terör, intihar, şehadet

  • Konbuyu başlatan Kaçak
  • Başlangıç tarihi
K

Kaçak

Guest
İbrahim Küçük


Rahman, Rahim Allah'ın Adıyla

İntihar (!) veya şehadet (!) saldırıları hakkında her kesimden belli bir eleştiri ya da takdir ifadesi beliriyor. Kimileri bu eylemleri onaylamayıp, "bunların birer terör olduğunu, bu eylemi yapanların, cehennemlik birer katil" olduğunun, fetvasını verdi. Kimileri de bu eylemlerin, "birer mubarek eylem olduğunu, bu eylemleri yapanların, cennetlik şehitler" olduğunun fetvasını verdi. Bu mesele, Kitap ve sünnet fıkhında bu kadar meçhul ve yoruma açık mıdır ki birbirinden bu kadar uzak fetvalar(!) verildi. Yoksa Rasulullah (s.a.v.)'in "Aranızda ateşe gitmeye en hevesli olanınız, fetva vermeye en hevesli olanınızdır" hadis-i şerifi göz ardı mı edildi?

Bugün, bilen ya da bilmeyen her mü'min kendisine sorulan soruları çok rahatça cevaplayabilmekte. Fetva (!) atışının serbest olduğu bir beldede yaşamanın verdiği rahatlıkla abdest fıkhından tutun da, kıtal fıkhına kadar cevaplanamayan soru kalmamıştır (!) Oysa Fıkıhta bir mesele hakkında konuşabilmek için, meselenin tüm yönlerine bakmak, bakabilmek gerekir. Yani bir meseleyi değerlendirirken, o meselenin, varsa altı yönden tahlili gerekir. Tahlilde teşhis edilen her yönün Kitapta, sünnette, icmada ya da kıyasta şartlara uygunlukları aranıp bulunur. Elde edilen veriler mevcut usûl kaidelerine göre tartılır, çıkan netice maslahata da uygunsa ümmete arz edilir. Artık bu veri kabul edilebilir fetva olur ya da olmaz. Bu; Fetva'nın geçerliliği, yaşanabilirliği ve yahut ümmetin fetvayı yaşama isteğiyle orantılıdır.

"İntihar" ya da "şehadet" saldırıları değerlendirilirken görünen o ki; bu olay nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kime, kim tarafından yapılmıştır sorularına cevap aranmaksızın değerlendirilmiş durumdadır. Bu eksik değerlendirme bazen katilleri şehit, yiğit şehitleri de katil gibi görmemize sebep olmuştur. Bu meseleyle ilgili İbn-i Kesir de, "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 195) ayetinin tefsirinde şunları söylemektedir:
İstanbul'un kuşatılması sırasında, genç bir yiğit mücahit surlara tırmanmayı başarır. Küffar ordusunu yararak ilerlemeye başlar ve sonra gözden kaybolur gider. Gencin şehid olduğunu anlayan islam ordusundaki askerlerden bazıları "kendi elinizle, nefislerinizi tehlikeye atmayın" ayetini okuyarak, genç Mücahid'in kendi nefsini bile bile tehlikeye attığını söylerler. Yani gencin intiharvari bir gidişle gittiğini ima ederler. Bunun üzerine Eyyub el-Ensari (r.a.) "Kur’an’ı ben sizden daha iyi bilirim. Zira Kur’an indirilirken bizler Rasulullah (s.a.v.)'in yanındaydık. Bu ayet; bizler bir cihad dönüşünde büyük fetihlerden sonra artık cihada gerek kalmadığını, bundan böyle kadın ve çocuklarımızla beraber evlerimizde oturmamız gerektiğini arkadaşlarımızla konuşurken inzal oldu" diyerek tepkisini koyar. Ayetin yanlış tefsir edildiğini, Allah için kişinin kendisini feda etmesinin nefsini tehlikeye atmak olmadığını, bilakis Allah için kişinin kendisini feda etmemesinin, kişinin kendi nefsini tehlikeye atması olduğunu anlatır. (1)

İslam tarihinde kayıtlı şu rivayetler de bize bu konuda ışık tutacaktır.
İmam Ahmed b. Hanbel, Affan ve Hammad b. Seleme kanalı ile Enes b. Malik'ten rivayet etti ki, Rasulullah, ensardan yedi ve kureyşlilerden bir kişi arasında iken müşrikler üzerine hucüm ettiler. Rasulullah: "Bunları bizden kim savacak? Bunları üzerimizden savacak olan kişi Cennet'te benim arkadaşım olacaktır" dedi. Bunun üzerine Ensardan bir adam gelip ölünceye kadar bu uğurda savaştı.

Müşrikler yine hücum ettiklerinde Rasulullah: "Bunları bizden savacak olan kimse, Cennet'te benim arkadaşım olacaktır" dedi. Nihayet yanındaki yedi kişi şehid edildi.

"Delail" adlı eserde Beyhaki, Ammare b. Gaziyye tarikiyle Cabir’in şöyle dediğini rivayet eder: Uhud gününde insanlar, Rasulullah’ın etrafından dağılıp gittiler. Beraberinde Ensardan on kişi kaldı. Talha b. Ubeydullah da yanında idi. Bu halde iken Rasulullah, dağa tırmanıyordu.. Müşrikler peşleri sıra koşup geldiler. Hücum edecekleri esnada Rasulullah: "Bunlara karşı koyacak bir kimse yok mu?" diye sordu. Talha: Ben varım ya Rasulallah dedi.

Rasulullah ona: Sen olduğun gibi kal bakalım ey Talha, dedi.
Ensardan bir adam: Bunlara karşı ben koyayım ya Rasulallah, dedi ve bu uğurda savaştı. Rasulullah (s.a.v.) da yanındaki ashapla birlikte dağa tırmandı. Sonra o Ensari öldürüldü. Müşrikler yine koşup Rasulullah'a ve sahabelere yetiştiler. Rasulullah:
Bunlara karşı koyacak kimse yok mu? diye sorunca Talha yine aynı şeyleri söyledi. Rasulullah onu yine durdurdu. Ensardan bir adam:
Ben varım ya Rasulullah, dedi ve savaştı. Rasulullah ile ashabı da dağa tırmanmaya devam ettiler. O Ensari öldürüldü. Müşrikler yine koşup geldiler ve Rasulullah ile sahabelere yetiştiler. Rasulullah yine aynı şeyleri söyledi. Talha da aynı şekilde savaşa hazır olduğunu söyledi. Rasulullah, onu müşriklerle çatışmaktan menetti. Ensardan bir adam müşriklerle çarpışmak için izin istedi. Rasulullah izin verdi. O da önceki arkadaşları gibi müşriklerle savaştı. Geride sadece Talha kaldı. Diğer ashap öldürüldü. Müşrikler, Rasulullah ile Talha'nın da etrafını çevirdiler.

Rasulullah: Bunlara karşı kim koyacak? diye sorunca Talha: Ben koyacağım ya Rasulallah, dedi ve kendisinden önceki arkadaşları gibi o da savaştı. Parmaklarından vuruldu. Öldüm, dedi
Rasulullah: Eğer Bismillah deseydin, melekler insanların gözü önünde seni yükseltirler ve semanın ortasına koyarlardı, dedi. Sonra Rasulullah (s.a.v.) toplu halde bulunan sahabelerinin yanına çıkıp gitti.(2) Görüldüğü gibi Rasulullah (s.a.v.) Ensardan yedi kişiyi hepbirden değil de birer birer göndermek suretiyle müşrikleri oyalayıp zaman kazanmıştır. Karşılığında da sahabilerine cennet arkadaşlığı vaad etmiştir. Müşriklerin sayısal çokluğu ve mukavemeti bariz iken, sahabi birer birer feda edilmiştir. Bu günün bazı mü'minleri bu gibi hadisler ya da cihat ayetlerini esas alarak, ya da Filistin’den, Çeçenistan’dan esinlenerek bu tür şehadet saldırılarının her yerde yapılabileceği kanısına varmıştır. Oysa hangi fıkhî kaide Türkiye'nin veya Türkiye gibi mozaik bir toplumun olduğu bir coğrafyada böyle bir eyleme müsade edebilir? Ve yahut hangi masum ehl-i kitabın öldürülmesini onaylar? Kâfirin ve mü'mi'nin belli olmadığı, safların ayrılmadığı, mü'minlerin çoğunlukta olduğu bir coğrafyada akl-ı selim bir mü'min nasıl olur da böyle bir cinayete ortak olabilir? Bu cinayetleri ancak; İslamî hareketi, cihad ve kıtalden ibaret zanneden, cennete girmenin tek yolunun şehadet olduğunu zanneden ya da en kestirme yol addeden, tebliğ ve İslamî yaşantı metodunun uzun ve yorucu yolculuğuna katlanamayan, sabırsız ve kandırılmış, fıkhı bilmeyen, coğrafyaları birbirine karıştıran birileri işleyebilir. Şu son sinegog ve banka saldırılarında mal ve can kaybına uğramış masumların diyetini kim nasıl ödeyecek? Bir sokakta sinagog olması ile o sokağı topyekün imha etme hakkını kim ne hakla kime verir? Bir bankanın İngiliz bankası olması o bankanın o anda önünden geçenleri katledebilme hakkını kim, kime hangi hakla verir? Bir de bu cinayetleri Tevhidî anlayışa yamayarak Tevhid ehli müslümanları da zor durumda bırakmak hangi usule uyar? Zira Rasulullah (s.a.v.) "Eğer gök ehli ile yer ehli birleşip bir mü'mini öldürseler, Allah hepsini ateşte yüz üstü süründürür." buyuruyor.

Öte yandan; Rasulullah (s.a.v.) yine buyuruyor ki "Kim malını müdafa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim kanını müdafa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim dinini müdafa sırasında öldürülürse şehiddir. Kim ailesini müdafa sırasında öldürülürse o da şehiddir." Yine, bir adam Rasulullah'a gelerek:
"Ey Allah'ın Rasulu, bir yabancı gelip malımı gasben almak istese ne yapmamı uygun bulurdunuz?" diye sormuştu?
"Malından ona verme!" cevabını aldı. Adam tekrar: "Ya beni öldürmeye kalkarsa ne yapayım?" diye sordu.
"Sen de onu öldürmeye çalış" dedi. Adam:
"Ya beni öldürürse?" deyince: "Sen şehid olursun!" buyurdu. Adam: "Ya ben onu öldürürsem?" deyince de: "O cehenneme gider!" cevabını verdi.
Bu hadiselere, Eyyup el-Ensari (r.a)'nin tefsirine, Uhud şehidlerinin hadiselerine binaen İslam coğrafyasında (Filistin, Irak ve Çeçenistan) cereyan eden olayları değerlendirirken tekerlekli sandalyede hayatını idame ettiren insanları dahi füzelerle öldürecek kadar zalim bir ülke tarafından toprağı çiğnenmiş, malı gasp edilmiş, ırzı kirletilmiş, çocukları gözlerinin önünde katledilmiş garip ve mahzun mü'min kendini; Allah için, islam toprağı için, ulvî değerleri için feda ettiğinde nasıl olur da bu mü'min'e terörist denilebilir? Kişiyi terörist yapan serdengeçtilik yapması mıdır? Yoksa yaptığı eylemin İslam’da yeri olmaması mıdır? Serdengeçtilik bu ümmetin adem (a.s) dan beri mesleğidir. Serdengeçtilikle kişi terörist ise hâşâ, Uhud'da birer birer şehadete gönderilen sahabiye ne diyeceğiz? Otuz bin kişilik Yezid ordusunun karşısına altmış küsür kişiyle çıkan Hz. Hüseyin (r.a)'a ne diyeceğiz? Hangi akl-ı selim altmış küsür kişinin otuz bin kişiyi yenebileceğini umarak savaştığını söyler? İmam Hüseyin (r.a) da kendi ifadesiyle sabit, biliyor şehadete gittiğini. Ama Ebu Hanife (r.a)'in dediği gibi "O mübarek başlar, mızrakların ucunda geriden gelenlerin yolunu aydınlatacak birer meşaleydi."
Ölmekten başka insana yol bırakmayan düşman, ölümle teslimiyet arasında kişiyi zorlar. Teslimiyet eğer dinin kaybına, darul İslamın kaybına, ırzın kaybına sebep olacaksa teslimiyet ölümden beterdir. Ve toplumun "kendi eliyle, kendi nefsine yazık etmesidir."
Çanakkale’de, şavaşma değil ölme emrini alan ve ölünceye kadar düşmanı oyalayıp yerine yeni askerin geleceği ümidi ile şehid olan Çanakkale erlerine kim hâşâ, intihar etti diyebilir? Filistin, Çeçenistan, Irak gibi işgal topraklarındaki fedakâr insanları terörist görmek kendi tarihimize ihanettir.
Kalbinde azıcık imanı olan, gerçek vatanperver insanlar şu soruyu sormalıdır: Acaba bir insanı böylesi bir ölüme iten unsur nedir? Bir insan, bir toplum ne kadar bunaltılmış ve daraltılmış ki böyle bir şeyi göze almıştır? Bu işgal ne kadar meşrudur? İşgale kadar susmak, işgalden sonra İslamî direniş başladığında ise İslam’da barış, kardeşlik ve hoşgörüden bahsetmek ne kadar inandırıcıdır? "Size savaş açanlarla, Allah yolunda savaşın. Sakın aşırı gitmeyin. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez"(Bakara, 196) ayeti bize neyi emreder? "Ne mazlum ol, ne zalim ol" Hadis-i Şerifi bize neyi öğretir?
İslam sadece ahlâk kurallarından, hoş görü kurallarından ibaret bir din değildir. Akıl, din, mal, can ve nesil emniyetini sağlamayı garanti eden bir din, bu beş esasın da ayaklar altına alınmasına göz yummaz. Mü'min "Size ne oldu da Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla’ diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?" (Nisa, 75)" ayetine icabet edemese dahi, en azından mahcubiyetini hissetmelidir.
Dipnotlar: 1- İbn-i Kesir 3. cild s. 768, Çağrı Yayınları. 2- El- Bidaye ve’n-Nihaye Ter. 4. cild, s. 4950

 
Üst