TESETTÜR

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
TESETTÜR

SELİM GÜRBÜZER


Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim'de tesettür hususunda şöyle beyan buyuruyor;

Mümin kadınlara söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesna. Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) korusunlar” (Nur suresi, ayet 31), “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir libas birde giyip süsleneceğiz bir libas indirdik. Takva libası ise o daha hayırlıdır.”(El-arad suresi ayet 26)

İşte bu iki ilahi emirden anlaşın o ki; bir kadın tesettüre (ehrama) bürünmekle dışa karşı cinsi arzu ve emellerin aracı olmaktan kendini koruma altına aldığı gibi aynı zamanda kendisini daha da saygı değer konuma yükseltmişte olur. Nasıl ki değerli eşyalar ulu orta sergilenmeyip en güzide yerlerde muhafaza edilir ya, aynen öylede mümin olan kadınlarda Peygamber kavlince “Cennet anaların ayağı altındadır” övgüsüne mazhar olması hasebiyle yuvayı kuran dişi kuşlar misali kendilerini örtüleriyle korunaklı kılmakla yüceleceklerdir. Bu yüzden onlar kurulan yuvaların Allah’ın emanet bekçileri de. Biz mümin erkeklere ise Allah’ın lütfu olan o emanet bekçilerini koruyup kollamak düşer.

Evet, mümine hatunlar öyle kıymet değer emanetlerdir ki, Yüce Allah (c.c) tarafından bizatihi kem gözlerden ve haram bakışlardan korunmaları içinde örtünmeleri emredilmiştir. İyi ki de örtünmeleri emredilmiş, tesettür hali sayesinde bir kadın Anadolu kültüründe sıkça söylenen ‘elemtere fiş, kem gözlere şiş’ misali kendi üzerine odaklanan tüm şehvani arzuları bertaraf ettiği gibi giyindiği tesettür kıyafeti dışa karşı koruyucu kalkan olabiliyor da. Hele bir kadın tesettürlü hale bürünmeye görsün bir daha tövbe billâh eski salkım saçak günlere bir daha asla dönüş yapmak istemez. Zira artık tesettüre bürünmekle kem gözlerden arınıp kendini özgür ve hür hisseder bir hale gelmiştir. Kendini özgür hissetmesi iyi hoşta ancak bu arada arkadaşlık yaptığı bazı çevreler onu bu halde gördüklerinde sanki bir suç işlemiş gibisine ‘senin bu halinde nedir’ deyip bir anda örtünme iştiyakını ve hevesini kırabiliyorlar. Güya akıllarınca çağdaşlık kılıfı altında örtünmeye karşı tavır almış oluyorlar.

İşte böylesi üstenci bakışa sahip bir takım çevrelerin dünyalarında kadın denildiğinde maalesef ki yukarıda zikredilen ayet meallerinin tam aksine söylemlerle “gözlerini haramdan sakınmasınlar, ırzlarını korumasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine örtmesinler” yönünde önerilerdir. Onlar nefislerinin telkinlerine kapılıp üstenci tavırlarıyla kendilerinde olmayan insanları küçümsemekte ısrarlarını sürdürerekten habire öneriler ürete dursunlar, önemli bizim bu noktada nasıl tavır takınacağımız çok mühimdir. Fazlada düşünmeye ve tu kaka olmaya gerek yoktur, takınacağımız tavır gayet çok basit, bikere her şeyden önce onların önerilerine kulak tıkayıp bizim için asl olan ilahi buyruk neyse onun gereğini yapmak olmalıdır. Aksi halde onların değirmenine su taşıyıp tu kaka oluruz habire.

Malumunuz Yüce Allah’ın kullar üzerinde emirleri ‘helal ve haram’ ekseninde tecelli etmekte hep. Bir kul emri ilahi gereği helalinden bir hayat sürdürdüyse ne ala, yok eğer haramlarla içli dışlı bir hayat geçirdiyse vay haline. Ki, Yüce Allah (c.c) bir şeyi yasak kılmışsa mutlaka o yasak kılınan hususta yarattığı kulların hayrına nice bilinmeyen hikmetler gizlidir. Öyle ya, görünüşte baktığımızda üzüm bitkisinden elde edilen ‘hamr’ mayalanmış normal içecek deriz. Oysa görünüşüne bakarak normal içecek sandığımız o mayi aklı örten manasına gelen Müberra dinimizce haram kılınan şaraptan başkası değildir. Ancak bu arada denilebilir ki, buradaki haramlık sadece üzüm suyunun mayalanmasıyla alakalıdır, diğer içecekleri bağlamaz. Oysa kazın ayağı hiçte öyle değil, derinlemesine analiz ettiğimizde ehlisünnet ulemamızın ictihadlarından ve kıyas-ı fukahanın kıyaslarından hareketle madem ‘hamr’ akıl örtülmesi manasına gelen bir kavram o halde tüm içeceklerde bu kavram kapsamına tabii demektir. Yani bu noktada ‘aklı gidericilik’ anlamı kıyas bakımdan ölçü olacaktır. Böylece bu ve buna benzer kıyaslamalar sayesinde dünyanın neresinde her ne cinsten bilumum sarhoş edici şarap ya da benzeri içki türü varsa haram olduğunu idrak etmiş oluruz. Ne diyelim, işte görüyorsunuz yücelerden gelen ferman bu şekilde kullarına ferman buyrulmuştur. Madem öyle, ferman Padişahındır deyip gereğini yapmak gerekir. Şimdi belki diyebilirsiniz ki, iyi hoşta şarabın tesettürle ne alakası var diye. Elbette birbirinden farklı hususlar gibi görünse de, ama aralarında örnekleme yönünde benzerlik vardır. Şöyle ki; şarap örneğinde aklı örtmek vardır, tesettür örneğinde ise vücudu örtmek vardır. Birincisinde aklı giderici menfi örtüş söz konusu ikincisinde ise müsbet yönde insana yücelik katacak örtüş vardır. Ancak müsbet örtünme derken unutmayalım ki, vücut azalarının ister belli bir bölümü örtünür olsun, ister yarı çıplak örtünürlük olsun hiç fark etmez her iki durumda da el ve yüzün dışında vücut azalarının tamamı örtünür olmadığı müddetçe bu tür giyinme tarzları asla tesettür değildir. Zira her türden şehvani arzuları kamçılamaya kapı aralayacak giyinme modelleri İslam’ın tesettür emriyle bağdaşmayacağı çok açıktır. İslam’da sadece kabul gören giyinme tarzı ziynetlerin uluorta görünmemesi manasına gelen örtünme emrinin hakkını yerine getirme yönünde tam tesettüre bürünme tarzıdır. Emre uyar ya da uymayız ama yücelerden gelen hüküm bu olunca ruz-i mahşerde hakkımızda verilecek kararın neticesine de katlanmayı göze almak durumundayız. Elbette ki, Yüce Allah’ın emrettiklerinin hikmetinden sual olunmaz, ama ortada şu bir gerçekte var ki, örtünme ayetleri iş olsun babından nüzul olmamış, bilakis kulun kendine çekidüzen vermesine yönelik ihtiyaca binaen nüzul olmuştur. Nitekim İslamiyet’in ilk doğuşu yıllarında bir kısım Arap erkeklerin rastgele çadırlara daldıkları, hatta evlere destursuz girenler olduğu ve böylece Arap kadınlarını başlarındaki başörtülerini arkaya doğru sarkık ya da göğüslerine takılan ziynetleri ortaya saçılır bir halde şaşkın bakışlar arasında hazırlıksız bir şekilde dona kaldıkları bilinen bir vakadır. Tabii bu hoş durum sayılmazdı. İşte bu noktada bir hükme ihtiyaç hâsıl olur ki, kadınların başörtü veya ziynetlerinin açılmaması hususunda ayet nüzul olmasıyla birlikte kadınların bu meselesi hükme bağlanmış olur. Ne var ki o gün hükme bağlanan bu mesele günümüz dünyasına geldiğimizde bu noktada sanki ortada örtünmeyle alakalı doğrudan ayet yokmuşçasına meseleye ilahi emir ve ilahi hüküm yönünden değil artık basit simgesel türban tartışmaları boyutuyla bakılmakta. Oysa ister adına başörtüsü denilsin ister türban, sonuçta her ikiside herhangi bir masayı örttüğünde onun adı masa örtüsü olabiliyor. Aynen öyle de ilahi ferman gereği bir kadın da başını örttüğünde adı başörtü (eşarp) olarak anlam kazanması gayet tabiidir. Dolayısıyla kelime oyunlarına takılıp türban yaftasıyla tesettürü karalamaya kalkışmak akla ziyan bir tutum olur.

Evet, tesettür kadına hem maddi hem manevi estetiklik kazandıran bir ziynettir. Nasıl ki, pencerelere takılan perdeler hem evin içine hem dışına bir renk, bir görünüm, bir estetiklik katıyorsa, tesettür de kadının iç ve dış dünyasına hayâ, iffet, namus gibi kutsi ziynet değer katmaktadır. Ancak şunu da unutmayalım ki, tesettür kadının kutsi itibar kazanmasında amaç değil vasıtadır. Vasıta olduğu şundan belli kadın bu aracı vesile sayesinde toplum içinde mahremiyet noktasında bir anda itibarını daha da bir katmerli şekilde artırabiliyor. O halde örtünme ya da tesettür deyip es geçmeyelim, bez parçası da olsa, vasıtada olsa nihayetinde Allah’ın emrini yerine getirme gayesine yönelik bir vasıtadır, bu yetmez mi? Kaldı ki bir kadın için temel gaye Allah'ın hoşnut olacağı edep ve hayâ libasına bürünmek olmalıdır. Hani derler ya “Hayâsı olmayanın imanı olmaz” diye, aynen öylede kadın açısından hayâ imandan bir cüz olması hasebiyle perde ve örtü manasına ar damarı bir keyfiyet ifade eder. Hele bir kadının ar damarı çatlamaya bir görsün, o kadının toplum içinde yeniden itibarını kazanmak için kendini toparlaması çok güç olacaktır. Bu demektir ki bir kadın tesettüre bürünmekle iç dünyasına kodlanmış olan hayâ melekiyetini muhafaza altına alaraktan kendine koruyucu zırh geçirmiş olur.

Peki, tesettürden maksat sadece temel gaye ar damarı hayâyı korumak mı? Elbette hayâyı korumanın yanı sıra Yüce Allah’ın (c.c) örtünme emrini yerine getirerekten saliha hatun olabilmekte çok mühim esastır. Madem öyle, emri ilahinin gereğini yapmak kadının yücelik kazanmasına yeter artar da. Dahası bir kadının “Hayâ imandandır” gerçeğinden hareketle mahremiyetine gölge düşürecek en ufak arsızlığı elinin tersiyle dışladığında Allah’ın hoşnutluğunu kazanması an meselesi de. Düşünsenize Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak nimetinden daha büyük ne nimet olabilir ki. Hele bir kadın tesettür haline birde takva libasını kattığını düşünün, hiç kuşkusuz takvası libası giyinmiş o kadın Rabia’tül Adeviyye’nin manevi âlemde talebesi olur da.
 

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
TESETTÜR-2

SELİM GÜRBÜZER

Günümüzde takva hak getire, şeklen de olsa bir kadın tesettüre bürünse artık buna da şükür diyecek noktadayız. Zira hiç yoktan yine de şeklen de olsa bir kadının toplum içerisinde itibarını ve iffetini koruyabilecek vasıtaları kullanması kendisini korunaklı kılacaktır. Nasıl ki bir asker ya da polis için üniforması ne kıymet ifade ediyorsa bir kadın için de tesettür teşbihte hata olmasın apayrı üniforma olarak bir anlam ifade eder. Keza günümüz modern dünyada kadına bakış açısı da hak getire, bu nasıl modernlikse kadına bakış bir cinsel meta ya da şehvet aracı gözüyle bakmaktan hiçbir şekilde hicab duyulmuyor. Tabii genel ağırlıklı bakış açısı bu olunca kadınlar ister istemez kültürel travmaya uğramaktan bir türlü kendilerini kurtaramıyorlar. Zaten kadına yönelik her türlü cinsel içerikli reklâmların göklere çıkarıldığı bir ortamdan başka ne bekleyebilirdik ki. Düşünsenize öyle şirazeden çıkmış bir haldeyiz ki; kadını metalaştıran her türlü aldatıcı cilalı makyaj maskaralığına özenmek tavan yapmış durumda. Oysa kendimiz olmak varken kadın ruhunu esir almaya yönelik şirazesi bozuk modellere özenmek niye? Hele vücudunu teşhir etmekten çekinmeyen öyle şirazesinden çıkmış kadınlar var ki; toplumun genel ahlakını tehdit eder boyuttadır. Kelimenin tam anlamıyla bu tür kadınlar karşı cinsle olan ilişkilerinde ruhen münasebet kurmak yerine bedeni ilişkilere girmeyi yeğliyorlar. Şöyle bir kendimizi kalabalık yığınlar arasına attığımızda bu tür kadınların topuklu ayakkabılarıyla attığı her adımlarından çıkan tak tuk seslerinin adeta erkekleri kendilerine cezbetmeye ve avlamaya yönelik takatukalar olduğu, böylece bu takatukalarla birlikte günaha akan cadde ve kaldırımların şehvetli bakışlardan geçilmeyecek derecede kirlendiğine şahit oluruz. Tabii böyle manzaralara sıkça rastlanır olmasında hiç kuşkusuz kadını reklam aracı gören zihniyetin etrafa saçtığı bilinçsizce ürettikleri reklam kampanyaların etki payı çok büyüktür. Derken tüm bu ve buna benzer şehveti kamçılayan vahim manzaralar bizi biz yapan değerlerden uzaklaştırdığı gibi geçmişimizi unutur vaziyete sokmakta da. İşte bu nedenledir ki Bediüzzaman Said Nursi Hz.leri talebelerine “Unutkanlığın sebeplerinden en kötüsü kadına şehvetle bakmaktır. Gusül aldığın, abdest mahalline idrar etmek unutkanlığa sebep olur, oysa her şeyin hükmü ve asliyeti vardır” şeklinde uyarılarda bulunmayı ihmal etmemiştir.

Gerçekten de öyle değil mi, baksanıza hem geçmişimizi hem de kendimizi ne de çok çabuk unutur hale geldik. Hele etrafımızda bir sürü düşünce yoksunu ilimden bihaber insanlar çoğaldıkça artık belden aşağı konuşmalar gırla gidiyor artık. Oysa Allah kullarına aklını nefsanî arzular için çalıştırsın diye vermemiş, bilakis aklı, aklıselim kılmak için lütfetmiştir. Nitekim insan aklını aklıselim hale getirdiğinde gazab kuvveti şecaat’e, şehvet kuvveti ise iffete dönüşür de. Şimdi gel de toplumun düştüğü şu hallere eseflenme, baksanıza günümüz toplumunda ne şecaat, ne iffet, ne de ar damar kalmış, nefsi ve şehvani arzular akla perde kılınmış bir halde toplumu içten içe kemiren bir illet veba gibidir. Öyle ki akıl karaya vurmuş durumda. Düşünsenize bir zamanlar neydik, şimdi ne olduk. Aklıselim bireylerin hâkim olduğu bir toplumdan hafızasını yitiren ve düşünemeyen bir topluluk haline geldik. İşte İslam’ın bu denli tesettüre önem vermesinde ana temel gaye nefsi arzuları değil aklıselimi galip kılmaktır. Şu iyi bilinsin ki aklıselimi galip kılan şehvani ve nefsi kuvvet melekelerini iffete dönüştürür de. Tabii ilahi hükümlerin yüzeysel çerçevesini bile analiz etme basiretinden yoksun olanlar böylesi ulvi gayelerin ne demek olduğunu anlamakta zorluk çekecekleri malum. Nasıl zorluk çekmesinler ki, onların tek bildikleri şey reklam şirketlerince ellerine tutuşturulmuş hazır suni reçeteler ve zihinlerine enjekte edilerekten kafalarına geçirilen mankurt şablonlardır. Değil midir ki toplumu mankurtlaşmaya yönelik göz boyayıcı tanıtımlar hemen herkesi bir anda moda defilecilerin ağına düşebiliyor. Hele ki, bu uğurda konu manken olmak için uzun kuyruklar oluşturularak sırada bekleyen kızlarımızın heder edilişini gördükçe içimiz parçalanıyor. Nasıl yüreklerimiz dağlanmasın ki, bu hazin tabloyu övünç tablosu olarak sunmaktan geri durmuyorlar da. Yetmedi sözde aydın geçinen bir takım prof, doçent, doktor etiketli medyatik hocaların destekleyici açıklamalarıyla da bu tip tanıtımlar sürekli canlı tutulmaya çalışılır da. Oysa kadın kadını yapan vücudunu teşhir eden defileler değil kadını kadın yapan kadınlık ruhudur.

Madem bir takım mankurt kafalar kadını kadın yapan ruhunu çalmak için onca çaba sarf ediyor, o halde bizler ne güne duruyoruz, bizler de kadının ruhunu diri tutacak ehlisünnet âlimlerinin sesine kulak kabartıp tesettür kapısını açık tutmak için uğraş verebiliriz pekâlâ. Bakınız İmam-ı Gazali Hz.leri: “Göz daima helal haram demez bakmak ister” derken bir gerçeğe dikkatimizi çekmiştir. O halde Yüce Allah kullarına bahşettiği o iki küçücük et parçası penceremizi kontrol altında tutup harama bakmaktan el çektirmek icab eder. Buna mecburuz da. Zira kontrol edilmeyen gözler kadın üzerine odaklandığında bir anda insanın şehvet damarını kamçılayıp göz zinasına kapı aralayabiliyor, icabında bunla da kalmayıp fiili zinaya yol açabiliyor. Derken bir bakmışsın Allah muhafaza nihayetinde bir insan canını kıyacak derecede vahim sonuçlara sebep teşkil edebiliyor. Nasıl ki hayra giden yollar aşama aşama gerçekleşiyorsa, şerre giden yollarda aşama aşama ilerlemekte. Dolayısıyla bu gerçekler ışığında ‘güzele bakmakta ne var’ deyip işi sulandırmayalım, mesele sanıldığı kadar basit değil. Unutmayalım ki, hafife alınan her ne varsa bir bakmışsın can evimize düşen bir kıvılcım olmakla kalmayıp etrafımıza da sıçrayan alev topu haline dönüşebiliyor. İşte bu nedenledir ki İslam’da bir şeyin çoğu haramsa azıda haramdır hükmünden hareketle hiç bir şey hafife alınmaz. Öyle ki, Müberra dinimizde hemen her şey daha işin başında hafife alınmadan sıkı tutup toplumun temel dinamiklerini sarsacak her türlü fuhşiyatı şiddetle men etmiştir. Böylece ortaya konan bir takım yasak kurallar ve cezai müeyyidelerde ortaya toplum hayatının nizamını bozacak unsurların önüne geçilmiştir. Örnek mi? Mesela Müberra dinimiz, zina işlediği sabit olan evlilere ölüm cezası ve bekârlara yüz değnek vurulması şeklinde bir cezanın tatbik edilmesini fıkhı kurallara bağlaması bunun en bariz örneğini teşkil eder zaten. Hiç kuşkusuz burada hükme bağlanan ceza-i müeyyidelerden maksat asla can almak değildir, bilakis toplumda caydırıcılığı sağlamak temel amaçtır. Kaldı ki Yüce Allah (c.c) bu hususta “Namuskâr, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edinmemiş insanlar halinde yaşamasını emreder” (El-Maide suresi ayet 5) diye beyan buyurması bu hükmün doğruluğunu teyit eden bir durumdur. Ama gel gör ki, insanlık vahyin soluğundan uzak bir hayat yaşadığı içindir ne kendi iç dünyasıyla barışık, ne ailesiyle barışık, ne çevresiyle barışık, ne de insanlarla barışık kalabiliyor. İlahi hükümlere duyarsız kalınınca olacağı buydu, böylesi bir hayattan başka ne bekleyebilirdik ki. İşte İlahi olana duyarsızlık tamda bu noktada tam çıplak, yarı çıplak, yarı giyinik çıplak dolaşmak arzusunda olan kadınların, örtü altında hayâsızdık yapmak isteyen kadınların, Amerikan tarzı viski yudumlamak isteyenlerin, Fransızlar gibi güle eğlene çılgınca dans etmek isteyen gençlerin, İngiliz tarzı ‘hello’ diyerekten birbirleriyle selamlaşmak isteyenlerin işine yaramıştır. Zira bu tip hayat tarzına kendilerini kaptıranların dünyasında cennet bu dünyadır. Bu yüzden bu dünyada yaşadıkları müddetçe haramlarla ne kadar çok haşir neşir olurlarsa kendilerine o kadar kâr olarak görmekteler. Ne diyelim onlar yaptıklarını kâr olarak sana dursunlar oysa bu düpedüz sosyal çözülme hadisesidir. Böylesi bir hayattan keyif alıp kendine yabancılaşmayı çağdaşlık olarak addetmeyi hangi akla hizmet doğrusu anlamakta güçlük çekmekteyiz. Sadece çağdaşlık olarak addetseler belki bu denli gam yemeyiz, insan tabiatına aykırı gayri meşru ilişkileri cinsel özgürlük şeklinde takdim etmekteler, toplumun temel direği aile ocağını ortadan kaldıracak evsiz barksız bir hayat modelinin önermeleri de işin cabası. Gidişat pekte iyi görünmüyor, dahası insanların ruh sağlıkları pek yerinde değil, bu gidişat tüm toplumları da saran kanayan yaraya dönüşmüştür. Öyle ki, insanlık Nuh’un kurtuluş gemisine benzer bir kurtuluş gemisi ortaya çıksa da kendimizi kurtarsak hale gelmiştir.
 

dedekorkut1

Doçent
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,148
Tepkime puanı
18
Puanları
38
Konum
Ankara
TESETTÜR-3

SELİM GÜRBÜZER

Bakınız Resulüllah (s.a.v) ümmetinin başına gelecek olan fitneleri çok önceden nasıl dile getirmiş:

-“Ümmetimin sonunda eğerlere binen erkekler olacaktır (yani kendileri kadın fakat erkeklere benzerler). Hanımları giydikleri halde çıplaktırlar (pazıları ve göğüsleri açık bacaklarda açıktır). Başlarındaki saçları devenin hörgücü gibidir. Onları lanetleyin. Çünkü muhakkak onlar lanetlenmişlerdir. Sizden sonra bir millet olsaydı onlara hizmetçi olacaklardı. Nitekim önceki milletlerin hanımları size (el-an) hizmetçi oldukları gibi ve erkeğe benzetene Allah lanet etmiştir.”

-“Kadın kısmı avrettir. Evinden çıktığı zaman şeytan onu yoldan çıkarmak yahut onunla başkayı yoldan çıkarmak için gözleri ona çevirttirir (kalpler ona yönelir). Cenabı Hakka en çok yakın olduğu zaman kendisinin evinde oturduğu vakittir.”

İşte görüyorsunuz, öyle fitne bir zamanda yaşıyoruz ki gerçekten de kadının evinde oturması Allah katında daha da evla bir hal almıştır. Günümüzde kadınlar evden daha çok dışarda geçirmekte. Bu nedenle Yüce Allah (c.c) bu hususta Habibine;

-“Habibim mümin erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için temiz harekettir. Şüphesiz ki Allah yaptıklarından muhakkak haberdardır”
(En-Nur suresi ayet 30) diye beyan buyurmakla erkeklerin harama nazar etmemeleri gerektiğini, kadınlarınsa örtünmeye riayet etmelerini emreylemiştir. Hiç kuşkusuz emrin gereğinin yerine getiren erkekler için hanesine cephe sathında cihad yapan mücahidin kazanacağı sevaba denk gelebilecek sevap yazılırken, kadınlar içinde kocasına bağlılığından ve tesettüre bürünmelerinden dolayı Saliha hatun sevabı vardır. Dikkat edin tesetüre kocasına bağlılığı da zikrettik, çünkü aile ocağının devamlı tütmesi Yüce Allah (c.c) erkeği kadına eşitler arasında birinci kılmıştır, bu yüzden bir kadın kocasına itaat ederse küçülmez, bilakis bir o kadar da yücelir de.

Her neyse tesettürle ilgili ilahi hükümlere döndüğümüzde bakın Rabbü’l âlemin Kur’an’da bu hususlarda ne buyuruyor:

-“Kadınlar ziynet yerlerini kocaları, kendi babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulundurdukları cariyeler, kadına arzusu kalmamış, ele bakar hale gelmiş erkekler ve kadınların mahrem yerlerinin farkına varmayan erkek çocuklardan başkasına açmasınlar.”( Nur 24/31)

Hakeza Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ise şöyle buyurduğu rivayet edilir:

İki sınıf cehennem ehli olan insanlar vardır. Ben bunları henüz görmedim. Birincisi bir kavimdir ki, yanlarında sığır kuyrukları gibi kırbaçlar vardır. İkincisi de, bir grup kadınlardır. Bunlar sözde giyinmişlerdir, ama gerçekte çıplaktırlar. Bunlar erkeklere meylederler ve erkekleri de kendilerine meylettirirler. Bunlar saçlarını da başlarının tepesinde toplayıp, deve hörgücü gibi yapmışlardır. İşte bunlar cennete giremeyeceklerdir. Oysa cennetin kokusu çok uzaklardan hissedildiği halde bunlar, cennetin kokusunu dahi alamayacaklardır.” (Tac,3, 179)

İşte yukarıda zikredilen söz konusu ayetler ve hadislerden hareketle Hz. Ali (k.v) bir gün hutbede halifelik sorumluluğuyla;

- “Ey insanlar yapayalnız hanımlarınız sokaklarda dolaşmasınlar. Sizler onların dolaşmalarından utanmıyor musunuz? Yoksa gayretiniz yok mudur? Sizler hanımlarınızı yapayalnız sokaklara salıveriyorsunuz. Sonra onlar erkeklere, erkeklerde onlara bakıp duruyorlar, birbirine fitne oluyorlar’ uyarısında bulunmayı ihmal etmez de.

Velhasıl-ı kelam en son özetle şunu diyebiliriz ki harama nazar etmek (bakmak) şehveti kamçılamakta, şehvet ise fiili zinaya giden kapıyı aralamakta, kapı aralanınca o işlenen zinanın akabinde daha vahim olan nihayetinde süreç cinayet hadisesiyle neticelenebiliyor. Kelimenin tam anlamıyla Said Nursi Hz.lerinin ifadesiyle ‘Kadın bir üzüm yedirir bin elem takar’ denilen hadiseler zinciri ardı ardına patlak verir.

Vesselam.
 
Üst