. Evliyâyı ve müslümanları küfürle suçlamaya kadar gitmişlerdir.
Bunların başında Vehhabîler gelir. Vehhabîler tevessül ve himmeti inkâr ederek müslümanları kâfir ilân etmişler. Canlarını, ırzlarını, mallarını helâl kılmışlar. En aşağılık dinsizlerin ve gayr-i müslimlerin yapmadığı katliamı, zulmü müslümanlara yapmışlardır. Çocuklara varıncaya kadar öldürmüşlerdir.
Peygamberimiz ve seçkin varislerinden istenilen himmet; müslümanların Hakk’a ulaşmalarına, sıkıntılı, zor durumlarda yardıma sebep olmaları, duâ etmeleri ve yüksek nazarlarını celbetmek içindir. Zira onlar vefatlarında dahi müslümanları yardımsız bırakmamışlardır.
Her zaman himmetleri ümmet-i Muhammed’in üstündedir.
Hadis-i şerif’lerinde:
“Vefatımdan sonra amelleriniz bana arz olunur. Amellerinizde hayır gördüğüm zaman Allah-u Teâlâ’ya hamd ederim. Şerr’i gördüğümde sizler için istiğfar ederim.” (Müsned. Ahmed bin Hanbel)
Buyurarak vefatından sonra dahi yüce himmetlerini ümmetinden esirgemeyeceklerinin açık bir delilidir.
Himmetin sahih oluşunun pek çok delilinden bir tanesi de Hazret-i Ömer Efendimiz’in Basra tarafına gönderdiği Sariye’nin komutasındaki ordunun düşman tarafından kuşatıldığı ve zor durumda kalıp, bir çok şehit vermeye başlamasıdır.
Bu sırada Sariye “Dağa, dağa, dağa” diye Hazret-i Ömer Efendimiz’in sesini duydu. Askerlerine; “Kardeşlerim Ömer’in sesini duydum dağa çekilmemizi istiyor siz de duydunuz mu?” dedi.
Askerleri “Duyduk” diye cevap verdiler. Ordu hemen sese uyarak sırtını dağa verdi ve düşmanı yendiler. Bu hadisenin yaşandığı anda Hazret-i Ömer Efendimiz Medine’de Cuma Hutbesi veriyordu, bir ara durakladı; “Yâ Sariye! Dağa, dağa, dağa” diye bağırdı. Namazdan sonra müslümanlar Hazret-i Ömer’e “Minberde ne oldu” diye sordular.
Hazret-i Ömer Efendimiz ordunun zor durumda olduğunu gördüğünü ve dağa çekilmelerini söylediğini anlattı. Bir kaç gün sonra savaş habercisi Medine’ye geldi ve zaferi müjdeledi Hazret-i Ömer Efendimiz’in de savaş anında sesini işittiklerini anlattı. (Beyhâkî -Bideye)
Kendisinden himmet istenilen zât insan-ı kâmil derecesine çıkmış, Allah ve Resul’ünde var olmuş, varlığını eritmiş, nurlarıyla nurlanmıştır. Hakk’ın sıfatlarının mazharı olmuşlardır. Mazhar diyoruz çünkü sıfatlarının, fiilerinin tasarrufu Allah’a âittir. “Meded yâ şeyhim” dediğimizde himmet eden şeyh bu tasarrufun görüntüsüdür. Yardımı gönderen Allah’tır. Ancak himmet istediği zât’a bir varlık takıp ondan isterse yaratıcının ilâhlık yönüne ortak ederse o zaman küfür olur.
Onların yardımı meleklerin yardımı gibi Hakk’ın izniyle olur. Zira bu konuyla ilgili yüzyıllardır o kadar çok gerçek anlatılır ki inkârı mümkün değildir.
Güç ve kuvvet Hazret-i Allah’a âittir. Evliyânın yüksek himmeti, tasarrufları fiili bir duâdır.
Cenâb-ı Hakk, rızâsına ulaşmak yolunda Resulullah Efendimiz’in ve vârislerinin fiili duâlarını bizden eksik etmesin. Âmin.

Tevessül

Hazret-i Allah’a ulaştıran bütün yol ve vasıtaların tümü vesiledir. Hazret-i Allah’a yaklaşmak için vesilelere sarılmaya da tevessül denir. Öz mânâsı ise Hazret-i Allah’tan isterken; Resulullah Efendimiz’i, Evliyâullah’ı, sâlih zâtları, güzel amelleri vesile kılarak duâ ve niyazda bulunmaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, ona ulaşmaya vesileler arayın.” buyurmaktadır. (Mâide: 35)
Duâlarımızda Peygamber Efendimiz’i, Mürşid-i kâmilleri, velileri, sâlihleri vesile edinmemiz onların Hazret-i Allah’ın yanındaki değerleri, makamları, rütbeleri ve sâlih amelleri sebebiyledir. Gaye Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak, rahmeti ve rızâ-i ilâhi’yi celbetmektir.
İbadetimizi, duâmızı Hazret-i Allah’a arzederiz. Yardım ve kuvvetin kaynağının O olduğuna itikat ederiz.Zira her şeyin yaratıcısı, yoktan var edicisi O’dur. O’nun izni olmadan hiçbir kimseye yardım gelmez.
Âyet-i kerime’de:
“Yardım sadece ve sadece Allah katındandır.” buyuruluyor. (Enfâl: 10)
Hayır da, şer de Hazret-i Allah’tandır. Vesilelere sarılmamız, duâmızın güzelleşmesi ve Hazret-i Allah’ın kabulünü kolaylaştırması için bir araçtır, amaç Hazret-i Allah’tır.
Âyet-i kerime’de:
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allah’tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette Allah’ı affedici ve merhametli bulurlardı.” buyuruluyor. (Nisâ: 64)
Hazret-i Allah bizzat bu Âyet-i kerime’sinde bütün insanlara sevgili Peygamber’imize tevessül etmelerini ferman buyuruyor.
Peygamber Efendimiz biricik ümmetine tevessülü bizzat vasiyet etmiştir.
Gözü görmeyen bir kişi Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“Yâ Resulellah! Beni iyileştirmesi için Allah’a duâ buyur.” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona “Abdest almasını iki rekât namaz kılmasını sonra da şu duâyla duâ etmesini” emretti.
“Allah’ım! Peygamberin rahmet peygamberi Muhammed ile sana yönelerek yalvarıyorum. Gözümün açılması için yâ Muhammed senin ile Rabb’ime yönelmiş bulunuyorum. Allah’ım! Onu bana şefaâtçi kıl.”
Ve devamla:
“Bir ihtiyacın olduğunda hep aynısını yap.” buyurdu. (Tirmizî. Ahmed bin Hanbel)
O kimse bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeye başladı.
Vesilelerin en güzeli şüphesiz Resulullah Efendimiz’dir. Çünkü Hazret-i Allah âlemleri onun yüzü suyu hürmetine yarattı. Onun nurunu öyle güzel halketti ki yaradan ona aşık oldu. Ona “Habibim! (Sevgilim)” dedi. Sevgisinin tezahürü olarak o yüce Peygamber’in nurundan âlemleri yarattı.
Onu âlemlere rahmet kıldı. Her şeye onunla hayat verdi. Onun için âlemleri çarşaf gibi serdi.
Hazret-i Allah, sevgilisini tevessül ederek istenilen bir duâyı gerçi çevirmez.
Hadis-i şerif:
“Adem cennetten çıkarılmasına sebep olan zelleyi işlediğinde, hatasını anlayıp.
‘Yâ Rabb’i! Sen beni yaratıp bana ruhundan üflediğinde başımı kaldırdım arşın sütûnları üzerinde ‘Lâ ilâhe illallah. Muhammedün Resulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izafe edersin.’ dedi.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ:
‘Doğru söyledin ey Adem! Hakikaten o bana göre mahlûkatın en sevimlisidir. Onun hakkı için bana duâ ettin. Ben de seni bağışladım. Şayet Muhammed olmasaydı. Seni yaratmazdım.’ buyurdu.” (Hâkim. Müstedrek II. 672)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz ve Ashâb-ı kiram’ı duâlarında hususiyetle Hazret-i Allah’a tevessül ederlerdi. Gerek yaşarken, gerek vefatında. O kadar itina gösterirlerdi ki...
Hatta o kadar değerini bilirlerdi ki hayatında giydiği cübbesini Esma -radiyallahu anhâ- vefatında sonra şifâ dilenmek üzere cübbeyi yıkayıp suyunu hastalara verirdi. (Buhârî)
Duâ yalnız Hazret-i Allah’a yapılır. Peygamber Efendimiz’i ve varisi olan Evliyâullah’ı vesile edinmek duânın kabulünü sağlamak içindir. Aynı şekilde evliyânın ruhâniyetinden istenilen himmetle doğrudan onların şahıslarından isteniyor anlamında değerlendirilmemelidir. Tevessülün en tartışmalı kısmı burasıdır. Çünkü bunu iyi anlamayıp ayağı kayanlar çok olmuştur. Evliyâyı ve müslümanları küfürle suçlamaya kadar gitmişlerdir.
Bunların başında Vehhabîler gelir. Vehhabîler tevessül ve himmeti inkâr ederek müslümanları kâfir ilân etmişler. Canlarını, ırzlarını, mallarını helâl kılmışlar. En aşağılık dinsizlerin ve gayr-i müslimlerin yapmadığı katliamı, zulmü müslümanlara yapmışlardır. Çocuklara varıncaya kadar öldürmüşlerdir.
Peygamberimiz ve seçkin varislerinden istenilen himmet; müslümanların Hakk’a ulaşmalarına, sıkıntılı, zor durumlarda yardıma sebep olmaları, duâ etmeleri ve yüksek nazarlarını celbetmek içindir. Zira onlar vefatlarında dahi müslümanları yardımsız bırakmamışlardır.
Her zaman himmetleri ümmet-i Muhammed’in üstündedir.
Hadis-i şerif’lerinde:
“Vefatımdan sonra amelleriniz bana arz olunur. Amellerinizde hayır gördüğüm zaman Allah-u Teâlâ’ya hamd ederim. Şerr’i gördüğümde sizler için istiğfar ederim.” (Müsned. Ahmed bin Hanbel)
Buyurarak vefatından sonra dahi yüce himmetlerini ümmetinden esirgemeyeceklerinin açık bir delilidir.
Himmetin sahih oluşunun pek çok delilinden bir tanesi de Hazret-i Ömer Efendimiz’in Basra tarafına gönderdiği Sariye’nin komutasındaki ordunun düşman tarafından kuşatıldığı ve zor durumda kalıp, bir çok şehit vermeye başlamasıdır.
Bu sırada Sariye “Dağa, dağa, dağa” diye Hazret-i Ömer Efendimiz’in sesini duydu. Askerlerine; “Kardeşlerim Ömer’in sesini duydum dağa çekilmemizi istiyor siz de duydunuz mu?” dedi.
Askerleri “Duyduk” diye cevap verdiler. Ordu hemen sese uyarak sırtını dağa verdi ve düşmanı yendiler. Bu hadisenin yaşandığı anda Hazret-i Ömer Efendimiz Medine’de Cuma Hutbesi veriyordu, bir ara durakladı; “Yâ Sariye! Dağa, dağa, dağa” diye bağırdı. Namazdan sonra müslümanlar Hazret-i Ömer’e “Minberde ne oldu” diye sordular.
Hazret-i Ömer Efendimiz ordunun zor durumda olduğunu gördüğünü ve dağa çekilmelerini söylediğini anlattı. Bir kaç gün sonra savaş habercisi Medine’ye geldi ve zaferi müjdeledi Hazret-i Ömer Efendimiz’in de savaş anında sesini işittiklerini anlattı. (Beyhâkî -Bideye)
Kendisinden himmet istenilen zât insan-ı kâmil derecesine çıkmış, Allah ve Resul’ünde var olmuş, varlığını eritmiş, nurlarıyla nurlanmıştır. Hakk’ın sıfatlarının mazharı olmuşlardır. Mazhar diyoruz çünkü sıfatlarının, fiilerinin tasarrufu Allah’a âittir. “Meded yâ şeyhim” dediğimizde himmet eden şeyh bu tasarrufun görüntüsüdür. Yardımı gönderen Allah’tır. Ancak himmet istediği zât’a bir varlık takıp ondan isterse yaratıcının ilâhlık yönüne ortak ederse o zaman küfür olur.
Onların yardımı meleklerin yardımı gibi Hakk’ın izniyle olur. Zira bu konuyla ilgili yüzyıllardır o kadar çok gerçek anlatılır ki inkârı mümkün değildir.
Güç ve kuvvet Hazret-i Allah’a âittir. Evliyânın yüksek himmeti, tasarrufları fiili bir duâdır.
Cenâb-ı Hakk, rızâsına ulaşmak yolunda Resulullah Efendimiz’in ve vârislerinin fiili duâlarını bizden eksik etmesin. Âmin.



Kaynak
 

ömerusta

Kıdemli Üye
Katılım
16 Ocak 2012
Mesajlar
6,913
Tepkime puanı
239
Puanları
0
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, ona ulaşmaya vesileler arayın.” buyurmaktadır. (Mâide: 35)
şu ayetleri saptırmadan bir anlayın
vesile ler arayın derken ameller edin ğüzel ameller itaat edin sabır edin yani ne edecekseniz ALLAH c.c. size ne edin ne etmeyin diyorsa
onları edin diyor
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, ona ulaşmaya vesileler arayın.” buyurmaktadır. (Mâide: 35)
şu ayetleri saptırmadan bir anlayın
vesile ler arayın derken ameller edin ğüzel ameller itaat edin sabır edin yani ne edecekseniz ALLAH c.c. size ne edin ne etmeyin diyorsa
onları edin diyor

yoksa sizin bu günki yaptığınızı müşrikler yapıyordu putlararına bizi ALLAH c.c. ha yaklaştıracak diyorlardı
yani senin yorumun bir müslümandan ziyade müşriklerinkine benziyor

Susda bare alim sansınlar.Yazının altına kaynağı ekliyorum.Fakat aynı şekilde yazıyı ben yazmışım gibi konuşuyorsun.

Vehhabiler tasavvufa zaten düşman.Herkeze müşrikderler.Sendemi vehhabisin?

Kâ'b Bin Züheyr -R. Anh-
ve Kaside-i Bürde




Züheyr, sayılı Arap şâirlerinden biriydi. Ehl-i kitap'tan kimselerin sohbetlerine devam ederken, bir peygamberin geleceğini işitir dururdu. Bir gece rüyâsında gökyüzünden bir ip uzandığını, ona yapışmak için elini uzattığı halde onu tutamadığını görmüş, bunu âhir zamanda gelecek Peygamber'e kendisinin yetişemeyeceğine yormuştu. Ona yetişecek olurlarsa iman etmelerini oğullarına vasiyette bulunmuştu.

Züheyr, Resulullah Aleyhisselâm'ın gelişinden bir sene önce ölmüş, Büceyr ve Kâ'b adında iki çocuk bırakmıştı. Onlar da şiirde şöhret kazandılar.

Büceyr, Resulullah Aleyhisselâm'ın risaletini işitince bu hususta bilgi edinmek ve kendisiyle görüşmek üzere hemen ziyarete gitti. Resulullah Aleyhisselâm İslâmiyet'i anlatıp müslüman olmasını teklif edince, hiç tereddüt etmedi ve müslüman oldu.

Kâ'b bin Züheyr, kardeşinin müslüman olduğunu haber alınca çok kızdı ve hem kardeşini hem de Resulullah Aleyhisselâm'ı hicveden bir şiir yazdı. Büceyr, Kâ'b'ın şiirini gizlemeyi uygun görmeyerek okuyunca Resulullah Aleyhisselâm kanının dökülmesini helâl saydı ve:

"Kâ'b'a kim rastlarsa öldürsün!" buyurdu.

Büceyr -radiyallahu anh- kardeşine nasihat veren bir şiir yazıp tehlikeyi haber verdi. Kâ'b sığınacak bir yer bulamadı, dünya başına dar gelmeye başladı. Tayy kabilesi İslâm'a girdiği zaman, o da uzun yollar katedip Medine-i münevvere'ye geldi. Kabilesinden eski tanışığı olan bir zâtı rehber edinerek Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna çıktı, önüne diz çöktü, mübarek elinden tutarak: "Kâ'b bin Züheyr tevbe etti, İslâm'a geldi, eman dilemek için huzurunuza gelmek istiyor, kabul eder misiniz?" dedi. Resulullah Aleyhisselâm Kâ'b'ı tanımıyordu. "Evet" diye cevap verince:

"Şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur. Sen de O'nun Resul'üsün." dedi ve kendisini tanıttı.

Bunun üzerine Kâ'b, "Bânet süâdü..." diye başlayan meşhur kasidesini okuyarak Resulullah Aleyhisselâm'ı methetti.

Kasidesini okuyup bitirdiği zaman Resulullah Aleyhisselâm sırtındaki Hırka-i saâdet'ini çıkarıp ona giydirdi. Bu sebepledir ki kasidenin adı, hırkaya nisbetle "Kaside-i Bürde" ünvanıyla şöhret buldu.



Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethedip halife olduğu zaman, Mısır'daki mübarek emanetler arasında o da İstanbul'a getirildi. Bugün Topkapı Sarayında Hırka-i saâdet dâiresinde herkes tarafından ziyaret edilmektedir.



Kaside-i Bürde:

Kâ'b bin Züheyr -radiyallahu anh- bu kasidesinde sevgilisi Suâd'ı yana yakıla anlattıktan ve kendisini ona ulaştıracak devenin üstün vasıflarını saydıktan sonra asıl mevzuya geçti.

Şöhreti âfâka yayılan uzun kasidesinin bazı bölümlerinde şöyle söyledi:

"Haber geldi: 'Peygamber seni öyle bir cezâya çarpacak ki!'
Siz ne bilirsiniz hey zavallılar! İşte onun kapısındayım, yüreğimde sonsuz bağışlanma ümidi."
"Ondan özür dilemeye geldim, af istemeye geldim.
Çünkü o sırrını bilendir, kabul edicisidir mazeretlerin, o affedenlerin en affedicisi."
"İçi hidayet öğüdü en yüce gerçekler dolu Kur'an'ı,
Sana hediye eden Allah için ver bana bir eman müddeti."
"Ben senin makamındayım şimdi, fillerin bile titrediği makamda.
Bir makam ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse, işitse işittiklerimi."
"Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı kurtarır,
Ben de onun öç ve adalet eline uzatıyorum işte sağ elimi."
"Beni ancak o kurtarabilir burada, yalnız o. Şimdi söz onun.
Amma o: 'Sen suçlusun, cezanı çekeceksin.' dese, önünde eğik bulur boynumu adaletin heybeti."

Kaynak:http://www.hakikat.com/dergi/144/kasideiburde144.html
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Tevessule inanırım .çankırıda topal hayri efendi'ye tabiyim.
 

Tahsin EMİN

Kıdemli Üye
Katılım
7 Şub 2012
Mesajlar
11,757
Tepkime puanı
490
Puanları
83
Mekke müşrikleri, ellerindeki ilah edindikleri ve Allah ile kendi aralarına "tevessül" kıldıkları putları, dualarında, istek ve temennilerinde ifade ederler,

Allah'a direk dua edemezlerdi ve:

"Bunlar bizim duamızı kabul ettirecekler..."

"Bunlar bize şefaatçi olup bizi cennetlik kıldıracaklar" diyorlardı...

Yukarıdaki tevessül neyse Mekke müşriklerinin ellerindeki de oydu, aralarında pek fark yoktu...

Adamlar öyle net konuşuyor ve öyle inanıyor ki Peygamberimiz'i dahi sollamış durumdalar.

O Allah'ın Rasülü dahi, "Ümit ediyorum ki ben de diğer Peygamber'ler gibi ümmetime dua edeceğim" diyordu...

Ama tarikatçılar çoktan velilerini kendilerine şefaatçi kıldılar, neden Allah onlara daha dünya hayatında şefaat hakkını (iznini) verdi,

Nereden biliyorsun mu,

Şeyh dediğin an be an Allah'la görüşen, konuşan, onunla meseleleri mütaala eden değil mi?

Yani şeyh için bunlar çelik çomak.

"Ya Rabbel alemin! Günahlarımı affeyle. Ailemi, babamı, annemi ve bütün müslümanları bağışla... Bizlere İslam'ı muzaffer kılmayı nasip et..."

Şeklinde tarikatçiler dua edemezler dilleri bir türlü bu şekilde dualara yanaşmaz.

İllaki aracı kıldıkları şeyhlerine Allah'ı haşa boyun eğdirecekler...

İşte bunlar değil mi türbenin kalın ve cansız duvarlarından himmet bekleyen, onları kutsayan, kutsal kılan ve o kalın duvarları dualarına aracı kılanlar...

Mekke müşriklerinin ellerindeki put inancından bunların bir farkı var mı..?

Kabrin etrafında bulunan ve insanlar tarafından kutsanan, himmet edilen, o duvarlara dokunmayı, el sürmeyi Dinin bir parçası görenler bunlar değil mi..???

Onları yıkanları da kafir görecek şekilde çıldırmış olanlar bunlar değil mi..???

Müslümanın defnedildiği kabri yıkmak başka bir şey kabrin etrafında var olan duvarları, kutsal kılınan yapıları kırmak başka bir şey, ama tarikatçiler bunları anlamaz ki, şeyhleri hiç anlamaz...

Anlasalardı, o duvarları kutsayanlara iki kelam ederlerdi...

Tasavvuf, bu vasıflarıyla, İslam değildir...

İslam'la da uzaktan yakından alakası yoktur...

Bir de şu vardır, derler ki,

Bizim şeyhimiz Ahmet Efendi, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi Hazretleri(!) "insan-ı kamil..."

Nereden bildin??? Kim dedi..???

Allah'tan vahiy mi geldi..?

Kur'an'da bir ayette mi gördün..?

Peygamber mi dedi ya da demiş..??

Zaten bu cümleleri de sapıklıktır, delalettir...

Ama kendilerine bakmazlar...

Tevhid ehli müslümanları da sapık görürler çünkü onların aracıları yoktur onların,

EHAD olan Allah'ı vardır... Her şeye gücü yeten... Ve bir de ehl-i tevhid Peygamberleri vardır...

Selamlar...
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Ben de havas efendiye tabiyim.

Hocanızı tanımıyorum. Yorum da yapmıyorum o yüzden.Eğer BEĞENDİĞİM taraftansa son nefes için dua edenler zumresindendir. Ve sizin tasavvuf erbabını tarif ederken söylediğiniz gibi...
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Tevessülü birileri hala araya adam sokmak şeklinde anlamakta ısrarcı maalesef.

Allaha yakınlaşmak isteyen emek vermek durumundadır.. Bu iş salih amelle olur kardeşler.
 

Havas

Kısıtlı Erişim
Katılım
19 Ocak 2012
Mesajlar
4,432
Tepkime puanı
71
Puanları
0
Tevessülü birileri hala araya adam sokmak şeklinde anlamakta ısrarcı maalesef.

Allaha yakınlaşmak isteyen emek vermek durumundadır.. Bu iş salih amelle olur kardeşler.

Tevessul var muhterem kardeşim.Her vesile Allah dostununda bir baz değeri vardır.
Bir allah dostuna çok fazla mürşid yüklenirse ,o mürşidi kamilin trafosu patlayabilir .Saçmalamaya başlar ..Aman buna dikkat edelim!!
Onun için çok fazla cemaatli mürşidi kamillerden ziyade daha az ,daha sade mürşidi kamilleri tercih etmekte fayda vardır.
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Tevessul var muhterem kardeşim.Her vesile Allah dostununda bir baz değeri vardır.
Bir allah dostuna çok fazla mürşid yüklenirse ,o mürşidi kamilin trafosu patlayabilir .Saçmalamaya başlar ..Aman buna dikkat edelim!!
Onun için çok fazla cemaatli mürşidi kamillerden ziyade daha az ,daha sade mürşidi kamilleri tercih etmekte fayda vardır.

tevessül yok demedik. Tevessül araya adam sokmak değildir. Allah yaklaşmak isteyen salih amele yönelmelidir. Allah bizden kendisine yönelmemizi ve salih amel istiyor.

Hz. İbrahim oğlu ismaille kabeyi inşaat ederken " bunu bizden kabul et buyur" diyordu .. hemen arkasından asıl duasını yöneltiyordu. Bu kıssalar bize duanın nasıl yapılacağını öğretiyor.

O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır.(Fatır 10)
 

PUTKIRAN

Kıdemli Üye
Katılım
21 Eki 2009
Mesajlar
3,228
Tepkime puanı
189
Puanları
0
Konum
Ankara
Tevessul var muhterem kardeşim.Her vesile Allah dostununda bir baz değeri vardır.
Bir allah dostuna çok fazla mürşid yüklenirse ,o mürşidi kamilin trafosu patlayabilir .Saçmalamaya başlar ..Aman buna dikkat edelim!!
Onun için çok fazla cemaatli mürşidi kamillerden ziyade daha az ,daha sade mürşidi kamilleri tercih etmekte fayda vardır.

Bu örnekte olduğu gibi değil mi?

:)
 

Kurtuluş26

Profesör
Katılım
6 Ocak 2014
Mesajlar
860
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Web sitesi
islamikonular.weebly.com
Mekke müşrikleri, ellerindeki ilah edindikleri ve Allah ile kendi aralarına "tevessül" kıldıkları putları, dualarında, istek ve temennilerinde ifade ederler,

Allah'a direk dua edemezlerdi ve:

"Bunlar bizim duamızı kabul ettirecekler..."

"Bunlar bize şefaatçi olup bizi cennetlik kıldıracaklar" diyorlardı...

Yukarıdaki tevessül neyse Mekke müşriklerinin ellerindeki de oydu, aralarında pek fark yoktu...

Adamlar öyle net konuşuyor ve öyle inanıyor ki Peygamberimiz'i dahi sollamış durumdalar.

O Allah'ın Rasülü dahi, "Ümit ediyorum ki ben de diğer Peygamber'ler gibi ümmetime dua edeceğim" diyordu...

Ama tarikatçılar çoktan velilerini kendilerine şefaatçi kıldılar, neden Allah onlara daha dünya hayatında şefaat hakkını (iznini) verdi,

Nereden biliyorsun mu,

Şeyh dediğin an be an Allah'la görüşen, konuşan, onunla meseleleri mütaala eden değil mi?

Yani şeyh için bunlar çelik çomak.

"Ya Rabbel alemin! Günahlarımı affeyle. Ailemi, babamı, annemi ve bütün müslümanları bağışla... Bizlere İslam'ı muzaffer kılmayı nasip et..."

Şeklinde tarikatçiler dua edemezler dilleri bir türlü bu şekilde dualara yanaşmaz.

İllaki aracı kıldıkları şeyhlerine Allah'ı haşa boyun eğdirecekler...

İşte bunlar değil mi türbenin kalın ve cansız duvarlarından himmet bekleyen, onları kutsayan, kutsal kılan ve o kalın duvarları dualarına aracı kılanlar...

Mekke müşriklerinin ellerindeki put inancından bunların bir farkı var mı..?

Kabrin etrafında bulunan ve insanlar tarafından kutsanan, himmet edilen, o duvarlara dokunmayı, el sürmeyi Dinin bir parçası görenler bunlar değil mi..???

Onları yıkanları da kafir görecek şekilde çıldırmış olanlar bunlar değil mi..???

Müslümanın defnedildiği kabri yıkmak başka bir şey kabrin etrafında var olan duvarları, kutsal kılınan yapıları kırmak başka bir şey, ama tarikatçiler bunları anlamaz ki, şeyhleri hiç anlamaz...

Anlasalardı, o duvarları kutsayanlara iki kelam ederlerdi...

Tasavvuf, bu vasıflarıyla, İslam değildir...

İslam'la da uzaktan yakından alakası yoktur...

Bir de şu vardır, derler ki,

Bizim şeyhimiz Ahmet Efendi, Mehmet Efendi, Süleyman Efendi Hazretleri(!) "insan-ı kamil..."

Nereden bildin??? Kim dedi..???

Allah'tan vahiy mi geldi..?

Kur'an'da bir ayette mi gördün..?

Peygamber mi dedi ya da demiş..??

Zaten bu cümleleri de sapıklıktır, delalettir...

Ama kendilerine bakmazlar...

Tevhid ehli müslümanları da sapık görürler çünkü onların aracıları yoktur onların,

EHAD olan Allah'ı vardır... Her şeye gücü yeten... Ve bir de ehl-i tevhid Peygamberleri vardır...

Selamlar...
Vehhabi saçmalıklarına çok cevap verildi.Konuyu ekliyorum orada şefaat konusu var oku.Kaç kere ekledikde kafan vehhabi kitaplarıyla zehirlenmiş.

Işidi savunan cahil.Yaşlılara işkende ediyorlar,çocukları,kadınlarını öldürüyorlar diyorum sesin çıkmıyor.Hani kuran ve sünnete uyuyorlardı.
Oraya ayet hadis eklendi hani bir cevabın olmadı.
Kalbin kaskatı biz önceki mesajlarınıda biliyoruz.Kafirleri bırakıp müslümanlarla uğraşıyorsunuz.Hadi git israile savaş açın dedik sesin çıkmadı.Kalbin mühürlendiyse biz ne yapalım.


İslâm'mış Gibi Görünüp Din-i İslâm'a ve Müslümanlara En Büyük Darbeyi Vuran Vehhâbîler, Ehl-i Sünnet Olan Birçok İslâm Memleketini İfsad Ediyor!
http://www.hakikat.com/dergi/239/bsyz239.html


IŞİD Mes'elesi...
http://www.ihvanforum.org/showthread...t=#post1529388

Bak yaptıklarınızı yazdık.
http://www.ihvanforum.org/showthread...t=#post1531538


En azından zalimlik etmedik Elhamdülillah.Kimi öldürmüşüz?Yaşlıları,kadınları,çocukları öldürmeyeceksin...Öldürenleri desteklemeyeceksin.


Tasavvuf, bu vasıflarıyla, İslam değildir...

Cahil sen islamı biliyormusun ki konuşuyorsun?

Vehhabi saçmalıklarına çok cevap verildi.Siz tasavvufu yaşayanlara müşrik diyorsunuz ya bende size diyorum nefs putlarına tapan müşrikler sizi...

Nefs ve ruh aynı derler,mezhepleri anlamazlar ,islam alimlerine saygısızlık yaparlar,ne mürşidi ,ne şeyhi bilmezler burada cahil cahil konuşurlar.

Ayet ve hadislerle vehhabiler iç yüzünüz ortaya çıktı.Tüm dünyayada iç yüzünüz açıklandı.

Zalimlikle,zorbalıkla islamı yaşanır,islam mı yaşatılır.

Hani siz ne ayete uyuyor ne hadislere uyuyorsunuz.Her türlü kanıtlandı.

işid denelin cahiiller deccal diye tek gözlü bebek fotorafı paylaştılar.
İşte bu kadar hadislerden dahi habersizler.

Her türlü bölücü var fakat siz vehhabiler müslümanları öldürmeyi helal sayan ,kabirleri darmadağan eden,herkez müşrik diyen,hertürlü zalimliği yapan vicdansızlarsınız.
___

"Ulemâ-i kiram'dan Muhammed İbn-i Âbidîn -rahmetullahi aleyh- Hazretleri Vehhâbîler'in hakkında "Reddül-Muhtar" adlı eserinde buyurur ki:

"Zamanımızda Abdülvehhâb'a tâbi olanlar Necid'den çıkarak Harameyn'e musallat olmuş, Hanbeli mezhebinin yanısıra, edindikleri bazı itikatlarla ancak kendilerinin müslüman olduklarını, muhaliflerinin müşrik olduklarını iddia etmiş, ehl-i sünnet ile savaşı ve ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mübah saymışlardır." (Cilt: 4, sh: 262)
Bunu bir müslüman yapar mı? Aslâ yapmaz!
Mâlikî ulemâsından Es-Sâvî -rahmetullahi aleyh- Hazretleri de Celâleyn Tefsiri'ne yaptığı Şerh'in ilgili bölümünde şöyle buyurur:
"İbn-i Abdülvehhâb ve mukallidleri: 'Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedün Resulullah' diyen Ehl-i sünnet'i kendi rey ve te'villeriyle tekfir ettiklerinden dolayı Hâricî zihniyetindedirler."
Bunların içyüzlerini öğrenin, müslüman olup olmadıklarının kararını siz verin!"
http://www.hakikat.com/dergi/239/bsyz239.html

 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Tevessülü birileri hala araya adam sokmak şeklinde anlamakta ısrarcı maalesef.
Allaha yakınlaşmak isteyen emek vermek durumundadır.. Bu iş salih amelle olur kardeşler.

Sana ve senin kafanla aynı ebatta olanlara göre de, en büyük salih (!!??) amel de mürşidlere ve şeyhlere küfretmek olsa gerek!
 

kilicarslan

Kıdemli Üye
Katılım
14 Mar 2013
Mesajlar
4,054
Tepkime puanı
41
Puanları
0
Sana ve senin kafanla aynı ebatta olanlara göre de, en büyük salih (!!??) amel de mürşidlere ve şeyhlere küfretmek olsa gerek!
nerde küfretmişiz? Senin attığın çamurların haddi hesabı yok, bir gün hesaba çekileceğinden habersiz gibisin!
 
Üst