dedekorkut1
Doçent
TESETTÜR
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim'de tesettür hususunda şöyle beyan buyuruyor;
“Mümin kadınlara söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesna. Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) korusunlar” (Nur suresi, ayet 31), “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir libas birde giyip süsleneceğiz bir libas indirdik. Takva libası ise o daha hayırlıdır.”(El-arad suresi ayet 26)
İşte bu iki ilahi emirden anlaşın o ki; bir kadın tesettüre (ehrama) bürünmekle dışa karşı cinsi arzu ve emellerin aracı olmaktan kendini koruma altına aldığı gibi aynı zamanda kendisini daha da saygı değer konuma yükseltmişte olur. Nasıl ki değerli eşyalar ulu orta sergilenmeyip en güzide yerlerde muhafaza edilir ya, aynen öylede mümin olan kadınlarda Peygamber kavlince “Cennet anaların ayağı altındadır” övgüsüne mazhar olması hasebiyle yuvayı kuran dişi kuşlar misali kendilerini örtüleriyle korunaklı kılmakla yüceleceklerdir. Bu yüzden onlar kurulan yuvaların Allah’ın emanet bekçileri de. Biz mümin erkeklere ise Allah’ın lütfu olan o emanet bekçilerini koruyup kollamak düşer.
Evet, mümine hatunlar öyle kıymet değer emanetlerdir ki, Yüce Allah (c.c) tarafından bizatihi kem gözlerden ve haram bakışlardan korunmaları içinde örtünmeleri emredilmiştir. İyi ki de örtünmeleri emredilmiş, tesettür hali sayesinde bir kadın Anadolu kültüründe sıkça söylenen ‘elemtere fiş, kem gözlere şiş’ misali kendi üzerine odaklanan tüm şehvani arzuları bertaraf ettiği gibi giyindiği tesettür kıyafeti dışa karşı koruyucu kalkan olabiliyor da. Hele bir kadın tesettürlü hale bürünmeye görsün bir daha tövbe billâh eski salkım saçak günlere bir daha asla dönüş yapmak istemez. Zira artık tesettüre bürünmekle kem gözlerden arınıp kendini özgür ve hür hisseder bir hale gelmiştir. Kendini özgür hissetmesi iyi hoşta ancak bu arada arkadaşlık yaptığı bazı çevreler onu bu halde gördüklerinde sanki bir suç işlemiş gibisine ‘senin bu halinde nedir’ deyip bir anda örtünme iştiyakını ve hevesini kırabiliyorlar. Güya akıllarınca çağdaşlık kılıfı altında örtünmeye karşı tavır almış oluyorlar.
İşte böylesi üstenci bakışa sahip bir takım çevrelerin dünyalarında kadın denildiğinde maalesef ki yukarıda zikredilen ayet meallerinin tam aksine söylemlerle “gözlerini haramdan sakınmasınlar, ırzlarını korumasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine örtmesinler” yönünde önerilerdir. Onlar nefislerinin telkinlerine kapılıp üstenci tavırlarıyla kendilerinde olmayan insanları küçümsemekte ısrarlarını sürdürerekten habire öneriler ürete dursunlar, önemli bizim bu noktada nasıl tavır takınacağımız çok mühimdir. Fazlada düşünmeye ve tu kaka olmaya gerek yoktur, takınacağımız tavır gayet çok basit, bikere her şeyden önce onların önerilerine kulak tıkayıp bizim için asl olan ilahi buyruk neyse onun gereğini yapmak olmalıdır. Aksi halde onların değirmenine su taşıyıp tu kaka oluruz habire.
Malumunuz Yüce Allah’ın kullar üzerinde emirleri ‘helal ve haram’ ekseninde tecelli etmekte hep. Bir kul emri ilahi gereği helalinden bir hayat sürdürdüyse ne ala, yok eğer haramlarla içli dışlı bir hayat geçirdiyse vay haline. Ki, Yüce Allah (c.c) bir şeyi yasak kılmışsa mutlaka o yasak kılınan hususta yarattığı kulların hayrına nice bilinmeyen hikmetler gizlidir. Öyle ya, görünüşte baktığımızda üzüm bitkisinden elde edilen ‘hamr’ mayalanmış normal içecek deriz. Oysa görünüşüne bakarak normal içecek sandığımız o mayi aklı örten manasına gelen Müberra dinimizce haram kılınan şaraptan başkası değildir. Ancak bu arada denilebilir ki, buradaki haramlık sadece üzüm suyunun mayalanmasıyla alakalıdır, diğer içecekleri bağlamaz. Oysa kazın ayağı hiçte öyle değil, derinlemesine analiz ettiğimizde ehlisünnet ulemamızın ictihadlarından ve kıyas-ı fukahanın kıyaslarından hareketle madem ‘hamr’ akıl örtülmesi manasına gelen bir kavram o halde tüm içeceklerde bu kavram kapsamına tabii demektir. Yani bu noktada ‘aklı gidericilik’ anlamı kıyas bakımdan ölçü olacaktır. Böylece bu ve buna benzer kıyaslamalar sayesinde dünyanın neresinde her ne cinsten bilumum sarhoş edici şarap ya da benzeri içki türü varsa haram olduğunu idrak etmiş oluruz. Ne diyelim, işte görüyorsunuz yücelerden gelen ferman bu şekilde kullarına ferman buyrulmuştur. Madem öyle, ferman Padişahındır deyip gereğini yapmak gerekir. Şimdi belki diyebilirsiniz ki, iyi hoşta şarabın tesettürle ne alakası var diye. Elbette birbirinden farklı hususlar gibi görünse de, ama aralarında örnekleme yönünde benzerlik vardır. Şöyle ki; şarap örneğinde aklı örtmek vardır, tesettür örneğinde ise vücudu örtmek vardır. Birincisinde aklı giderici menfi örtüş söz konusu ikincisinde ise müsbet yönde insana yücelik katacak örtüş vardır. Ancak müsbet örtünme derken unutmayalım ki, vücut azalarının ister belli bir bölümü örtünür olsun, ister yarı çıplak örtünürlük olsun hiç fark etmez her iki durumda da el ve yüzün dışında vücut azalarının tamamı örtünür olmadığı müddetçe bu tür giyinme tarzları asla tesettür değildir. Zira her türden şehvani arzuları kamçılamaya kapı aralayacak giyinme modelleri İslam’ın tesettür emriyle bağdaşmayacağı çok açıktır. İslam’da sadece kabul gören giyinme tarzı ziynetlerin uluorta görünmemesi manasına gelen örtünme emrinin hakkını yerine getirme yönünde tam tesettüre bürünme tarzıdır. Emre uyar ya da uymayız ama yücelerden gelen hüküm bu olunca ruz-i mahşerde hakkımızda verilecek kararın neticesine de katlanmayı göze almak durumundayız. Elbette ki, Yüce Allah’ın emrettiklerinin hikmetinden sual olunmaz, ama ortada şu bir gerçekte var ki, örtünme ayetleri iş olsun babından nüzul olmamış, bilakis kulun kendine çekidüzen vermesine yönelik ihtiyaca binaen nüzul olmuştur. Nitekim İslamiyet’in ilk doğuşu yıllarında bir kısım Arap erkeklerin rastgele çadırlara daldıkları, hatta evlere destursuz girenler olduğu ve böylece Arap kadınlarını başlarındaki başörtülerini arkaya doğru sarkık ya da göğüslerine takılan ziynetleri ortaya saçılır bir halde şaşkın bakışlar arasında hazırlıksız bir şekilde dona kaldıkları bilinen bir vakadır. Tabii bu hoş durum sayılmazdı. İşte bu noktada bir hükme ihtiyaç hâsıl olur ki, kadınların başörtü veya ziynetlerinin açılmaması hususunda ayet nüzul olmasıyla birlikte kadınların bu meselesi hükme bağlanmış olur. Ne var ki o gün hükme bağlanan bu mesele günümüz dünyasına geldiğimizde bu noktada sanki ortada örtünmeyle alakalı doğrudan ayet yokmuşçasına meseleye ilahi emir ve ilahi hüküm yönünden değil artık basit simgesel türban tartışmaları boyutuyla bakılmakta. Oysa ister adına başörtüsü denilsin ister türban, sonuçta her ikiside herhangi bir masayı örttüğünde onun adı masa örtüsü olabiliyor. Aynen öyle de ilahi ferman gereği bir kadın da başını örttüğünde adı başörtü (eşarp) olarak anlam kazanması gayet tabiidir. Dolayısıyla kelime oyunlarına takılıp türban yaftasıyla tesettürü karalamaya kalkışmak akla ziyan bir tutum olur.
Evet, tesettür kadına hem maddi hem manevi estetiklik kazandıran bir ziynettir. Nasıl ki, pencerelere takılan perdeler hem evin içine hem dışına bir renk, bir görünüm, bir estetiklik katıyorsa, tesettür de kadının iç ve dış dünyasına hayâ, iffet, namus gibi kutsi ziynet değer katmaktadır. Ancak şunu da unutmayalım ki, tesettür kadının kutsi itibar kazanmasında amaç değil vasıtadır. Vasıta olduğu şundan belli kadın bu aracı vesile sayesinde toplum içinde mahremiyet noktasında bir anda itibarını daha da bir katmerli şekilde artırabiliyor. O halde örtünme ya da tesettür deyip es geçmeyelim, bez parçası da olsa, vasıtada olsa nihayetinde Allah’ın emrini yerine getirme gayesine yönelik bir vasıtadır, bu yetmez mi? Kaldı ki bir kadın için temel gaye Allah'ın hoşnut olacağı edep ve hayâ libasına bürünmek olmalıdır. Hani derler ya “Hayâsı olmayanın imanı olmaz” diye, aynen öylede kadın açısından hayâ imandan bir cüz olması hasebiyle perde ve örtü manasına ar damarı bir keyfiyet ifade eder. Hele bir kadının ar damarı çatlamaya bir görsün, o kadının toplum içinde yeniden itibarını kazanmak için kendini toparlaması çok güç olacaktır. Bu demektir ki bir kadın tesettüre bürünmekle iç dünyasına kodlanmış olan hayâ melekiyetini muhafaza altına alaraktan kendine koruyucu zırh geçirmiş olur.
Peki, tesettürden maksat sadece temel gaye ar damarı hayâyı korumak mı? Elbette hayâyı korumanın yanı sıra Yüce Allah’ın (c.c) örtünme emrini yerine getirerekten saliha hatun olabilmekte çok mühim esastır. Madem öyle, emri ilahinin gereğini yapmak kadının yücelik kazanmasına yeter artar da. Dahası bir kadının “Hayâ imandandır” gerçeğinden hareketle mahremiyetine gölge düşürecek en ufak arsızlığı elinin tersiyle dışladığında Allah’ın hoşnutluğunu kazanması an meselesi de. Düşünsenize Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak nimetinden daha büyük ne nimet olabilir ki. Hele bir kadın tesettür haline birde takva libasını kattığını düşünün, hiç kuşkusuz takvası libası giyinmiş o kadın Rabia’tül Adeviyye’nin manevi âlemde talebesi olur da.
SELİM GÜRBÜZER
Yüce Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim'de tesettür hususunda şöyle beyan buyuruyor;
“Mümin kadınlara söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesna. Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) korusunlar” (Nur suresi, ayet 31), “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek bir libas birde giyip süsleneceğiz bir libas indirdik. Takva libası ise o daha hayırlıdır.”(El-arad suresi ayet 26)
İşte bu iki ilahi emirden anlaşın o ki; bir kadın tesettüre (ehrama) bürünmekle dışa karşı cinsi arzu ve emellerin aracı olmaktan kendini koruma altına aldığı gibi aynı zamanda kendisini daha da saygı değer konuma yükseltmişte olur. Nasıl ki değerli eşyalar ulu orta sergilenmeyip en güzide yerlerde muhafaza edilir ya, aynen öylede mümin olan kadınlarda Peygamber kavlince “Cennet anaların ayağı altındadır” övgüsüne mazhar olması hasebiyle yuvayı kuran dişi kuşlar misali kendilerini örtüleriyle korunaklı kılmakla yüceleceklerdir. Bu yüzden onlar kurulan yuvaların Allah’ın emanet bekçileri de. Biz mümin erkeklere ise Allah’ın lütfu olan o emanet bekçilerini koruyup kollamak düşer.
Evet, mümine hatunlar öyle kıymet değer emanetlerdir ki, Yüce Allah (c.c) tarafından bizatihi kem gözlerden ve haram bakışlardan korunmaları içinde örtünmeleri emredilmiştir. İyi ki de örtünmeleri emredilmiş, tesettür hali sayesinde bir kadın Anadolu kültüründe sıkça söylenen ‘elemtere fiş, kem gözlere şiş’ misali kendi üzerine odaklanan tüm şehvani arzuları bertaraf ettiği gibi giyindiği tesettür kıyafeti dışa karşı koruyucu kalkan olabiliyor da. Hele bir kadın tesettürlü hale bürünmeye görsün bir daha tövbe billâh eski salkım saçak günlere bir daha asla dönüş yapmak istemez. Zira artık tesettüre bürünmekle kem gözlerden arınıp kendini özgür ve hür hisseder bir hale gelmiştir. Kendini özgür hissetmesi iyi hoşta ancak bu arada arkadaşlık yaptığı bazı çevreler onu bu halde gördüklerinde sanki bir suç işlemiş gibisine ‘senin bu halinde nedir’ deyip bir anda örtünme iştiyakını ve hevesini kırabiliyorlar. Güya akıllarınca çağdaşlık kılıfı altında örtünmeye karşı tavır almış oluyorlar.
İşte böylesi üstenci bakışa sahip bir takım çevrelerin dünyalarında kadın denildiğinde maalesef ki yukarıda zikredilen ayet meallerinin tam aksine söylemlerle “gözlerini haramdan sakınmasınlar, ırzlarını korumasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine örtmesinler” yönünde önerilerdir. Onlar nefislerinin telkinlerine kapılıp üstenci tavırlarıyla kendilerinde olmayan insanları küçümsemekte ısrarlarını sürdürerekten habire öneriler ürete dursunlar, önemli bizim bu noktada nasıl tavır takınacağımız çok mühimdir. Fazlada düşünmeye ve tu kaka olmaya gerek yoktur, takınacağımız tavır gayet çok basit, bikere her şeyden önce onların önerilerine kulak tıkayıp bizim için asl olan ilahi buyruk neyse onun gereğini yapmak olmalıdır. Aksi halde onların değirmenine su taşıyıp tu kaka oluruz habire.
Malumunuz Yüce Allah’ın kullar üzerinde emirleri ‘helal ve haram’ ekseninde tecelli etmekte hep. Bir kul emri ilahi gereği helalinden bir hayat sürdürdüyse ne ala, yok eğer haramlarla içli dışlı bir hayat geçirdiyse vay haline. Ki, Yüce Allah (c.c) bir şeyi yasak kılmışsa mutlaka o yasak kılınan hususta yarattığı kulların hayrına nice bilinmeyen hikmetler gizlidir. Öyle ya, görünüşte baktığımızda üzüm bitkisinden elde edilen ‘hamr’ mayalanmış normal içecek deriz. Oysa görünüşüne bakarak normal içecek sandığımız o mayi aklı örten manasına gelen Müberra dinimizce haram kılınan şaraptan başkası değildir. Ancak bu arada denilebilir ki, buradaki haramlık sadece üzüm suyunun mayalanmasıyla alakalıdır, diğer içecekleri bağlamaz. Oysa kazın ayağı hiçte öyle değil, derinlemesine analiz ettiğimizde ehlisünnet ulemamızın ictihadlarından ve kıyas-ı fukahanın kıyaslarından hareketle madem ‘hamr’ akıl örtülmesi manasına gelen bir kavram o halde tüm içeceklerde bu kavram kapsamına tabii demektir. Yani bu noktada ‘aklı gidericilik’ anlamı kıyas bakımdan ölçü olacaktır. Böylece bu ve buna benzer kıyaslamalar sayesinde dünyanın neresinde her ne cinsten bilumum sarhoş edici şarap ya da benzeri içki türü varsa haram olduğunu idrak etmiş oluruz. Ne diyelim, işte görüyorsunuz yücelerden gelen ferman bu şekilde kullarına ferman buyrulmuştur. Madem öyle, ferman Padişahındır deyip gereğini yapmak gerekir. Şimdi belki diyebilirsiniz ki, iyi hoşta şarabın tesettürle ne alakası var diye. Elbette birbirinden farklı hususlar gibi görünse de, ama aralarında örnekleme yönünde benzerlik vardır. Şöyle ki; şarap örneğinde aklı örtmek vardır, tesettür örneğinde ise vücudu örtmek vardır. Birincisinde aklı giderici menfi örtüş söz konusu ikincisinde ise müsbet yönde insana yücelik katacak örtüş vardır. Ancak müsbet örtünme derken unutmayalım ki, vücut azalarının ister belli bir bölümü örtünür olsun, ister yarı çıplak örtünürlük olsun hiç fark etmez her iki durumda da el ve yüzün dışında vücut azalarının tamamı örtünür olmadığı müddetçe bu tür giyinme tarzları asla tesettür değildir. Zira her türden şehvani arzuları kamçılamaya kapı aralayacak giyinme modelleri İslam’ın tesettür emriyle bağdaşmayacağı çok açıktır. İslam’da sadece kabul gören giyinme tarzı ziynetlerin uluorta görünmemesi manasına gelen örtünme emrinin hakkını yerine getirme yönünde tam tesettüre bürünme tarzıdır. Emre uyar ya da uymayız ama yücelerden gelen hüküm bu olunca ruz-i mahşerde hakkımızda verilecek kararın neticesine de katlanmayı göze almak durumundayız. Elbette ki, Yüce Allah’ın emrettiklerinin hikmetinden sual olunmaz, ama ortada şu bir gerçekte var ki, örtünme ayetleri iş olsun babından nüzul olmamış, bilakis kulun kendine çekidüzen vermesine yönelik ihtiyaca binaen nüzul olmuştur. Nitekim İslamiyet’in ilk doğuşu yıllarında bir kısım Arap erkeklerin rastgele çadırlara daldıkları, hatta evlere destursuz girenler olduğu ve böylece Arap kadınlarını başlarındaki başörtülerini arkaya doğru sarkık ya da göğüslerine takılan ziynetleri ortaya saçılır bir halde şaşkın bakışlar arasında hazırlıksız bir şekilde dona kaldıkları bilinen bir vakadır. Tabii bu hoş durum sayılmazdı. İşte bu noktada bir hükme ihtiyaç hâsıl olur ki, kadınların başörtü veya ziynetlerinin açılmaması hususunda ayet nüzul olmasıyla birlikte kadınların bu meselesi hükme bağlanmış olur. Ne var ki o gün hükme bağlanan bu mesele günümüz dünyasına geldiğimizde bu noktada sanki ortada örtünmeyle alakalı doğrudan ayet yokmuşçasına meseleye ilahi emir ve ilahi hüküm yönünden değil artık basit simgesel türban tartışmaları boyutuyla bakılmakta. Oysa ister adına başörtüsü denilsin ister türban, sonuçta her ikiside herhangi bir masayı örttüğünde onun adı masa örtüsü olabiliyor. Aynen öyle de ilahi ferman gereği bir kadın da başını örttüğünde adı başörtü (eşarp) olarak anlam kazanması gayet tabiidir. Dolayısıyla kelime oyunlarına takılıp türban yaftasıyla tesettürü karalamaya kalkışmak akla ziyan bir tutum olur.
Evet, tesettür kadına hem maddi hem manevi estetiklik kazandıran bir ziynettir. Nasıl ki, pencerelere takılan perdeler hem evin içine hem dışına bir renk, bir görünüm, bir estetiklik katıyorsa, tesettür de kadının iç ve dış dünyasına hayâ, iffet, namus gibi kutsi ziynet değer katmaktadır. Ancak şunu da unutmayalım ki, tesettür kadının kutsi itibar kazanmasında amaç değil vasıtadır. Vasıta olduğu şundan belli kadın bu aracı vesile sayesinde toplum içinde mahremiyet noktasında bir anda itibarını daha da bir katmerli şekilde artırabiliyor. O halde örtünme ya da tesettür deyip es geçmeyelim, bez parçası da olsa, vasıtada olsa nihayetinde Allah’ın emrini yerine getirme gayesine yönelik bir vasıtadır, bu yetmez mi? Kaldı ki bir kadın için temel gaye Allah'ın hoşnut olacağı edep ve hayâ libasına bürünmek olmalıdır. Hani derler ya “Hayâsı olmayanın imanı olmaz” diye, aynen öylede kadın açısından hayâ imandan bir cüz olması hasebiyle perde ve örtü manasına ar damarı bir keyfiyet ifade eder. Hele bir kadının ar damarı çatlamaya bir görsün, o kadının toplum içinde yeniden itibarını kazanmak için kendini toparlaması çok güç olacaktır. Bu demektir ki bir kadın tesettüre bürünmekle iç dünyasına kodlanmış olan hayâ melekiyetini muhafaza altına alaraktan kendine koruyucu zırh geçirmiş olur.
Peki, tesettürden maksat sadece temel gaye ar damarı hayâyı korumak mı? Elbette hayâyı korumanın yanı sıra Yüce Allah’ın (c.c) örtünme emrini yerine getirerekten saliha hatun olabilmekte çok mühim esastır. Madem öyle, emri ilahinin gereğini yapmak kadının yücelik kazanmasına yeter artar da. Dahası bir kadının “Hayâ imandandır” gerçeğinden hareketle mahremiyetine gölge düşürecek en ufak arsızlığı elinin tersiyle dışladığında Allah’ın hoşnutluğunu kazanması an meselesi de. Düşünsenize Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak nimetinden daha büyük ne nimet olabilir ki. Hele bir kadın tesettür haline birde takva libasını kattığını düşünün, hiç kuşkusuz takvası libası giyinmiş o kadın Rabia’tül Adeviyye’nin manevi âlemde talebesi olur da.