Tasavvufun Vazgeçilmez Kavramı: FENA (Yok Olmak)

Mevlevi

Paylaşımcı
Katılım
22 Eki 2006
Mesajlar
382
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Manavgat
Web sitesi
www.abdullahbaba.net
Konuyu üstadımın kitabından aktarıyorum. İlk paragraf bir ÖNSÖZ mahiyetindedir... (Yeşil Yazılar Abdullah Babamın Sözleridir.)

"Asrımızın mana sultanı, hikmet denizlerinin incisi, Hak aşıklarının müstesna rehberi, muhterem Üstadımız Abdullah GÜRBÜZ Baba Hazretleri, tasavvufi kavramlara mahiyet itibarı ile hakkıyla vakıf, inceliklerine de hakkıyla nüfuz etmiş bir zat idi. Zât-ı Şahanelerine her ne zaman bir mesele sorulsa, bunda sıkılma, zorlanma olmaksızın, muhatabın seviyesine uygun tarzda cevaplar lütfederdi. Bazı zaman olurdu ki, kendisine soru sorulmasını isterdi. Kendisine soru sorandan aslan incinmez ve sorduğu meseleye değer verirdi. Bazen bir meseleyi farklı zaman ve mekânda, değişik şahıslara farklı bir tarzda anlattığı olurdu. Bu da O'nun meselenin inceliklerine vakıf olduğunu ortaya koyan bir husustur. Bütün bu durumlarda, kitap ve sünnetten deliller sunarak, konuya açıklık getirirdi. İnşaallah, "Fena fi'ş-Şeyh, Fena fi'r-Resul ve Fena fillah" kavramları hakkında verdiği izahı sunacağız.

Abdullah Baba (ks) Hz.leri, Tasavvufi kavramları izah faslında, Sufiyye hazeratının kendi ıstılahlarında belirttikleri "Fena fi'ş-Şeyh" kavramından bahsetmek üzere şöyle buyurdular:

Fena fi'ş-Şeyh:

Mürşidi Kamile bağlanan talip, Şeyhini çok sever ve O'na derinden muhabbet eder. 'Allah'ın dostuna söz verdim.' diye ihsan üzere yaşayıp, zikir ile meşgul olur. Şeyhinin şeklini, suretini düşünüp zikir yapmaya başladığında veya rabıta yaparken, Şeyhinin suretini kalbinde algılarken, başlangıçta sanki televizyon ekranındaki karlama gibi algılar. Sonra görüntü netleşerek, Şeyhini görmeye başlar.

Tasavvufi terimlerden mühim bir mahiyet arz eden "FENA" kavramını, ilk defa büyük Sufilerden Ebu Said el-Harraz kullanmış ve O'nun kitap ve sünnet esaslarına uygun olarak açıkladığı bu kavram, daha sonra Istılah olarak bütün Sufilerce kabul görmüştür.

Fena; müridin Allah'a kavuşma yolunda geçmesi gereken menzillerden birisidir. Mâna olarak, kulun kendi varlığını görmekten sıyrılma halidir. Bundan gaye; parlak bir imana sahip bulunmak, nefsin çirkin vasıflarını güzel vasıflara tebdil edip değiştirmek sureti ile yüce Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmaktır.

Buradan hareketle Sufiler, bu kâmil vasfa erişmek için evvela bu yolda kılavuz hükmünde olan Üstadın ahlakıyla ahlaklanmayı, Seyr-i Sülûk yapmaya kabiliyeti olan salikler için, birinci adım niteliği arz ettiğini vurgulamışlardır. Bu itibarla Hakka aşina olan Talip, kendisine bir Mürşid-i Kamil bulmalı ve ona intisab edip bağlanmalıdır. Bu bağlılıktan sonra ancak kendisine Mürid denilir.

Mürid şeyhini çok sevmelidir. Amel ve ahlak noktasında şeyhini örnek edindikçe, Seyr-i Sülûke elverişli hale gelir. Seyr-i Sülûke başlayabilmesi için, şeyhini çok sevip, herşeyden önce kendisine ulaşan feyiz ve tecellilerin onun vasıtası ile ulaştığını kabullenmelidir. Hatta bu konuda Hanefi fakihleri buyururlar ki: "Bir kimse eğer üstadına başka birisini tercih ederse, İslâm'ın en sağlam kulpunu koparmış olur." Bu bakımdan, üstadın varlığı akıllı bir mürid için hayata canlılık veren su misalidir.

Üstadımız daima derdiki:

Evladım!

Bu zamanda Şeyh dervişini sever, derviş de şeyhini severse, aralarında muhabbet güneşi doğar. Bu muhabbet düneşinden de "Nur-u Muhammedi" doğar. İşte dervişi maksada ulaştıracak olan budur.
buyururdu. Şu halde şeyhe muhabbet, maksada götüren büyük bir amildir.

Salik, üstadinin verdigi vazifeyi yaparken, gönül gözünün frekansi açilarak, suhud âleminde üstadinin ruhaniyetini görmeye baslar. Bu görüntü net bir sekil aldiktan sonra, artik seyh ile manevi birliktelik elde edilmeye baslanir. Bu hal, günlük yasantisinda da müride sik sik vaki olur. Nitekim bu, Hz. Ebubekir-i (ra)'in : Ya Rasulullah! Her nereye baksam sizi görüyorum dedigi kivama gelindigini gösterir. Üstadimiz bunu Müridlerinden birisinin durumunu örnek göstererek belgelemek amaciyla buyurdular ki:

Ihvanimizin birisi söyle anlatti :

Televizyon seyrederken sizi gördüm. Ekranda bir ben oluyorum, bir siz oluyorsunuz. Çarsiya gittim orada da ayni. Ailemin yanina ve tuvalete gidemez oldum' dedi. Iste bu gibi hallere Tasavvufta Seyhte fani olma denilir. Mürid bu hali ile Seyhinde fani oluyor. Bu durumda olan dervise, üstadi tarafindan uygun olan Ilahi bir esma verilir.


Yani, kardesimiz televizyon aynasinda birden kendi cismini görüyor ve ayni zamanda da kendi cismi Efendi Hazretlerinin cismi oluveriyor. Demek ki; o kardesimizde baslangiç bu sekilde olmus. Daha sonra çarsiya gidiyor ve orada da benzeri haller yasiyor. Zaten bu baslangica varildigi zaman, insanda böylesi saskinliklar söz konusu olur. Her nereye gitse ve her nereye baksa, orada Üstadini müsahede eder. Bu defa gayr-i ihtiyari olarak bir edep müridi içten içe kusativerir de, her an üstadi ile beraber bulunuyor gibi hareket eder. Beseri iliskilerindeki degisiklik bundandir. Bu durumda Salik, yasadigi hali üstadina anlatmalidir. Eger bu konuda tecrübesi olmayan kimselere halini anlatacak olursa, vay haline! Allah'a sükürler olsun ki, üstadinda fani olan kardeslerimizin varligi, bu yolun ulviligini tescil etmektedir. Bu, Allah'in bir fazli keremidir süphesiz. Allah-u Teâlâ bizleri sadakat sirrina mazhar eylesin. Âmin!

Fena fi's-Seyh makaminda olan bir müride, tevhid mertebelerine ulasmasina yardimci olmasi için, üstadi tarafindan ilahi isimlerden Hay ismine devamli olmasi telkin edilir. Bu makamin zirvesine ulastikça, yasadigi hallere göre her nefeste okuyacagi zikirlerde zaman degisiklik olur ki, her menzilde okunacak Esma-i Ilahiyye farkli farklidir. Salik bu makami Hak ismi celili ile tamamlar.

Asirlardir kendilerinden Evliyaullah diye bahsedilen zâtlar, Fena mertebelerini bahsedilen sekilde asmislar ve durumlarini da kendi üsluplari ile dile getirmislerdir. Bu bahtiyarlardan birisi de Yunus Emre Hazretleridir. Seyhinde fani olusunu ifade eden siirinin bir beytinde der ki:



Açildi Sir babi Seyhim yüzünden
Can sefalar buldu tatli sözünden
Masiva tozunu gönül gözünden
Tevhid ile sildik elhamdülillah




Bundan sonra Üstadimiz Abdullah Baba (ks) Hz.leri Fena makamlarinin ikinci merdiveni olan Fena fi'r-Resul makamini anlatmak üzere söyle buyurdular:

Fena fi'r-Resul' makami;

Müridin Hay esmasinda baslayip, Hak esmasina kadar devam eden 'Fena fi's-Seyh' hali, bu makamin sonunda Peygamber (sav) Efendimize dönmeye baslar. Nereye bakarsa Rasulullah (sav) Efendimizi görür. Rasulullah (sav)'in cemaliyle, kemaliyle, nuruyla beraber olur. Kâinatta ne varsa Rasulullah (sav) Efendimizin nurundan halk olundugunu görür. Yanilacagi zaman hemen karsisina çikiverir. Buna da 'Fena fi'r-Resul' denir. Üstadı Gayyum esmasini verir.


Fena fi'r-Resul makami, âlemlerin Efendisine duyulan ask, sevk, sevgi ve muhabbetin zirve noktasidir. Salik, bu makamda O'na ümmet olmanin verdigi gönül zenginligi ile dolup tasar. Bütün sevgileri, tutkulari artik bu sevginin içerisinde erir, kaybolur. Zira her ne yapsa, ancak O'nun izin ve müsaadesi ile yapar. Pek çok zât demislerdir ki: "Eger Allah'in Resulünü bir an gözümüzün önünden kaybedecek olsak, kendimizi küfre düsmüs sayariz!" buyurmuslardir. Bu hal, makamlarda zirveye ulasmis zâtlara mahsus bir haldir. Nitekim Imam Şa'rani bu makamda bulunan bir veli zâtin, Rasulullah (sav)'in ayagini önünde görmeden adim atmasinin caiz olmadigini belirtir.

Bugün Rasulullah (sav) Efendimizi idrakten aciz kalan sinek tabiatli kimselerin, O'nun essiz sünnetlerini hafife almalarindaki seviyesizlikleri bize sunu anlatir: Eger onlar sufilerin bu güzel metodu ile yetismis olsalardi, O'nun örnek ahlakindan nasip alirlardi. Kalben suhuda erip, Allah'in Resulünü görme derecesini elde edip, her nerede bir bosluk biraksalar, âlemlerin Efendisinin tatli ikazi ile karsilasirlar ve gaflete düsmezler. Ama bu sistemi benimsemedikleri için, Allah'in Resulünü görme nimetinden mahrum kalmaktadirlar.


Üstadimiz, bundan sonra Fena mertebesinin son kismina geçerek, bu makamin baslangici ve zirvesi hakkinda söyle açiklama yapar:

Fenafillâh;

Salik Nefs-i Safiye'ye gelince, eger kabiliyetli ise yedi gök tabakasini, sekiz Cenneti geçer. Cenabi Zül-Celal Hz.lerinin zâtinda degil, sifatlarinda fani olur. Bütün kâinatta zerre zerre kendini görür. Yiyen de, içen de, tozan da, o olur. Hallaci Mansur'un: "Ene'l-Hak" demesi Beyazid-i Bistami'nin "Cübbemin altinda Allah var" dedigi bundandir. Yani bir tür saskinlik hali belirir. Buna da Fenafillâh denir.


Salikin Allah-ü Teâlâ'ya olan seyrinde, Nefsi Safiyye makamina geldigi zaman, artik Sülûkün sonuna dogru varmasi söz konusudur. Bu zamana kadar elde edilen tecrübe ve manevi dereceler, artik onda bir makam halini alir. Nefis her zaman isyan bayragini çekip itiraz etse de, Sultani Ruh yükselip, Emir âlemindeki Hak Teâlâ'nin "Kün" yani "Ol" emri ile meydana getirdigi menziline kavustugunda, bu defa o da oraya ulasarak, yaradilis geregi olarak Hak ile hükmetmeye baslar. Artik kisi için geri dönüs yoktur. Salikin geçtigi menziller "Seyr-i Sülûk" bahsinde anlatildigi için burada açiklama ihtiyaci duymuyoruz.

Hulasa; asli hüviyetine kavusuncaya kadar Seyr-i Sülûk devam eder. Nihayet sonunda Hak Teâlâ'nin kisinin durumuna göre yakinlik kurmasi artik söz konusudur. Bunun için: "Fani olan bir kimse için, hiçbir korku yoktur' denilir. Neden korksun ki? Zira Hak Teâlâ'ya ulasan, O'ndan baska seyle huzur bulamaz. O'ndan her ne gelirse gelsin, o zâtin nazarinda birdir."


Yunus Emre der ki:



Gelse Celalinden cefa,
Yahut Cemalinden vefa,
Ikisi de cana sefa,
Kahrin da hos, Lutfun da hos.


Evet, gönül huzurunu Allah-ü Teâlâ ile elde eden zâtlar, bu makamda âlemde bulunan her seyin Allah'in irade, fiil ve sifatlari ile meydana geldigini görür. Bu defa bu konuyu beser lügati anlatmadigi için, zaman zaman çeliskiye düser. Bazilari tipki bir sarhos üslubuyla hareket ederek, bir takim acayip davranislar sergileyebilirler. Bunlara Tasavvuf'ta "ŞATHIYYE" veya "ŞATAHAT" denilir.

Sufiyye istilahinda Satahat; Salikin feyiz ve istigrak aninda kendinden geçerek, elinde olmaksizin söyledigi muvazenesiz sözler demektir. Bu sözün zahirine bakildiginda, Seriata aykiri oldugu görülür. Ancak Salik kendisine geldigi zaman bu sözleri ne kabul eder ve ne de bu sözün pesine düser. Çünkü o sözleri söyledigi anda, Rabbi ile beraber olmanin zevki içerisinde, elinde olmadan sevk ve nese içerisindedir.


Nasil ki insan çok sevdigi bir kimseyi gördügü anda heyecanlanir ve ne yaptigini bilmezse, Salik de öyledir. Hadis bilginleri Rasulullah (sav) Efendimizden geçmis ümmetlere ait bir kissayi naklederler. Ki, bir adamin çölde giderken üzerinde yiyecegi ve içecegi bulunan devesi kaçar. Adam tam devesinden ümidini kestigi bir anda, bir agacin gölgesi altinda gölgelenirken, Allah-ü Teâlâ adamin devesini buldurur. Adam bakar ki yiyecegi de, içecegi de devesinde duruyor. O anda sevinç ve heyecanin birbirine karismasi neticesinde dilinden su sözler dökülür:

"Allahim! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim." bu hadiseye göre bazi hal ehli kimselerin, bu makamda kendinden geçerek söyledikleri sözler sebebi ile mazur görülecegini belirtmislerdir.

Hulasa; Beyazid-i Bistami, Hallac-i Mansur gibi, Sufiyyenin önde gelenleri tarafindan söylenen sözlerin, birer sathiyat oldugu kabul edilerek, onlarin bu gibi sözlerini mazur görmek gerektigini belirtmislerdir. Sonuç olarak; Fenafillâh makami, Salikin Rabbi hakkinda bilgisinin netlik kazandigi, Allah'in sifat ve fiillerindeki sirlara vakif oldugu, bu makamda iken yari sarhos bir halde bulundugu ve hepsinden önemlisi de, Salikin kendi iradesinden siyrilip, Rabbinin iradesine tam olarak teslim oldugu makamdir.




Yunus Emre'm Kamil oldu Imanin
Hz. Hakka vasil oldu bu canin
La Mekân Sehridir senin mekânin
Fenafillâh olduk Elhamdülillah



Rabbim cümlemize bu sifatlari ihsan buyurup, bizleri salihler ve Sadiklar topluluguna eristirsin. Âmin.
 

MaKHoRSa

Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
124
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Haksızlık karşısında eğilmeyiniz. Zira, hakkınızla
TasavvufTA Fena;
Fenafİl İhvan, İle BaŞlar
FenafİŞ-Şeyh, İle Devam Eder
Fenafİr-resul, İle GÜzeller GÜzelİne UlaŞir
Fenafİllah İle De Vuslat Bulur Sevgİlİyle Bu Da Tasavvufta Son Noktadir Cenabi Allah'in Nurunda Yok Olmak...

Selam Ve Dua İle
 

abla

Doçent
Katılım
21 Kas 2006
Mesajlar
694
Tepkime puanı
16
Puanları
0
mevlevi kardeşim yazı için teşekkürler. :shake2[1]:
 

PUTYIKAN

Paylaşımcı
Katılım
24 Şub 2007
Mesajlar
175
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Hallâc-ı Mansûr hazretleri daha sonra Basra'dan ayrılarak Bağdât'a Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin yanına geldi, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ona susmayı ve insanlarla görüşmemeyi emretti. Daha sonra Hicaz'a giderek, bir sene Ravda-i mutahherada kaldı. Zikr ve ibâdetle meşgûl oldu. Sonra tekrar Bağdât'a geldi. Burada yine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ile görüştü ve bâzı suâller sordu.

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri suâllerine cevap vermedi ve; "Gâliba bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman yakındır!" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bu sözü ile ilerde onun şehîd edileceğine işâret ediyordu.

...

Bir gün kendisine; "Sabır nedir?" diye sorduklarında; "Sabır odur ki; iki elini ayağını keserler, onu köprünün üzerine asarlar ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da bir kere âh etmez." buyurdu.

Kendisinin ölümü ve idâmı böyle cereyân etmiştir.

Nitekim Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada;
"Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı. Sözünü Halîfe Mu'tasım'ın yanına götürerek fesâd çıkardılar. O sırada vezir olan Ali bin Îsâ'yı ona karşı kışkırtarak aleyhine çevirdiler. Halîfe, Hallâc'ın bir sene zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bâzı meseleler soruyordu. Daha sonra, insanların onu ziyâreti de yasaklandı. İbn-i Atâ'nın ve Ebû Abdullah bin Hafîf'in yaptıkları ziyâretler müstesnâ beş ay müddetle kimse onu ziyâret edemedi.

Nakledilir ki; bir gece Mansûr hazretlerini zindanda bulamadılar. İkinci gece ne zindan vardı ne de Mansûr... Üçüncü gece, zindan da Mansûr da yerindeydi. Kendisine bunun hikmeti suâl edildiğinde; "İlk gece O'nunlaydım, beni bulamadınız. İkinci gece, Obenimleydi, ne beni ne de zindanı görebildiniz. Üçüncü gece, her şey yerli yerindeydi. Tâ ki mukaddes dînimizin emrini yerine getiresiniz. Beni idâm edesiniz diye." buyurdu.

...

Bu haberler halîfeye ulaşınca; "Fitne çıkarmak istiyor, onu katlediniz veya Enel-Hak sözünden dönene kadar sopalayınız." emrini verdi. Bunun üzerine Hallâc-ı Mansûr hazretlerini Bağdât'ta Tâkkapısına götürdüler. Evvelâ yüz kırbaç vurdular. Kendisinden en küçük bir ses çıkmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler.

Hallâc-ı Mansûr'un rahmetullahi aleyh elleri ve ayakları kesildiğinde; "Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum." buyurdu.

Darağacına çıkan Mansûr hazretlerine şu suâl soruldu; "Tasavvuf nedir?" "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu haldir." "Ya ileri derecesi?" "Onu görmeye tahammülünüz olmaz."

İdâm edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni yakînen tanımayanlardır. Tabiîdir ki halden anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti." cevâbını verdi.

Bu arada kendisinden nasîhat istemek için gelen hizmetçisine; "Nefsi, yapması gereken bir şeyle, ibâdetle meşgul et! Yoksa o seni yapılmaması gereken bir şeyle, haramlarla meşgul eder." dedi.

Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi revâ görenlere rahmet et! Senin rızân için beni elimden, ayağımdan, gözlerimden, başımdan, canımdan ayıran bu kullarını affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı.Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdât'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı.

Hallâc-ı Mansûr hazretleri bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atacaklar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdât'ı basacak. O zaman hırkamı nehrin kenarına götürüp, sulara at." buyurmuştu.

Abdülmelik Evkâf anlatır: "Bir gün üstâdım olan Hallâc-ıMansûr'a; "Ey hocam! Ârif kimdir?" diye sordum. Buyurdu ki: "Ârif o kimsedir ki, Zilkâde ayından altı gün kala, Salı günü, 919 (H.306) senesinde Bağdât'ta eli ayağı kesilerek, gözleri çıkarılarak, baş aşağı astırılıp, gövdesi yakılarak, külünü savururlar."Onun dediği zamânı gözledim. Meğer o söylediği kendiymiş, o ne söyledi ise aynını yaptılar."

Naklederler ki: Onu darağacında astıkları vakit iblis yanına geldi ve; "Bir Ene (ben) sen dedin, bir Ene de ben. (Sen Ene'l-Hak dedin, ben: "Ene hayrun minhü= Ben ondan hayırlıyım." dedim) Nasıl oluyor da bu yüzden senin üzerine rahmet, benim üzerime lânet yağdırıyor?" diye sordu. Hallâc-ı Mansûr şu cevâbı verdi: "Sebep şudur. Sen "Ene" dedin, kendini ortaya koydun, ben Ene dedim, kendimi ortadan kovdum. Benliği ortaya getirmenin iyi olmadığını, benliği ortadan kaldırmanın ise gâyet iyi olduğunu bilesin, diye bana rahmet, sana lânet etti."


...

HAK NEYİ DİLERSE BİZ ONU DİLERİZ

Bir gün Mansûr'un hâtırından; "Peygamber efendimiz, Mîrâc gecesi, sâdece müminleri diledi de, neden bütün insanları dilemedi ve, yâ Rabbî, cümlesini bana bağışla demedi." diye geçti. Böyle düşünürken, Resûlullah efendimiz içeri girdi ve; "Biz kimi dilersek Hakk'ın fermânı ile dileriz. Bizim gönlümüz Hakk'ın fermân evidir. O'nun irâdesinin ve fermânının gayrisinden pâk ve mâsumdur. Eğer O, hepsini dilerse, ben de hepsini dilerim." buyurdu. Bundan sonra Hallâc-ı Mansûr, başından sarığını çıkararak Resûlullah'ın huzûrunda kerâmet gösterdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Bu sarık kerâmeti ile, baş dahi vermek gerektir ki, ben râzı olayım." Onun idâm edilmesine hakîkatte, sebep, bu hüküm oldu.
 

Mahmut Akar

Asistan
Katılım
9 Mar 2007
Mesajlar
444
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
kocaeli
Web sitesi
www.tefsirdersi.com
Bir arkadaşın samimi itirafıdır

Selamun Aleyküm arkadaşlar,

Ben bir zamanlar ülkemizin önde gelen tarikatlerinden birinde (cemaat olarak sanırım en kalabalık yada 2.) 4 sene kaldım. Ama bu tarikat içersindeyken Rabbime çok şükür içimde hep bir tereddüt vardı. Çünkü bu tarikat içersinde müthiş şekilde şeyhi yüceltme vardı. İnanın okunan ilahilerde, sohbetlerde, dualarda hep şeyh vardı. Ben onların yaptığı gibi yapamadım. Mesela asla şeyhten himmet istemedim. Rabıtayı da çok seyrek yaptım. Müthiş sıkılırdım. Sadece zikirden lezzet alırdım. Beni o tarikate bağlayan da sessiz yaptığımız bu zikirdi. Ama sizde biliyorsunuzdur rabıta bu tarikatte herşeyden daha önemliydi. Neyse ben bu tereddütlerimi yenmeye çalışırken -bu arada her hafta sohbetlere giderdim- bir sohbetten önce sohbeti yapacak kişiye basit bir soru sordum. "Ben şeyhimden himmet istemektense, güzel Allahımdan yardım istiyorum. Bu gönlümü daha memnun ediyor. Ne dersiniz?" . Hoca lafı geçiştirdi. Doğru dürüst bir cevap vermedi. Daha sonra sohbet esnasında konu döndü dolaştı benim soruma geldi. İsim vermeden benim zekamla ilgili bir problemim olduğunu ima etti. Bu arada tasavvufta kurtuluş arayan arkadaşlarıma şunu söylemek isterim. Yemin ederim bu soruyu sorma maksadım, kalbimdeki tereddütleri aşmaktı, polemik değildi. Ama sohbetin sonunda tereddüt kalbime iyice yerleşti. Çünkü hoca sohbetin devamında aynen şunları söyledi. "Bir sofi, öncelikle herşeyden çok, Allah(c.c) tanda, peygamberden de çok şeyhini sevmeli". Bu cümleyi duyunca kalbime bir ok saplandı sanki. İşin daha ilginci tüm arkadaşlarım bunu normal karşılamıştı. Sohbetin sonunda ben samimi olduğum, akıllı bulduğum bir din dersi öğretmenine bunu sordum. O kişide bana söylediklerinin aslında doğru olduğunu ama zamanlamasının yanlış olduğunu söyledi. Fenafişşeyh makamına erinceye kadar en çok şeyhimizi sevmeliymişiz (Rabbim ve Hz. Peygamberimiz dahil), sonra Rasulullah'ı sevecekmişiz. Sonra Fenafirrasul oluncada Allahı sevmeye başlayacakmışız. Bu şekilde de fenafillah olacakmışız. Bende -Ya dedim fenafişşeyh olmadan ölürsek, Rabbimizi sevmeden mi öleceğiz?. Yine tatmin edemeyen bişeyler söyledi. Sonun da Allaha şükür bir zaman sonra bir arkadaşla tanıştım ve tamamıyla kurtuldum o tarikatten. Sonuç olarak diyeceğim, tarikatlerde bulunan kardeşlerimiz, abilerimiz bazı şeyleri sorgulamaktan korkmasınlar. Şeyhlerinin ilimlerini, sohbetlerini bi düşünsünler. İnanın bir şeyhi inkar ettiğiniz için Allah size günah yazmaz. Çünkü peygamberlerden başka kimse masum değildir. Gerçeği bulmanın yolu sorgulamaktan geçer. Ve ulaştığınız sonucu bu mutlak gerçektir diyerek beyni dondurmamaktan geçer(Tufan )
Lütfen idrak ederek okuyunuz. Çok geç olmadan..
 

elmnightmare

Profesör
Katılım
8 Eyl 2007
Mesajlar
1,734
Tepkime puanı
8
Puanları
0
Ben de buraya bir mezhepsizin tövbe edip tasavvuf ehli olduğunu alıntısını yazarım Mahmut çok geç olmadan anla:)
 

Mahmut Akar

Asistan
Katılım
9 Mar 2007
Mesajlar
444
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
kocaeli
Web sitesi
www.tefsirdersi.com
elmnightmare kardeş

Size bir kaç soru sorabilir miyim?
Allah'a(cc) Dua edince duanı işitmiyor mu?
Açıklamakta bir mahzuru yok ise bu üç mertebeden hangisindesiniz, şu an için?
Bu mertebeleri kim neye ve nereye göre belirliyor?
Erken yaşta ölen çocuklar hiç fenaya ulaşamıyorlar onlar nereye gidiyorlar?
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
...Nitekim Hallâc-ı Mansûr Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada;
"Enel-Hak= (Ben Hakkım)" sözünü söyledi. Bu sözünü, zâhir âlimleri dalâlete ve ilhâda hükmedip katline fetvâ verdiler.

Hallâc-ı Mansûr, Enel-Hak sözünü söyleyince tasavvuf ilmine vâkıf olmayan zâhir ulemâ bu söze şiddetle karşı çıktı ...

Acaba firavun ve nemrutuda Hz.İbrahim ve Hz.Musa yanlışanlamış olabilir mi?
Hallaç enel Hak diyince evliya oluyor da nemrut ve firavun diyince niye küfür oluyor?
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Ağzi olan konuşuyor !

Enel-Hak=Ben Hakkım demek başka şey Enellah=Ben Allahim demek ise çok daha başka bir şeydir.Bu iksinin arasinda dağlar kadar fark vardir.
Kalbin mâsivâdan arınarak Hakk’ın esmâ, sıfât ve zılâl nurlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle sâlik, akis ve gölgeleri Hakk’ın kendisi zanneder. Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” dediği makam burasıdır. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fiilerin Allah’a âid olduğunu idrâk etmesidir.
Sen çekilince aradan- Kalır seni Yaradan
bu anlamda söylenmiştir. Bu anlamda söylenmiş bir söz, elbette küfür değildir. Ancak iltibâsa müsâid bir söz olduğundan bu tür sözleri, ancak beşerî sıfatlardan soyutlanıp ilâhî sıfatlarla muttasıf olanlar söyleyebilir. “Ene’l-Hakk” sözünün söylendiği makam Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarıyla idrâk olunduğu makamdır. “Hakk” ismi esmâ ve sıfat tecellîsidir. Bu yüzden sûfîlerden “Ene’l-Hakk” diyenler çıktığı halde “Enallah” diyenler çıkmamıştır.

 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Peki Firavn ve Nemrut Peygamberlerine iman ediyorlarmıydı?

İlahlık iddiasında bulunan bir kişi peygambere iman eder mi?
----------------------------------------------------------------------------------------
Peygamberin getirdiği kitapta "enel Hak" diye bir şey var mı?

"Arif, Hakk'ı her şeyde gören, belki herşeyin kendisi olarak görendir,"

"Gören de O'dur, görülen de. Alem O'nun suretidir... Allah onların kendisidir."

"O ortaya çıkanların kendisidir..." "Görülen ve isimlendirilen her varlık O'dur."


"Yaratıkların sıfatları O'nun için hak olduğu gibi, O'nun sıfatları da yaratılmışlar için haktır."

"Allah'ın rablık, ilahlık, yaratma, rızık verme ve diğer bütün sıfatları yaratıklar için de haktır."

"Emir O'ndan sana olduğu gibi, senden de O'nadır."

"O bana hamd eder, ben O'na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O'na ibadet ederim."

"O bütün kâinattır. O, vücudum, vücudu ile kaim olan tektir."

-----------------------------------------------------------------
Bu sözler peygamberin getirdiğine iman edenlerin sözleri olabilir mi?

Bu sözler hak sözler mi?
Siz de bu sözleri doğru kabul ediyormusunuz?


La ilahe İllaALLAH var.

Kul:Huve Allahu Ehad.(Ehad:Benzersizliğnden dolayı tektir.)
Allahu Samed.
Lem yelid ve lem yuled.
(O hiç bir şeyin parçası hiç bir şey de Onun parçası değildir.)
Ve lem yekun lehu kufuven Ehad.
(Hiçbir şey Onun dengi değildir.)
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Enel-Hak=Ben Hakkım demek başka şey Enellah=Ben Allahim demek ise çok daha başka bir şeydir.Bu iksinin arasinda dağlar kadar fark vardir.
Kalbin mâsivâdan arınarak Hakk’ın esmâ, sıfât ve zılâl nurlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle sâlik, akis ve gölgeleri Hakk’ın kendisi zanneder. Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” dediği makam burasıdır. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fiilerin Allah’a âid olduğunu idrâk etmesidir.
Sen çekilince aradan- Kalır seni Yaradan
bu anlamda söylenmiştir. Bu anlamda söylenmiş bir söz, elbette küfür değildir. Ancak iltibâsa müsâid bir söz olduğundan bu tür sözleri, ancak beşerî sıfatlardan soyutlanıp ilâhî sıfatlarla muttasıf olanlar söyleyebilir. “Ene’l-Hakk” sözünün söylendiği makam Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarıyla idrâk olunduğu makamdır. “Hakk” ismi esmâ ve sıfat tecellîsidir. Bu yüzden sûfîlerden “Ene’l-Hakk” diyenler çıktığı halde “Enallah” diyenler çıkmamıştır.

'Enel Hakk' (Ben Allah'ım),
'Mâfi'l cübbeti illaallah' (Cübbemin içinde Allah'tan başka bir şey yoktur) diyen, Hallac-ı Mansur.
'Subhani mâ'azama şâ'ni' (kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim. Benim şanım ne yücedir) diyen, Beyazid-i Bistami...
(Benim şu iğreti kalıbımın içinde Allah'tan başka kimse yoktur) diyen Cüneyd-i Bağdadî
----------------------------------
Bu sözler vahdeti vucut felsefine göre yanlış değildir.Çünkü vahdeti vucut varlığın birliğini kabul eder.Yani Yaratan yaratılan özdeştir,aynıdır.
İslam inancına göre ise Yaratan sonsuz yücedir,aşkındır.Yaratılmışlara hiç bir şekilde denk ve benzer değildir.Yaratılmışlar Onun bir parçası değildir.Yoktan var edilmişlerdir.
Bunu ısrarla göz ardı ediyorsunuz ama tasavvuf ayrı bir dindir.Bir takım islamı motiflerin olması onların inancını islamileştirmez.
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Yazilanlari okumuyorsun !

alinti : grozny
Peygamberin getirdiği kitapta "enel Hak" diye bir şey var mı?

Bak yukarida ne denilmiş ?
--Kalbin mâsivâdan arınarak Hakk’ın esmâ, sıfât ve zılâl nurlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle sâlik, akis ve gölgeleri Hakk’ın kendisi zanneder. Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” dediği makam burasıdır. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fiilerin Allah’a âid olduğunu idrâk etmesidir. --

Sizin bu makamlardan hiç ama hiç haberiniz olmadiği apaçık ortada.
Sahi sizin nefs-i emmareden haberiniz var mi ?
 

bi husben

Kıdemli Üye
Katılım
7 Mar 2007
Mesajlar
5,664
Tepkime puanı
322
Puanları
83
Enel-Hak=Ben Hakkım demek başka şey Enellah=Ben Allahim demek ise çok daha başka bir şeydir.Bu iksinin arasinda dağlar kadar fark vardir.
Kalbin mâsivâdan arınarak Hakk’ın esmâ, sıfât ve zılâl nurlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle sâlik, akis ve gölgeleri Hakk’ın kendisi zanneder. Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” dediği makam burasıdır. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fiilerin Allah’a âid olduğunu idrâk etmesidir.
Sen çekilince aradan- Kalır seni Yaradan
bu anlamda söylenmiştir. Bu anlamda söylenmiş bir söz, elbette küfür değildir. Ancak iltibâsa müsâid bir söz olduğundan bu tür sözleri, ancak beşerî sıfatlardan soyutlanıp ilâhî sıfatlarla muttasıf olanlar söyleyebilir. “Ene’l-Hakk” sözünün söylendiği makam Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarıyla idrâk olunduğu makamdır. “Hakk” ismi esmâ ve sıfat tecellîsidir. Bu yüzden sûfîlerden “Ene’l-Hakk” diyenler çıktığı halde “Enallah” diyenler çıkmamıştır.



firavunda enallah dememiştir ene rabbukumul ale demiştir yani buyuk rabbinizim demişti aslında firavn bunu söylemekle küfre düşmemiştir demiştir ibni arabi
imanı kamil mumin olarak nitlendiriyor firavnu çünki hasa bizler onun zahiri suretleriyiz diye idaası vardır arabinin o yuzden hem rabdir hem kuldur insan her nasıl oluyorsa

sufuler allahı sevdiği için enelhak demişler diyorsun peki peygamberlerdne yanı

örnek almamız için emir verilen peygamberlerden enel hak diyen olmusmudur

yoksa sufiler allahı nebilerden daha fazlamaı sevmekteler
 

Mahmut Akar

Asistan
Katılım
9 Mar 2007
Mesajlar
444
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
kocaeli
Web sitesi
www.tefsirdersi.com
Hristiyanların ve yahudilerin yaptıklarına niye kızıyorsunuz ki?

Birileri Hz. İsa yı ilahlaştırmışlar, diğerleri de Hz. Üzeyir'i(as) .
Demek ki sadece tasavvufta değil eskiden beri varmış...

Tevbe 30-Yahudiler: 'Üzeyir Allah'ın oğludur' dediler; hristiyanlar da: 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?

İsra 111-"Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamdederim" de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!
 

grozny

Doçent
Katılım
27 Eyl 2007
Mesajlar
516
Tepkime puanı
2
Puanları
0
--Kalbin mâsivâdan arınarak Hakk’ın esmâ, sıfât ve zılâl nurlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle sâlik, akis ve gölgeleri Hakk’ın kendisi zanneder. Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” dediği makam burasıdır. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fiilerin Allah’a âid olduğunu idrâk etmesidir. --

İşte bu hal cezbe vs...dedikleri hal şamanların trans hali gibidir.Şamanlarda ayinlerde kendilerinden geçip şeytani güçlerin emrine girerler.

Böyle şeyler islama terstir.Öyle bir şey hak olsa buna Peygamberler daha layıktı.
Gerçek budur kardeşim neden ısrarla islam dışı bir yolu islama yaömamaya çalışıyorsunuz,neden kendinizi imanınızı heba ediyorsunuz.Aklınızı başınıza alın,kendinize yazık etmeyin.
Kuranın ve Peygamberimizin ap açık nurlu yolu dururken bunlara hiç gerek yok.
Siz bilirsiniz.Benden bu kadar....
 

fakiri

Kıdemli Üye
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
15,969
Tepkime puanı
355
Puanları
83
Konum
KOCAELİ
Peygamnerlerin Enel-Hak= ben Hakkım demelerine gerek yoktur. Çünkü, Rabbimiz onlara itaatin bizatihi kendisine olacağını ifade etmiştir. Onlar her zaman zaten Hak'la iç-içe bir hayat sürmüşlerdir. İşte onalra benzemek isteyenlerden bazilari da Hallac-ı Mansur gibi durumlarini istmeden faş etmişlerdir. Dolayısıyla peygambere itaate etmeyen bir insan zaten hapı yutmuş demektir.

 
Üst