mostar
Profesör
- Katılım
- 6 Ara 2009
- Mesajlar
- 1,011
- Tepkime puanı
- 244
- Puanları
- 0
TESETTÜR ERKEĞE DE FARZ
Kadın yazarlar deme, bir düşün!
İnternetin kimi bayan yazarları dengeyi kaçıran öyle yazılar yazıyorlar ki!
22 Kasım 2010 Pazartesi 14:00
Özellikle çeşitli sitelerde, genç yazarların kalem salladığı platformlarda bazı yazılara rastlıyoruz. Genelde mümin hanımlar tarafından üretilen bir metin formatı oluyor buralarda. Hafif feministçe, yer yer kadim geleneğe karşı çıkan, ataerkillik masalına kanmış ama çok iyi niyetli kardeşlerimiz onlar… (Ki Anadolu toplumu söylentilerin aksine anaerkil bir toplumdur. Günümüzde hemen herkes bunu kabul etmektedir. Çünkü her “reisin” eşi, annesi ve kız kardeşi hanımdır.)
Onlara kızmıyoruz tabii ki, haklı oldukları noktalar muhakkak ki vardır. Fakat hadis-ayet okumaları(mız) çok düşük seviyedeyken, dini terminolojiye hâkim olmadan, fıkıh-sünnet ve akaid konularında eksik olduğunun farkına varmadan yazılar yazılınca; ortaya mümin erkekleri inciten, İslâm’ı zan altında bırakan ifadeler çıkıyor.
Kadın-erkek meydan savaşı!
Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen, Nebevî Sünnet’ten nasipsiz Müslüman (Kur’anda ayrımı yapıldığı üzere; Mümin değil) erkeklerin yaptığı yanlışları, yüzyıllara sündürerek sonunda nerdeyse olayı “erkeklere ölüüm!”e vardırmanın bir katkısı yok bizlere.
Hem eli kalem tutan usta hanım yazarlarımızın, büyüklerimizin söylemleri neden yapıcı, bizi kucaklayıcı(?) Silip-süpürme ve kırma-incitme üzerine bina edilmiyor onların söylemleri. Neden? Fatma Karabıyık Hanım, niçin yazarın kadın olabileceğini ama “kadın yazar” nitelemesine dikkat edilmesi gerekliliğini vurguluyor ısrarla? (Daha sonra fark ettim ki “kadın yazar” kavramı “Hüphürr” yayın gruplarında Medyasenfonik kadınların sıkça kullandığı işporta bir nitelemedir, fark ettirdiğiniz için eyvallah Fatma Hanım!) Cihan Aktaş “kadınlar topluma katılmak istiyor” derken, iş ve ortam ayrımından spor olsun diye söz etmiyor olsa gerek, ne dersiniz? Atilla İlhan tarzı kişilerin, “Kadınlar Savaşı” adlı eserinden mülhem; olayı meydan muharebesine döndürmek hepimizi yaralar.
Ah biz erkekler!
Ben de oturdum düşündüm konu üzerinde. Hanımların haklı olduğu noktaların hiç de az olmadığını idrak ettim. Mümin erkekler olarak, bir Mümineye dair fikirlerimiz başörtüsünden ibaret. Ağabey olarak, kardeş olarak veya eş olarak üzerimize düşen sorumlulukları pek de takmıyoruz sanki. Sevdiğimiz olunca başörtüsü sorunu gündemimize giriyor, eğer kız kardeşimiz varsa kız kardeşimize bakan olur korkusuyla “tesettürü” önemsemeye başlıyoruz. Hâlâ daha inanmış değiliz, inanmak için uğraşıyoruz.
Mümin erkeklerle ilgili gensorular çok! Meselâ biz erkekler niyeyiz? Gerçekten ağlamaz mıyız? Yalnızca cinsiyetle mi belirleniyor kızlardan farkımız? Havvalar neden bizden daha fazla okuyup, daha çok çalışıyor? Niye Müminelere dair tek fikrimiz başörtüsüyle sınırlı? Sualler bu gibi şeyler ve tabii daha niceleri…
Yanlış yöne bakıyoruz arkadaşlar!
Erkekler olarak belli bir yaşa eriştikten sonra eril oluyoruz ki ardından işler değişiyor. Yaradan, imajinasyondan etkilenen bir metabolizma vermiş bize ve imtihan bu ya; cinselliğin alabildiğine teşvik edildiği bir dünyanın tam göbeğindeyiz. Üstelik Rahmani Mektup’ta zikredildiği üzere; “kalp hastalığı” biz erkeklere mahsus bir sendrom ve hanımlara dönük semptomları alabildiğine tebellür etmekte üzerimizde…
Birçok duyuşsal günah unsuru, erkeklere dönük olarak hazırlanmakta... Görüntüden, imgelemden etkilenmesi kolay olan erkeklerin maneviyatlarını avlamak üzere seyyar tuzaklar kuruluyor. Tabii bu zokayı yiyenlere afiyet olmuyor, zehir zıkkım oluyor. Tüm semptomlar da buradan peydahlanıyor.
Bu kapsamda erkek müşterilere yönelik dişil imge satışı yapılıyor. Kadınlar cinsel obje olarak kullanılarak, hayatın öznesi konumundan nesnesi durumuna düşürülüyorlar.
Başta feminist dernekler olmak üzere, birçok efeminen örgütlenme ise ‘ete’ süte dokunmuyor. Mezkûr kadın sektörü umurlarında değil! Genel ve özel evlerle, teşhircilikle, pornografiyle, defilelerle münakaşa bile etmiyorlar.
Asrî kölelik olan güzellik yarışmalarıyla da ‘miss’ gibi geçinip gidiyorlar. Oysa bu yarışmaların jüri üyeleri, vücudun çeşitli azalarına fiyat biçerek kadının kıymetini ölçüyor. Takma kirpiklerden dökülen yapay bakışlarla ortaya naylon güzeller çıkarılıyor. Ve ne tuhaftır ki bu katkılı maddeler dünya pazarında kapış kapış gidiyor. Böylece kadınlık metalaştırılıyor. (Kadınlar değil ama) Kadıncılar ise, dünya kadınlar günüyle sınırlı bir ‘hak’ arayışındalar ve elden düşme lâkırdılarla dine saldırıyorlar. Katıldım ve gördüm ki zaten o kutsal günlerini bile altın günü edasıyla kutluyorlar.
Problemlere bir anda, zınk diye tedavi sunamayız!
Diğer yandan otomobil fuarları, ‘halkla’ ilişki kuran işletmeler, müşteri temsilcilikleri, tele ve normal sekreterler genelde bünyelerinde kadınları bulunduruyor. Bu gibi yerlerde kadınların dişil özellikleri ön plana çıkarılarak, “güzel manzaralar(!)” oluştuğu palavrası dillendiriliyor.
Her türlü reklamda, bilboardlarda, gazetelerde, internette ve hayatın hemen her alanında teşhircilik boy veriyor ve cinsellik kamçılanıyor. Oysa durum (tekrar alıntı yapacağım) Cihan Aktaş’ın dikkat çektiği gibi: “Bir kadının ciklet tanıtımıyla, motor yağı reklamıyla ne alakası olabilir?!” Diğer yandan cinsel ilişkiye münadi bir parfüm reklamı veya yatak odasında çekilmiş ‘hüzünlü’ bir şarkı, TV aracılığıyla evimize giren davetli misafirlerden olmuş artık...
Günaha girmek için özel bir çaba harcamamıza gerek yok; haramlar üstümüze üstümüze geliyor zaten. Bu bağlamda müstehcen görüntü bombardımanına maruz kalmamış birisi var mı aramızda? Yani hiçbir zaman metropol merkezine çıkmayan? Aramızda kendini asla günahkâr hissetmeyen bulunur mu? Hiç plaj görmeyenimiz oldu mu sahi? Ya oradaki kızlara şefkat ve merhametle baktığını iddia edebilecek kişi?
Değindiğim olaylar üzerinden ortaya koymaya çalıştığım müstehcenlik problemini sadece teşhis etmekle yetinemeyiz. Hemencecik, zınk diye tedavi sunamasak bile bireysel sorumluluklarımızın farkında olarak bu ızdırabımızın çözümüne dair yol kat edebiliriz. Çünkü müstehcen âlemi bertaraf etmek, sosyo-politik ve siyasi bir iradeyi gerektirmekte... Şimdilik bu imkândan yoksunsak, şahsi yükümlülüklerimizi yerine getirerek ruhumuzdaki yıpranma payını azaltabiliriz.
Meselâ, eğer teşhir sektörüyle ve her türlü ahlâk dışı görüntüyle biz erkekleri incitmeye çalışıyorlarsa; Rabb’e sığınıp provokasyona gelmeyerek onların oyunlarını bozabiliriz. Ayrıca günahlardan tam anlamıyla sakınmayı ancak setr’olarak başarabiliriz.
Tesettür, başörtüyle ve hanımlarla sınırlı değildir!
Kızlarla aynı şekilde giyinmeden de tıpkı onlar gibi korunabiliriz. Çünkü çağlar öncesinden her asra seslenen tesettür farziyeti hiç pörsümemiştir. Her haram karşısında, kadın erkek fark etmez her birimize tekrar tekrar kapanma sorumluluğu yüklenmektedir. Bu bağlamda, erkeklere de tesettürün farz kılındığını vurgulamam gayet doğal...
Tesettür yükümlülüğünün sadece hanımlar için olmadığının şuuruyla, biz erkekler de örtünmeliyiz. Setrimiz önce kalbimizi, sonra muhayyilemizi, en sonunda da gözlerimizi boydan boya sarmalı. Örtümüzün kumaşını, göz kapaklarımızdan dokumalıyız.
Gerektiğinde göz kepenklerimizi indirmesini bilerek; gözlerimizi haramların geçişine kapatmalıyız. Zira biliyoruz ki müminlerin kasvetli olmalarının başlıca nedeni, manevi olarak gözlerini kaybetmelerinden doğuyor. Gözlerini, yani mevzilerini… Velhâsıl gözlerimiz bizim hudutlarımızdır ve oraya düşmanı kesinlikle yanaştırmamalıyız.
Gözümüz aydın olmalı… Aydın ve açık… Demedi demeyin!
Abdullah Yalnız

Kadın yazarlar deme, bir düşün!
İnternetin kimi bayan yazarları dengeyi kaçıran öyle yazılar yazıyorlar ki!
22 Kasım 2010 Pazartesi 14:00

Onlara kızmıyoruz tabii ki, haklı oldukları noktalar muhakkak ki vardır. Fakat hadis-ayet okumaları(mız) çok düşük seviyedeyken, dini terminolojiye hâkim olmadan, fıkıh-sünnet ve akaid konularında eksik olduğunun farkına varmadan yazılar yazılınca; ortaya mümin erkekleri inciten, İslâm’ı zan altında bırakan ifadeler çıkıyor.

Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen, Nebevî Sünnet’ten nasipsiz Müslüman (Kur’anda ayrımı yapıldığı üzere; Mümin değil) erkeklerin yaptığı yanlışları, yüzyıllara sündürerek sonunda nerdeyse olayı “erkeklere ölüüm!”e vardırmanın bir katkısı yok bizlere.

Ah biz erkekler!
Ben de oturdum düşündüm konu üzerinde. Hanımların haklı olduğu noktaların hiç de az olmadığını idrak ettim. Mümin erkekler olarak, bir Mümineye dair fikirlerimiz başörtüsünden ibaret. Ağabey olarak, kardeş olarak veya eş olarak üzerimize düşen sorumlulukları pek de takmıyoruz sanki. Sevdiğimiz olunca başörtüsü sorunu gündemimize giriyor, eğer kız kardeşimiz varsa kız kardeşimize bakan olur korkusuyla “tesettürü” önemsemeye başlıyoruz. Hâlâ daha inanmış değiliz, inanmak için uğraşıyoruz.

Mümin erkeklerle ilgili gensorular çok! Meselâ biz erkekler niyeyiz? Gerçekten ağlamaz mıyız? Yalnızca cinsiyetle mi belirleniyor kızlardan farkımız? Havvalar neden bizden daha fazla okuyup, daha çok çalışıyor? Niye Müminelere dair tek fikrimiz başörtüsüyle sınırlı? Sualler bu gibi şeyler ve tabii daha niceleri…
Yanlış yöne bakıyoruz arkadaşlar!
Erkekler olarak belli bir yaşa eriştikten sonra eril oluyoruz ki ardından işler değişiyor. Yaradan, imajinasyondan etkilenen bir metabolizma vermiş bize ve imtihan bu ya; cinselliğin alabildiğine teşvik edildiği bir dünyanın tam göbeğindeyiz. Üstelik Rahmani Mektup’ta zikredildiği üzere; “kalp hastalığı” biz erkeklere mahsus bir sendrom ve hanımlara dönük semptomları alabildiğine tebellür etmekte üzerimizde…


Başta feminist dernekler olmak üzere, birçok efeminen örgütlenme ise ‘ete’ süte dokunmuyor. Mezkûr kadın sektörü umurlarında değil! Genel ve özel evlerle, teşhircilikle, pornografiyle, defilelerle münakaşa bile etmiyorlar.
Asrî kölelik olan güzellik yarışmalarıyla da ‘miss’ gibi geçinip gidiyorlar. Oysa bu yarışmaların jüri üyeleri, vücudun çeşitli azalarına fiyat biçerek kadının kıymetini ölçüyor. Takma kirpiklerden dökülen yapay bakışlarla ortaya naylon güzeller çıkarılıyor. Ve ne tuhaftır ki bu katkılı maddeler dünya pazarında kapış kapış gidiyor. Böylece kadınlık metalaştırılıyor. (Kadınlar değil ama) Kadıncılar ise, dünya kadınlar günüyle sınırlı bir ‘hak’ arayışındalar ve elden düşme lâkırdılarla dine saldırıyorlar. Katıldım ve gördüm ki zaten o kutsal günlerini bile altın günü edasıyla kutluyorlar.
Problemlere bir anda, zınk diye tedavi sunamayız!
Diğer yandan otomobil fuarları, ‘halkla’ ilişki kuran işletmeler, müşteri temsilcilikleri, tele ve normal sekreterler genelde bünyelerinde kadınları bulunduruyor. Bu gibi yerlerde kadınların dişil özellikleri ön plana çıkarılarak, “güzel manzaralar(!)” oluştuğu palavrası dillendiriliyor.


Değindiğim olaylar üzerinden ortaya koymaya çalıştığım müstehcenlik problemini sadece teşhis etmekle yetinemeyiz. Hemencecik, zınk diye tedavi sunamasak bile bireysel sorumluluklarımızın farkında olarak bu ızdırabımızın çözümüne dair yol kat edebiliriz. Çünkü müstehcen âlemi bertaraf etmek, sosyo-politik ve siyasi bir iradeyi gerektirmekte... Şimdilik bu imkândan yoksunsak, şahsi yükümlülüklerimizi yerine getirerek ruhumuzdaki yıpranma payını azaltabiliriz.
Meselâ, eğer teşhir sektörüyle ve her türlü ahlâk dışı görüntüyle biz erkekleri incitmeye çalışıyorlarsa; Rabb’e sığınıp provokasyona gelmeyerek onların oyunlarını bozabiliriz. Ayrıca günahlardan tam anlamıyla sakınmayı ancak setr’olarak başarabiliriz.

Kızlarla aynı şekilde giyinmeden de tıpkı onlar gibi korunabiliriz. Çünkü çağlar öncesinden her asra seslenen tesettür farziyeti hiç pörsümemiştir. Her haram karşısında, kadın erkek fark etmez her birimize tekrar tekrar kapanma sorumluluğu yüklenmektedir. Bu bağlamda, erkeklere de tesettürün farz kılındığını vurgulamam gayet doğal...
Tesettür yükümlülüğünün sadece hanımlar için olmadığının şuuruyla, biz erkekler de örtünmeliyiz. Setrimiz önce kalbimizi, sonra muhayyilemizi, en sonunda da gözlerimizi boydan boya sarmalı. Örtümüzün kumaşını, göz kapaklarımızdan dokumalıyız.
Gerektiğinde göz kepenklerimizi indirmesini bilerek; gözlerimizi haramların geçişine kapatmalıyız. Zira biliyoruz ki müminlerin kasvetli olmalarının başlıca nedeni, manevi olarak gözlerini kaybetmelerinden doğuyor. Gözlerini, yani mevzilerini… Velhâsıl gözlerimiz bizim hudutlarımızdır ve oraya düşmanı kesinlikle yanaştırmamalıyız.
Gözümüz aydın olmalı… Aydın ve açık… Demedi demeyin!
Abdullah Yalnız