...tevekkül...

zeynephanne

Aşka Meftûn…
Katılım
24 Ağu 2009
Mesajlar
1,281
Tepkime puanı
251
Puanları
0
Konum
kördüğüm
Tevekkül;Hak'tan gelen her şeye boyun bükmek,maddi-manevi her işi O'na bırakıp O'ndan istemek,yalnız O'na güvenmek ve aradan çıkmaktır.Allah-u Teala çalışmayı farz kılğı gibi tevekkü etmeyi de emretmiştir.

"Ezeli ve ebedi hayat ile baki olan ölümsüz Allah a tevekkül et."(Furkan:58)
Her işte Hakk'a tevekkül etmek iman icabıdır.Bir ayeti kerimede şöyle buyuruluyor:"Eğer inanıyorsanız,ancak Allah a tevekkül ediniz."
Yine bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:"Deveni bağla,Cenab-ı Hakk'a tevekkül et."(Tirmizi)
Allah'u Teala'ya tevekkül eden bir müslüman büyük bir azimle işe sarılır,çalışır,çabalar,elinden gelen her şeyi yapar,sonucunu da Allah'u Teala'dan bekler.Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:"Bir kere de azmettin mi artık Allah'a tevekkül et.Çünkü Allah tevekkül edenleri sever."(Al-i İmran :159)
Tevekkül sebeplere değil sebepleri yaratana güvenmek ve O'nu tercih etmektir..
Her işimizde tam tevekküle erişip o huzuru yaşama duasıyla..
 

Alkavkaz

Paylaşımcı
Katılım
5 May 2008
Mesajlar
154
Tepkime puanı
41
Puanları
0
[FONT=Times New Roman,Times,Verdana]HAKÎKÎ TEVEKKÜL [/FONT]
[FONT=Times New Roman,Times,Verdana]Muhammed Bâkî Billah Hazretleri buyurdu ki:
"Tevekkül, sebebe yapışmayıp, tembel oturmak değildir. Çünkü böyle olmak, Allah-u Teàlâ’ya karşı edepsizlik olur. Müslümanın meşrû olan bir sebebe yapışması lâzımdır. Sebebe yapıştıktan ve çalışmaya başladıktan sonra tevekkül edilir.
Yâni istenilen şey, bunun hâsıl olmasına sebeb olan şeyden beklenilmez. Çünkü Allah-u Teàlâ sebebi, istenilen şeye kavuşmak için, bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hâsıl olmasına sebeb olan işi yapmayıp da, sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, edebsizlik olur.
Allah-u Teàlâ ihtiyâçlarımıza kavuşmak için kapıyı yaratmış ve açık bırakmıştır. Onu kapamamız doğru değildir. Bizim vazifemiz kapıya gidip beklemektir. Sonrasını O bilir. Çok zaman kapıdan gönderir. Dilediği zaman da pencereden atarak verir."
[/FONT]
 

yusufsaid

Profesör
Katılım
17 Şub 2011
Mesajlar
873
Tepkime puanı
407
Puanları
0
Konum
Ankara
güvene yazınca tevekküle de yazmak farz oldu içkin. tevekkülün en sarih tanımını, açıkçası fazilet takviminde buldum ben. diyordu ki: tevekkül, allah teala'ya güvenmektir. sudan berrak bir tasvir... şerhi de var leziz... işte efendim, sanatına, mülküne, kuvvetine, anana bubana, evladına, eşine dostuna güvenmek beyhudedir. zira bunlar sebeptir ve fanidir. elden çıkması, yitip gitmesi, ölüp bitmesi mümkündür. işbu yüzden allah'a güvenmek farzdır, farzmış, öyle diyor fazilet... ben fazilet'e inanıyorum. bana neta gelene, sığın bulanıklığından kurtulup, derinin berraklığında tecelli eden kişi, kurum ve kuruluşlara hürmetim sonsuz...

allah'a güvenmiş olan zat, o'nun halkettiği bilinen-bilinmeyen her şeye de güvenir, deye tembel aklı yürüteyim ben şimdi... aklın gözü astigmat, fakat bacak kasları kuvvetli, maşallah femorisi filan evlere şenlik... yürüsün o vakit akıl, hatta koşsun, fakat helecanlanıp düşecekse koşmasın aman, yürüsün badi badi yeter... ata neyn de binmesin, attan inip eşeğe binmek her dem olasıdır zira öyle konformist durumlarda... ne diyorduk, hah, kadir-i mutlak'a, muktedir-i muazzam'a, zat-ı zülcelal'e, malik-ül mülk'e, vedûd'e, hâkim'e, âlim'e, musavvir'e güvenen, denize de güvenir, balığa da güvenir. havaya, ateşe, toprağa güvenir, güle ve bülbüle güvenir. insanda allah'ı görüyorsa, ledün'den yana bahtı açıksa, insana da güvenir.

zaten allah'a güvenmiş zat, her nevi, insanlı ya da insansız şerden allah'a sığınmıştır. başına bir musibet geldiği vakit allah'a yönelip, o'ndan yardım istemiştir. yani "güvendim bak nooldu, bu zamanda kimseye güvenmeyeceksin arkadaş, insanoğlu çiğ süt emişgeniş" diye zır zır zırıldamamış, içinde bulunduğu hâlin dilini okumaya, manasını bulmaya, bulmacayı çözmeye, imtihanını geçmeye azmetmiştir. işbu muhterem zat, güvenin künhüne vasıl olduğu için emin olmuştur, eman bulmuştur. mavi kuşu kanadından tutmuştur. bahtiyardır, gam bağından kurtulmuştur. vesselam o, olmuştur. düpedüz yırtmıştır! biz hâlâ dikmeye kasan kendimize bakalım mahzun... ya râb bize acısın, cağnım efsun...

insan deyince akan sular accık duraksıyor elbet. çetrefil dolu mevzu... alengir yüklü yapı... mahlukat eşrefi ya insan, o bakımdan... hem aşağıların en aşağısında, hem yukarıların en yukarısında... nefsinde hem iyiliğe kabiliyeti, hem kötülüğe eğilimi taşıyan cinsten... ağır yük, çetin görev... nasıl oluyor, anlayan varsa beri gelsin sayın zat-ı okuyucu! hakikaten gelsin ve bencağıza da anlatsın bi zahmet... şu aciz kulun bizar kalbini bir yol sulasın ne hikmet... her ne hâl ise, biz güvenle tevekkülü harmanlayıp neticeye bakalım: sebeplere yapışmak elzemdir [sebepli-sonuçlu dünya, diyalekt-ül alemin], tevekkül ise farzdır. tevekkeli değildir.

-alıntı-
 

lafons7275

Kıdemli Üye
Katılım
19 Şub 2013
Mesajlar
21,533
Tepkime puanı
342
Puanları
0
Konum
İzmir
Hasan Hayyât anlatır: Bir gün Bişr-i Hâfî'nin yanında idim. Birkaç kişi gelip, Bişr-i Hâfî'ye selâm verdi. Bişr-i Hâfî onlara siz kimsiniz deyince; "Biz Şam'dan geliyoruz, hacca gidiyoruz. Duânızı almak için size uğradık." dediler. Bişr-i Hâfî onlara; "Allahü teâlâ sizden râzı olsun." dedi. Onlar; "Bizimle hacca gelmek istemez misin?" diye sorunca; onlara; "Üç şartla: Yanımızda bir şey taşımayacağız, hiç kimseden bir şey istemeyeceğiz, eğer birisi bize bir şey verirse kabûl etmeyeceğiz." dedi. Onlar; "Yanımızda bir şey taşımamaya evet! Kimseden bir şey istememeye de evet! Fakat bize verileni kabûl etmemeye gelince, buna gücümüz yetmez."
dediler. Bunun üzerine Bişr-i Hâfî; "Siz Allahü teâlâya değil, hacıların azığına güvenerek yola çıkmışsınız." buyurdu.
 
Üst