Tavşanlı Hikayeler

Katılım
21 Ara 2010
Mesajlar
102
Tepkime puanı
21
Puanları
18
Konum
Bursa
TAVŞANLI HİKAYELER
 
KORKAK TAVŞAN

Orman kenarında bir Korkak Tavşan yaşarmış. Geceleri gizlendiği ağaç kovuğundan hiç çıkmazmış. Uyurken korkulu rüya gördüğü zamanlar kan ter içinde uyanır rüyasında gördükleri sanki gerçekten oluyormuş gibi titrer dururmuş. Günlerden bir gün yuvasından fazla uzaklaşmadan yiyecek aramaya çıkmış. Dört beş adım atıp çevresine bakınır tehlike olmadığına kanaat getirir öyle ilerlermiş. Ceviz ağacının dalından bir ceviz Korkak Tavşan’ ın yanı başına düşmesin mi? Korkak, neye uğradığını şaşırmış. Aklı başından gitmiş. Gerisin geriye dönüp arkasına bile bakmadan can derdiyle koşarak yuvasına gelmiş. Kapının sürgülerini takıp yatağın altına saklanmış.

Korkak Tavşan’ ın daldan düşen bir cevizden kaçtığını Bilge Tavşan görmüş. Yerden cevizi alıp cebine koymuş. Korkak Tavşan’ ın yuvasına gelmiş ve kapıyı çalmış.

“ Tavşan kardeş kapıyı açar mısın? Ben geldim. Ben Bilge Tavşan’ım. Seninle konuşmak istiyorum. “

Korkak Tavşan Bilge Tavşan’ ın sesini duyunca rahatlamış. Gizlendiği yatağın altından çıkmış. Kapının sürgülerini çekip kapıyı açmış: “ Hoş geldin Bilge Tavşan..Buyrun gelin içeriye size havuç ikram edeyim..”

Ev sahibinin getirdiği havuçlar yenilmiş. Oradan buradan konuşulmuş. Derken Bilge Tavşan asıl konuya geçme zamanının geldiğine karar verip karşısındakini incitmemeye gururunu kırmamaya üzmemeye dikkat ederek şöyle demiş:

“ Sevgili tavşan kardeş bundan bir saat kadar önce orman kenarında gezintiye çıkmıştım. Biraz ilerde sizi gördüm geliyordunuz. Birdenbire geriye dönüp koşmaya başladınız. Niçin? Acaba ne oldu? Diye merak ettim. Geçerken uğrayıp sorayım dedim. “

Korkak Tavşan ezile büzüle: “ Şey… Bilge Tavşan “ demiş. “ Ağaçtan üstüme bir aslan atladı.Yan tarafıma düştü. İkinci hamleyi yapmasına fırsat bırakmadan kaçtım. “

Bilge Tavşan: “ Sen hiç merak etme tavşan kardeş. Ben o aslanı yakalayıp cezasını verdim. İşte burada…” demiş ve cebinden çıkardığı cevizi tabağın içine bırakmış.

Korkak Tavşan: “ Aaa!..Bu aslan değil ama bu bir ceviz…” demiş.

Bilge Tavşan: “ Tavşan kardeş ceviz ağacının yanından geçerken daldan bu ceviz düştü. Her an karşına bir aslan veya bir yılan çıkacakmış gibi dört beş adımda bir durup bakınarak yürürken daldan düşen bu cevizi sana saldıran aslan zannettin. Gereğinden fazla korktun. Dikkatli olmak tehlikelerden belli ölçüler içinde sakınmak gerçekten her zaman her yerde faydalıdır. Fakat çeşitli alışkanlıklarda olduğu gibi korku eyleminde de aşırıya kaçmak fazla önem vermek doğru değildir. Hepimizin korktuğu bir şeyler vardır. Korkulması gereken bize zararlı olabilecek durumlar sayılamaz. Korku beyinde düşüncedir kurtulursun. Evet sevgili tavşan kardeş artık yalnız değilsin. Ben varım. Sana yardım edeceğim ve ikimiz el ele verip bu korkaklık illetini söküp atacağız. Var mısın? “ demiş ve elini uzatmış.

Korkak Tavşan: “ Varım Bay Bilge. Bundan sonra korku kelimesini aklımdan sildim. Korkmayacağım işte ne olacaksa…” demiş ve Bilge Tavşan’ ın elini sıkmış.

Aradan bir yıl geçmiş. Korkak Tavşan artık ormanda yokmuş yerine Cesur Tavşan varmış. Üstün cesareti sayesinde “ Tavşanların Başkanı “ olmuş. Ormandaki hayvanlar arasındaki konuşmalarda bazı hayvanlar gecenin karanlığında ormanın derinliklerinde bir tavşanı yalnız başına dolaşırken gördüklerini yeminler ederek anlatırlarmış.

Yazan: Serdar Yıldırım

 
 
 
 
TREK TAVŞAN

 
Ormanda her gün kurulmakta olan tavşanlar pazarı, havanın kararmasıyla birlikte, dağılıyordu. Sergisini toplayan tavşan pazar yerini terk edip gidiyordu. Vakit geç olup da pazar yerinde tavşan kalmayınca bir tavşan pazara gelirdi. Sırtında boş çuvalıyla ve bu boş çuval tezgah altlarında kalmış, kıyıya köşeye atılmış, satılmamış havuçlarla ve bazıyiyeceklerle dolacaktı. Daima gölgelerden, acaba bir gören olur mu korkusuyla, yorgun ve titrek adımlarla. İşte bu tavşan yoksul, yetim, garip bir tavşandı. Adı Titrek Tavşan’dı. O, böylesine bir düşkünlük içinde olmanın çıkar yol olmadığını biliyordu. Fakat çaresizdi. Bir yuvası vardı, bu yuvada iki de oda. Bu odalardan birinde çok sevdiği Pembe Tavşan ve iki yavrusuyla birlikte kalıyordu. Diğer odada ise havuç yetiştiriyordu. Artık ne kadar havuç yetiştirebilir bunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Havuçlar olgunlaşınca Titrek Tavşan bunları satacak ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacaktı.

Bir gün Titrek Tavşan, ormanın karşısındaki tepeye doğru yürüyüşe çıkmıştı.Tepenin gerisinde deniz görünüyordu. Sahil yakındaydı. Birden kumların üzerinde bir martı dikkatini çekti. Bu martı, kanadı kırık, yaralı bir martıydı. Uçamıyordu. Oldukça zor durumdaydı. Çünkü çevresi sekiz tane yengeç tarafından kuşatılmıştı. Kanadı kırık, yaralı martı, yengeçlerle amansız bir ölüm kalım savaşına girmişti. Kurtulmak için ileri atıldıkça önü bir yengeç tarafından kesiliyor ve yengeç korkunç kıskacıyla martıyı yakalamak istiyor, fakat martı, canhıraş feryatlarla karşı koyuyor, gitgide tükenmekte olan gücüyle hayatını savunuyordu.

Titrek Tavşan, bu durumu görmezden gelemezdi. Tüm cesaretini toplayıp martının yardımına koştu.Yengeçler daha ne olduğunun farkına varamadan, martıyı kucağına aldığı gibi, bir keklik gibi sekerek, onların aralarından sıyrıldı. Hızla koşarak olayı ilk gördüğü tepeye çıkan Titrek Tavşan, kucağındaki martının bayılmış olduğunu fark edince, onun iyi bir bakıcıya ihtiyacı olduğunu düşünerek, balıkçı Ziya Kaptan’ın yaşadığı deniz kıyısındaki kulübeye geldi. Martıyı Ziya Kaptan’a teslim eden Titrek Tavşan, yuvasına geri döndü.

Aradan bir ay geçti. Geçen zamanla birlikte havuçlar olgunlaşmıştı. Titrek Tavşan, havuçları pazarda sattı. Kendine, Pembe Tavşan’a ve yavrularına elbise aldı. Ne zamandır hep aynı elbiseleri giymekten bıkmıştı, rengi solmuş, yamalıelbiseleri…Yoksulluk ömür boyu mu sürecekti? Hep böyle yoksul mu kalacaklardı? Yoksulluğun bir çaresi yok muydu? Eğer varsa bu çare neydi? Hani Titrek Tavşan yuvasının bir odasında havuç yetiştiriyordu ya şimdi o odada havuç kalmamıştı. Çünkü, havuçlar satılmıştı. Titrek Tavşan, buradaki toprağı şöyle bir alt-üst etti. Havuç tohumu attı. Suladı. Artık iş zamana kalmıştı. Nasılsa zaman geçecekti. Elbet bir gün gelir bu havuçlar da olgunlaşırdı.

Titrek Tavşan, bir sabah havuç yetiştirdiği odaya girince hayretler içinde kaldı. Gördüklerine inanamıyordu. Toprağın üstündeki olgun havuç yaprağıydı. Ama nasıl olurdu daha tohum atalı on gün bile olmamıştı. Bu kadar kısa sürede havuç yetişmesi olanaksızdı. Yaprak olgunlaşmıştı tamam da bakalım toprağın içinde havuç var mıydı? Orayı eşeledi, burayı eşeledi. Aldı havucun birini dişledi, aldı bir başka havucu daha dişledi, tuttu bu iki havucu yedi, bitirdi. Enfesti havuçlar, tatlıydı. Titrek Tavşan bu havuçları da pazarda sattı. Memnundu yuvasına dönerken, çünkü iyi kazanmıştı. Daha sonraki günler de birbirinin tıpatıp benzeri şekilde geçti. Titrek Tavşan havuçları pazarda satıyor, ertesi gün, yine oda havuç dolu oluyordu.

Bir akşamüstü Titrek Tavşan’ın kafası bu konuya takıldı. Nasıl oluyordu da, tohum atmadığı halde, toprakta havuç bitiyordu ve bu havuçlar bir gecede olgunlaşıyordu? Bu soruların bir açıklaması olmalıydı ve ne oluyorsa gece oluyordu. Demek ki, geceleri bir şeyler dönüyordu havuç yetiştirdiği odada. Titrek Tavşan hemen kararını verdi. O gece, odada sabaha kadar bekleyecek ve ne olup bittiğini anlayacaktı.
Akşam yemeğini yedikten sonra, havuç yetiştirdiği odaya geçti. Kapıkapadı. Kapının yan tarafına koyduğu sandığın içine girdi. Sandığın tahtaları arasındaki deliklerden, odanın her tarafı rahatça görünüyordu. Titrek Tavşan dikkatini tam karşıdaki pencereye verdi. Yerden oldukça yüksekte olan bu küçük pencere odanın havalandırılması için kullanılıyordu.

Vakit gece yarısı olmuştu. Aniden dışarıdan kanat sesleri duyuldu. Bir martı pencereden odaya girdi. Ayaklarının arasında küçük bir torba vardı. Martı, bu torbadaki havuç tohumlarını toprağa serpiştirdi. İşini bitirdikten sonra pencereden uçup, gitti. Zamana karşı şartlandırılmış tohumları toprak hemen kabul edecek ve her geçecek bir saatte bu tohumlar on gün geçirmiş olacaktı.

Titrek Tavşan, vefakar martıyı hemen tanıdı. Bu martı, birkaç ay önce, yengeçlerin parçalamak istedikleri kanadı kırık, yaralı martıydı. Demek ki, Ziya Kaptan yaralı martıyı iyileştirmiş ve kurtarıcısının kim olduğunu söylemişti. Martının, Titrek Tavşan’a can borcu vardı ve bu borcunu cana can katarak ödüyordu.

Titrek Tavşan, birkaç gün sonra bir kamyonet satın aldı ve yetiştirdiği havuçları bu kamyonetle pazara götürmeye başladı. İki yavrusu da zamanla büyümüşler, genç birer tavşan olmuşlardı. Onlar da babaları Titrek Tavşan’la birlikte pazara gidiyorlardı. Titrek Tavşan, yol boyunca şu şarkıyı söylüyordu:

“ Benim adım Titrek Tavşan
Ben, pazarda havuç satarım
İşte yanımda şimdi yavrularım
Ben, onlarla gurur duyarım
Her gün pazara gideriz biz
Tavşanlara havuç satarız..”

Bazı günler kamyonetin peşi sıra bir martıyı uçarken görüyordu ve yavaşlıyordu. Az sonra, kamyonetle martı bir hizaya geliyor ve martı ile Titrek Tavşan selamlaşıyordu. Daha sonra martı hızını arttırıyor ve ileri doğru uçup gidiyordu.

Titrek Tavşan ile martı böyle uzaktan uzağa bir birlikteliği uzun süre sürdürdüler. Fakat, bir kez olsun bir araya gelip konuşamadılar. Bunun nedenini biz bilemeyiz. Belki de böylesi daha iyi oluyordu. Onlar gönüllerince mutluydular, huzur doluydular. Onların mutluluğunu engellemek bize yakışık almaz.
 
Yazan: Serdar Yıldırım
 
Üst